26. Bölüm

26. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Alkole lanet olsun… Başımdaki zonklamaya yavaş yavaş alışsam da gözlerimi açmaya cesaret edemiyordum. Gözüm kapalıyken bile hissettiğim parlak güneşe alışamayacağımı biliyordum.

Gözlerimi açmadan esnerken acıyla inledim. Kolumdaki acı hâlâ geçmemişti. Neden bu kadar acıdığını hatırlamaya çalışsam da gecenin çoğunu hatırlamadığım için sebebini bilmiyordum.

Yaklaşık on dakika sonra, sonunda gözlerimi açma cesaretini buldum. Işığa daha çabuk alışmak için gözlerimi kırpıştırdım.

Bir daha asla görmek zorunda kalmayacağımı umduğum odada olduğumu fark edince, “Lanet olsun!” diye haykırdım.

Enrique'nin evine nasıl geldim?

Hayal kırıklığı içinde örtüleri kaldırınca üstümde hâlâ dün gece kulübe giderken giydiğim kıyafetlerin olduğunu gördüm.

Ayrıca büyük bir kazak giyiyordum. Ne kadar bol olduğuna bakılırsa Roy’un kazaklarından biriydi.

En azından Enrique üstümü çıkarmaya kalkmamıştı.

“Lanet olsun!” Kazağı çıkarmaya çalışırken kolumdaki acıdan inledim. Bir kez daha deneyip üst koluma değdirmemeye çalışarak dikkatli bir şekilde çıkardım.

“Yok artık!” deyip yataktan çıkıp boy aynasına koştum. Koluma bakınca gözlerime inanamadım.

Kolumun üst kısmında çizimimin dövmesini görünce aklımdan milyonlarca soru geçti, ki en önemlisi şuydu: Tüm bu dövme yaptırma sürecini nasıl unutmuştum?

Güzel dövmeyi incelerken parmak uçlarımı çizgilerin üstünde gezdirdim.

Bir gün bir dövmem olacağını hiç düşünmezdim. Başlangıçta hissettiğim öfke gitmişti. Şu an bir dövmem olduğu için mutluydum.

On dakika boyunca dövmemin detaylarını inceledim. Çizimimdeki tüm detaylar, gölgelendirmeler koluma mükemmel bir şekilde aktarılmıştı.

Hiç kusur yoktu. Neredeyse çizimimden daha iyiydi.

Banyoya gidip hızlı bir duş aldım. Yalnız, aklımda hâlâ bir soru vardı: Bu dövmeyi kim yapmıştı?

Dişlerimi fırçalarken, o keskin acı ve Romeo'nun “Tamam, bitti,” deyişini hatırlayınca neredeyse diş macununda boğuluyordum.

Kahretsin! Dövmeyi yapan oydu. Üstümü bile giymeden odaya koşup telefonumu aldım.

Kişi listemde Roy’un numarasını olmadığını görünce, “Lanet olsun,” diye mırıldandım.

Enrique!

Telefonumu kaptığım gibi ofisine koşup kapıyı bile çalmadan içeri girdim. İçeride olduğundan emindim.

Enrique “Neler oluyor?” derken cümlenin ortasında durup bana baktı. Yüzünde şok ve başka bir duygu daha vardı. Şehvet?

Giyinmek bir yana üstüme bir havlu bile almadığımı fark edince dehşete düştüm.

Çıplak bedenime bakıp ne yapacağımı bilmeden, kapıyı kapatıp odaya koştum. Kapıyı kilitleyip, gördüğüm ilk şey oldukları için çarşafların altına girdim.

Enrique son derece sert bir sesle, “Kapıyı aç!” diye bağırdı.

“Hayır!” Az önce olanlar yüzünden hâlâ utanç içinde olduğum için söyleyebileceğim tek şey buydu.

Nasıl bu kadar aptal olabilirim?

“Lanet olası kapıyı aç!” diye bağırdığında yataktan atladım.

Emrine itaat etmek istesem de tek yapabildiğim şey çarşaflara sarınıp yere yapışmışım gibi hareketsizce durmak olduk.

Enrique'nin küfretmesinden saniyeler sonra kapı yere düştü. Her şey bir aksiyon filminin içindeymişiz gibi ağır çekimde ilerliyordu.

Yerde işe yaramaz bir şekilde yatan kırık kapıya baktım. Nasıl kırıldığını hatırlayınca tekrar yukarı baktım.

“Tam sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye soracaktım ki Enrique dudaklarıma yapışıp söyleyeceğim her şeyi unutturdu.

Hiç düşünmeden karşılık verdim. Dilini dişlerime dokundurduğunda istemsizce dudaklarımı araladım.

Onu öperken dudaklarını ne kadar özlediğimi hatırladım. Çarşafları bırakıp, saçlarından tutup kendime yaklaştırdım.

Üstünde gömlek olmadığını ancak o an fark etmem çıplak göğsüne değen meme uçlarımın sertleşmesine neden oldu.

“Lanet olsun!” deyip geri çekildi. Gözleri neredeyse siyahtı. Kocaman olmuş göz bebekleri şehvetinin kontrolü ele geçirdiğini gösteriyordu. İkimiz de nefes nefeseydik.

Onu özlemişim… Bu gerçek kafama dank edince yutkundum.

Şimdi sadece birbirimize bakıyorduk. Yüzlerimiz birbirinden sadece birkaç santim uzaktaydı.

“Giyin,” dedi, yerinden bile kıpırdamadan. Karşılığında saçlarını daha da sıkı kavradığımda kaşlarını çattı.

Onu istiyorum. Al işte, yeni bir düşünce daha… Hem de çok uzun zamandır inkâr etmeye çalıştığım bir düşünce. Hormonlarım oyunu kazanıyordu.

Gitmesine izin vermeyeceğimi göstermek için gözlerinin içine bakarak, “Hayır,” diye fısıldadım, Daha sonra ne olacağı umurumda değildi. Şu an onu istiyordum.

“Az önce ne dedin?” dedi sırıtarak. Kazandığını düşündüğünü biliyordum ama bu bir kerelik bir şey olacaktı.

Nedenini bilmesem de şu an ona ihtiyacım vardı. Bu duyguya daha fazla karşı koyabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden kendimi bıraktım.

Tekrar, “Hayır,” dediğimde hiç düşünmeden dudaklarıma yapıştı. Ancak bu sefer farklıydı. Enrique’nin baskınlığı kendini gösteriyordu.

Dilini ağzıma sokarken izin vereceğimi bildiği için sorma gereği bile duymadı.

Ona biraz daha sokulmaya çalıştığımda ağzımdan bir inilti kaçtı. Temas arzusuyla bacaklarımı beline doladım. Ereksiyonu tam vajinamın üstündeydi.

Ona nasıl sürtündüğümü görünce inledi. Tepkisini beğendiğim için bu sefer sırıtan bendim.

Beni yatağa yatırırken, “Artık geri dönüşü yok,” diye fısıldadı. Bunu bildiğimi göstermek için başımı sallayıp dudaklarından öptüm.

Dilini birden boynuma götürüp sımsıcak olmuş tenimi yalayıp ısırmaya başladığında inlememi daha fazla tutamadım. Bu sefer beni susturacak dudakları yoktu.

Hassaslaşmış meme uçlarımla oynamaya başladığında kendimden geçtim. Ani orgazmım ikimizi de gafil avladı.

Yaşadığım müthiş zevk azalıp tekrar doğru düzgün düşünebilmeye başladığımda “Bana dokunmadı bile!” diye haykırdım içimden..

Beni tekrar öpmeden önce, “Kahretsin, orgazm olurken çok güzel görünüyorsun,” diye sırıttı.

Elini yavaş yavaş bacaklarımın arasına indirdi.

Dudaklarımı öpmeye devam etmeden önce, “Çok pürüzsüzsün,” diye fısıldadı. Vajinamı üstünden okşamaya başladığında bu yavaş dokunuşlar beni sadece kızdırdı. Sanırım onun istediği de buydu.

Dudaklarını benimkilerle mükemmel bir uyum içinde hareket ettirirken bir anda alt dudağımı ısırıp parmaklarından birini içime soktuğunda acıdan ve zevkten çığlık attım.

Acıyı yatıştırmak için dudaklarımı emdi. Bir parmağını daha dâhil ettiğini hissettiğimde kalçalarımı havaya kaldırdım. Uzun zamandır sevişmediğim için çok hassaslaşmıştım.

“Böyle hassas olmana bayılıyorum,” deyip başparmağının klitorisime yaşattığı zevkten nasıl inlediğimi izledi.

Vajinamın çok dar olduğunu hissedip esnettiğinde parmaklarının yaşattığı acı hissi de azaldı.

Başparmağıyla klitorisimin üzerinde daireler çizmeye başladığında kıvranmaya başladım. Yoğun bakışları beni rahatsız hissettirmek bir yana kendimi seksi, güzel hissetmemi sağlıyordu.

Artık doruğa yaklaştığımı hissedince, “Lütfen içime gir,” dedim. Parmaklarını çıkardığında hayal kırıklığıyla inledim.

Parmaklarını dudaklarına götürüp yaladığında dikkatle onu izledim. Bu kadar basit bir hareketi bile inanılmaz seksi göstermesine bayılıyordum.

“Nasıl istersen, tigre,” deyip bacaklarımın arasına yerleşti.

Şortuyla baksırını ne ara çıkardı?

Bir anda içime girip her zamanki tanıdık acıyı hissettirdiğinde, “Üzgünüm,” deyip çığlığımı dudaklarıyla bastırdı.

İçimi delip geçen penisi hatırladığımdan daha büyüktü.

Lanet olsun, Matt'i düşünmenin zamanı değil ama neden Enrique’ninki bu kadar büyük?

Büyük penisine uyum sağlayabilmem için bir süre hareketsiz kaldı.

Seksin bu kadar acı verici olduğunu hatırlamıyordum. Sanırım bunun nedeni, ilk seferinde çok sarhoş olmam, ikincisinde de fiziksel acımı unutturacak bir duygusallık içinde olmamdı.

Evet, Matt’inki de büyüktü ancak Enrique beni çok fazla esnettiği için onunlayken daha çok acı çekiyordum. Ayrıca, bir süredir seks yapmadığım için vajinam daha da sıkılaşmıştı.

“Kahretsin, neden bu kadar kalın olmak zorundasın?” diye sorduğumda kıkırdadı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda hem sırıttığını hem de hareketsiz kalmak için mücadele ettiğini gördüm.

Onu içimde hissetmem benim için nasıl acı verici ise hareket etmemeye çalışmak da onun için acı vericiydi.

“Daha önce şikâyet etmiyordun ama,” dedi. Sesini sakin tutmaya çalışsa da sakin olmakta zorlandığını görebiliyordum.

Derin bir nefes aldıktan sonra ayaklarımı beline doladım. Bu, onu daha derinde hissetmeme sebep olunca acıdan hem inledim hem çığlık attım.

“O zamanlar ne düşündüğümü bilmiyordum. Artık hareket et,” dediğimde rahat bir nefes aldı.

Geri çekilip tekrar girdiğinde acıdan gözlerimi kapattım. Penis büyütme ameliyatı falan mı geçirmişti? Bu acıyı neden hatırlamıyordum?

Beni öpmeye başladı ama bu sefer hızlı ya da sert değildi. Acımı yatıştırmak ister gibi öpüyordu. Bu yavaş tempo nefes almamı kolaylaştırıp acımı yavaş yavaş azalttı.

Ellerimi sırtına bastırıp kalçalarımı döndürdüğümde geri çekilip acıyla gözlerimin içine baktı.

“Tigre, bunu bir daha yaparsan sabrımın sonuna gelebilirim,” diye uyarsa da hızını artırmadı. Kendini nasıl tutacağını iyi biliyordu.

Sadece sırıttım. Onu kızdırmayı seviyordum.

Onu daha derine alabilmek için yatağın ucuna ilerlerken kalçalarımı bir kez daha döndürdüm.

Geri çekilip tekrar içime girdiğinde “Kahretsin,” diye bağırdım. Acı rahatsız edici olsa da katlanılabilirdi.

Bununla da yetinmedi. Her darbesini karnımda hissedeceğim kadar sert, hızlı bir şekilde girip çıkmaya başladı.

Dudaklarımı öptükten sonra boynuma ilerleyip yalayıp ısırmaya başladı. Artık acıya değil dokunuşlarının verdiği zevke odaklanıyordum.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi parmağını da klitorisimin üzerinde gezdirmeye başladı. Artık hızından rahatsız olmuyordum. Boynumu hafifçe ısırdığında hoşuma giden bir acı hissettim.

Kahretsin, mazoşist olduğumu bilmiyordum.

Klitorisimdeki parmağını hızlandırdığında, dişlerini sıkarak “Tigre, gelmek üzereyim,” deyip hafif bir inilti çıkardı.

Tekrar doruğa yaklaştığımı hissedince başımı kaldırıp dudaklarına yapıştım. Penisi ve eli beni sona yaklaştırmak için uyum içinde hareket ediyordu.

Sıcak sperminin içime boşaldığını hissettiğimde kasıldım. Başımı geriye atıp, inleyerek tırnaklarımı omzuna geçirdim.

Duyabildiğim tek şey nefes seslerimizdi. Her şey hem doğru hem de yanlış hissettiriyordu. Bugün kazanmasına izin vermiş olmam oyunu kazandığı anlamına gelmiyordu.

“Canını yaktığım için üzgünüm. Sanırım vajinan beni o kadar özlemiş ki daha da sıkılaşmış,” dedi, sırıtarak.

“Git kendini becer,” diye bağırdım. Ona olan nefretim geri dönmüştü.

“Oh bebeğim, işte burada yanılıyorsun. Burada becerilen biri varsa o da sensin,” dediğinde hâlâ içimde duran penisinin tekrar sertleştiğini hissettim.

“Pislik,” deyip tokat attıktan sonra tüm gücümle üstümden ittim. Yataktan kalktığımı görünce sızlandı. Şu an dizlerinin üstünde duruyor olmasına rağmen yine de benden uzundu.

Tehditkâr bir sesle, “Buraya gel, Hope,” dediğinde baskın tavrı hem içimi ürpertti hem de hoşuma gitti.

Onu daha da kışkırtmak için, “Hayır, pislik herif,” dedim. Kaslarının birden gerildiğini gördüm. Vücuduna baktım. Bacakları kalındı; kasları hemen göze çarpıyordu.

Tüm ihtişamıyla dimdik duran penisine bakınca beni az önce onunla becerdiğini düşündüm. Sekizli karın kası gözleri görmeyen biri tarafından bile fark edilecek kadar belirgindi.

Omuzları on ay öncesine göre daha genişti. Aynı kalan tek şey yüzüydü. Hâlâ kusursuz, hâlâ çok güzel olan yüzü…

“Hemen, şimdi!” diye kükredi. Gerçekten de kükredi.

Bacaklarım artık beni dinlemiyordu. İstemsizce yürümeye başlayıp tam önüne gelince durdum.

Bileğimden yakalayıp, “Sen çok yaramaz bir kız oldun, tigre,” dedi. Yatağın kenarına oturup beni yüzüstü dizlerine yatırdı.

“Saymaya başla,” dediğinde nefesim kesildi.

Kahretsin, o da mı bir dominant? diye düşünürken popomun sağ tarafına bir şaplak indirdiğini hissettim.

Yabancısı olduğum acı verici his yüzünden dudaklarımdan küçük bir inilti çıktı.

Daha önce hiç şaplak yememiştim. Bundan hem utanıyor hem de tahrik oluyordum. Vücudum Enrique’nin baskın tarafına tepki veriyordu.

“Sana saymanı söylemiştim,” dedi, ruhu yokmuş gibi duygusuz bir sesle. Sanki tüm kişiliği değişip nedenini bilmediğim bir şekilde hoşuma giden baskın bir erkeğe dönüşmüştü.

“Cezamdan” tahrik olduğumu belli etmemeye çalışarak “Bir,” dedim. Bunu dediğim an popomun diğer tarafına bu sefer daha sert olan bir şaplak indi.

Yaşadığım iki zıt duygudan hem inleyip hem sızlandım. Acı verici zevk yüzünden doğru düzgün düşünemiyordum.

Yeni şaplağa hazırlanırken, “İki,” dedim. Bu sefer beni şaşırtmak için hiç ummadığım bir anda vurdu.

Her şaplakta yaşadığım acı da artıyordu. Her darbe bir öncekinden daha sertti.

Bir kez bile bana aynı noktaya vurmadığı için bin sonraki şaplağı nereye yiyeceğimden habersizdim.

On sekizinci şaplaktan sonra sesim titremeye, gözümden yaşlar akmaya başladı. Bulanık görüyor; nefes almakta zorlanıyordum.

Popom cehennem ateşiyle dağlanmış gibi yanıyordu. Önümüzdeki birkaç gün oturamayacağımı biliyordum.

İki güçlü duygu olan nefret ve sevginin birbirleriyle çeliştiği zihnim bilişsel uyumsuzluk yaşıyordu.

Aklım yaşadığım acıya itiraz edip çığlık atmamı söylüyordu. Bir yanım yaptığı şeyden nefret ederken diğer yanım bundan zevk alıyordu.

Elinin tekrar popoma değdiğini hissedince bir şaplak daha atacağını sanıp irkildim. Ancak şaplak yerine soğuk bir şey hissettim.

Soğuk madde yanma hissini yatıştırıp acıyı daha katlanılabilir hâle getirdi.

Enrique, “Aferin sana,” diye fısıldadığında gülümsediğimi fark edince kendimden nefret ettim. Popomu kremlemeye devam ederken cezamı çekerken ne kadar uslu durduğum gibi şeyler söylemeye devam etti.

Nedenini bilmeden birden hıçkırdım. Boğazımın kapandığını, nefes alamadığımı hissettim. Ne olduğunu bilmesem de iyi hissettirmediğini biliyordum.

“Şş... Hope, nefes al.” Enrique tam önümde olmasına rağmen sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi. Derken pozisyonumuzu değiştirdiğini hissettim; artık kucağında oturuyordum.

Dizlerim bacaklarının iki yanındaydı. Daha rahat oturabilmem için biraz aşağı itse de popom yine havada kaldı.

Yaşlarla dolu gözlerimi endişeyle bakan gözlerine diktim. Beni zihinsel olarak incitmek istemediğini biliyordum. Ağlamamın sebebinin o olup olmadığından emin değildim. Sadece istemeden duygusallaşmıştım.

Ağlamam bir süre sonra sessiz burun çekişlere dönüştü. Enrique beni sakinleştirmek için sırtımı ovuşturuyordu. Gözlerinin içine bir daha baktım.

Büyükannem hep, “Gözler ruhun aynasıdır,” derdi. Eğer bu doğruysa Enrique’nin ruhu sevgi, endişe, acıyla doluydu. Gözlerinin bana söylediği buydu ve göz bebeklerinde gördüğüm acıdan nefret ediyordum.

Hislerimi dinleyip acısını dindirmek için dudaklarını dudaklarıma bastırdım. Dudaklarımız bugün milyonuncu defa buluşuyordu. Şehvet ve zayıflık anı ortadan kalktığında yaşanan pişmanlığı umursamayıp kendimi bıraktım.

Acısını dindirmek için dudaklarını daha büyük bir tutkuyla öpmeye başlarken kalçalarımı havaya kaldırdım. Neden acı çektiğini bilmiyordum. Tek bildiğim kimsenin acı çekmeyi hak etmediğiydi.

Belki Ruby biraz hak ediyordu. Sonuçta, cehennemden gelen bir orospuydu. Eminim şeytanın ta kendisi tarafından kovulmuştu.

Enrique’nin sertleşmiş penisinin tam üstünde durup yavaş yavaş içime almaya başladım.

Hâlâ rahatsızlık hissediyor olsam da o şaplakları yerken yeterince ıslandığım için daha az acı çekiyordum.

Enrique bana ne kadar ihtiyacı olduğunu gösteren şehvetli bir fısıltıyla, “Üstümde gidip gel, tigre,” dedi. Bacaklarımdan destek alıp aşağı yukarı zıplamaya başladım.

Penisini her santimini hissediyordum. Hatta, baskıdan belirginleşen bir damarını bile… Hepsini hissediyordum.

Hızlanıp inlemeye başladığımda, “Lanet olsun,” dedi. Kontrolün bende olmasını seviyordum. Beni rahatsız hissettirmeyecek bir tempo tutturdum. Penisinin vajinamı parçaladığını hissettirmeyen bir tempo…

Ancak, hızım bana yetmemeye başladı. Bir parçam hâlâ acıya doymadığı için daha fazlasını istiyordum.

“Lütfen kontrolü ele alın, efendim,” diye inledim. “Efendim” kelimesini tepkisini ölçmek için bilerek kullanmıştım.

Beni acı vermeyecek kadar sert bir şekilde kaldırıp, “Dört ayak üstüne çök,” dediğinde hem heyecanlandım hem gerildim.

Kahretsin bittim ben.

Bekle beni cehennem, geliyorum, diye düşünüp istediğini yaptım.

Benim için yeni bir pozisyon değildi. Onu daha derinden hissedeceğimi; içimdeki şeytanı sonunda doyuracağımı biliyordum.

Enrique çığlık atmama sebep olacak kadar sert bir şekilde içime girerken, “Prenses, cehenneme hoş geldin; ben de şeytanım,” diye fısıldadı.

İçime bir sadist gibi sert bir şekilde giriyordu. Bacakları her darbede kalçalarıma çarpıp acı veriyordu. Bu acıdan zevk aldığım için kendimden nefret ediyordum.

Penisi daha önce ulaşmadığı yerlere ulaşıyordu. Dokunsam karnıma değdiğini hissedebileceğimi biliyordum.

Kontrolden çıkmış temposu yüzünden ellerimin üstünde duramaz hâle geldim. Darbeleri fazla güçlüydü.

“Hoşuna gidiyor mu? Daracık deliğine girmem hoşuna gidiyor mu?” diye sordu, artık kendi sesine benzemeyen kısık bir sesle.

Normalde, bu kelimelerden asla bu şekilde etkilenmez; aksine yüzüne bir yumruk ya da bir tokat indirmek isteyebilirdim.

Lanet olsun, böyle konuşmasına bayılıyorum.

“Bana cevap ver!” diye bağırıp saçımdan kavrayıp yüzüne bakmaya zorladı. Saçlarımı fazla sıkı kavramış olmasından en ufak rahatsızlık hissetmiyordum.

Baktığım gözler dünyayı ayaklarının altında ezme gücüne sahip bir erkeğe aitti. Göz temasını koruyamayıp bakışlarımı yere çevirdim. İtaatkâr tarafım kendini gösteriyordu.

“Hayır, sakın bakışlarını indirmeye kalkma. Sen bu kadar değersiz değilsin. Gözlerimin içine bak. Sakın gözlerini çekme!” dedi, az öncekine hiç benzemeyen yumuşak bir sesle. Bu kadar hızlı bir değişimi aklım almıyordu.

Hızı yavaşlasa da hâlâ sertti. Hâlâ zevk veriyor olsa da penisinin büyüklüğünün sebep olduğu acı devam ediyordu.

“E… Evet, efendim,” diye kekeledim. Ancak korkudan değil beni konuşamayacağım hâle getirene kadar becerdiği için kekeliyordum.

Gözlerimin içine bakarak, “Aferin sana,” dedi. Saçlarımı bıraksa da hızını azaltmadı. Kalçalarını döndürmeye başlayarak daha önce hiç dokunmadığı bir noktaya çarpmaya başladı.

Meirda,” diye haykırdım. Bu kelimenin hangi dilde olduğunu bile bilmiyordum. O an aklıma gelen ilk şey buydu. Beni zevkten çıldırtan o noktaya vurmaya devam etmesi için bir ricaydı.

“İşte böyle, Hope. Kendini bırak. Düşünmeyi bırak,” diye mırıldandı, içinde hafif baskınlık barındıran bir sesle. Sözleri rahatlamama, yeni keşfettiğim bu hazza teslim olmama sebep oldu.

Bedenim hayal bile edemeyeceği yoğunlukta bir zevkin kontrolü altına girerken, “Enrique,” diye inledim.

Artık kollarımın üstünde duramadığım için dirseklerimin üstüne yaslanıp başımı yumuşak yastığa bastırdım.

Dalgaların kayalıkları aşındırdığı gibi tüm duyularıma çarpan zevk dalgaları içimi delip geçince daha fazla dayanamadım.

Enrique'nin içime bir kez daha girerken adımı haykırdığını duydum. İçimin duvarlarını bir kez daha kaplayan sıcak sıvısı onunla bambaşka bir seviyede bağ kurmama sebep oldu.

Tenin tene değmesi her zaman farklıydı. Bambaşka bir anlamı vardı. Sadece birkaç dakikalığına bile olsa iki ruhu birbirine bağlayan derin bir anlam…

Enrique yavaşça içimden çıktığında, “Hayır,” diye sızlandım. Yatağa uzandığımda şakağımdan öptü. Gözlerim yarı kapalıydı. Sonra banyoya girdiğini gördüm.

Suyun açıldığını duyunca tekrar üşüdüm. Ama soğuktan değildi. Az önce yaşananlardan dolayı vücudum cayır cayır yanıyordu. Üşümemin asıl sebebi yalnız hissetmemdi; asıl üşüyen içimdi.

Tertemiz yastığa gözümden bir damla yaş düştü. Enrique’nin beni bıraktığı, daha doğrusu kullanıp attığı yere yapışıp kalmış gibiydim.

Enrique banyoda işlerini hallederken ben de yastığı ıslatarak sessizce ağlıyordum.

Enrique tüm ihtişamıyla banyodan çıktığında o soğuk yatakta ne kadar süredir ağladığımdan emin değildim.

Banyonun ışığı sırtına vurduğu ve oda karanlık olduğu için yüzünü göremiyordum. Ancak kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da ağlamaktan şişmiş gözlerimi görebiliyor olduğuydu.

Bana baktığında donakaldı. Göz kırpmama bile fırsat kalmadan yatağın yanındaydı. Yüzü sonunda görebileceğim kadar yakındı.

Kaşları çatık; dudakları ince bir çizgi gibi sımsıkı kapalıydı. Bir eliyle yüzümü tutarken diğer eliyle gözyaşlarımı sildi.

“Şş, ağlama prenses,” diye fısıldadı, bu gözyaşlarının sebebini anlamaya çalışarak. Bana bu acıyı yaşatanın kendisi olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

“Be… Beni bir fa… Fahişe gibi kullanıp attın,” deyip hıçkırıklara boğuldum.

“Ne? Hayır, asla!” dedi.

Şok olmuştu.

Beni hiçbir şey söylemeden kendisine çektiğinde karşı koymadım. Göğsüne yaklaştırıp bacaklarımın altından tutarak kucağına aldı.

Ellerimi boynuna dolayıp göğsüne sokuldum.

Tam bir sulu gözüm.

Beni banyoya götürdüğünde küvetin suyun hareketiyle yavaşça hareket eden beyaz köpüklerle dolu olduğunu gördüm.

Tekrar hıçkırdım. Bu sefer sebebi ben onun hakkında kötü şeyler düşünürken onun benim için sürpriz hazırlıyor olmasıydı.

“Tamam, ağlama. Geçti,” dedi, yumuşak bir sesle. Beni ılık suya bıraktığında bütün kaslarım hemen gevşedi. Islak kirpiklerimin arasından onu izledim. Arkama geçip sarıldı.

Onu durduk yere suçlamanın verdiği mahcubiyetle, “Özür dilerim,” dedim. Sadece mırıldanıp saçlarımı köpüklü suyla ıslatmaya başladı.

Beni yıkayıp temizlemesine izin verdim. Saçlarımdan başlayıp, boynuma, omuzlarıma, kollarıma, göğüslerime ilerledi. Sonra aşağılara inip bacaklarımın arasını okşadı.

Dokunuşlarının hiçbiri seksüel değildi; sadece her yerimle ilgilendiğinden emin oluyordu.

İyiliğine karşılık verme ihtiyacı hissedip, dönüp bacaklarının üstüne oturdum. Sabunu alıp vücudunda gezdirmeye başladım. Bir elimle köpürtürken diğer elimle duruluyordum.

Onu yıkamak vücudunu bir kez daha keşfetmemi, hissetmemi, her detayını hatırlamamı sağladı. Bacaklarının arasına ulaştığımda sabunu elimden bıraktım.

Yarı sertleşmiş penisini elime alarak yavaşça okşamaya başladım. Enrique’nin başı arkaya düştü; iniltisi banyoda yankılandı. Onu tamamen sertleştirmem sadece birkaç dakika sürdü.

Bileğimden tutup, “Kendini daha fazla hırpalama,” dediğinde gözlerinin içine bakıp ruhunun derinlerindekini görmeye çalıştım.

“Lütfen seninle ilgilenmeme izin ver,” diye fısıldayıp tekrar okşamaya çalıştım. Bir saniyelik tereddütten sonra, başladığım şeye devam etmeme izin verdi.

Yüzümü ellerinin arasına aldı. Ben yavaşça onu okşamaya devam ederken o sadece beni izledi. Penisinin ucunu başparmağımla okşadığımda kendinden geçip, yüzümü yüzüne yaklaştırıp öpmeye başladı.

Dillerimiz dans etmeye başladığında elimin hareketleri de hızlandı. Şu an kontrol kimsede değildi; kimse hükmetmiyor, kimse boyun eğmiyordu. Birbirimizin ne istediğini hiç konuşmadan anlıyorduk.

Bir elimle penisiyle ilgilenmeye devam ederken diğer elimle toplarını okşadım.

Enrique, öpücüğümle bastırdığım hafif bir iniltiyle elime boşalana kadar bu şekilde kaldık.

Ayağa kalktıktan sonra suya düşmememe dikkat ederek kalkmama yardım etti.

Küvetten çıktığımda önce saçlarımı sonra da vücudumu kuruladı. Belime bir havlu sardıktan sonra kendisi de kurulanıp bir havluya sarındı.

Şu an tamamen açıkta olan mükemmel karın kaslarını görünce dudaklarımı yaladım.

Elimi kocaman avucunun içine aldı. Banyodan çıkarken kapıyı kapatıp odayı karanlığa boğdu. Neyse ki kırık kapıdan süzülen ışık sayesinde yatağı görebiliyorduk.

Havlumu açtıktan sonra beni yavaşça yatağa yatırdı. Ardından kendi havlusunu da çıkarıp yanıma uzandı.

Beni kendisine çektiğinde popom tekrar sertleşmiş penisine değdi. Sertleşmediği bir an var mıydı?

“Ruby'ye ne oldu?” diye sordum, gerçek bir merakla. Hâlâ yatta olduğu ya da yanlışlıkla denize düşüp öldüğü konusunda endişeli değildim. İkisini de bana uyardı.

“Ona yatımdan defolup gitmesini söyledim,” dedi, nefret dolu bir sesle.

Hım, onu gerçekten de sevmiyor. Roy haklıymış.

Ruby’nin şeytan tarafından cehennemden kovulduğunu düşündüğümü hatırlayınca, “Sen şeytanın ta kendisisin,” diye mırıldandım.

“Ne?” dedi. Çok sessiz söylediğim için cümlenin tamamını duymamıştı. Cevap veremeyecek kadar yorgun olduğum için esneyip başımı salladım.

Enrique başıma bir öpücük kondurup, “İyi geceler, tigre,” dediğinde yüzümde çabucak solan bir gülümseme oluştu.

Bu uzun sürmeyecek.

Gerçekten nefret ettiğim bu düşünceyle, nefret etmem gereken adama yaslanarak uykuya daldım.

Bölüm : 16.08.2024 18:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...