33. Bölüm

33. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Birinin canını almamın üzerinde tam olarak yirmi bir gün üç saat geçmişti. Antonio'yu ölü bulmayı umarak zindana girdiğimde hâlâ hayatta olduğunu gördüğümü çok net hatırlıyordum.

Hâlâ nefes aldığını gördüğümde kan beynime sıçramıştı. Birinin canını alabilecek insanlardan biri olacağımı, bir katil olacağımı hiç düşünmemiştim.

Birini öldürmüş, bundan zevk almıştım. Damarlarındaki kanın vücudunu terk edip soğuk zemine dökülmesini, bedeninin cansız bir et yığınına dönüşmesini izlemekten keyif almıştım.

Bu üç hafta çok hızlı geçmişti. Fark edemeyeceğim kadar hızlı. Şimdiden ağustos ayındaydık ve son iki haftadır hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissediyordum.

Ne zaman mutlu olduğumu hissetsem Antonio'nun cansız bedeni gözümün önüne gelip tadımı kaçırıyordu. Ben bir katildim. İşkence görüp öldürülmeyi hak eden bir katil…

Belki de ölüm benim gibi biri için lütuf olurdu. Kolayca ölmek yerine sonsuza dek acı çekmeliydim.

Odada hiç yalnız kalmadığımı fark ettim. Yanımda sürekli Enrique, Matt, Landon, Kat, Killian ya da Peter oluyordu.

Killian ile vakit geçirmeyi seviyordum. Beni hem çok iyi anlıyor hem de hiç anlamıyordu.

Biz, daha doğrusu o bol bol konuşuyordu. Sadist bipolar bir psikopat olsa da zaman zaman çok sevimli olabiliyordu.

Bir dakika sert, dominant olurken; bir sonraki dakika çikolatalı kurabiye yapmam için yalvarıp ağlayabiliyordu. Dediğim gibi Killian bipolardı.

Peter onun abisiydi. Doğruyu söylemek gerekirse pek hoşlandığım biri değildi. Biraz ciddi ve ürkütücü olduğunu düşünüyordum.

Kardeşinden daha iri yarıydı. Yüzünde neredeyse hiçbir duygu yoktu. Hatta hiçbir duygusu yoktu.

Enrique benimle sık sık konuşmaya çalışsa da konuşmak yerine anlattıklarını dinleyip gerektiği yerde başımı sallıyordum.

Killian odama girerken kocaman gülümseyip, “Selam, melek,” dedi. En iyi sahte gülümsemelerimden birini verdiğimde “Yine o saçmalığı verme,” bakışı attı.

Drama becerilerimi geliştirmem gerektiğini biliyordum. Ama o gün bugün değildi…

“Nasılsın?” deyip yatağıma atladı. Artık dokunulmaktan hoşlanmadığım için dizlerimi göğsüme çektim. Kişisel alanım olmasını seviyordum.

Soruyu daha önce binlerce kez yaptığım gibi “İyiyim,” diye yanıtladım.

“Lanet olsun, melek. Bana maval okuma. Kendini bok gibi hissettiğini biliyorum,” dedi, bir tık alçalmış bir sesle. Bu, sinirlenmeye başladığının işaretiydi.

Sinirli Killian kesinlikle bulaşmak istemeyeceğiniz biriydi.

Haftalardır ilk defa dürüst davranarak, “Bilmiyorum,” dedim. Killian kaşlarını çatıp kollarını açtı. Tereddüt etmeme rağmen sürünerek kucağına gittim ancak önce bir battaniye sarındığımdan emin oldum.

“Yalan söylemeyeceğim, şu an nasıl hissettiğini bilmiyorum. Eminim o piç yüzünden kendini kötü hissediyorsundur. Çünkü onu öldürdün, ki bu tamamen harikaydı.”

“İlk kez birini öldürdüğümde vücudumda bir enerji akışı oldu. Yeniden doğmuş gibi hissettim. Daha fazlasını istedim,” dedi, dürüstçe. Sadece başımı göğsüne yasladım.

Killian’ın cinayet hikâyelerini yeterince duyduğum için artık şaşırmıyordum.

“Hope, nasılsın?” Kalbimi hâlâ çarptıran adamın tanıdık sesini duyunca derin bir nefes alıp parfümünün kokusunun burnuma gelmesini bekledim.

Koku kanıma girip ruhumu sakinleştirince Killian’ın kollarında gevşedim.

“İyiyim,” dediğimde Killian öfledi. Başımı kaldırıp sinirli yüzüne, gri gözlerine baktım.

“Hope, Roy ve Romeo bugün geliyor. Bazı beklenmedik sorunlar yaşadıkları için bizimle kalacaklar,” diye devam etti Enrique.

Bu sırada, doğrulayım derken başımı Killian'ın keskin çenesine çarptım.

“Kahretsin, bu acıttı, melek. Önünüzde erekte olmak istemiyorum. Bir daha olmaz…” diye sızlandı.

Ona ifadesiz bir yüzle baktım. Bu adamın sado mazo fantezilerini yatak odamdan uzak tutması gerekiyordu.

“Neden daha önce söylemedin?” dedim, çarpışma yüzünden hâlâ acıyan başımı ovuşturarak.

“Birkaç kez söyledim aslında. Ama bu önemli değil. Git elini yüzünü yıka,” diye emretti Enrique.

Yataktan kalkmaya çalışırken büyük bir gürültüyle yere düştüm.

Kahretsin, dizlerim çürüyecek.

“Lanet olsun, Enrique. Yatak odasından en son ne zaman çıktı ki?” dedi Killian, aşırı korumacı bir tavırla.

Beni küçük kız kardeşi gibi sahiplenmişti. Sanırım bir abimin daha olmasını sorun etmezdim.

“Sabah kahvaltısı için çıkmıştı. Öncesinde ne zaman ayrıldığından emin değilim. Hep ofisteyim. Mevcut durumu biliyorsun,” dedi Enrique.

Sadece yere baktım. Durum hakkında soru sormanın herhangi bir cevapla sonuçlanmayacağını biliyordum. Çeteler arasındaki savaş hakkında ser verip sır vermiyorlardı.

Birden Killian’ın beni yerden kaldırdığını hissettim. Beni bir gelin gibi kucaklayıp kapağını kapattığı klozete oturttuğu banyoya götürdü.

Sonra Enrique’ye dönüp, “Kardeşim, her şey yolunda. Sen git işini yap. Meleğe asılmayacağımı biliyorsun,” dedi. Enrique cevap olarak başını sallayıp ayrıldı.

Killian kıyafetlerimi çıkarmaya başladı. Buna artık alışmıştım. Kat'in burada olmadığı ilk hafta boyunca bunu o yapmıştı.

O ilk hafta banyo yapmak bir yana yataktan bile çıkmamıştım.

Tüm giysilerimi çıkardıktan sonra kucaklayıp küvete bıraktı.

Önünde tuhaf bir şekilde rahat hissediyordum. Belki de nedeni bana aslında hiç bakmamasıydı. Sanki sadece ruhuma bakıyor; çıplak bedenimi fark etmiyordu.

Suyu ne zaman açtı?

“Başını arkaya yatır,” dedi yumuşak bir sesle.

Dediğini yaptığımda saçlarıma dokunduğumu hissettim. Saçlarımı şampuanlayıp kremledikten sonra vücudumu yıkayabilmek için ayağa kalkmamı istedi. Özel bölgelerime dokunmadan tüm vücudumu yıkadı.

Çıplak bedenime bakmadan önce geriye doğru büyük bir adım attı.

“Lanet olsun,” deyip bir bebekmişim gibi büyük bir havluya sarıp banyodan çıkardı.

“Giyin. Giysiler yatağın üzerinde,” dedi, sert bir sesle.

Başımı kaldırıp şaşkın bir şekilde yüzüne baktım. Neden kızdı?

Salaş bir gömlekle tayt giyip ayağa kalktım. Bacaklarım biraz titrese de görmezden geldim.

Sessizce, “Tamam, giyindim,” dediğimde dönüp bana baktı. Rahat rahat giyinmem için son beş dakikadır camdan bakıyordu.

“Hadi Enrique'nin ofisine gidelim,” deyip nazikçe elimi tuttu.

“Neden?” diye sordum, şaşkın bir şekilde. Roy ve Romeo ile buluşmak için alt kata ineceğimizi sanıyordum.

“Çünkü basiretsiz herif hiçbir şeyin farkında değil,” deyip beni koridor boyunca yürütmeye başladı.

Ne demek istiyor?

Enrique’nin ofisine girip “Sen lanet olası bir moronsun,” deyip bir yumruk attı.

Enrique ağzındaki kanı tükürmeden önce, “Senin sorunun ne?” diye bağırdı.

Donup kalmış gibi, gözümü bile kırpmadan önümdeki korku filmini izliyordum.

“Benim sorunum ne mi? Benim sorunum çok ama asıl soru senin ~neyin olduğu~.~ Hope’un yemek yemediğini görmüyor musun? Yalan söylediğini görmüyor musun?” diye bağırıp korkudan birkaç adım geri gitmeme neden oldu.

Aslında hiç yalan söylememiştim. Sadece, cevap vermek yerine kafa sallıyordum. Sonuçta kafa sallamak çok şey ifade edebilir. Ayrıca yataktan kalkamayacak kadar yorgun ve iştahsızdım.

“Lanet olsun, Hope. Kendi başına bir şey yapamıyor musun? Her saniye seni izleyemem. Düzinelerce çete yok edilmeye devam ediyor. Seni önemsiyorum ama aynı zamanda insanlarımın hayatlarını da önemsiyorum,” dedi Enrique.

Gözleri öfkeyle doluydu. Çok öfkeliydi. Onu kızdırdığım için bana öfkeliydi. Hepsi benim hatamdı. Haddimi bilip normal kulüp alanında kalmalıydım.

Ama Antonio'ya saygısızlık etmenin bedelini ödemiştim, değil mi? Peki Enrique'e saygısızlık etmiş miydim? Bir daha incinmek istemiyordum. Yeterince incinmemiş miydim? Bana her şeyin yolunda olduğunu, bunun benim suçum olmadığını söylerken yalan mı söylüyordu? Benim de canımı yakacak mıydı?

“Hayır, hayır, hayır. Lütfen, bir daha olmaz,” diye bağırıp, koşarak odadan çıktım. Artık bu acıyı hissetmek istemiyordum.

“Ama sen bunu hak ediyorsun.”

Hayır. Burada olamaz. O öldü. Yoksa ölmedi mi?

Midemin ağzıma geldiğini hissedince banyoya koştum. İçim dışına çıkacak gibiydi. Boş bir mideyle kusmaya çalışırken gözlerim yaşardı.

Birden arkamda beliren Killian, “Şş, buraya gel,” dedi.

Bana teselli veren tek kişi oydu. Aklından ne geçiyorsa onu söyleyen biri olduğu için yalan söylemeyeceğini biliyordum. Bense onsuz hayatta kalamayacağımı düşünen bir bencildim.

“Enrique pisliğin teki olduğu için üzgünüm ama şu an olup biten her şeye rağmen yine de çabalıyor,” dedi Killian, yumuşak bir sesle. Ne kadar saklamaya çalışsa da Enrique’ye kızgın olduğunu anlayabiliyordum.

Daha fazla kusamayacağımı anlayınca, midemden teknik olarak hiçbir şey çıkmamış olmasına rağmen dişlerimi fırçaladım.

Banyodan çıkarken, “Buraya gel,” diyen Killian ile göz göze geldim.

Zamanını daha fazla çalmak istemesem de beni yalnız bırakıp gitmeyeceğini biliyordum.

Çok garipti. Onu sadece üç haftadır tanıyor olmama rağmen yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyordum. Hayat hikâyesini dinlediğimde nutkum tutulmuştu.

Tek ailem dediği abisiyle büyümüştü. Ebeveynlerinin işlerinin küllerinden kendi imparatorluklarını kurmuşlardı.

Yakasını bırakmayan saldırganlık sorununu kötü adamlara işkence ederek kontrol etmeyi öğrenmişti. Yani, öğrendiğini iddia ediyordu.

Killian gerçekten eşsiz bir insandı. Ailesine karşı inanılmaz yumuşak ve şefkatli olurken kendisine ya da sevdiklerine zarar veren insanlara bu kadar sadistçe davranabilen birini kolay kolay bulamazdınız.

Kollarına gittiğimde beni kucağına alıp başımı göğsüne yasladı. Kalbi hep uykudaymış ya da dinleniyormuş gibi yavaş atıyordu. Normal bir insanın kalbi gibi değildi.

“Sanırım arkadaşların geldi,” dedi.

Bunu bu mesafeden nasıl duyduğunu sorgulamaya bile çalışmadım.

Yürümeme izin vermesini istememe rağmen dış kapıya kadar kucağında taşıdı.

“Hope! dedi Roy hem heyecanlı hem de son derece kısık bir sesle.

Killian'ın göğsüne hafifçe vurup ben indirmesini istedim. Başta daha da sıkı tutsa da sonra isteksizce yere bıraktı.

Tam “Neden sessiz konuşuyorsunuz?” diye soracağım sırada Roy eliyle ağzımı kapattı.

“Bazı beklenmedik sorunlar çıktı. Daha doğrusu şu an arkamızda uyuyorlar,” deyip Romeo ile birlikte kenara çekildi.

Bakışlarım ikiz bebek arabasındaki iki küçük erkek çocuğuna indi. Önce yüzü uzun, sarı saçlarıyla kaplı büyük bebeğe odaklandım. En fazla bir yaşında olmasına rağmen inanılmaz uzun saçları vardı.

Yanında daha küçük bir bebek vardı. Cinsiyeti bir bakışta anlaşılamayacak kadar küçük olsa da “erkek” yazılı kıyafetinden erkek olduğu anlaşılıyordu.

“Nasıl?” diye sordum, şaşkınlık içinde. Roy çocuk evlat edinmeyi düşünmediğini söylemesine rağmen şimdi yanında iki çocuk vardı.

“Onlar benim kardeşlerim,” dedi.

Sarışın çocuğa baktım. Roy’un ebeveynlerinin ikisi de koyu renk saçlıydı. Bu nasıl olabiliyordu?

“Annemle babam bir araba kazasında öldüler,” deyip başını eğdi. Ailesiyle sorunlar yaşamış olsa da onları seviyordu.

Kollarımı boynuna dolayıp sımsıkı sarıldım. Kalbinin ne kadar hızlı attığını duyabiliyordum. Neden kötü şeyler iyi insanların başına geliyordu?

“Sorun değil, Hope. Ailemi on yıldır görmemiştim. Babamdan olmalarını umduğum iki çocukları daha olduğunu bilmiyordum,” dedi.

Gününü daha fazla mahvetmek istemediğim için sadece dik dik baktım.

“Artık bizimle kalıyorsunuz, değil mi?” dediğimde gülümseyerek başını salladı. Ona bir kez daha sarıldıktan sonra Romeo'ya sarıldım.

“Bu arada, neden kolumda dövme var?” dediğimde ikisi de sessiz kahkahalara boğuldular.

Salaklar!

“Bu Killian, Enrique'nin eski benim de yeni arkadaşım. Killian, Roy benim en iyi arkadaşım. Bu da erkek arkadaşı Romeo,” deyip belli belirsiz gülümsemem Killian'ı daha da çok gülümsetti.

Uyuyan iki meleğe yaklaşıp “Peki, yeğenlerimin isimleri ne?” diye sordum.

“Büyük olan Thanatos. Bir yaşına daha yeni girdi. Küçük olan Levi. Haziran ayında doğdu,” dedi Romeo.

Artık ailemizin bir parçası olan iki çocuğa bakarak gülümsedim.

Merdivenlerden inen Enrique yüksek sesle, “Roy, Romeo, ikinizi tekrar gördüğüme çok sevindim,” deyince hepimiz ters ters baktık.

Saniyeler sonra önce Levi, ardından da Thanatos ağlamaya başladı. Ben bana yakın olduğu için Thanatos'u kucağıma alırken, Romeo da Levi'yı kucakladı.

Ağlayan meleği sakinleştirmek için tatlı sözler fısıldadım. Birkaç dakika sonra kardeşi gibi o da sakinleşip mavi gözlerini gözlerime dikti.

Tanrım, çok güzel.

Killian, Thanatos'a bakarak, “Çocuklarınız çok yakışıklı. Çok canlar yakacaklar,” deyip güldü. Levi da abisine benzerse ikisi de manken gibi olacaklardı.

Enrique, “Killian, sakın!” deyince herkes dehşet içinde ona baktı. Killian'ın küçücük bir çocuğa bir şeyler yapacağını mı ima ediyordu?

“Ben bir psikopat olabilirim ama bir pedofil olmayı değil bütün pedofilleri öldürmeyi tercih ederim,” dedi Killian, gülerek. Yine de gözündeki ışıltı biraz söndü.

Killian kendisi farkında olmasa da Enrique'yi örnek alıyordu. Enrique onun için ikinci bir abi gibiydi.

Odadaki gerginliği azaltmak için aklıma gelen ilk şeyi söyleyip, “Hadi yemek yiyelim,” dedim. Killian ve Enrique hemen kafa sallayınca hepimiz mutfağa gittik.

Claire’i görünce “Merhaba, Claire,” deyip sarıldım. Bana kocaman bir gülümsemeyle baktı. Sonunda yataktan çıktığım için çok mutluydu.

Hepimiz masaya geçtikten sonra, Thanatos elinde bir oyuncak ayı ile etrafta koşturup agucuk gugucuk sesler çıkarmaya başladı.

Önümde bir tabak görünce gergin bir şekilde yutkundum. Son zamanlarda günde bir çikolatadan fazlasını yememiştim. Son üç haftadır istediğim tek şey buydu.

Balığın kokusu öğürmeme sebep olunca öksürerek kamufle etmeye çalıştım. Herkes yemeğine gömülmüş olmasına rağmen Roy fark etti.

Yemeğe boş gözlerle bakıp öylece oturmama daha fazla dayanamayınca ağzıma bir çatal balık uzattı.

En baskın sesiyle, “İyi bir kız olup ye,” dedi.

“Ciddi misin?” der gibi baktım. Küçük bir gülümsemeyle omuz silkip çatalı uzatmaya devam etti.

Ağzımı açıp balığı ağzıma aldım. Çiğnemeye başladığımda aslında ne kadar acıktığımı hissedip hemen çatalımı kaptım.

Tabağımdaki her şeyi silip süpürmek için bir saniye bile beklemedim. Bitirdiğimde masaki herkes gülümsüyordu.

Kusacağımı anlayınca, “Kahretsin,” deyip masadan kalktım. Bugün ikinci kez, titrek bacaklarımla tuvalete koşuyordum.

Birinin sessizce küfrederek peşimden geldiğini duydum.

Öğle yemeğimin tamamını çıkardığımda Enrique “Al,” deyip bir mendil uzattı.

Sanırım üç haftalık açlıktan sonra bu kadar yemek çok iyi bir fikir değildi.

Ağzım bir gargara ile çalkaladıktan sonra herkesin endişeyle bana baktığı mutfağa döndüm.

Enrique, “Herkes çıksın. Eşimle konuşmak istiyorum,” diye kükreyince Claire dâhil herkes sanki hiç orada bulunmamışlar gibi anında yok oldular.

Enrique’nin cevabını öyle ya da böyle alacağını düşününce yutkundum.

Yanıma yaklaşıp, “Şimdi, bana sorunun ne olduğunu söyle,” dedi.

Onun dışında bir yere bakmaya çalışsam da çenemi kaldırıp gözlerine bakmaya zorladı.

Killian’a da sık sık söylediğim gibi, “Bunun hakkında konuşmak istemiyorum,” dedim. Konunun kapanmayacağını biliyor olsam da en azından daha iyi bir cevap bulmak için zaman kazanabilirdim.

Enrique biraz daha yaklaşarak, “Bir daha dene,” dedi. Şimdi boynumu biraz daha sıkı tutuyordu.

“İyiyim,” dediğimde bunu yemediğini göstermek için bir adım daha yaklaştı.

“Son şansın...” Şimdi sadece birkaç santim uzağımdaydı.

Boynumu biraz daha eğdiği için karanlık bakışlarını görebiliyordum. O an nedensiz yere gözlerimin dolduğunu hissettim. Son zamanlarda çok duygusallaşmıştım.

İlk gözyaşım yanağıma süzülmeden önce, “Benim hatam,” diye fısıldadım.

Bunu duyunca sinirlendi. “'Bu senin suçun değil,' dememe rağmen hâlâ anlamıyorsan B planına geçip, seni becererek zorla anlamanı sağlayacağım,” dedi.

Birden dudaklarıma yapıştığında şok olmama rağmen gözlerimi kapatıp karşılık verdim.

Ağzıma hükmeden diline meydan okuyacak enerjiyi bile bulamadığım için ellerimi geniş omuzlarına dolayıp kendimi ona bıraktım.

Birden onu daha fazla hissetmek isteyip kemerini çözmeye başladım. Tenlerimizin arada hiçbir engel olmadan birbirine değmesini istiyordum.

Geri çekildiğinde nefes nefeseydim. Tişörtümü ve kolayca inen taytımı çıkarmaya başladığında sadece onu izledim.

Gömleğinin ucundan tutup başından çıkararak kaslı gövdesine baktım.

Lanet olsun, bunu özlemişim.

Ona bir şeker kamışıymış gibi bakıp dudaklarımı yaladım. Vücudunu boydan boya yalayıp yutmak istiyordum.

Ruh hâlimdeki bu ani değişimler de neyin nesi? Niye son üç haftadır depresyonda olan ben değilmişim gibi azgın hissediyorum? Lanet olası hormonlar!

Çabucak kot pantolonunu indirdim. Baksırından belli olan ereksiyonundan beni ne kadar arzuladığını görebiliyordum.

Çıplak bedenime bakarak, “Ne istiyorsun, tigre,” diye fısıldadı. Bugün iç çamaşırı giymek istememiştim. Hiçbir anlamı yoktu.

“Senin güzel, sapkın prensesinmişim gibi becermeni istiyorum,” dedim. Açık sözlülüğümden ben bile dehşete düşmüştüm. Muhtemelen bir süredir kurduğum en uzun cümleydi.

Düşüncelerim ateşli bir öpücükle bölündü. Enrique beni kucaklayıp soğuk tezgâhın üzerine yatırdığında sırtımdaki bütün tüyler diken diken oldu.

“Sevgilim...”

Öpüşmeyi bırakıp geri çekildim. Enrique'yi uzaklaştırmaya çalışsam da daha da sıkı tuttu. Elinde bir elmayla ağzı kulaklarına vararak gülen Killian'a ters ters baktım.

Killian’ı fark eden Enrique “Sen canına mı susadın?” dedi.

Sırıtmaya devam eden Killian Enrique'ye meydan okur gibi baktı.

“Sadece bir elma alıyordum,” dedi gülerek ama Enrique'nin ölümcül bakışlarına daha fazla dayanamadı.

Enrique’yi bir an önce içimde hissetmek istediğim için, “Siktir git, Killian,” diye homurdandım.

Killian çıkmadan önce bana göz kırpıp sırıttı.

Tam bir şey söyleyeceğim sırada Enrique yine dudaklarıma yapıştı. Baksırına sürtünürken hayatımda ilk kez kıyafetlerin ne kadar gereksiz bir icat olduğunu düşünüyordum. Tek istediğim onu yakından hissetmekti.

Beni yavaş yavaş öpmeye başladığında daha hızlı sürtünmeye başladım. Hareketlerinin yavaşlığı onu daha çok istememe neden oluyordu.

Nasıl hissettiğimi, ne istediğimi göstermek için elimden geleni yapıp, “Beni. Çıldırtmayı. Bırak,” dedim.

Sonunda istediğimi verip tek hamlede içime girdiğinde acıdan haykırdım. Ama umurumda bile değildi. Daha fazlasını istiyordum.

“Beni hayatın buna bağlıymış gibi becer,” dediğimde şımarık bir şekilde sırıttı.

Penisini her seferinde daha derine iterek yavaşça hareket etmeye başladı. Yavaş hareketlerinin çektirdiği işkenceden titriyordum.

Dudaklarımız tekrar birleşmeden önce kollarımı boynuna dolayıp kendime çektim. Tempoyu hızlı ve sert bir hâle getirmeye çalıştığımda hareket etmeyi bıraktı.

“Sabırlı ol, tigre…”

Sadece içgüdülerimi dinleyip yüzüne bir tokat attım. Eskisinden daha karanlık bakan gözleri öfkeyle doldu.

Tekrar içime girmeden önce, “Hope, Hope, Hope... Canavarı uyandırmaman gerektiğini bilmiyor musun?” deyip sırıttı.

Zevkten başımı arkaya attım. Hızını artırmadan önce hızla geri çekilip tekrar girdi.

Bir yandan da boynumu öpüyor, ısırıyor, emiyordu. Her yanımda morluklar oluşacağından emin olsam da umursamayacak kadar iyi hissediyordum.

Acı ve zevk birbirine karışırken kendimden geçip her şeyi unuttum. Karnımda o tanıdık baskının biriktiğini hissedince yakında boşalacağımı ve kendimi hiçbir şekilde tutmayacağımı biliyordum.

Vücudum çok duyarlı olduğu için evdeki herkesin duyduğu gerçeğini umursamadan çığlık atmaya devam ediyordum.

Tek umursadığım şey, durmak bilmeden içime giren adamın hissettirdiği katışıksız zevkti.

Bacaklarım titremeye başladığında başımı omzuna koyup haykırarak orgazm oldum. Ben zevkten titremeye devam ederken o da içime girmeye devam etti.

Kusursuz yüzünü görebilmek için başımı kaldırdım.

Kasları her darbede geriliyor, bana zarar vermemek için kendini kastığında kollarındaki damarlar patlayacak gibi görünüyordu.

Göğsü tıpkı benimki gibi terle kaplıydı. Hızlı hızlı nefes alıyordu.

Kara gözlerinde tanımlayamadığım duygular vardı. Aralık dudaklarını görünce dudaklarımı yavaşça yüzüne yaklaştırdım.

Yavaş öpücüğüm sert temposuna uymasa da umurumda değildi. Sadece onu daha yakından hissetmek istiyordum.

Penisinin büyüyüp kasılmaya başladığını hissettiğimde doruğa yaklaştığını anladım. Çok yorgun olmama rağmen daha çok keyif alması için kalçalarımla daireler çizmeye başladım.

Dudaklarından inanılmaz bir inilti koptu. İnlemesinden titreyip ona zevk vermeye devam ettim. Kısa süre sonra o da orgazm oldu.

Sperminin içime dolduğunu hissettiğimde zevkten inledim; boşaldığını görmek beni neredeyse tekrar orgazm etmişti.

O an aklıma ilk gelen şeyi söyleyip, “Seni seviyorum,” diye fısıldadım.

Ağzımdan çıkan şeyi fark edince dehşete kapıldım. Sözlerimi algılamaya çalışırken şaşkın gözlerle yüzüme baktı.

Duymamış olmasını umuyordum.

Ama duymuştu.

Fal taşı gibi açılmış gözlerle, sanki az önce dünyanın en tuhaf şeyini duymuş gibi bakıyordu. Muhtemelen de dünyanın en tuhaf şeyiydi. Nefret etmeye yeminli olduğum adama onu gerçekten sevdiğimi söylemiştim.

Yanaklarımın utançtan kıpkırmızı olduğunu hissettim. Yüzümü saklamaya çalışsam da Enrique bana bakmaya devam ediyordu.

Hayatımın en büyük hatasını yaptığımı anlayınca gözlerim doldu. İtirafım karşısında şaşkına dönmüş, belki de kafası allak bullak olmuştu.

Aynı duyguları paylaşmadığını biliyordum. Kahretsin, bu iki kelimeyi söyleyene kadar ona olan duygularımın farkında bile değildim.

Yo también te amo,” diye fısıldadı.

Tekrar ona baktım. İspanyolca bilmememe rağmen ne dediğini anlamıştım.

Duyduğuma inanamamış gibi, “Ne?” deyip yalan söyleyip söylemediğini görmek için gözlerinin içine baktım. Yalan söylemiyordu…

Daha yüksek sesle, “Seni seviyorum, prenses,” dedi.

Nasıl cevap vereceğimi bilemediğim için bütün hislerimi bir öpücüğe döktüm.

Tekrar hareket etmeye başladığında dudaklarının arasına inledim. Bu sefer daha yavaş olsa da aynı derecede iyi hissettiriyordu. Ne yaptığını biliyordu; sürekli doğru noktaları bularak inlememe sebep oluyordu.

Bir şeye değdiğimi hissedince gözlerimi açıp siyah çarşaflı yatağımızda olduğumu gördüm. Beni buraya taşıdığını nasıl fark etmemiştim?

Hâlâ içimdeydi. Sadece fiziksel olarak değil duygusal olarak da bağlandığımız için yavaş hareket ediyordu. Bu, hislerimizi ilk defa kabullenip ilk defa itiraf edişimizdi. Sonunda kendimi tamamlanmış hissediyordum.

Ne kadar uzun sürdüğünü bilmediğim bir sürenin sonunda aynı anda orgazm olduk. Ben hafifçe titrerken o da öpücükleriyle çığlıklarımı bastırmaya çalışıyordu.

Yavaşça içimden çıktığında isyan eder gibi sızlandım. Sadece kıkırdayıp banyoya gitti. Birkaç dakika sonra geri döndüğünde beni kucağına aldı.

Banyoya taşıyıp tezgahın üzerine oturttu. Küvete dolan suyun sesi eşliğinde birbirimize baktık.

“Belki de bir mutlu sonu hak ediyorum,” diye fısıldadı.

Yüzündeki acı ifadeyi görmeme rağmen hiçbir şey söylemedim. Zamanı gelince kendisi söyleyecekti. Bu yüzden sadece sarıldım.

Beni tekrar kucaklayıp yavaşça küvete bıraktığını hissedene kadar o şekilde kaldık.

Tenim sıcak suyla temas ettiğinde hafifçe inledim. Enrique arkama geçip göğsünü sırtıma yasladığında bir anda her şey doğru geldi. Birlikteliğimiz doğruydu; biz doğruyduk.

Bedenimi okşayıp yumuşak bir keseyle yıkamaya başlamadan önce saçlarımı yıkadı. İkimizi de daha fazla tahrik etmemek için inlemelerimi bastırdım. Şu an daha fazla bir şey yapamayacak kadar yorgundum.

Banyomuz bittiğinde beni yumuşak bir havluya sarıp küvetten çıkmama yardım etti. Hâlâ ağrım olduğu için bir ağrısı kesici almak için yavaş adımlarla ilaç dolabına gittim.

“İyi misin?”

Tebessüm ederek başımı salladım. Enrique muhtemelen bize kıyafet getirmek için banyodan çıktı.

Onlarca hap şişesini incelerken elim bir şeye çarptı. Tableti elime alıp ne hapı olduğuna bakınca neye uğradığımı şaşırdım.

Doğum kontrol hapıydı.

Neredeyse hiç eksilmemiş bir doğum kontrol hapı.

Midem tekrar bulanmaya başlayınca, “Lanet olsun,” diye mırıldandım.

Midemde hiçbir şey olmadığı için kusamayacağımı bilsem de emin olmak adına yine de tuvalete koştum.

Öğürdüğümü duyan Enrique koşarak banyoya gelip, “Ne oldu?” diye sordu.

Ona söylemeli miyim? Ya kızarsa? Ne yapacağımı bilmiyorum.

Aklıma üşüşen sorular başımı döndürdü. Ayağa kalktığımda dizlerimin büküldüğünü, gözlerimin karardığını hissettim.

Yere yığılmadan önce düşündüğüm son şey, Lanet olsun, bayılmak için harika bir zaman, oldu.

Bölüm : 16.08.2024 18:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...