@ineffable3107
|
Eylem Sayar. Anne. Seni seviyorum, her zaman. Ne denir bilinmez, ne yazılır bilinmez. İyi ki benim annemsin, bunu çok iyi biliyorum. Ayrıca sana bir özür borçluyum, bunu da biliyorum. Herkese ve her şeye rağmen benimle ilgilenmeyi bir gün olsun bırakmadığın için. Hayatımda olduğun için şanslıyım. Nasıl bahsedeceğimi bilmiyorum gerçekten, seni ne kadar sevdiğimi ifade etmek için yeterli kelimem yok. Hatırlıyor musun, beni dedemden alıp birlikte pankek yaptığımız günleri? En çok o günlerimizi özlüyor olabilirim. Seni bu zamana kadar kırdıysam beni affet anne. Bilmediğin bir şey var ki geri dönülmez bir yola girdim. Başıma bir şey gelmedikçe bu mektubu okumayacağını biliyorum, bu nedenle rahatça yazıyorum. Nasıl gelir bilmiyorum ama, ölüyorum anne. Kendi ellerimle kendimi öldürüyorum. Keşke hep o küçük kız olarak kalabilseydim. Keşke hiç büyümeseydim. Keşke senin küçük bebeğin olarak kalabilseydim. Bu satırlardan sonrası için de özür dilerim. Ölümümü sana gösterdiğim için özür dilerim. Bunu haketmedin. Ama ben hakettim anne. Hiç o masumlukta kalamadım anne. Keşke kalabilseydim ama olmadı. İçimde fırtınalar koptu, ağlamayamadım sadece sustum. Seninle sabahları olan bendim. Ablam veya babam değildi. Bendim. Birbirimizi en iyi anlayan biziz aslında. Kendimi sana gösteremediğim için üzgünüm. Yanında rol yaptığım için ayrı üzgünüm. Şimdi ise gidiyorum. Belki çok uzaklara. Belki ölmeye. Umarım bunu hiç görmezsin anne. Umarım ölü bedenimi hiç görmezsin. Sonsuza kadar seni sevecek olan kızın, Ecmel Sera. ************ Neredeydim? Üstümde beyaz bir elbise vardı. Kalbimin altında da kan vardı. Neden canım yanmıyordu? Ayakta durabiliyordum. Beyaz bir odadaydım. Önümde kapılar vardı. Nereye çıkıyordu? Bir adım attığımda hala yaşadığımı hissetmek garipti. Çoktan ölmem gerekmiyor muydu? Konuşmaya çalıştım ama olmadı. Dudaklarım hareket etmekte zorlanıyordu. Yürümeye kendimi zorladığımda bir kapının kulpuna uzandım. Evin bahçesine çıkıyordu. Niye? Ablam havuzun kenarında oturuyordu. Ardından bahçenin kapısından bir kız girdi. Bendim. Nasıl bendim? Bunu hatırlamıyordum. Konuşulanlar yoktu ama görebiliyordum sadece. Kulaklarım duymuyordu sanki. İki kız bir şeyler konuşurken küçük kız havuza düştü. Ben neden hatırlamıyordum bunu? Ben boğuluyordum. Şimdi canım acıyordu. Nefes alamıyordum. Ablam neden kurtarmamıştı beni? Annem gelip beni kurtarmıştı ama benim canım hala yanıyordu. Göğsümde bir ağrı vardı. Bıçak sokup çıkarıyorlardı sanki. Hala nefes alamıyordum. Onların yanına ulaştığımda hiçbiri beni farketmemişti. Zaten konuşamazken bir de görünmezdim. Beni görmüyorlardı, ben onları duymuyordum. Sonrasında ne oldu bilmiyordum ama tahmin etmek zor değildi. Ben hatırlamıyordum. Çocukluğumu hatırlamamamın sebebi buydu. Ablam yüzündendi. Beni sevmeyen ablam yüzündendi. Kapıdan çıktığımda yeniden beyaz odaya girdim. Başka bir kapıya yöneldim. Bu sefer sesleri duyabiliyordum ama yine konuşamıyordum. Az önce boğulan küçük kız deniz kenarındaydı. Kumsalda taşları inceliyordu. ‘’Bunu anneme vermeliyim! Annem buna bayılır.’’ Küçük sandaletleri takılıp düştüğünde onu tutmak istedim. Ben gidemeden yanına bir erkek çocuğu yanaştı. ‘’İyi misin!’’ Küçük kız üzülmüş vaziyette ona baktı. ‘’Dizim acıdı!’’ Dudakları büzüldüğünde çocuk onu kaldırmaya çalıştı. Çocuk kimdi? Ben hala bugünü hatırlamıyordum. ‘’Ayakkabın açılmış.’’ Eğildiğinde kızın açılmış sandaletlerini tekrardan bağladı. Dizine bulaşan kumları da temizledi. ‘’Dikkat et bir dahakine.’’ Kız usulca kafasını salladı. ‘’Teşekkür ederim.’’ Annesine vermek istediği taşa baktı. ‘’Bu senin olsun olur mu? Ama kaybetme. Her yerde bulamazsın o taşı.’’ ‘’Adın ne?’’ Diye sordu çocuk. Kız gülümsedi. ‘’Ecmel. Senin adın ne?’’ ‘’Araf.’’ Bunu dedikten sonra kalbime bir şeyler oldu. Çocuğun kaşları çatıldı. ‘’Ama bunu kimseye söyleme!’’ Kız yine kafasını salladı. ‘’Seni bir daha görür müyüm, Araf?’’ Belli belirsiz kafasını iki yana salladı. ‘’Muhtemelen hayır. Burada yaşamıyorum.’’ Kız üzüldü. Ben de üzüldüm. Lanet olsun ki hatırlamak istiyordum! Araf. Kimdi Araf? Ecmel’in sevdiği adamdı. Sevgilisiydi. Kendi iç sesime daldığım sıra çocuklar kaybolmuştu. İkisi de yoktu. Ne konuşmuşlardı daha? En önemlisi benim zihinimin hiçbir köşesinde o çocuk olmamıştı. Onu hatırlamak istiyordum. Kapıya dönmeyip yürüdüğümde deniz sesi huzur vermişti. Göğsümün ağrısı şiddetlendiğinde yere çöküp oturdum. ‘’Canın mı yanıyor?’’ Az önceki çocuğun sesini duydum. Ona baktığımda kanlı elbiseme bakıyordu. Hayalimdeyken bile ona ait bir şeyle konuşabiliyordum. ‘’Pek sayılmaz.’’ Dedim güçsüz bir sesle. Bana bir yarabandı uzattı. ‘’Kanayan yerine yapıştır. Annem bana öyle yapardı.’’ Burukça gülümsedim. Hikayemiz tanıdıktı. ‘’Teşekkür ederim.’’ Etraf bir anda karardığında kalbimdeki ağrı dayanılamaz hale geldi. Sesimi çıkaramadım. ‘’Uyanman gerekiyor. Seni bekleyen birisi var.’’ Kapıyı gösterdiğinde Araf’ı gördüm. ‘’Hava çok karanlık.’’ Dedim acı dolu sesle. ‘’Işıklar yanmıyor.’’ ‘’Sen öyle sanıyorsun. Işıkları kapalı sanıyorsun ama bir adımınla o tüm ışıkları yeniden yakacak.’’ Güven dolu bir sesle bana bunu söylediğinde yanımdan ayrıldı. ‘’Bunu yapmaya gücüm yoksa?’’ Üstümde ve özellikle kalbimde bir ağrı vardı. Her şeyimi engelliyordu. ‘’Ben yardım edebilirim.’’ Gözlerim yaşlı bir şekilde gelen sese döndüm. ‘’Ecmel?’’ ‘’Ecmel değil, Sera.’’ Gülümseyerek elini bana uzattı. Küçük ellerini tuttuğumda benimle hiç konuşmadı. Ayağa kalkıp bir adım attığımda gerçekten her yer aydınlanmaya başladı. Tüm ışıklar benim için yeniden yanmıştı. ‘’Ona güven.’’ Dedi bana. Konuşmaya güç bulamadım. ‘’Gücün yok biliyorum. O sana bunu verecek.’’ Konuşamıyordum. Halim kalmamıştı artık. Göğsümde taşıdığım ağrı yeterince fazlaydı. Ve o kanın gerçekten aktığını hissettim. Kapıya geldiğimizde Araf ile karşı karşıyaydık. O ise bana değil küçük kıza döndü. ‘’Bundan sonrası sen de. Ona iyi bakmalısın, senden başkasına güvenmiyor çünkü.’’ Kafasını salladığında konuşmadı. Kız yanımızdan ayrıldı. Araf’a doğru bir adım attığımda her yer karanlık oldu. Onu göremedim. Onu hissedemedim. Bağırmak istedim ama olmadı. O varken her yer aydınlık olurdu, bilirdim. Şimdi o yoktu ve benim dünyam kararmıştı. ********** ‘’Hocam çok kanaması var.’’ Dedi hemşire. ‘’Tampon yapın. Durdurun kanamayı.’’ Çok zordu. Kaçıncı saatti? ‘’Hocam biraz ara verseniz?’’ ‘’En ufak bir riskte hastayı kaybedebiliriz. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldik. Az kaldı.’’ Diye açıkladı. Kanada’dan gelen doktordu. Ne kadar ikna ettiyse de bir türlü tedavisini kabul ettirememişti. Böyle olması onu üzmüştü bile. Ameliyat başarılı şekilde bittiğinde anlamsız bir şekilde monitörden sesler yükseldi. ‘’Hocam kaybediyoruz!’’ ‘’Daha değil! Makineyi bağlayın çabuk!’’ Tüm müdahaleler yapıldı ama o dönmeye niyetli değildi. Makine işe yaramayınca doktor kalp masajına geçti. ‘’Hocam!’’ Kafasını iki yana salladı. ‘’Daha değil dedim!’’ Bir süre geçtiğinde ses kesilmişti. Ölmüş müydü Ecmel? Gitmiş miydi? Bitmiş miydi her şey? ‘’Bunu bana yapma.’’ Dedi bir ses. Kimdi? Araf. Sadece Araftı bu sefer. Kuzey yoktu. Yıldırım yoktu. Girdap yoktu. Sadece ona Araftı. ‘’İlk defa bu kadar canım yanıyor. Lütfen uyan ve cümlelerini tamamla.’’ Tek başınaydı kapıda. Oysaki kimsenin haberi yoktu, gittiğinden. ‘’Sen bensiz uyuyamazsın. Senin aydınlığın benim.’’ 2 gündür gözünü kırpmamıştı. Nihayetinde kapı açıldı. Hemen ayağa kaldı. ‘’Nasıl durumu? İyi mi?’’ ‘’Düşündüğümüzden iyi geçti. Çok kez kalbi durdu ama yaşamayı tercih etti.’’ Burukça karşısındaki adama baktı. ‘’Şimdilik gözetim altında tutmalıyız. Hayatı tehlikesi devam ediyor, bu nedenle bir süre uyutacağız kendisini.’’ O sırada koridor dolduğunda herkes doktora aynı şeyleri sormuştu. Doktor yeniden aynı şeyleri söyledi. Eylem Hanım bir kez daha yıkıldığında oturduğu yerde kaldı. ‘’Bir kez olsun göreyim onu. Lütfen doktor.’’ Kaç kez yalvardı ama görmesi mümkün değildi. ‘’Anne, lütfen yapma. Şu an onu göremeyiz.’’ ‘’KIZIMI GÖRMEK İSTİYORUM!’’ Diye haykırdı tüm binada. Kriz geçiriyordu adeta. ‘’Yalvarırım.’’ Dedi kısık bir sesle. Dizlerinin üstüne çöktü. ’Bir kez göreyim. O beni görünce uyanır. Lütfen.’’ En son dayanamayıp bayıldığında bir kriz de oradaydı. ‘’Anne!’’ Hemşireler hemen gelip bir odaya koyduklarında sakinleştirici verdiler. Engin ne yapacağını şaşırmıştı. Bir tarafta kızı ölüm kalım savaşı veriyordu, bir tarafta karısı gözlerinin önünde eriyordu, bir tarafta da hamile kızı vardı. Hangi birine gitmeliydi? O sırada Araf’ın telefonu çaldı. Ama kendi telefonu değildi. ‘’Ne var?’’ Bundan sonra kimseye acıması olmayacaktı. ‘’Korumaların yetersiz kalmış anlaşılan, Kuzey.’’ Etrafındakilerden uzaklaştı. ‘’Seni piç kurusu!’’ Diye bağırdı. ‘’Sakin olmalısın, Lider. Yoksa biricik sevgilin ölsün istemeyiz değil mi?’’ Sinirden ne yapacağını şaşırdı. ‘’Yanlış kişiye bulaştın. Seni bulamaz mıyım sanıyorsun? Seni bulduğum an tüm sülaleni kurutmaz mıyım sanıyorsun?’’ ‘’Ah, Lider. Hep boş tehditlerin adamısın. İcraat yap.’’ Duraksadı. ‘’Benim gibi.’’ Hastaneden ayrılmak istemiyordu. Ama bu işin peşini de bırakmak istemiyordu. Telefonu kapattığında David’i aradı. ‘’Dediğim kişiyi buldunuz mu?’’ Sesinden tanımıştı kim olduğunu.’’Evet abi çocuklar depoya getiriyor şimdi.’’ Arayan kişinin oğlunu istiyordu, sebebi de onun zaafı olmasıydı. Geçen yıllarda yeni hapisten çıkmış, babasının işlerini devralmaya çalışıyordu. Babası da boş durmayıp onu Lider’in yerine koymaya çalışıyordu. Hastaneden ayrılacakken Buğra durdurdu. ‘’Nereye?’’ ‘’Gidiyoruz. Adamlara söyle buradaki güvenliği arttırsınlar. Sikerim katını gerekirse hastaneye kimseyi sokmasınlar.’’ Kafasını salladıktan sonra hem telefonuna davranıp hem de arabaya ilerlediler. ‘’Depoya mı geçiyoruz?’’ Kafasını salladı. ‘’Bu sefer bizzat kendim alacağım canını, her kimse.’’ David mesaj attığında adamı getirmişlerdi. Hızını biraz daha arttırdı. ‘’Doktorlar ne diyor?’’ ‘’Doktorun ne dediği sikimde değil. Yaşatmadıkları sürece öleceklerini bilmeliler.’’ ‘’Sakin ol biraz.’’ Olabilir miydi? Şu an için imkansızdı. ‘’Hiç mümkün değil, Buğra.’’ Nihayetinde depoya geldiklerinde bir sinirle arabadan indi. ‘’Tüm kapıları kapatın. Bu piçin oğlu konuşana kadar kimse çıkmayacak buradan.’’ ‘’Öldürme sakın!’’ Buğra kaç kere söylense de hiçbirini dinlemedi. En sakin haliyle aşağıya indi. Bağlı olan adamı görünce keyfi yerine geldi. ‘’Babasının kaçak oğlu da buradaymış.’’ Sandalyenin birini alıp karşısına oturduğunda bir sigara yaktı. ‘’Kuzey Yıldırım.’’ Dedi şok olan sesiyle. ‘’Cık.’’ Sigarasından bir nefes çekti. ‘’Şu an o değilim.’’ Sigarasının külünü üstüne attı. ‘’Kimim ben biliyor musun?’’ Dağılmış yüzüyle kafasını iki yana salladı. ‘’Girdap. Hani şu babanın bulaştığı adam.’’ İyice yüzüne eğildi. ‘’Geçen gece sevgilimi vurma gibi bir hamleyi yapan senmişsin.’’ ‘’Değilim.’’ Dedi hemen. Korkmuştu. Kuzey’den herkes yeterince korkarken şu an karşısında Girdap vardı. İkisi hakkında da söylentiler korkunçtu. Ve şimdi bu adam ikisinin aynı kişi olduğunu öğreniyordu. ‘’Üzülüyorum haline. Ben o kızı yaşatacağım ama senin baban şu an kaçmakla meşgulken seni hiçbir zaman yaşatamayacak.’’ Afalladı. ‘’Ne?’’ Sigarasını üstünde söndürdüğünde acı içinde kıvranarak inledi. ‘’Evet doğru duydun. Baban seni bu işe alet ettiğinde karşılığında şirketi mi verecek sandın sen?’’ Güldü. ‘’Sen annesini öldürmüş bir adamsın. Baban sana mı acır piç kurusu!’’ Yavaş adımlarla kızgın demire ilerledi. ‘’SENİ ÖLDÜRECEĞİM!’’ ‘’Duyamıyorum lütfen biraz daha bağır.’’ Alay ediyordu Araf. Kendinde değildi. ‘’Madem bu işlerin içindesin, bilmen gerekir.’’ Elindeki demirle ona yaklaştı. Korkuyordu karşısındaki. ‘’Bunu tanırsın.’’ Daha da yakınlaştırdığında kalbiyle hizaladı. ‘’YAPMA! YALVARIRIM YAPMA!’’ ‘’Daha hiçbir şey yapmadım.’’ Dedi sakinlikle. ‘’Bu damgayı kimlere vururuz, söylemek ister misin?’’ Adamın yüzüne eğildiğinde geri çekildi. Ses gelmedi. Yukarıda bekleyen üyelere döndü. ‘’Ben duyamadım çocuklar! Siz duydunuz mu?’’ Hepsi sadece izliyordu. ‘’Ben de öyle düşünmüştüm.’’ Onun sinirli halindense sakin halinden korkulurdu. Bugüne kadar hep ona zarar verenlerle uğraşırdı ama şimdi zarar gören o değildi. Onun canıydı. ‘’Beyefendinin ellerini açalım.’’ Dediğinde gitmeye korktular. ‘’AÇALIM DEDİM!’’ Son çare Sid ve Buğra indiklerinde adamın bağlı ellerini çevirdiler. ‘’Bu ellerinle mi dokunmuştun ona? Siktiğimin ellerine mi silah alıp ona doğrultmuştun?’’ G harfli kızgın demirin birini eline bastırdığında acı içinde inledi. Bağırışı tüm depoyu sarsıyordu. ‘’Daha yeni başlamıştık.’’ Kafasını iki yana salladığında demiri geri çekti. ‘’Su dökelim beyefendiye.’’ Sid ve Buğra birbirine baktı. ‘’Bugün noluyor size? Ne zamandan beri dediklerim sonradan yapılıyor?’’ David olaya girdiğinde kaynar suyu getirdi. Adamın bağırışları devam etti. ‘’Bence tek eli yeterli.’’ Ellerini bıraktıklarında Buğra konuştu. ‘’Bence de yeterli. Nereye götürelim?’’ ‘’Nereye götürüyormuşsunuz?’’ Tekrar adama döndü. ‘’Sadece eline yeterli dedim.’’ Kızgın demiri kalbine bastırdığında iz çıkana kadar devam ettirdi. Ne zaman nefesi bittiyse o zamana kadar çekmedi. ‘’Lan hani öldürmeyecektin?’’ Sid konuştuğunda dinlemedi. Telefonunu çıkarıp Irına’yı aradı. ‘’Hallettin mi dediğimi?’’ ‘’Evet patron.’’ Telefonu kapattı. ‘’Siz hastaneye gidin. Gitmeden de bunu babasının evine bırakın.’’ ‘’Sen nereye abi?’’ Buğra’nın sorusuyla omzunun üstünden ona baktı. ‘’İşimi tamamlamaya.’’ Depodan çıkıp arabasına yöneldiğinde Buğra ne kadar seslense de duymadı. Az önce kendisini arayan adamın yanına gitti. ‘’İyi akşamlar!’’ ‘’Daha erken bekliyordum.’’ Dedi keyifle. Karşısında dağılmış bir adam görüyordu. ‘’Kötü görünüyorsun, Kuzey.’’ Kafasını salladı. ‘’Senin kadar kötü olamam.’’ Telefonu çaldığında odağını ondan çekti. ‘’Bir saniye Kuzeyciğim. Hemen seninle ilgileneceğim.’’ Teknenin içinden ona konuştuğunda telefonunu yanıtladı. ‘’Önemli değilse kapat.’’ ‘’NE?!’’ Araf keyifle ellerini cebine koyduğunda şekilden şekle girmesini izledi. ‘’Sen!’’ Dedi Araf’ı işaret ederek. ‘’Ben.’’ Hemen telefonuna davrandı. Çalan telefon Araf’ın cebinden çıktı. ‘’Bunu mu arıyordun? Ah ne yazık ki oğlunla beraber adamlarında o evin içinde yanıyor.’’ Tekne hareket ettiğinde adam şaşkınlıkla konuştu. ‘’SENİ ÖLDÜRMEK İÇİN GERİ DÖNECEĞİM!’’ Alayla kafasını salladı. ‘’Kızlar!’’ Seslendiği kişiler aslında Araf’ın adamlarıydı. Irına kaptan kılığındaydı, Sylvia da hizmetli kılığındaydı. İkisi de denizin kıyısında kendilerini karaya attılar. ‘’Yüzme bilmiyor. Siksen atlayamaz o tekneden.’’ Keyifle onlara döndü. ‘’Sence ben buna izin verir miyim?’’ Bir sigara yaktı. ‘’Önce keyfim yerine gelmeli.’’ Adam hala bağırıyordu. ‘’SENİ DUYAMIYORUZ!’’ Diye bağırdı Sylvia gülerek. Ortalara ulaştığında yanında hiçbir tekne kalmamıştı. ‘’Şimdi.’’ İzin verdiğinde Sylvia elindeki düğmeye basarak tekneyi patlattı. Oradan sağ çıkması imkansızdı artık. ‘’Bunu da tamamladığımıza göre, gidebiliriz.’’ ‘’O iyi mi?’’ Diye sordular. İsmini söylemek istememişlerdi. ‘’İyi olacak. Şimdi görmeniz mümkün değil ama normal odaya alındığında görmenizi sağlarım.’’ Bir yandan da babası tarafından açığa çıkamazdı. Çünkü onlar Girdap’ı tanımıyorlardı. Gelen insanlar Girdap’ın adamlarıydı ve onun emrinde çalışıyorlardı. ‘’Ne zaman istersen, Lider. Tehlikeye sokamayız seni.’’ ‘’Aslına bakarsan sizi görmesi, oradakilerin görmesinden daha iyi. Çünkü uyandığında en çok tavrı bana yapacak.’’ ‘’O niye?’’ Diye sordu Sylvia. ‘’İstemediği şeyleri yaptım da ondan. Onu ameliyat ettirdiğim için bana kızacak. O sırada sizi devreye sokmalıyım ki bunu unutabilsin.’’ Irına hemen konuştu. ‘’Bu onun iyiliği için ama! Böyle düşünmemeli.’’ Kafasını iki yana salladı, gülerek. ‘’Benim kızımı hiç tanımıyorsunuz.’’ Oradan ayrıldıklarında Araf tekrar hastaneye döndü. Durumu hala aynıydı. Bir kez olsun görmek istediğinde yukarı yöneldi. ‘’Bakın Kuzey’de geldi!’’ İrem’in sesini duyar duymaz geri dönmek istedi. ‘’Dediklerimi yaptınız mı?’’ Diye sordu adamlarına. Adamları sadece ona cevap verdiğinde başlarıyla onayladılar. ‘’İyi.’’ Kimseyi takmadan ilerlediğinde ilk kez ona baktı. Pencereden. Makinelere bağlı. Aldığı nefes bile makineye bağlıydı. Kübra oğlunun yanına geldi. ‘’Oğlum.’’ ‘’Şimdi değil, anne.’’ Hiç kimseyle hali hakkında konuşmak istemiyordu. Kötü olduğunun yeterince farkındaydı. ‘’O iyi olacak, oğlum.’’ Dedi destek vermek istercesine. ‘’Olur değil mi anne? Tekrar birlikte oluruz.’’ Belli belirsiz gülümsedi. ‘’Seninle konuşmayı çok istiyordu biliyor musun?’’ Kübra’nın gözleri doldu. Oğlunu ilk defa böyle görüyordu. ‘’Sen de ol yanımızda demişti bana.’’ ‘’Yine konuşuruz canımın içi. Şimdi yapma böyle olur mu?’’ ‘’Annesi nerede?’’ Bir tek onu görememişti. ‘’O da kötü bir halde. Sakinleştirici verdiler bir daha.’’ Kafasını salladı. ‘’Adamlarınız daha ne kadar burada duracak?’’ Diye sordu Ece. ‘’İrem’i sokmama emri bile vermişsiniz, malum.’’ Tuana alayla gülerek yerinden kalktı. ‘’Ya sen ne biçim ablasın? Kardeşin lan o yatan, senin kardeşin! Hala bu paçozun girip girmeme derdindesin!’’ İrem hemen ayaklandı. ‘’Bana bak!’’ Eylem Hanım kalktığında yanlarına geldi. ‘’YETER!’’ Sesler kesildiğinde çıt bile duyulmadı. ‘’Benim kızım içerde ölecek mi yaşayacak mı belli değil, neyin tartışması bu?’’ Hırsla İrem’e döndü. ‘’Hele sen! Sen hala ne yüzle konuşuyorsun?’’ İzel hemen önüne geçti. ‘’Orada dur Eylem!’’ ‘’Ne dur Eylem! Senin kızın değil miydi o gideceği zaman parti vermek isteyen? Şimdi ne yüzle buraya geliyor?’’ ‘’Çok sevgili oğlun, Kuzey kızımı almadığı için bizden özür dileyeceğine hala bağırıyorsun!’’ Eylem önce Araf’a baktı. Bir şey demedi. O sadece Ecmel’e bakıyordu. Konuşulanları dinlemediğine emindi. ‘’İyi yapmış ne yapmışsa!’’ ‘’Anne!’’ Ece uyardığında bir de ona bağırdı. ‘’Ne anne? Bunca zaman sustuysam senin hatırına Ece ama yeter!’’ İkisine döndü. ‘’İkinizde bir daha Sera’nın etrafında olmayacaksınız!’’ İrem’e döndü. ‘’Özellikle de sen! Kızımın adını dahi ağzına almayacaksın!’’ Kübra onu durdurdu. ‘’Sakin ol, Eylem!’’ ‘’Öyle mi oldu, Eylem?’’ İzel kafasını sallayarak konuştu. ‘’İyi bakalım. Bakalım torunun doğunca bizim evimize girebilecek misin!’’ Güldü. ‘’Anne! Lütfen yapmayın!’’ Ece iki tarafın arasında kalmıştı ama bunun olmasının sebebi de oydu. ‘’Bırak bakalım İzel Hanım ne diyecekmiş? Döksün eteğindeki taşları.’’ ‘’Sen sanıyor musun ki kızın sadece kardeşini sevmiyor?’’ Eylem bunu beklemiyordu. ‘’Anasını çok mu seviyormuş senin kızın?’’ ‘’Ece.’’ Diye mırıldandı annesi. Bu kadarı fazlaydı. ‘’Anne bildiğin gibi değil.’’ ‘’Gidin buradan.’’ Dedi üçüne de. İzel ve İrem yürüdüğünde İrem gülerek ablasına seslendi. ‘’Ablacığım hadi.’’ Ece ağlayarak kalkmasına rağmen ikiletmedi. Ve gerçekten onlarla gitti. ‘’Çıldıracağım! Yemin ederim çıldıracağım bu hayatın içinde!’’ Eylem sinirle bir yere oturdu. ‘’Evlat diye yılan beslemişim meğer.’’ ‘’Deme öyle!’’ Diye uyardı Kübra. ‘’Kübra görmüyor musun şunları? Benim kızımda maşallah hiç çıkmıyor sözlerinden. Ama dursunlar ben onlara yapacağımı bilirim.’’ ‘’Eylem teyze sakin. Bak daha yeni tansiyonun fırladı.’’ Yerinde duramadı. ‘’Ben bunları suçlardım kızımı manyak ettiler diye. Asıl onları manyak eden benim kızımmış!’’ Araf konuştu. ‘’Belki de böylesi daha iyidir. Bakalım kızınız ailesi olmadan yapabilecek mi o evde?’’ Eylem kafa salladı ama Kübra engel oldu. ‘’Yangına körükle gitmesene!’’ Bunu demesinin tek amacı da Ecmeldi. Ece zamanında onu çok yalnız bırakıp ailesiz kalmasına sebep olmuştu. Şimdi de kendisi düşmüştü o kuyuya. ‘’Yok doğru söylüyor! Bu zamana kadar hep onu alttan aldım. Bir kere de o üzülsün!’’ Eliyle yoğun bakımı işaret etti. ‘’Şu çocuk bile kaç kere uğraştı kendisini sevdirmek için. Bunları yaptığını duysa onun yüzüne bakmaz be!’’ Saçlarını çekiştirdi. ‘’Kardeşi burda ölsün! O İrem’in buraya alınıp alınması derdinde!’’ Mahçupça Eylem’e baktı Tuana. ‘’Yani Eylem teyze kusura bakma ama içerde yatan benim kardeşim. Öz ablası da olsa ona bunları söylemekten çekinmem.’’ Simge onu durdurduğunda susmak istemedi. Eylem de bir şey diyemedi çünkü haklıydı. Tuana çantasından çıkardığı kağıdı ona verdi. ‘’Bunu sana vermemi istedi.’’ ‘’Bu ne?’’ Araf o yöne döndü. Yine bir mektuptu. ‘’Bilmiyorum. Normalde gittiği zaman verecektim ama aklımdan çıkmıştı. O da sormadı bir daha verip vermediğimi.’’ Gözlerini silerek kağıdı aldığında katlı sayfaları açtı. İlk cümlelerde daha ağladığında kağıdı yüzüne tuttu. Mektubu okuyup kimseye göstermediğinde camın kenarına gitti. ‘’Anneciğim lütfen uyan.’’ Saatler geçtiğinde gece yarısını bile geçmişti. Sadık Sayar zorla Eylem’i götürdüğünde en azından yemek yemesini istedi. Diğerleri de onunla gittiğinde yukarıda sadece Araf kaldı. Engin bile çıkmaya zorlanıyordu. Kimse yokken onun yanına girmek istedi Araf. Doktordan zorla izin aldığında kıyafetlerini değiştirip içeriye girdi. ‘’Küçüğüm.’’ ‘’Seni çok özledim.’’ Dedi içli bir sesle. Dokunması yasaktı ama eline uzandı. ‘’Sen bu kadar uyumazdın. Seni bir tek benimle uyumak bu kadar uyuturdu.’’ ‘’Kokun yok, Ecmel.’’ Parmaklarına dokundu. ‘’Ve ben kokunu çok özledim.’’ Ne diyeceğini bilmiyordu. Onu bu halde görmek mahvediyordu. ‘’Kolyene kan bulaşmıştı, temizlediler.’’ Uyanınca sorardı. ‘’Farketmediğimi sanıyorsun. Her sabah uyandığında elin boynuna gidiyor, kolyenle oynuyorsun.’’ Gülümsedi. ‘’Yüzüğünde hala yanımda. Hastanede evlenme teklifi etmek istemiyorum ama öyle olacak gibi görünüyor.’’ ‘’Artık uyanman gerekiyor, Ecmel.’’ Yanına çömeldiğinde elinin üstünü öptü. ‘’Çünkü bu çocuğun dayanacak gücü kalmadı.’’ Doktor daha fazlasına müsade etmediği için çıkmak zorunda kaldı. Hala kimse olmadığı için mutluydu. Bir tek o görebilmişti. Yine yanından ayrılmadığında Engin ve babası geldi. ‘’Birilerinin teknesi patlamış.’’ ‘’Öyle mi olmuş?’’ Diye sordu rahatlıkla. ‘’Doktor geldi mi?’’ Soruyu soran Engin’e kafasını hayır anlamında salladı. Gelen asansörden Sadık Sayar indiğinde üçü de o yöne baktı. ‘’Nerdeydin baba?’’ ‘’Karılarınızla ilgileniyordum!’’ Diye çıkıştı. ‘’Kız ölmüş gibi taziyeye gelenleri ağırladığınız için buradaki kavgadan bihabersiniz tabi.’’ ‘’Baba lütfen bir de sen başlama. Her şeyden haberim var yeterince.’’ Araf’ın yanındaki boş koltuğa oturdu. ‘’Deden nasıl?’’ Tanıyor muydu? ‘’İyi.’’ ‘’Berlin’den dönmedi değil mi?’’ Kafasını iki yana salladı. ‘’Dönmedi. Amcam yanında.’’ Başıyla onayladı. ‘’İyi olmasına sevindim. Söyle gelsin bir ara buraya. Özledim onu.’’ Gürkan ona döndü. ‘’Tanıyor musunuz babamı?’’ ‘’Tanımaz olur muyum?’’ Engin bile bilmiyordu bu durumu. ‘’Askerlik arkadaşım. Maalesef.’’ Araf güldü. ‘’Afedersiniz ama lütfen bana götünden vurulup askerliği kaytaranın siz olduğunu söylemeyin.’’ Sadık Bey güldü. ‘’Anlattığına göre oyum. Bana baktığı günleri söylememiş anlaşılan.’’ ‘’Bundan bizim haberimiz yok.’’ Dedi Engin. ‘’Gerçekten. Babam da bahsetmedi.’’ Kadınlar yukarı çıktığında Tuana direkt olarak camın önüne koştu. ‘’SERA!’’ Bağırışıyla herkes camın önüne koştuğunda gözleri açık şekilde bakan Ecmel’i gördüler. ‘’KIZIM UYANDI!’’ Hemen Engin’e sarıldı Eylem. ‘’KIZIMIZ UYANDI!’’ Ecmel camın kenarında duran Araf’a bakıyordu kısık gözleriyle. Bunu sadece ikisi farketmişti. Cama elini koyduğunda o da parmağını kaldırmaya yeltendi. Herkes bir anda sarılırken doktorlar koşa koşa geldiğinde durumuna baktılar. Yüzündeki maskeyi çıkardığında öksürmeye başladı bir anda. Uyanmaması gerekiyordu. ‘’Noluyor?’’ Nihayetinde doktorlar çekildiğinde üstündeki makinelerden kurtulmuştu. ‘’Normal odaya alacaklar muhtemelen.’’ Dedi hevesle Tuana. Doktorların birkaçı çıktığında yanına gittiler. ‘’Kızımız uyandı çok şükür. Arkadaşlar şimdi son teknikleri yapıp normal odaya alacaklar. Sizden ricam bir anda doluşmamanız, zaten tamamen uyanmadan almamız mümkün değil ama en azından artık görebileceksiniz.’’ Herkes derin bir nefes verdi. ‘’Çok şükür!’’ Eylem ağlayarak Kübra’ya sarıldı. ‘’Kızım yaşıyor.’’ O da ona destek verdi. En mutlusu Araftı. O girmeseydi belki de uyanmayacaktı diye düşündü. Onu hissetti. Onu duydu. Onu uyandırdı. ********* Hala dönemedim. Karanlık odada öylece bekledim. Araf yoktu. Onu hissedemiyordum. En sonunda yere oturup başımı ellerimin arasına aldım. Zihnimde birçok ses yankılanıyordu. ‘’Kokun yok, Ecmel. Ve ben kokunu özledim.’’ ‘’Kızım sizin yüzünüzden öldü. Torunum sizin yüzünüzden annesiz kaldı.’’ ‘’Bu çocuğun dayanacak gücü kalmadı.’’ Dayanamayıp ağlamaya başladım. Göğsümdeki ağrı fena bir hal almaya başladı. Canım delicesine yanıyordu. Ya gidecektim ya da burada kalacaktım. Başka yol yoktu. Artık kapılarda yoktu. Her şeyi hatırlamaya başladım. Çocukluğumu, ablamı, sahilde gördüğüm o çocuğu. Araf’ı. Gözlerimi yumdum ve bunun geçmesini bekledim. Geçti. Gözlerimi açmaya çabaladım ama olmadı. Zihnim donuktu. Tekrar denediğimde usulca aralandı göz kapaklarım. Hastanedeydim. Yaşıyordum. Ölmemiştim. Geri dönmüştüm. Peki neden kimse yoktu? Kulaklarım mı duymuyordu? Makinenin sesini duyuyordum. ‘’SERA!’’ Diye bağırmasını işittim Tuana’nın. Onu özlemiştim. Beni ilk gören o olmuştu. Herkesin bir anda camın önüne geldiğini gördüm. Büyükbaba bile buradaydı. Ona da kahvaltı sözü vermiştim değil mi? Tutamamıştım. Ama benim görmek istediğimde buradaydı. Araf. Sevgilim. En çok onu özlemiştim. Gözlerim sadece onu buldu, zaten diğerleri sarılıyorlardı birbirlerine. Ona sarılan yoktu. Ben olmalıydım. Cama elini koyduğunda tüm gücümü deneyerek parmağımı kaldırmaya çalıştım. Bana gülümsedi. Ona gülümsemek istedim, olmadı. Kapı açıldığında birkaç doktor odama girdi. Vücuduma ve yüzümü dikkatlice inceleyip ışık tuttular. Hepsini görebiliyordum. Bir şeyler söylediler ama hiç anlamadım. Doktorlar gittiğinde kalan hemşireler üstümdeki makine parçalarını alıyorlardı. Nefes almamı sağlayan makineyi çıkardıklarında anlık bir öksürme gelmişti. Boğuk havadan sonra oksijen etki yapmıştı sanırım. Beni düzgün bir şekilde yatırdıklarında sadece tavanı izledim. ‘’Sera Hanım.’’ Hemşire ile göz göze geldik. ‘’İyi misiniz?’’ Diye sordu gülen yüzle. Kafamı salladım. Artık iyiydim ama boşlukta hissediyordum. Unuttuğum sandığım çocukluğum artık zihnimdeydi ve artık ablamı hiçbir şekilde affetmem mümkün değildi. Onun bana yapmış olduğu şey sadece çocukluğumu almak değildi. O benden Araf’ı almıştı. Bizim çocukluğumuzu da alıp götürmüştü. Söz konusu o olduğunda her şeyi değiştirecektim artık. Buna karar vermiştim. 32.Bölüm Sonu Oy vermeyi unutmayınnn. Belki farkedilmiştir ama yine de beni yıkan detayı size söylemek isterim. Ecmel babasına yazdığı mektupta onu ölene kadar seveceğini yazmıştı ama annesine yazdığı mektubu sonsuza kadar olarak bitirmişti. Bu beni o kadar yaraladı ki kurguya girip Eylem’e sarılmak istedim. Ecmel'in olmadığı bir bölüm düşünemediğimden son satırlara da ondan bir şeyler katmak istedim 🤍 Okuduğunuz için teşekkürler 🫶🏻 |
0% |