
ENRIQUE
Güzel bir öğleden sonraydı. Yatımın üst güvertesinde güneşin tadını çıkarıyordum. Şu an limanda olmamıza rağmen yat çok büyük ve uzun olduğu için denizi görebiliyordum.
Balayımız sona ererken keşke Hope’un beni affettiğini, hiç durmadan seviştiğimizi söyleyebilseydim ancak hayat çok kahpe olduğu için ikisi de gerçekleşmemişti.
Yine de Hope'un yavaş yavaş çözülmeye başladığını görebiliyordum. Kızıl saçlıyı çok kıskandığı açıktı. Başlangıçta kontrol ediyor olsa da artık saklayamıyordu.
Mafya dünyasında yaşanan saçmalıklar nedeniyle Fransa, İspanya kıyılarındaki yolculuğumuzu bir aydan iki haftaya indirmek zorunda kalmıştım.
Bazı nedenlerden dolayı küçük çeteler büyük çetelere savaş açmaya başlamıştı. Ancak bariz bir nedenden ötürü ne Hope'un ailesine ne de benim aileme saldırmıyorlardı.
Müttefik olduğumuzu bildikleri için dünyanın en büyük mafyasına kafa tutmaya cesaret edemiyorlardı.
Sonunda kendime dünyanın en büyük mafya lideri diyebiliyordum. Tamam, daha ziyade eş lider. Çünkü Nikolas da büyük bir patrondu.
“Enrique, bebeğim?”
Ruby'nin sinir bozucu sesini duyunca sessizce küfrettim. Onu becerme ya da herhangi bir ilişki yaşama niyetinde olmadığımı hâlâ anlamamıştı.
Hâlâ yatımda olmasının tek nedeni Hope'tu. Daha doğrusu, Hope’un kıskançlığıydı.
Kirli oynamayı tercih etmiş olan Hope kendi kazdığı kuyuya düşmek üzereydi. Upuzun gece elbisesi içindeki Ruby’nin bana doğru yürüdüğünü görünce bu gece dışarı çıkacağımızı unuttuğumu fark ettim.
Hope'a beni kaybetmenin eşiğinde olduğunu gösterme planım tıkır tıkır işliyordu.
Özellikle de Nickolas’ın sağ kolu olan Matt tüm halkımızın korunduğundan emin olmak için yardıma gittiğinden beri.
Benim durumumda, normalde işleri babam halletmesine rağmen artık lider olduğum için halkımı koruyup bana güvenebileceklerini göstermek benim görevimdi. Bana güvenmeselerdi çoktan ölmüş olurduk.
Homurdanarak ayağa kalktım. Ruby’nin yanına ulaştığımda yüzümde sahte bir gülümseme vardı.
O kaknem sesiyle, “Gidiyor muyuz?” diye sordu.
Onunla konuşmaya bile üşendiğim için başımı sallayıp yatın arkasına inen merdivenlerden indim.
Ayakkabılarımı giyip yattan inmek üzereyken Hope'a bakmaya karar verdim.
Oturma odasından, modern ahşap koridorlardan geçip toplantı gecesinden sonra adım atmadığım odamıza ulaştım.
Kapıyı çok sessiz bir şekilde açtım.
Prensesim yatağına oturmuş eskiz defterine bir şeyler çiziyordu. Başı görüş alanımın büyük kısmını kapattığı için ne çizdiğini göremiyordum. Arka planda bir şarkı çalıyor, o da eşlik ediyordu.
Ne kadar huzurlu göründüğünü görünce gülümsedim. Aklıma ona dair anılar geldi. Tenime değen yumuşak teninin, dudaklarıma değen dolgun dudaklarının hayali sessizce inlememe neden oldu.
Pantolonumun sıkılaştığını hissettim. Son on aydır pek seks yapmamıştım.
Hope’a sadık kalıp kimseyi becermediğimi söylesem yalan söylemiş olurdum ama bu sürekli olan bir şey değildi.
Hope'tan önce her gün farklı bir mankenle beraber olurdum. Kendilerini resmen kucağıma atarlardı.
Şimdi, ne zaman seks yapsam aklıma Hope geliyordu. Muhteşem esmerlerle yatarken bile sadece Hope’u hayal ediyordum.
Onları hunharca becerirken Hope'u becerdiğimi hayal ediyordum. Tenlerimizin birbirine değdiğini, geçen seferki gibi korunmasız seviştiğimizi hayal ediyordum. Dolgun göğüslerini, dümdüz karnını, kıvrımlı ince belini hâlâ hatırlıyordum.
Bana nasıl bindiğini, kaslı bacaklarını bacaklarıma nasıl doladığını, tamamen içine girdiğimde nasıl sıkı hissettirdiğini hâlâ hatırlıyordum.
Başımı sallayıp bu geceki zavallı “flörtüme” döndüm. Hope'u düşünürken kaya gibi sertleştiğim için pantolonum sıkmaya başlamıştı.
Ruby koluma yapışıp, “Nereye gidiyoruz, bebeğim?” diye sordu.
Onu bir yumrukla bayıltmama şu kadarcık kaldığı için derin derin nefes aldım. Yanlış anlamayın. Kadınlara vuran biri değildim. Ama Ruby bir kadın değil, adeta okyanusun dibinden çıkmış bir ahtapottu.
“Ruby, bana sakın bir daha 'bebeğim' deme!” dedim, ne kadar ciddi olduğumu gösteren sert bir sesle.
Anladığını göstermek için çabucak “Tamam,” dedi.
Kaldırıma çıktığımızda, “Nerede yemek yiyeceğimiz umurumda bile değil,” dedim.
Sonunda, en yakın restorana gitmeye karar verip kendime bir şişe viski ile biraz yemek sipariş ettim.
Huzurlu bir akşam yemeği yemeye çalışsam da Ruby beni sürekli rahatsız ediyordu. Yemek bittiğinde çok sinirliydim.
Bileğinden tutarak, “Çeneni kapat artık,” dedim.
“Eğlendiğimizi sanıyordum,” dedi. İncinmiş, kızgın görünmesi umurumda bile değildi. Hope ve benimle olan tatili şu an itibarıyla resmen sona ermişti.
Yata ulaştığımızda, “Eşyalarını toplayıp git,” dedim. Yüzüme sanki İngilizce anlamıyormuş gibi baktı.
Kekeleyerek “Ne?” dediğini duyunca bugün ikinci kez yumruklarımı sıktım.
Fransızca konuşmaya başlayıp, “Veux-tu que je le répète en français?” dedim. Belki de aptal kız İngilizce konuşmayı unutmuştu.
“Pourquoi?”
Evet, gerçekten bir aptaldı.
“Vas-tu faire un culle!” diye bağırdım.
Ses tonumdan neredeyse yerinden sıçradı. Gözlerinden süzülen yaşlarla bir bal kabağına benziyordu. Eşyalarını toplamak için içeri koştuğunda kendimi gülmemek için zor tutuyordum.
Korumalardan birine, “Önümüzdeki on dakika içinde evinde olduğundan emin olun!” diye talimat verdim.
Başını sallayarak, “Evet efendim,” dedi.
İçeri girip odama yol aldım. Hope'u kontrol edip yarın ayrılmamız gerektiğini söylemek istiyordum. Saat biraz geç olsa da gece yarısına dek uyumadığını biliyordum.
Odaya varınca nazikçe kapıyı çaldım. Ses gelmeyince içeri girip boş olduğunu gördüm. Sonra banyoya bakıp orada da olmadığını gördüm.
Odadan çıkıp mutfağa gittim. Sıkıldığında, yorulduğunda ya da acıktığında mutfağa gidip bir şeyler atıştırırdı. Aslında günün büyük bir kısmını orada geçiriyordu.
Aşçılardan birine “Hope'u gördünüz mü?” diye sorduğumda kibarca “Hayır,” dedi.
Tüm yatı kontrol edip personelden korumalara kadar herkese sorduktan sonra hepsini öldürmeye hazırdım.
On titreyen bedenin önüne geçerek, “Kaçmasına nasıl izin verirsiniz?” diye bağırdım. Lanet olsun, hepsi birer korkaktı!
Hep bir ağızdan, “Üzgünüm efendim,” dediler.
Hope’un itiraz etmeyeceğini bilsem hepsini öldürüp kafalarını ailelerine gönderirdim.
“Hepiniz aptalsınız! On dokuz yaşında gencecik bir kızı kaybettiniz. Tek bir işiniz vardı. Lanet olası tek bir işiniz. Becerebildiğiniz tek şey hep bir ağızdan konuşmak. İyisi mi gidip boktan bir lise korosuna katılın!”
Onlara bağırırken korkudan titremelerini izledim. Bir iki kişinin altlarına kaçırdıklarına emindim.
Onlardan bir cevap alamayacağımı anlayınca Hope’un telefonunu tekrar tekrar aradım. Bir süre sonra direkt sesli mesaja düşmeye başladı. Lanet olsun!
Bir grup bilgisayar korsanından telefonunu izlemelerini istedim ama lanet olsun ki hiçbiri başaramadı. Hope’un kimse tarafından izlenmemek için telefonunu koruma altına aldığından emindim.
Lanet olsun, prenses. Çok zekisin...
Sonraki birkaç saati volta atarak geçirdim. Geri kalan herkes Hope ile iletişim kurmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordu. Hope’un hayatını böyle riske atamazdım. Onu kaybedemezdim. Ne şimdi ne de başka bir zaman…
“Matt.” Telefonum titremeye başladığı an cevap verdim. Hope’u en iyi tanıyan kişi o olduğu için Matt'ten yardım istemiştim. Son on aydır sürekli Hope’un yanındaydı.
“Enrique, şu an gönderdiğim bağlantıyı indir. Bu uygulama, Hope telefonuna ne yaparsa yapsın aramalarının ona ulaşmasını sağlayacak. Muhtemelen telefonunu “Rahatsız Etmeyin” moduna almış, bu yüzden ilk denemeden itibaren işe yarayacaktır.”
Kısa bir teşekkür edip kapattım.
Bağlantıya tıklayıp programı indirdim. Hope’un numarasına basıp çaldığını duyunca derin bir nefes aldım.
Telefonu açtığında, “Lanet olsun, neredesin?” diye bağırdım. Nazik bir selamlaşma için vaktim yoktu. Sabahın üçü olduğu için onu hemen geri almak istiyordum.
Verdiği cevap, “Erkek arkadaşlarımla birlikteyim,” oldu.
Kahretsin, çok sarhoştu.
“Neden bahsediyorsun, Hope?” dedim. Uyuyakalmasına ya da benimle konuştuğunu unutup kapatmasına fırsat vermeden bilgi almak istiyordum.
“Emirlerini kıçına sok. Ya da iyisi mi Ruby'nin kıçına sok,” diye bağırsa da dili onunla işbirliği yapmıyordu.
Başka bir zaman olsaydı Hope'un beni ne kadar kıskandığını düşünüp sevinirdim ama şimdi zamanı değildi.
“Lanet olsun, tigre. Lütfen sadece nerede olduğunu söyle,” dedim. Bu sefer biraz daha yumuşak konuşmaya gayret ettim.
Birden, bir yere düşme sesi duydum.
Hattın diğer ucunda “Enrique,” diyen tanıdık bir ses duysam da kim olduğunu anlamam biraz zaman aldı.
Derin bir nefes alarak, “Roy…” dedim. Onunla yıllardır konuşmamıştım. O henüz genç bir çocuk, ben de işe yeni bir başlamış bir mafya iken çok yakındık.
“Roy, Hope nerede? Ona dokunursan seni öldürürüm,” dedim. Benim olana dokunamayacağını çok biliyordu.
“Enrique. Asıl benim seni öldürmem lazım. Sen bir moronsun. Lanet olsun, şimdi bunu konuşmanın zamanı değil. Bana adresi gönder. Ben Hope’u getiririm,” dedi.
Zerre kadar değişmemiş görünen Roy’a hemen adresi verdim.
Sabırsızlıkla gelmelerini beklerken, Hope'u nereden tanıdığını düşündüm. Her zaman bahsettiği kız olamazdı. Yoksa olabilir miydi?
Yakın olduğumuz zamanlarda, bana hep en iyi arkadaşıyla yaşadığı maceraları anlatırdı. Yani adına Murphy dediği kızla.
İlk başta ona âşık olduğunu sanmış ancak erkeklere ilgi duyduğunu öğrendikten sonra kardeş gibi sevdiğini anlamıştım.
Birden korumalardan biri “Efendim, iki adam hanımefendiyi getirdi,” dedi. Başımı sallayıp hemen Hope’u almaya gittim.
Roy’un “Enrique, sen bir piçsin,” dediğini duydum.
Duyduğum bir sonraki şey bir yumrukla bir inilti oldu. Roy yüzüme yumruk attığında çıkan inilti… Kahretsin, benden eğitim almasına izin vermemeliydim. Lanet herif, nasıl yumruk atılacağını çok iyi biliyordu.
Kanayan dudağıma dokunarak, “Bunu hak ettim,” dedim.
Acıyı ya da yumruk yemiş olduğum gerçeğini umursamadan canım dostum, kardeşim Roy’a sarıldım.
“Ben de seni özledim küçük kardeşim,” dedim, kıkırdayarak. Ona küçük ya da minik dememden nefret etse de artık alıştığından emindim.
Bana daha da sıkı sarılarak, “Siktir git, Enrique,” dedi.
Birkaç saniye sonra geri çekildiğimizde Hope’u kucağında tutan yabancı adama doğru yürüdüm.
“Lütfen al. Kollarım ağrıdı,” dedi adam, yoğun bir Kanada aksanıyla. Başımı sallayıp Hope’u kucağıma aldım.
Göğsüme sokularak, “Enrique,” dediğinde gülümsedim. Uyurken daha da sevimli görünüyordu. Onu kollarıma almanın ne kadar iyi hissettirdiğini unutmuştum.
Kanepeye geçtiğimizde Roy'a “Neredeydiniz?” diye sordum. Aslında Hope'u da kanepeye yatırabilirdim ancak daha iyi ve doğru hissettirdiği için kollarımda tutmaya karar verdim.
“Onu kulüpte gördüm. Murph'ün ne kadar değiştiğini görünce şok oldum. Utangaç bir kızdan kraliçeye dönüşmüş,” dedi Roy, Hope’a bakıp gülümseyerek. Demek Murph gerçekten de Hope’tu.
“Neden ona Murph diyorsun?” diye sordum. Roy’un Hope'a alakasız bir isim takmasının mantığını gerçekten anlamıyordum.
“Murphy yasası yüzünden. Bir şey ters gidecekse mutlaka ters gider. Hope şimdiye kadar tanıdığım en beceriksiz çocuktu,” dedi, gülüşünü kaybetmeden. Belli ki tigremi hâlâ seviyordu.
“Köpeğine Murphy adını verdiğini biliyor musun? Sanırım seni hiç unutmamış,” dediğimde güldü.
Bir süre konuştuk. Roy'un suç dünyasından uzak durmaya çalıştığını, benim sayemde kimsenin ona dokunmadığını öğrendim. Bir süre önce ona daha fazla özgürlük vermemi istediğinde hiç sorgulamadan yapmıştım.
Beni ayrıca iki yıllık erkek arkadaşı Romeo ile tanıştırdı. Roy’un bebek yüzlü, çıtır olmayan birini bulduğuna şaşırıyordum.
Aktif olduğu için iyi bir pasif olmaya uygun, ufak tefek kişileri seçmeye eğilimli olduğunu biliyordum.
Romeo ondan daha ufak tefek olmasına rağmen dövmeleri ve sakalları yüzünden daha erkeksi görünüyordu. Belki de Roy onunla dominant pasif olmak zorunda kalıyordu. Bunu bir ara sormalıydım.
Vedalaştığımızda saat sabahın altısıydı. Roy gitmeden önce yakında İngiltere'ye geleceğini söyledi.
Ayrıca, “Hope’u Kıskandır” oyununu sonlandırmazsam canıma okuyacağını da ekleyip gülmeme sebep oldu.
Kızlardan biri gelip, “Her şey hazır, efendim,” deyince gülümsedim. Hope’u kucağımdan indirmeden ayağa kalktım. Eve gitme zamanı gelmişti.
Gece boyunca tükettiği alkol miktarı yüzünden sabah akşamdan kalma olacağı için uyandırmamaya karar verdim.
Roy, bir şişe viskinin en az dörtte üçünü içtiğini söylemişti. Bu doğruysa hatasının bedeli uyandığında çok acı çekmek olacaktı.
Sonunda jetime vardığımızda, “Hadi eve gidelim, tigre,” dedim.
Gecenin çoğunda yaptığı gibi, “Enrique,” diye mırıldanıp bir kez daha gülümsememe sebep oldu. Yakında tigremi geri alacaktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 54.1k Okunma |
1.14k Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |