36. Bölüm

36. Bölüm

ırmaknur cengiz
incmvegsbk

HOPE

Bir ay olmuştu. Ölenlerin ardından yas tutarak geçen bir ay. Hayatlarını kaybeden her bir üye saygıyla muamele edilerek ailelerine verildi.

Haberi aldıklarında ağlayan anneleri, eşleri, çocukları görmek dünyanın en zor şeyiydi.

Ama yapılması gereken buydu.

Enrique, en iyi hizmeti aldıklarından emin olmak her bir aileye defin işlemlerinde yardımcı oldu. Güçlü görünmeye çalışsa da gün geçtikçe daha da perişan hâle geldiğini görebiliyordum.

Tek başına güçlü olamayacağını bildiğim için onu desteklemek için yanındaydım.

İki kıymetli evladım da sağlıklıydı, ki Tanrı'dan istediğim tek şey de buydu. Ama geçen ay hepimiz için çok zor geçmişti. Arkadaşlarımızdan, iş arkadaşlarımızdan, ailemizden kayıplar vermiştik.

Enrique her şey için kendini suçluyordu. Ona ne kadar yardım etmeye çalışsam da bir katır kadar inatçı olduğu için işe yaramadı. O gün ölen altmış üç üyeden de kendini sorumlu tutuyordu.

Nickolas ile Haven'ın ölümlerinden de kendini sorumlu tutuyordu. Büyük resmi göremeyip kendini suçluyordu.

Sürekli ağlayıp acı çekmekten bıkmıştım. Düzinelerce insanın ölümünün sorumlusu Daniel iken kocamın kendisini suçlamasını istemiyordum.

Sözde babamın her şeyin arkasında olduğunu öğrendiğim gece üzülmeyi bıraktım. Öfkelendim, ölmesini istedim ama zaten ölmüştü. Bu işin arkasında olduğunu da bu şekilde anlamıştık.

İçimden Cehennemde çürü, pislik! diyerek acı bir şekilde güldüm. O canavarı beni zorla evlendirmesinden sonra bile sevmeye devam etmiştim.

Her şeye rağmen sevmeye devam etmiştim. Ama o ne yaptı? Oğlunu, torununu, bizi koruyan onlarca insanı öldürdü.

“Hope.” Enrique'nin yumuşak sesi beni bir kez daha öldüğünü görmek istediğim, sonsuza dek acı çekmeyi hak eden kişi hakkındaki düşüncelerimden çıkarıp gerçek hayata döndürdü.

“Enrique, ne oldu?” dedim, artık gözlerinin altından hiç eksik olmayan, kalıcı koyu halkalara bakarak.

Enrique iki çeteye de liderlik etmeye çalıştığı için sürekli çalışıyordu. Bunun artık sona ermesi gerekiyordu. Kendine böyle işkence etmeye devam edemezdi.

“Yok bir şey, aşkım. Sadece sana bakmak istedim,” dedi, dudaklarımı yorgunluğunu ele verircesine yumuşak bir şekilde öpmeden önce.

Artık yeter. Buna bir son veriyorum.

“Enrique Manuel Garcia, kıçını üstüne oturup dinleniyorsun. Saçmalıklarından bıktım artık. Her zaman güçlü olmaya çalışmayı bırak. Bazen güçsüz olmak senin de hakkın. Düştüğünde yardım etmek için buradayım.”

Sesim ilk başta yükselse de konuşmanın sonunda Enrique’nin yüzünü ellerimin arasına almış fısıldıyordum.

Yıkık, perişan görünüyordu. Sonunda bakışlarını yere indirip duygularını serbest bıraktı.

“Özür dilerim,” diye fısıldadığında gözünden başparmağımla sildiğim bir damla yaş süzüldü.

“Sen özür dilenecek bir şey yapmadın. İki yüzden fazla kişinin canını kurtardın, bir tanecik Kendall ile Mateomuzu kurtardın,” diye fısıldadım.

Vücudunun hafifçe sallandığını, parmak uçlarımın acı gözyaşlarıyla ıslandığını hissettim. Bastırdığı bütün hayal kırıklıklarını, üzüntüleri serbest bırakarak ağlamaya başladı.

Gözünden birkaç damla gözyaşı süzülürken, ”Te amo,” ~diye fısıldadı. Onu acı içinde görmeye dayanamıyor olsam da kendini daha iyi hissetmek için buna ihtiyacı vardı.

“Ben de seni seviyorum,” dedim, minik bir gülümsemeyle.

Kaşlarını çattığında olayları net bir şekilde görecek hâle gelene kadar her şeyi sorgulamaya devam edeceğini anladım.

“Neden? Beni nasıl sevebilirsin? Ben bir canavarım,” dedi. Belli ki kalbimi sonsuza kadar mühürlediğinin farkında değildi.

“Sen bir canavar değilsin ve eğer öyle olsaydın herkesin senin gibi bir canavar olmasını isterdim. Kocaman bir kalbin var, Enrique. Hiçbirimiz mükemmel değiliz; hepimizin hataları var ama ne olursa olsun seni her zaman seveceğim.”

“Buna inanmasan bile sana sonsuza dek âşık olacağım,” dedim.

Kahverengi gözleri bastırmaya çalıştığı gözyaşlarıyla doluydu.

“Bu benim soruma cevap vermedi,” dediğinde inatçılığı karşısında iç çektim.

Çat pat İspanyolcama başvurarak, “Te amo sin sobre como, ni cuando, ni de donde, te amo directamente sin problemas ni orgullo: asi te amo porque no se amar de otra manera,” dedim.

Kulağa nasıl geldiğinden emin değildim ama umutlu gözlerinden ne demek istediğimi anladığını anladım. Sonunda yüzümde bir gülümseme belirdiğinde derin, tutkulu bir öpücük verdi.

Ben küçük bir kız gibi gülümseyerek geri çekilmeden önce “Seni çok seviyorum,” diye fısıldadı.

“Kendine bu şekilde işkence etmeyi bırakacağına söz ver. Dinlenmeye ihtiyacın var. Bebekler yakında daha çok ilgi isteyecekler. O zaman geldiğinde yanlarında olmanı istiyorum,” dedim.

Tamam der gibi kafa salladı.

“Güçlü olmana yardım edeceğim. Seninle dağların, kayaların üzerinde yürüyeceğim. Olur da düşersen kalkmana yardım edeceğim,” diye devam ettim.

Dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi. “Sen benim umudum, kurtuluşum, hayatımsın. Her şeyimsin...”

Sözleri gözlerimi doldurdu ve bu sefer gözyaşımı silen o oldu.

Gömleğini çıkarıp üstüme giydim. Enrique’nin kokusunu seviyordum. Beni kendine çektiğinde başımı göğsüne yaslayıp uyum içinde atan kalplerimizi dinledim.

Belki de olay mutlu son değil; hikâyenin ta kendisiydi.

 

BEŞ YIL SONRA

 

“Anne!” diye bağırıp, koşarak yanıma gelen Kendall içi dışına çıkarcasına ağlıyordu.

Bu çocuklar yine ne yaptılar?

Kendall göğsüme yaslanmış hiçbir şey söylemeden ağlamaya devam ediyordu. Kat ile Liam'ın kızları Eve ve River sadece iki yaşında oldukları için oğlanlarla oynayabilecek yaşta olan tek kız Kendall’dı ve sadece erkeklerle oynamasının zor olduğunu biliyordum.

“Mateo, Thanatos, Levi!” bağırdım. Çocuklar saniyeler sonra başları önlerinde köşeden çıktılar. En büyükleri Thanatos açıklamaya çalışsa da susturdum. Mazeret uydurmanın zamanı değildi.

“Onu ağlatmayı bırakmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu üzen kişilere yumruk atmanız gerekiyor; Kendall’a değil. Hepiniz onun kardeşi sayılırsınız,” dedim.

Başlarını sallayarak, “Özür dileriz,” dediler.

Gerçekten çok hızlı büyüyorlardı.

Kendall, “Anneciğim, kız mı olacak yoksa erkek mi?” deyince bugün nasıl olsa öğreneceğimi düşünerek omuz silktim.

Enrique ile muayeneye gittiğimizde doktor bebeğin cinsiyetini bir kâğıda yazmıştı. Kat da hamile olduğu için bir cinsiyet öğrenme partisi yapmaya karar vermiştik.

Kâğıtlarımızı bebeklerin cinsiyetini eşlerinin de yardımıyla bir tür sürprizle açıklayacak olan Vlada'ya verdik.

Birden bütün çocuklar, “Killian Amca,” diye bağırdı. Killian kocaman gülümseyip, hepsini tek tek kucağına alıp döndürdü. Killian, her iki çocuğumuz için de mükemmel bir vaftiz babasıydı.

İkizlerin vaftiz anneleri Kat olduğu için V’nin de en küçüğümün vaftiz annesi olmasını istiyordum.

Killian'ın kocası ve efendisi Ryder, kucağında küçük Klaus ile yürüyordu. Onu birkaç ay önce evlat edinmişlerdi. O zamandan beri dünyanın en mutlu insanlarıydılar.

Killian'ın bazı itaatkar eğilimleri olduğu için, Ryder’ın onu bir dominant pasife çevirmiş olmasına şaşırmıyordum. Gerçi Ryder da arada sırada biraz ter döküp kan kaybetmek zorunda kalmıyor değildi.

Killian gerçekten kaçığın teki olsa da abim gibi seviyordum.

Karnımı okşamadan önce yanağımdan öpüp, “Bebek nasıl, melek?” diye sordu. Bu sefer tek bebek beklediğim için karnım ilk hamileliğimdeki kadar büyük değildi.

“Bir boğa kadar sağlıklı,” dediğimde yaptığım benzetmeye güldü.

Enrique, “Tigre,” diye bağırınca arkama dönüp kollarına atladım. Enrique şu an İngiliz mafyasının lideri olan Roy ile çete konularıyla ilgili görüşmek için birkaç günlüğüne gitmişti.

Enrique ile ben bu pozisyon için en uygun kişinin Roy olduğuna karar vermiştik.

Dudaklarına küçük küçük öpücükler kondurarak “Seni çok özledim,” dedim. Çocuklarla Killian'ın Enrique’ye gösterdiğim sevgiyi görünce “Ayy…” dediklerini duydum.

“Selam, çocuklar.” Sonunda evden çıkan Kat’in yanakları biraz kırmızı görünüyordu. “Tuvalete” gitmesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü bildiğim için sırıttım.

Ardından Liam da evden çıktı. İkisi de hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışsalar da bunda oldukça başarısız oldular.

Kısa süre sonra tüm kadro tamamlanınca yerlerimize geçtik. V peşi sıra gelen Matt ve Mark ile ortaya çıktı. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama masum V'im o kadar masum değildi.

İkiz kardeşlerle evlenmişti. Evet, Matt'in bir ikizi vardı.

V, “Öncelikle, ikinizin de sadece birer bebekleri olacağını söylemek istiyorum. Şimdi, gelip sizin için hazırladığım kutuları açın,” deyince oldukça sevimli görünen kutulara koştuk.

Kristallerle süslenmiş güzel kutuyu daha sonra da kullanmak istediğim için çok dikkatle açmaya karar verdim.

Vlada, “Bir, iki, üç!” diye bağırınca Kat ile ben kutularımızı açtık. Her iki kutudan da mavi duman çıkınca erkek çocuklarımız olacağını anladık.

Liam ile Enrique beşlik çakınca çocuksu tavırlarına göz devirdim.

V, “Hadi bir fotoğraf çekelim,” deyince herkes sevinçle kabul etti. Kamerayı bir tripodun üzerine yerleştirip bir araya toplandık. Çocukların bazıları omuzlarımızda bazıları kollarımızdaydı.

Killian, “İki, bir, meme,” diye bağırınca hepimiz güldük. Fotoğrafa bakınca herkesin son derece mutlu göründüğünü fark ettim.

Ailemiz mutluydu. Daha ne isteyebilirdim?

BİLİNMEYEN

Bu acınası şpagattan daha fazlasını yapabileceğini bildiğim için, “Haven, biraz daha alçal,” diye bağırdım. En iyisi olmayı, istediğini elde etmeyi öğrenmesi gerekiyordu.

Mesela, ben öyle yaptım.

Hope'u öldürme planım başarısız olduktan sonra çocuğunu almaya karar verdim. Ama bebeği görünce planım değişti. Onu yanıma alıp kendi çocuğum gibi yetiştirmeye karar verdim.

Haven’ı poposu yere değecek kadar aşağı ittiğimde, “Anneciğim, canım yanıyor,” diye bağırdı Şu an esnemeler üzerinde çalıştığımız için ayakları iki sandalyenin üstündeydi. Tabii ki en iyi jimnastikçi olmak zorundaydı.

Hayır, her şeyde en iyisi olmak zorundaydı.

Performansından memnun kalmadığımı gösteren bir bakış attıktan sonra gitmesine izin verdim. Benim genlerimi almış olsaydı mükemmel biri olurdu. Yine de sorun değildi.

Sadece biraz kusurluydu, o kadar. Neyse ki Enrique'nin mükemmel genlerine de sahipti.

Bir gün en iyisi olacaktı.

Son

Bölüm : 16.08.2024 18:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...