31. Bölüm

31. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

ENRIQUE

Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Arkadaşlarıyla dans eden Hope’u gülümseyerek izliyordum. Müzik yavaşladığında bana bakıp sırıttı.

Kalçalarını yavaşça Kat'e yanaştırdığında birbirlerine sürtünmeye başladılar. İçimdeki sahibin onu omzuna atıp oyun odasına götürmesini istediğini fark edince gerildim. Duygularımı kontrol etmem gerektiğini biliyordum.

Onu on dakika kadar izledikten sonra kaya gibi sertleşmiştim. Ereksiyonum pantolonuma baskı yapıp hareket etmemi zorlaştırıyordu.

Kulüple ilgili bir toplantıya katılmam gerektiğini düşününce iç çektim. Hope bana Kat'in Liam ile BDSM kulübüne gittiğini söylemişti. Kat eğitimli bir itaatkâr olmadığı için kulübe sokulması kuralları ihlal etmek demekti.

Liam’a dönüp “Benimle gel,” dedim. İş hayatında duygulara yer olmadığı için soğuk, mesafeli bir sesle söylemiştim. Cevap olarak yutkunup başını salladı.

Merdivenlerden çıkıp ofisime girdiğimizde işle başa çıkmama yardımcı olan diğer sahipleri çağırdım.

Bir süre önce, sessiz bir atmosferde iş yapmanın daha kolay olacağına karar verip VIP platformundaki masayı ofisime aldırmıştım.

VIP bölümünde konuşmaya çalıştığımızda çoğunun sahneler ve köleleri yüzünden dikkatleri dağılıyordu. Ryder, Killian ve Peter'ın oturduğu masaya baktım. Antonio her zaman olduğu gibi geç kalmıştı.

“Karıcığınız size nasıl davranıyor, Enrique?” diye sordu Killian, alaycı bir tavırla. En küçüğümüz olan yirmi dört yaşındaki Killian çoğu zaman on yaşında bir çocuk gibi davranıyordu.

Bu hâliyle hem bir sahip hem de arkadaşım olmayı nasıl başarıyordu bilmiyordum.

“Kapa çeneni, Killian. Yoksa adının hakkını verip seni şuracıkta öldürürüm,” dedim.

Sadece güldü. Bir katilin yüzüne doğrudan gülebilecek nadir insanlardan biriydi.

“Yaşamaktan sıkıldın galiba?” diye tersledi Peter küçük kardeşini. Neyse ki en azından bir kişi Killian'a göz kulak oluyordu. Bu korkusuzluğuyla otuzunu göremeden ölmesi muhtemeldi.

Yerimde başka bir lider olsaydı Killian beş dakika önce ölmüş olurdu.

“Tamam, hadi işe koyulalım. Eğitimsiz bir itaatkârın kulübe girmesine kim izin verdi?” diye sordum, Liam’a ters ters bakarak. Geri çekilmeye çalıştığını görünce yakasından tutup Antonio’nun olması gereken yere oturttum.

O lanet olası Antonio bir an önce gelmezse cezalandırılacaktı. Bir sahip olup olmaması umurumda bile değildi. Bana hiçbir şartta saygısızlık edemezdi.

Killian, “Peki kim bu güzel çocuk? Boşta mı?” diye sırıtınca Liam ona ölümcül bakışlar attı. Ah, bu çok eğlenceliydi. Liam arkasına yaslanıp birinin ona itaatkâr demesine izin vermezdi.

Sonuçta bir dominant olduğunu tahmin ediyordum. Sadece, bunu belli etmek için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyordu.

Liam'ın karşısında oturan Killian'a yumruk atmak üzere olduğunu görünce “Sakın!” dedim. Güzel ofisimde herhangi bir kavga istemiyordum.

“Lanet olsun, kendinize gelin. Neyse, hadi işe…” Sözlerim Liam’ın telefonunun çalmasıyla bölündü.

“Katherine arıyor,” dediğinde başımı sallayarak açabileceğini söyledim. Ne de olsa Hope’un kardeşiydi.

“Bebeğim, iyi misin?” dedi Liam, mümkün olduğunca kısık sesle. Konuşurken Killian'ın gözlerinin içine bakıyordu. O ikisinin eninde sonunda dövüşeceklerini biliyordum.

Telefonu kapatan Liam'ın yüzü bembeyaz oldu.

“Enrique, Hope...”

Cümlesini bitirmesine fırsat kalmadan Kat içeri girdi. Ağlamaktan şişmiş yüzünü görünce yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlayıp hemen yerimden fırladım.

“Hope nerede?” diye sordum, öfke ve endişe dolu sesimle. Onu on dakika bile yalnız bırakmaya gelmiyordu.

“Sa… Sahip Antonio'nun yanında,” diye hıçkırdığında bunun hiç iyiye alamet olmadığını bildiğim için sessizce küfrettim. Hope’a dokunursa onu öldürürdüm.

Kimseye bir şey söylemeden koşarak dışarı çıktım. Kapıdaki fedai hemen kenara çekildi. Killian, Ryder ve Peter ile birlikte birkaç adamımın daha peşimden geldiklerini gördüm.

Liam muhtemelen Katherine'i sakinleştirmek için geride kalmıştı.

Merdivenlerden koşarak inip ikinci kapıyı açtığımda herkesin ana sahnenin önünde toplandığını gördüm. Sonra bir çığlık duydum. Hope’un çığlığını...

Bütün duygularım tek bir duyguya dönüştü: Öfke. Kalabalığı umursamadan sahneye koştum.

Antonio'nun bir kırbaçla Hope’un kanla kaplı bedeninin üzerinde dikildiğini görünce gözlerim karardı. Hemen üstüne atlayıp geriye doğru sendelemesine yetecek kadar sert bir yumruk attım.

Üç adam tarafından geri çekilmeden önce yumruk atmaya devam ettim. Gözlerim nefes almakta zorlanan Hope’a gitti.

Platformu titretecek kadar yüksek bir sesle, “Herkes dışarı çıksın,” diye bağırdım. Saniyeler sonra, görüş alanımda kimse yoktu.

Hope'un kelepçelerini çözerken Matt'in bir battaniye getirdiğini gördüm. Hope’u çabucak battaniyeye sarıp kucağıma aldım.

“Matt, adamlarımdan zindanın nerede olduğunu öğren. Sonra da bu pisliği oraya götür. Öldürmek dışında ne istersen yap çünkü ölümü benim elimden olacak,” dedim.

Matt’in cevabını duyamadan tigrenin yumuşak iniltilerini duydum. Tüm bunlar nasıl olmuştu?

Oyun odalarına yürüdüm. Odamın en arkada olmasından ilk kez nefret ediyordum.

Odama ulaştığımda Hope’u yavaşça yüzüstü yatırıp ilk yardım çantasını almak için banyoya koştum. Çantayı aldıktan sonra lavabonun yanında duran bardağı ılık suyla doldurdum.

Çabucak odaya döndüğümde Hope’un sessizce ağladığını gördüm.

Sakinleşmesi için, “Hope, her şey yolunda. İyi olacaksın,” diye fısıldadım ancak az önce yaşadıklarının kelimelerle sakinleştirilemeyeceğini biliyordum.

Kesiklerin ne kadar derin olduğunu görmek için battaniyeyi kaldırdım ama sırtı kanla kaplı olduğu için göremedim. Alkole bandırılmış, temiz mendillerden birini alıp yaralarını temizlemeye başladım.

Onu böyle acı içinde inlerken görünce içim parçalandı. Şerefsiz Antonio bundan çok daha büyük acılar çekecekti. Kulübümdeki bütün kuralları çiğnemiş, bana ve BDSM topluluğuna saygısızlık etmiş, en önemlisi de benim olanı incitmişti.

Bugün onun son günüydü. Günün sonunda onu öldürmem için yalvaracak, ben de dileğini seve seve yerine getirecektim.

Hope’un bütün yaralarını temizlediğimde yaralarının derin olmadığını, dikiş gerektirmediğini, görüp rahat bir nefes aldım. Kendi kendilerine iyileşebilecek yaralardı. Birkaç hap çıkarıp ağrı kesicileri aramaya başladım.

Önce hidromorfon vermeyi düşünsem de beni dinlemeyip alkol aldığından emin olduğumdan hayatını daha fazla riske atmamak için daha güçsüz bir ilaç tercih ettim.

“Tigre, bunu al. Ağrılarını dindirecek,” dediğimde ağzını açıp susuz bir şekilde yuttu.

Sessiz hıçkırıklarını dinleyerek uzun, dalgalı saçlarını okşadım. Düzenli nefes almaya başlayıp hıçkırıkları kesildiğinde uyuyakaldığını anladım.

Bütün gece boyunca yanında durup huzur içinde nefes alıp verişini izledim. Yaralarının üstüne yatıp kendine daha fazla acı çektirmemesine özellikle dikkat ettim.

Matt’ten Antonio'nun şu an nasıl göründüğünü gösteren sanat eseri gibi resimleri alınca memnun bir şekilde gülümsedim. Antonio’nun kan içindeki yüzü tamamen deforme olmuş, kolları bükülmüş, omuzları çıkmıştı.

Son resimde tamamen çıplak bir şekilde tavandan sarkıyor, vücudunun her yerinden kan damlıyordu.

Matt'in baş harfleri vücuduna kazınmıştı. Öldüğünde, insanlar kimi suçlayacaklarını bileceklerdi. Yakında, benim baş harflerim de Matt'in vücuduna kazınacaktı.

İngiliz İstihbarat Servisi toplumda infial olmaması için her şeyi yapacağından genel halkın bu olaydan haberi olmayacaktı.

Tüm resimleri kaydettikten sonra Matt'e onları bir sanat yarışmasına göndermesi gerektiğini söyledim. Çok güzel oldukları için kesin kazanırdı.

“Enrique...”

Hope'un yorgun, acılı sesini duyunca içim sızladı. Zevk veren acılar dışında acı çekmesini istemiyordum. O, asla acı çekmeyi hak etmiyordu.

“Şş. Buradayım bebeğim,” diye fısıldadığımda yaşlı gözlerle yüzüme baktı. Kollarını boynuma sardığında yavaşça kucağıma aldım.

Kıvrılmış vücudu kucağımla mükemmel bir şekilde uyumluydu. Bacaklarını göğsüne çekip iyice kıvrılarak omzumda ağlamaya başladı.

Gözyaşları içinde “Çok üzgünüm,” dediğinde kaşlarımı çattım. Neden üzgündü ki? Antonio'nun haysiyetsiz bir adam olması Hope’un suçu değildi.

“Bu senin suçun değil, bebeğim. Ağlama,” dedim. Olayları daha net bir şekilde görebilmesi sakinleştirmeye çalıştım. Bu olay yüzünden kendini suçlayamazdı. Suçlanacak son kişi oydu. O, sadece bir kurbandı.

“Hayır, benim suçum. Seni dinlemedim. İtaat etmedim. Saygısızlık ettim,” diye hıçkırdı. Saçmaladığının farkında değildi.

Hangi kuralı çiğnerse çiğnesin onu asla dövmezdim. Kimse haksız yere işkence görmeyi hak etmiyordu.

“Hope gözlerimin içine bakıp ne gördüğünü söyle,” deyip parmağımı çenesinin altına koyup yüzünü kaldırdım.

“Endişe. Öfke. Hiddet,” deyip tekrar ağlamaya başladı.

Lanet olsun.

“Hope, sana değil; sana dokunmaya cesaret eden pisliğe kızgınım. Yaşamayı hak etmeyen varlığa,” deyip, tekrar gözlerime bakmasını sağladım.

Dudaklarını dudaklarıma bastırmak için tüm enerjisini kullanmadan önce, “Her şeyi mahvettiğim için üzgünüm,” diye fısıldadı. Tüm kontrolün onda olduğu yavaş bir öpücük olsa da sorun etmedim.

Bir süre sonra kontrolü ele alıp ona karşı neler hissettiğimi, benim için ne kadar önemli olduğunu gösterircesine tutkuyla öpmeye başladım. Ne yaparsa yapsın arkasında duracak, her daim koruyacaktım.

Onu neyin beklediği önemli değildi çünkü ona yardım etmek için her zaman yanında olacaktım.

“Bu gerçekten benim hatamdı,” dedi, bu sefer ağlamadan. Bunun onun için ne kadar zor olduğunu görebiliyordum.

“Hayır. Antonio kuralları çiğneyip ona ait olmayanı cezalandırmaya kalkıştı. Yaptığı şey rızaya dayalı değildi. Senin nasıl hissettiğini asla umursamadı. Sadece kendisini düşündü.”

Öfkeli sözlerim bakışlarını yere indirip birkaç damla gözyaşı dökmesine sebep oldu.

“Ama ben kimseye ait olmadığımı söyledim,” dedi, ki bunu zaten biliyordum. Beni tamamen kabul etmesi zaman alacaktı.

“Biliyorum, Hope ve böyle düşündüğün için asla kızmıyorum. Ben sadece seni asla bırakmayacağımı, bir gün benim olacağını bilmeni istiyorum. Sadece bedeninle değil her şeyinle. Bedeninle zihnin beni aynı anda istediğinde.”

Gözlerinde acı ve suçluluk vardı.

İki duyguyu da ondan almak istedim. Kendini asla kötü hissetmemesini istedim.

“Teşekkür ederim,” diye fısıldayıp deyip tekrar dudaklarıma yanaştı.

Karşılık vermekte gecikmedim. Saçlarımı kavramasına izin verirken canının yanmaması için hiçbir yerine dokunmamaya dikkat ettim.

Geri çekildiğinde, “Sırtım nasıl?” diye sorup sırtına dokunmaya çalıştı.

Ellerini avucumun içine alıp, “Hissettiğin kadar kötü değil. Birkaç hafta içinde iyileşir. Yine de dikkatli olmalısın. Popon nispeten daha iyi durumda. Sanırım bu yüzden üstüne oturmakta zorlanmıyorsun,” diye açıkladım. Başını sallayıp yere baktı.

Acıyı hatırladığı için titrediğini hissettim.

“Şş, sorun yok. Kimsenin seni incitmesine asla izin vermeyeceğim,” deyip alnından öptüm.

“Acıdan değil. İz kalacağı için utanıyorum. Artık beni istemeyeceksin diye korkuyorum,” deyip kucağımdan inmeye çalıştığında daha da sıkı sarıldım.

“Utanılacak bir şey yok. Kesikler derin olmadığı için yara izi kalmayacak. Hem kalsa bile asla seni terk etmeme sebep olmaz. Hiçbir şey buna sebep olmaz. Sen benimsin. Sonsuza dek...”

Bunun üzerine rahatlayıp başını göğsüme dayadı. Saatime baktığımda on biri yirmi geçtiğini gördüm. Hope bir süredir uyuyordu.

Hareketsizleştiğini hissedince tekrar uykuya daldığını anlayıp, kollarıma alıp ayağa kalktım.

Odadan çıkarken, muhtemelen bütün gece burada beklemiş olan Killian ve Peter’ın endişeli gözleriyle karşılaştım.

Sonuçta ikisi de çok yakın dostumdu ve Hope’un benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorlardı. Muhtemelen ben de aynısını onlar için yapardım.

Killian, “O nasıl?” diye sordu. Her zamanki esprili tavrının yerini yumuşak bir ciddiyet almıştı.

“Uyumadığı anlarda sürekli ağlayıp kendini suçladı,” dediğimde, ikisi de sinirlendi. Kendini suçlamasının ne kadar saçma olduğunu biliyorlardı. Yine de bir şey söylemeyip sadece kafa salladılar.

“Onu eve bıraktıktan sonra zindana gideceğim. Biraz eğlenmek ister misiniz?” diye sordum.

Peter başını hayır der gibi sallarken Killian sırıttı. Adi herif hiçbir eğlenceyi kaçırmazdı. Biraz sadistti ama rızaya dayalı olduğu sürece umurumda değildi.

Bu durum hariç. Antonio kızıma el sürerek başına geleceklere onay vermişti.

“Bir saat içinde zindanda buluşalım. Gelirken birkaç kıyafet getir,” dedim. Herhangi bir yabancıyı korkutup kaçıracak bir sırıtışla başını salladı.

İntikam tatlıdır.

Bölüm : 16.08.2024 18:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...