34. Bölüm

34. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Aptal alarmın bip sesi sinirimi bozdu. Neden insan yaz mevsiminde alarm kurardı ki?

Gözlerimi açınca oldukça kalabalık bir odada olduğumu gördüm. Kat, Nick, Killian, Romeo, Roy, Matt ve Enrique birbirlerinin omuzlarında uyuyorlardı.

Romeo ile Roy birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Killian’ın da Enrique’ye sarılmış olduğunu görünce kıkırdadım.

Etrafıma bakınca bir hastane odasına olduğumuzu anladım.

Burada ne işim?

Kahretsin!

Bir anda her şeyi hatırladım.

Kahretsin, Enrique'nin çocuğuna hamile olduğumdan yüzde doksan eminim ve bu odadaki kimsenin bundan haberi yok.

Etrafa bakınıp telefonumu aradım. Sonunda bulduğumda saate baktım; sabahın altısıydı. Herkesin bu kadar yorgun olmasının sebebi de muhtemelen buydu.

Enrique ile Killian'ın sarılmış hâllerinin bir fotoğrafını çektikten sonra yavaşça yataktan kalktım.

Beni makineye bağlayan tüm kabloları çıkarıp odadan çıktım. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen herkesin koşuşturduğu hastane çok hareketliydi.

“Uyandığınızı görmek ne güzel, Bayan Garcia.”

Doktor soyadımı yanlış söylediği için gözlerimi devirsem de hiçbir şey söylemedim. Enrique’ye karşı ne ne hissedersem hissedeyim ilk soyadım olarak her zaman Anderson'ı tercih edecektim.

“Ben doktorunum. Herkes senin için çok endişelendi ama eminim neden bayıldığını biliyorsundur,” dedi doktor, gözleri parlayarak.

Kaçınılmaz olanı uzatmak istemediğim için başımı sallayıp “Hamileyim değil mi?” diye sordum.

“Evet, yaklaşık dört haftalık hamilesin,” dedi. Tahminimi doğrulaması kendimi daha iyi hissetmemi sağlamamıştı. Aksine, gözyaşlarımı zor tutuyordum.

Daha on dokuz yaşındayım. Önümde koca bir gelecek var. Anne olmaya hazır değilim.

“Peki, çıkabiliyor muyum?” diye sordum.

Başını sallayıp çıkış işlemleri için birkaç belge imzalamam gerektiğini söyledi.

Her şeyden habersiz uyuyan insanların olduğu odaya dönüp muhtemelen Enrique’nin getirdiği şortla tişörtü giydim.

Dışarı çıkıp sessizce evrakları imzaladım. Doktordan arkadaşlarımla aileme iyi olduğumu, sadece biraz nefes almak istediğimi söylemelerini istedim.

Londra sokaklarına çıkıp nereye gittiğimi bilmeden öylece yürümeye başladım. Ayaklarım beni nereye götürüyorsa oraya gidiyordum.

Kulaklığımı takıp çoğunlukla acıklı şarkılardan oluşan çalma listemi açtım.

Her zaman üzgün, depresif bir tip değildim. Sadece anlamlı şarkılar dinlemeyi tercih ediyordum ve hayat toz pembe olmadığı için böyle şarkıların çoğu acıklıydı.

Telefonumu uçak moduna alıp ağustos havasının tadını çıkarmaya devam ettim. Şehir merkezinden çok uzakta olmadığımı biliyordum. Yine de bildiğim sokaklarda yürümemeyi tercih ettim.

Farklı bir şeyler görmek istiyordum.

Bir süre sonra güneş battı. Ayaklarım on iki saattir yürümekten ağrıyordu. Bu kadar uzun yürümek fiziksel olarak mümkün müydü?

Garip bir şekilde, telefonumun şarjı hâlâ bitmemişti. Saate bakınca 19:20 olduğunu gördüm.

Kahretsin, yorgunluktan nasıl bayılmadım?

Etrafa bakınca Hyde Park bölgesinde bir yerlerde olduğumu gördüm. Sonunda, bir banka oturduğumda bacaklarımın ne kadar ağrıdığını daha net hissettim.

Lanet olsun, çok ağrıyor.

Kaç tane cevapsız aramayla mesaj geldiğini görmek için telefonumu açtım. Çoğunluğu Enrique ve Killian’dan gelmiş olan yaklaşık bin mesaj vardı.

Yaklaşık üç yüz tane de cevapsız çağrı. Başım gerçekten beladaydı...

Beni takip edip bulabilmeleri için telefonumu açık bıraktım. Bacaklarım pelte kıvamına geldiği için yürümeye mecalim yoktu.

“Hope!” Birilerinin bana seslendiğini duyup o tarafa dönünce Enrique, Killian, Romeo ve Matt'in bana doğru koştuklarını gördüm.

Bana ilk sarılan, “Bize neredeyse kalp krizi geçirttin, melek. Ölmek için çok gencim. Henüz tüm şehevi arzularımı yerine getirmedim,” diye sızlanan Killian oldu.

Açık sözlülüğüne ve hayatta kalmak istemesinin tek nedeninin garip fantezilerini yerine getirmek olmasına güldüm.

Enrique Killian'ı bir anda üstümden çekip kemiklerimi kırarcasına sarıldı.

Beni böyle mi öldürmeyi planlıyor?

“Lütfen beni öldürme,” deyip nefes alamadığımı anlaması için hafifçe sırtına vurdum. Ellerini biraz gevşettikten sonra kucağına aldı.

Öfkesine hâkim olmaya çalışarak, “Bunu evde konuşacağız,” dedi.

Buna şaşırmamıştım. Onları tüm gün merakta bıraktığım için kendimi kötü hissediyordum.

Eve dönüş yolculuğu sırasında, ortamdaki gerginliği azaltmaya çalışan Killian dışında hepimiz sessizdik. Bir süre sonra o da pes edince arabaya tam bir sessizlik hâkim oldu.

Enrique, “Sen benimle geliyorsun, tigre,” deyince başımı sallayıp peşinden gittim. Birlikte merdivenlerden çıkıp yatak odamıza girdik.

“Senin sorunun ne, Hope? Neden kimseye söylemeden lanet olası hastaneden çıkıp gidiyorsun?”

Öfkeli, saldırgan bir tutum sergilememeye çalışsa da başarısız olup, irkilerek ondan uzaklaşmama sebep oldu.

“Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı,” dedim, bir sonraki hareketinden korkarak.

Yüzümdeki katışıksız korkuyu görünce kendini sakinleştirmek için birkaç derin nefes aldı.

“Hope, dışarı çıkıp her şeyin yoluna gireceğini düşünemezsin. Savaşın eşiğindeyiz ve kötü niyetli insanlar beni devirmek için seni kullanabilirler,” diyerek kafamın daha çok karışmasına neden oldu.

“Neden beni sana karşı kullansınlar ki?” dedim. Çocuğu bilmiyorlardı. Beni almak için hiçbir nedenleri yoktu.

“Sen benim en büyük zaafımsın. Seni çok seviyorum, prenses. Onlar da bunu bildiklerinden sırf beni alt etmek için seni ele geçirmeye çalışabilirler,” deyip, o insanlara duyduğu nefreti belli etmemek için iç çekti.

Beni mafya işlerine asla karıştırmadıkları için kimlerden bahsettiğini bilmiyordum.

Artık kafama estiği gibi davranamayacağımı fark edince yutkundum. Olay sadece güvenliğim değildi. Bir çocuğa da bakmak zorunda kalacaktım.

“Hangi çocuğa?” diye sordu.

Yere bakmadan önce kaşlarımı çattım. Yine yüksek sesle düşünmüştüm. Bu çok kötüydü. Böyle öğrenmesini istemezdim.

Beni duymayacağını umarak “Hamileyim,” diye fısıldadım. Kendimi bir anda Enrique’nin, sevdiğim insanın kollarında yaşla dolu gözlerine bakarken buldum.

“Az önce ne dedin?” dedi, titrek bir sesle.

Onu böyle görünce benim de gözlerim doldu. Bu tepkiyi beklemiyordum.

“Baba olacaksın,” dedim, yine fısıldar gibi. Bu sefer benden sadece birkaç santim uzakta olduğu için duyacağını biliyordum.

Dudakları dudaklarıma değdiğinde kollarımı boynuna dolayıp karşılık verdim. Yavaş olsa da mutlulukla sevgi yansıtan bir öpücüktü.

Günün geri kalanını birbirimize sarılarak geçirdik. Birlikte banyo etmeyi teklif ettiğinde bacaklarım hâlâ ağrıdığı için kibarca reddetmek zorunda kaldım. Ayrıca, tamamen çıplak olursak yine sevişmeye başlayacağımızı biliyordum.

Hızlı bir duş alıp Enrique’nin neredeyse dizlerime inen gömleklerinden birini giydim. Yapmam gereken her şeyi yaptıktan sonra, yatak odasına döndüm.

Sızıp kalmış olan Enrique’nin ne kadar sevimli göründüğünü görünce gülümsedim. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı. Uyuyor olmasına rağmen çok mutlu görünüyordu.

Birinin kapıyı çaldığını duyunca daha yüksek sesle çalması ihtimaline karşı koşarak açtım.

Killian fiziksel olarak incinip incinmediğimi görmek için vücudumu süzdükten sonra, “İyi misin?” diye sordu.

“İyiyim, Killian. Şu an çok yorgunum. Yarın konuşuruz,” dediğimde başını salladı. Gitmeden önce kocaman sarıldı. Geri çekildiğinde gülümseyip kapıyı kapattım.

Yatağa gidip Enrique'nin yanına uzandım. Beni göğsüne çekmeden önce anlayamadığım bir şeyler mırıldandı. Sarılıp boynuna sokuldum.

Uzun zaman sonra ilk kez hayatımdaki gelişmeleri iyi karşılıyordum. İyi karşılamaktan da öte bu gelişmelerden mutluydum.

***

İki hafta geçmişti. Bebeğim yediğim hiçbir yemeği beğenmediği için gün boyu kusup kilo kaybettiğim, cehennem azabı gibi geçen iki hafta...

Buna “sabah” bulantısı adını veren kişi her kimse mutlaka bir erkekti çünkü inanın bana bu acıyla ilgili hiçbir şey bilmiyordu.

Enrique'ye hamile olduğumu söyledikten bir gün sonra diğerlerine de haber verdim. Onlar da en az Enrique kadar mutlu oldular. Küçük güneş ışığım olacak bir çocuğum olacağı için hem seviniyor hem de korkuyordum.

Sınavlarımı geçersem, ki umarım geçerdim, üniversiteye gitmek zorunda kalacaktım.

Yarın, prestijli bir üniversiteye mi gideceğimi yoksa yerleri mi sileceğimi öğreneceğim önemli bir gün olacaktı. Evet, yarın sonuçların açıklanacağı gündü.

Şu anda oda ile ikisi arasında mekik dokumaktan yorulduğum için tuvaletin yanında bir tavuk kanadı kemiriyordum. Enrique her zamanki gibi ofisinde birilerine bağırıyordu.

Hamileliğimi öğrendikten sonra daha da sahiplenici olmuştu. Evimiz parmaklarını oynatmadan adam öldürebilecek gibi görünen elliden fazla korumayla korunuyordu.

“Melek?” diyen Killian'ın sesini duydum. İyi olduğumdan emin olmak için her on dakikada bir beni kontrol ediyordu. Ah evet, Killian de artık bizimle yaşıyordu.

“Tuvaletteyim,” diye homurdandım. Konuşmak vücudumun tepki vermesine, dolayısıyla da lezzetli akşam yemeğimi çıkarmama sebep oldu.

“İyi misin?” diye sorduğunda sadece inledim.

Sence iyi görünüyor muyum?

“Yedi ya da sekiz ay içinde geçecek. Sadece o zamana kadar dayan.” Killian beni sakinleştireceği yerde daha da çok kızdırınca gülerek karşıladığı bir tokat attım.

Nasıl yani?

“Melek, vurmaya devam edersen erekte olacağım, ki Enrique'nin bundan pek hoşlanacağını sanmıyorum,” deyip güldüğünde bir tane de kasıklarına vurdum.

Yere düştüğünde hem acıdan hem de zevkten inlediğini duyabiliyordum.

“Lanet olası mazoşist,” deyip banyodan çıktım. Ardından, geçtiğimiz haftalarda çok meşgul görünen Enrique'nin ofisine doğru yol aldım.

Onu bir kâğıt yığınının üstünde uyurken buluna, “Enrique,” diye bağırdım. Son derece bitkin görünüyordu. Gece boyunca beni izlediği için pek az uyuyordu.

“Hope?” dedi, yarı uykulu bir sesle. Yanına gidip, elinden tutarak ayağa kaldırdım.

“Hemen yatağa,” dediğimde cevap olarak homurdandı. Kahretsin, en son ne zaman duş almıştı?

Onu banyoya götürdüğümü görünce şaşkın şaşkın baktı. Hamile bir gençle tartışmaması gerektiğini anlaması için başımı salladım.

Tişörtünü çıkarıp kot pantolonunu çıkarmasına yardım ettim. Onu küvete sokmadan önce suyu mükemmel bir sıcaklığa getirdim.

“Sen de gel,” dedi. Günlerdir uyumadığı için hâlâ sersem gibiydi. Başımı sallamadan önce Killian yüzünden dişlerimi fırçalamayı unuttuğum için diş fırçamı kaptım.

Sabahlığımı çıkarıp onunla birlikte duşa girdim. Üşendiğimde ya da hasta olduğumda beni yıkadığı gibi ben de onu yıkayıp temel ihtiyaçlarını karşılamasına yardım etmek istiyordum.

Temel ihtiyaçlar demişken, ben Enrique’yi sabunlarken penisi de tüm ihtişamıyla karşımda dikiliyordu.

Sabunu “yanlışlıkla” düşürüp geri almak için eğilirken Enrique popomu mükemmel bir şekilde görebilsin diye dizlerimi bükmeden eğildim. İnlediğini duyunca onu nasıl baştan çıkardığımı düşünüp gülümsedim.

Hamlesini bekleyerek o şekilde durmaya devam ettim. Kalçamı avuçladığında heyecandan titredim. Bir an önce uyuması gerektiği için çok iyi olmalıydım.

Ellerini çok az belli olmaya başlamış olan karnıma koyup doğrulmamı işaret ettikten sonra yüzüm cam kapıya bakacak şekilde fayans duvara yasladı.

Beni istediği pozisyona getirmeden önce bacaklarımı araladı. Şimdi popom biraz havada sırtım da hafif kamburdu. Dengemi korumak için ellerimi kaygan duvara koyup sımsıkı tutundum.

Dilinin bacaklarımın arasına girdiğini hissettiğimde yüksek sesle inledim. Hiç zaman kaybetmeden parmaklarını da dâhil ettiğinde bu sefer hem acıdan hem zevkten inledim.

Parmakları büyük penisine uyum sağlamam için gevşememe yardım ederken klitorisimin üzerinde titreyen dili de sırtımın daha çok bükülmesine sebep oluyordu.

Kendimi daha fazla tutamayıp diliyle yaşattığı zevkten çığlık atmaya başladım.

Çok yaklaştığımı hissetsem de henüz boşalmama izin vermeyeceğini biliyordum. Orgazm olduğumda vajina duvarlarımın penisini sıkıştırdığını hissetmeyi sevdiğini söylemişti.

Bacaklarım öyle bir titriyordu ki Enrique beni bir eliyle desteklemeseydi şimdiye çoktan yere çökmüştüm.

Parmaklarıyla dili onları en çok arzulayan yerimden uzaklaştığında isyan ettim.

“Lütfen,” diye yalvardım. Şu an sırıttığından emindim. Penisinin ucunun hafifçe içime girdiğini hissedince inledim.

Tamamen girene kadar durmadı. Beni ne kadar gevşetirse gevşetsin her seferinde canım yanıyordu.

Yavaş bir şekilde hareket etmeye başlasa da ben ısındıkça o da hızını artırdı. Tam istediğim gibi hızlı ve sert olmasına bayılıyordum. Ona çok âşıktım.

Beni bu kadar sıcak yapan şeyin üzerimize akan su mu yoksa Enrique’nin içime hunharca girip çıkması mı olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim beni çıldırtan tüm noktaları bularak inlettiğiydi.

Artık hiçbir şey beni sessiz tutamazdı. Duvarlarımız ses geçirmez olmasaydı tüm ev halkı her gün neler yaşadığımıza dair bir fikir edinmiş olurdu.

Nihayet mutlu sona ulaştığımda, “Seni seviyorum,” diye fısıldadım. Bacaklarım, kollarım, tüm vücudum titriyordu. Titrek nefesimden başka bir şey duyamıyordum. Enrique'nin de birkaç darbeden sonra doruğa ulaştığını hissettim.

İkimiz de biraz sakinleştiğimizde, “Seni seviyorum, tigre,” diye fısıldadı.

İçimden çıktığında yavaşça ona döndüm. Beni öptüğünde yaşadığım sıcaklığı hissetmek için usul usul öptüm.

Öpüşmemiz yumuşak ve tatlıdan fazlasına dönüşmeye başladığında, “Uyuman lazım,” dedim. İç çekip başını salladı.

İkimiz de kurulandıktan sonra ben tekrar geceliğimi giyip havlumu asarken o da baksırını giyip odaya gitti.

Arkasından bakıp attığı her adımda belirginleşen kaslarını inceledim.

Kaslarının üç boyutlu bir görünüm verdiği dövmesi geniş sırtında mükemmel görünüyordu. O, uyurken dövmesine dokunmayı seviyordum. Eğer bana sarılmıyorsa yüzüstü uyurdu.

Ben asla o şekilde uyuyamıyordum. Büyük göğüslü olmanın dezavantajları…

Odaya dönüp yanına uzandım. Belime sarılıp kendine çekti. Vücudu vücudumu koruyucu bir örtü gibi sardı.

Nefes sesini dinleyerek derin bir uykuya daldım.

***

Pazartesi… Hâlâ pazartesilerden nefret ediyordum. Üniversiteye başlayalı iki ay olmuştu. Enrique yanımda huzur içinde uyuyordu.

Okulun ilk günü benimle birlikte sabah altıda kalktığında bunu bir daha asla yapmayacağına yemin etmiş, gerçekten de bir daha yapmamıştı.

UCL'de burs kazandığım için mutluluktan ölüyordum. En iyi işletme fakültelerinden birinden burs alacağımı hiç hayal etmezdim.

Notlarımın açıklandığı gün genişletilmiş proje kalifikasyonu da dâhil beş dersten A aldığım için sevinçten ağlamıştım.

Bölümümün en iyisiydim. Başarımın bir kısmını matematikte bana çok yardımcı olduğu için Matt'e borçluydum. Evet, matematikten hâlâ nefret ediyordum.

Göbeğimi saklamak için bol bir gömlekle kot pantolon giydim. Sadece birkaç aylık hamile olmama rağmen karnım belli olmaya başlamıştı.

Giderek şişmanlamaktan nefret etsem de Enrique, imparatorluğuna bir varis vereceğim için bu göbekli hâlimi daha çok sevdiğini söylüyordu.

Yalnız, çocuğumun mafya dünyasının herhangi bir kısmıyla uğraşmasına izin vereceğimi sanıyorsa çok yanılıyordu.

Çeteler arasında bir savaş başlaması konusundaki tehditler azaldığı için Enrique de rahatlamıştı. Yine de attığım her adımı takip eden düzinelerce koruma vardı.

Haftanın ilk günü sadece bir dersim olması güzel olsa da sabah çok erken kalkmak zorunda olmak pazartesiyi haftanın en kötü günü yapmaya yetiyordu.

Neden sabahın dokuzuna ders koyarlardı ki? Hem de ekme şansımın bile olmadığı çok önemli bir ders…

Hızlı bir şekilde kahvaltı edip, bebeğime yemeğimi midemde tutmama izin verdiği için teşekkür edip okula gittim.

Of, bebeğime hamileliğim boyunca sadece “bebek” demeye devam edemezdim. Neyse ki bugün cinsiyetini öğrenmek için doktora gidiyordum.

Bebeğimin radyasyona çok erken maruz kalmasını istemediğim için ilk ultrasonum olacaktı. Şu an yaklaşık on altı haftalıktı.

Üç saatlik derste iki kez uyuklayıp, beş kez tuvalete koşmuş, bir kez de kusmuştum. Evet, bebeğim yediğim atıştırmalıkları beğenmemişti.

Ders bitince Enrique beni alıp hastaneye götürdü. Şu an Dr. Matias'ın ofisinin önünde bizi çağırmasını bekliyorduk. Daha doğrusu ben otururken, heyecandan yerinde duramayan Enrique volta atıyordu.

Silahlarını uzak tuttuğu sürece çok iyi bir baba olacaktı.

Dr. Matias “Hope, Enrique, lütfen içeri gelin,” diye seslenince birlikte odaya girdik.

Doktor, “Bakalım kız mı erkek mi?” diyerek gülümsedi. Karnıma jel sürmeye başladığında Enrique biraz gerildi.

Enrique'nin kıskançlığı beni güldürdü. Demek istediğim, doktor elli yaşında; iki çocuğu, bir torunu olan bir adamdı.

Doktor, “Bu çok ilginç,” deyince kaşlarım çatıldı.

Enrique endişeli bir şekilde, “Her şey yolunda mı?” diye sordu.

Doktor gülümseyince biraz rahatlasam da Enrique hâlâ gergindi.

Doktor Matias, “Ya çocuğunuzda her şeyden üç tane var ya da üçüzleriniz olacak,” deyince neye uğradığımı şaşırdım.

Lanet olsun.

Enrique sevinçle, “Üç kez baba olacağım,” diye bağırdı.

Bense kendimi öldürmek üzereydim. Kendimi bir çocuğa hazırlamıştım; üç çocuğa değil.

Dr. Matias karnımdaki jeli temizlerken, “Tebrikler, iki kız ve bir erkek çocuğunuz olacak. Hepsi çok sağlıklı görünüyor, “dedi.

Şaşkınlıktan yerimden kıpırdayamadım.

Üç.

Karnımdan çıkacak üç küçük bebek…

Üç çocuk annesi olmak.

Bittim ben...

Bölüm : 16.08.2024 18:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...