@ineffable3107
|
Hala uyuyamadığım bir geceydi. O uyuyor muydu bilmiyordum, ama gitmesini hiç istemiyordum. Bu geceden sonra ondan ayrılmaya korkuyordum. Gerçek değilse? Ben yine hayallere kapıldıysam? Göğsünden kalktığımda başımı yastığa koydum. Onu izledim. Ona dokundum. Yüzünün her bir milimini ezberledim. Bir kez olsun bana sarılmayı bırakmayan adamdı o. Nasıl yalan olurdu? Gözlerini açar gibi olduğunda ona bakmaktan çekinmedim. Nihayet yönünü bana döndüğünde gülümsedi. "Niye uyanıksın?" Bir elimi yanağına koyduğumda avcumu öptü. "Seni izlemekten vakit bulamadım uyumaya." "Öyle mi?" Kafamı salladım. "Benden sakladığın şeyi hala saklıyor musun?" diye sordum. Girdap'ı öğrenmiştim. Ama diğeri, diğeri kimdi? Derin bir nefes verdiğinde yönünü tavana çevirdi. Ben ise ona bakmayı sürdürdüm. "Ne duymak istiyorsun?" Yerimde kıpırdanıp ellerimi göğsünde birleştirdim. "Benden bir şeyler saklıyor musun?" "Evet." İlk defa dürüstlüğü canımı yakıyordu. O olmasını istemiyordum. Canım yanıyordu. Canımında canı yanıyor muydu? Konuyu değiştirmek istedim. Uykuya dalmadan üstündeki sweati çıkardığında tişörtüyle uyumuştu. "Kolların üşüyecek." Örtüyü ikimizin üstüne çektim. "Dedi bacağında bir karış şortla uyuyan kızım!" Güldüğümde olabildiğinde sessiz olmaya çalıştım. "Aşkım bir karış değil." Pijama takımlarım uzun da olsa kısa da olsa altı şortluydu. Bu anlarımızın son olmaması için içimden sayısız dua ediyordum. "Onu sürekli söyle bana." Kafamı kaldırdığımda yüzünü seçmeye çalıştım. "Neyi?" Anlıyordum aslında. "Aşkım dediğini." Gülümseyerek elimi yanağına koydum. Kalkacağını anladığımda gece lambasını yaktım. "Nereye?" "Gitmem gerekiyor." Gece gece nereye gitmen gerekiyor? "Biraz daha kal, lütfen." Bana değişik baktığında bunu yapması için onu bekledim. "Bilmediğim bir şey mi var?" "Hayır, sadece kendimi iyi hissetmiyorum." diye yalan söyledim. Ellerini yüzüme koyduğunda hasta mıyım diye baktı. "Neyin var?" "Bilmiyorum." dedim geri yatarken. Hızlı düşünmeliydim. O giderse kendi içimde bir savaş verecektim çünkü. "Sanırım ameliyatlı yerim ağrıyor, karnım ağrısa anlardım ama ağrıyor orası." Dirseğini yastığının üstüne koyduğunda saati parlıyordu. Tekrar yanıma uzandığında bir diğer elini karnıma götürdü. "Doktorunla konuşayım mı?" Kafamı iki yana salladım. "Gerek yok o kadar." Elini saçlarıma koyup dudağımı öptüğünde karşılık vermedim. Kısaydı zaten. "Gitmeliyim, Ecmel." Eğer gidersen seni kaybedeceğim, anlamıyor musun? "Peki, git." dedim karnımdaki elini çektiğimde. Ona arkamı dönerek gideceği kapıya baktım. Yatakta boşluk olduğunda önüme geçip eğildi. "Üstümdekini senin için bıraktım." "Git." diye fısıldadım adeta. Beni dinlemeyip elini saçlarıma götürdüğünde gözlerimi kapattım. Birkaç kez yanağımı öptüğünde tepki vermedim. Benden uzaklaştığında kapıya baktım. Yatakta doğrulduğumda başımı ellerimin arasına aldım. Ne yapacaktım şimdi? Yataktan kalkarak masaya geri oturdum. Kargoyu tekrar elime aldığımda o sinirle kimin gönderdiğine bakmamıştım. Furkan Yıldırım, Berlin. Bir yaşıma daha girdiğimde kafam iyice allak bullak olmuştu. Dedesi neden bana bunu göndermişti? Bana sevkiyatta torununa zarar gelmemesi için yardım eden adam, neden torununu ifşalıyordu? O sevkiyat tamamıyla fiyaskoydu. Asıl amacın Araf'ı öldürmek olduğunu sonradan anlamıştım. Onu korumak için orada olduğumu sonradan öğrenmiştim. Bunu kendisi yapamadığından beni aracı etmişti. Benim sevkiyata ortak olmam yararına dokunmuştu. Bilgisayarın başına geçip tekrar tekrar siteyi okudum. İnanmak istemiyordum. Sabah olmaya yaklaştığında odadan çıktım. Aşağıya inerken babamla karşılaştım. "Kızım, noldu?" "Uyku tutmadı." Omuz silkip geçecekken omzumu tutup beni durdurdu. "Özür dilerim, bu akşam için." "Sorun değil baba." "O arabanın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum." Burukça gülümsedim. "Yerine koymak için ne gerekiyorsa yapacağım." "Merak etme baba, sizden aldığım paralarla yeni bir araba alabilirim." Omzumdaki elini çektim. "İyi günler sana." Ablamın odasına ilerlediğimde bebeğe bakmak için oraya girdim. Sanki beni hissetmiş gibi elini kolunu oynattığında gülümsedim. Kucağıma aldığımda birkaç eşyasını alıp oradan çıktım. Herkes uyuyordu neticede. "Gel bakalım." "Küçüğüm." Parmağımı çenesine koyduğumda güldü. "Yine anneyi uyutup uyandın değil mi? İki günlük bebekle konuştuğum şeyler muazzamdı. Nihayet uyuduğunda Ece kapıda bizi izliyordu. "Şey uyanıktı da ben uyutmak için aldım." Gülümsemişti. "Teyzesi açısından çok şanslı olacak sanırım." Kafamı salladım. "Akşam gelmiyorsun değil mi?" "Yok, gelmeyeceğim." Onu onayladım. Bebeği aldıktan sonra biraz uyuyabilmek için odadan çıktım. Yine uyuyamadıktan sonra kahvaltı vaktine kadar duş alıp kendime gelmeye çalıştım. Aşağıya indiğimde herkes masadaydı. "Günaydın." "Günaydın annem. Uyumadın mı sen?" "Uyudum aslında da." diye yalan söyledim. Bir şeyler yediğimde hiçbir şey midemden geçmiyordu. Masadan kalkıp babamın çalışma odasına girdim. Gece gördüğüm tüm belgeleri bir kağıda döktüğümde kayıtlı olan tüm şeyleri sildim. Bunu kim gönderdiyse sadece ben o siteye girebiliyordum. Babamın bilgisayarından olmuyordu. Bu da mı ayarlanmıştı? Cidden kafayı yiyecektim. Katlayıp çantama koyduğumda hazırlanıp evden çıktım. Uzun zaman sonra ilk defa korumalarla gezmiştim. "Beni burada bekleyin, işim uzun sürmeyecek." Mekana geldiğimde kimse yoktu. Bu saatte kimse gelmezdi zaten. "Yenge her zamankinden getirelim mi?" "Viski getir sen bana, sek olsun." Bugün neye içeceğimi bilmiyordum çünkü. Yüzüme baktığında kafamı çevirdim. Patronunu aradığına yüzde yüz emindim. Öylece oturup bardağı izledim. Kapıdan Buğra girdi. Ya da Conrad. Hangisi olduğunu bilmiyordum. "Sera. Hayırdır gündüz gündüz?" Bardağımdan içerken ona baktım. "Sadece gece mi içiliyor?" "Yok, Kuzey aradı da ben de toplantıdan dönüyordum." Kuzey demesine kahkaha attım. Ağlamamak için ne güzel bir bahaneydi. "Kuzey ha!" Alayla gülerek kafamı salladım. "Kafan mı güzel lan senin?" Yanıma oturdu. Kendine de bir bardak geldiğinde önüme döndüm. "Conrad Marvin." dedim bomboş bir şekilde. İçtiği şeyi püskürterek bana baktığında şaşkındı. "Nereden bildiğimi sorma." Masaya doğru gelen Araf'a baktım. Bardağımdan bir yudum aldığımda geri masaya bıraktım. "Benim istediğim geliyor." Yanıma oturduğunda ona bakmayı sürdürdüm. Kırgın mıydım? Belki de. "Hoşgeldin." dediğimde gülümsedi. Ardından ekledim. "Alberto." Kendi kendime güldüm. "Ya da Baldric. Her ne boksa artık!" Çantama uzanıp ikisine ait tüm belgeleri masaya koydum. "Ne güzel kandırmışsınız beni siz." "Ecmel." dediğinde kafamı iki yana salladım. "Ecmel yok." "Buğra herkesi dışarı çıkart, sen de çık." dedi yüzüme bakarak. "Conrad desene, adı o çocuğun." Sinirlendiğinde Buğra'ya sertçe baktı. Buğra dediğini yapıp kendisi de diğerlerini de çıkarttı. "Bana yalan söyledin." "Sana yalan söylemedim." dedi. "Bu ne o zaman?" diye bağırdım yüzüne karşı. Kağıdı yüzüne fırlattım. "Kimliğini bile geçtiğimiz sene çıkartmışsın sen!" "Sen kimsin?" diye fısıldadım. Kalbim ağrıyordu. "Bana neden söylemedin?" Acı içinde yüzüne baktım. "Seni yadırgamazdım. Yemin ederim yadırgamazdım." "Buna mecburum, istediğini söyle. Hiçbir açıklama yapmayacağım." "Seni tanımamak konusunda haklı çıkardın ya, sana yazıklar olsun." Bana baktığında ilk defa gözlerindeki kırgınlığı farkettim. "Bunca zaman ben kimi sevdim?" "Farklı birisi değilim." dedi soğuk bir ifadeyle. "Her şeyin yalan!" Omzuna vurdum sinirle. "Adın bile yalan! Okuduğun okullar, doğduğun yer..." "Niye karşıma çıktın sen? Niye kendini bana sevdirdin?" "Pişman mısın beni sevdiğine?" Bunu istemiyor gibiydi. "Pişmanım." dedim hiç acımadan. Ama buradan geri dönemezdim. "Ya neden ya neden?" "Türk vatandaşı bile değilsin! O girdiğim dava bile yalanmış, Leman'ı ayarlayan, hakimi ayarlayan senmişsin." Hala bir açıklaması yoktu. "Lütfen bir şey söyle." Alnımı omzuna yasladığımda ağladığımı yeni anlıyordum. "Kendini akla yalvarırım, yalan de bir şey söyle ama susma." Benden uzaklaştı. "Gördüğün ne varsa doğru. O benim." Ayağa kalkıp gittiğinde peşinden gittim. "Dursana!" Kolundan tutacakken benden geri çekildi. "Her şeyi öğrenmek istiyordun, al işte sana her şey!" Kafamı iki yana salladım. "Buraya kadar mı yani?" Değildi. Benden uzaklaşıp gittiğinde bir kez daha peşinden gitmeye ayaklarım varmadı. Ağlayarak oradan çıktığımda hiç kimseye bakmadan arabaya bindim. Şoför hemen uzaklaştığında sessizce ağladım. "Bundan ailemin haberi olmasın, özellikle büyükbabanın." Kafasını salladığında yola geri döndü. Eve geldiğimizde gözlerimi silip içeriye geçtim. Kübra teyze buradaydı. "Hoşgeldiniz." "Hoşbuldum." dedi. Odağı sadece bendeydi. "Seninle biraz konuşabilir miyiz?" Kafamı salladım. "Tabii." Eşyalarımı koltuğa bıraktığımda oturma odasına geçtik. "Nasılsın güzel kızım?" Gülmeye çalıştığımda ağlamaya başladım. "Hangisini duymak istersiniz?" Omzumdan tutup göğsüne yasladı. "Ah benim canım." Kafamı kaldırdığımda yüzünü seçmeye çalıştım. "Siz ne diyecektiniz?" "Bu sabah bir telefon aldım. Babam tarafından." Kafamı salladım. Bilmemelerine imkan yoktu. "Ne gördüğünü biliyorum ama bunu yapan o değil." "Farkettim." dedim içli bir sesle. "Siteye sadece ben girebiliyorum," "Araf." dedi. "Onun adı sadece Araftı." "Sonra, annem öldüğünde onunla yaşamak istedi. Uygar, onu tanıdığını da biliyorum." Kafamı salladım. "Üçü Berlin'e gittiler." "Her ne olduysa orda oldu zaten." "Ona bir kimlik yaratmışlar. Bu işlerin başına geçmesi için." "Gelmedi hiç, birkaç kere geldiğinde bir yerlere gidip geri dönüyordu." Güldüm. Bana geliyormuş. "Sonradan öğrendim, Sadık Sayar ve Furkan Yıldırım askerdeyken konuşmuşlar. Deden vurulduğunda torunlarının evlenmesini istemiş. Yani senin onunla evlenmeni istiyormuş." Anlamazca baktım. Büyükbabam? Bunu nasıl istemişti? "Buraya döndüğünde kendine bir isim koymuş. Kuzey. Hiçbirimize Araf dedirtmiyordu." Ben hariç. Çünkü onu Araf olarak tanıyordum. "Anladım." dedim fısıldayarak. "Çok kez konuştum, bırak bu işleri dedim. Bir tek Doğu dinledi beni. Gürkan bile hala bu işlerin içinde." Ona da üzülüyordum. Kocası ve oğlu için. "Oğlunuz burada hiç okumadı değil mi?" Kafasını iki yana salladı. "Bir süre ben de yoktum zaten. O zaman annemlerle yaşıyorduk, birlikte büyüttük sayılır." Parmağımdaki yüzüğe baktım. "Buradan nasıl dönülür, bilmiyorum." Çenem titredi. "Ama oğlunuzu çok seviyorum." Saçlarımı sevdi. "O da seni seviyor kızım." "Nasıl inanacağım peki?" Yutkunduğunda bakışlarını benden kaçırdı. "Şimdi oğlunuzun yanından geliyorum, bana hiçbir açıklama yapmadı bile!" Adını söyleyemiyordum çünkü kim olduğunu bilmiyordum. "O bugüne kadar yaşadıysa senin varlığın sayesinde, seninle ilgili konuları sadece iki kişi biliyor." Sadık Sayar ve Furkan Yıldırım "Teşekkür ederim, anlattıklarınız için." Yanından kalktığımda odama çıktım. Çekmecenin üstündeki telefona uzanıp onu aradım. Çalmadan kapanmıştı direkt. Kafamı yastığa koyup düşünmeye başladım. ******** Araf’a saatler boyu ulaşamadığımdan son çare evine gitmek zorunda kalmıştım. Çocuklar akşamdan beri evde olduğunu, hiçbir şekilde de çıkmadığını söylediler. O bu kadar süre evde kalmazdı ki. Arabadan iner inmez köpeği bacaklarıma dolandığında eğilerek kafasını sevdim. Benden uzaklaştığında evin kapısına ilerlemişti. Bu ‘eve gir’ demek mi oluyordu? Anahtarımla kapıyı açtığımda evde sessizlik hakimdi. Kapıyı kapatarak aşağıdaki odalara baktığımda hiçbir izine rastlayamadım. Yukarı çıktığımda direkt olarak odasına girdim. Banyodan ses gelmesi beni rahatlatırken etrafta hiçbir eşyasını göremedim. Onu o kadar ezberlemiştim ki her hareketini biliyordum. Duş alacağı zaman kıyafetlerini yatağa bırakır, saatini ve silahını da çekmecesine koyardı. Kıyafetleri görmemem bana yettiğinde banyoya ilerledim. Önce kapıyı tıklattığımda ses gelmedi. “Araf.” Yine ses gelmediğinde titreyen ellerim kapı kulpuna gitti. Kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayı hayatım boyunca unutmam mümkün değildi. Araf kıyafetleriyle duşun içine oturmuş, su öylece vücuduna akıyordu. “Araf.” Ona ilerleyecekken elini kaldırdı. “Sakın.” Derince yutkunduğumda yaşaran gözlerime engel olamadım. “Uzaklaş benden.” “Bunu benden nasıl istersin?” dedim adeta yalvaran sesimle. “Kendimde değilim. Sana zarar veririm.” Umurumda değildi. Adımlarım yanına ulaştığında suyu kapattım. Boş bakıyordu sadece. Su o kadar soğuktu ki canım yanıyordu. Eğildiğimde yüzüne dokundum. “Noldu sana?” “Git.” dedi sadece. “Gitmem.” dedim. “Nasıl giderim? Ben senden nasıl gidilir bilmiyorum.” Güldüğünde gözlerini bana çevirdi. Gözleri akan sudan daha soğuk bakıyordu. Elimi sertçe yüzünden çekti. “O gün uçağa nasıl bineceksen, şimdi git. Öylece git, gerekirse arkana bile bakma.” Geçmişi böyle mi yüzüme vuracaktı? “Araf.” diye fısıldadım gözyaşları içinde. Onu bu halde görmek beni paramparça ediyordu. “Benim Araf’ım.” Yüzünü ellerimin arasına aldığımda ıslanmış saçlarını düzelttim. Bana öyle bir bakıyordu ki ölsem canım bu kadar yanmazdı. “Ben seni çok seviyorum. Yemin ederim seni çok seviyorum.” “Dedem, hep benim sevilmeyecek bir adam olduğumu söylerdi.” Bunu beklemediğimde dizlerimin üstüne çöktüm. “Seni o gün o tuvalette buna mecbur bıraktım, özür dilerim. Sana kendimi sevdirdiğim için senden özür dilerim.” Kafamı iki yana salladığımda bir hıçkırık koptu. “Sevilirim sanmıştım. Belki biri beni bu hayata rağmen sever sanmıştım.” Alaycı bir şekilde gülerek kafasını iki yana salladı. “Kötü bir adamdan fazlası değilim, olamadım hiçbir zaman.” “Araf, özür dilerim.” dedim ama neden özür dilediğimi bile bilmiyordum. “Sen sana güvendiğimi mi sanıyorsun?” Resmen bunu söylediğinde sadece yüzüne bakabildim. “Sen benden gittiğin günden beri ben sana güvenemiyorum, Ecmel.” O kadar fazla ağlamak istiyordum ki şuan. “Ama ben öylesine gitmedim, bunu biliyorsun.” Kafamı salladım. “Ben senin için gittim, iyileşmek için.” “Ölseydin de gitmek gibi bir tercihin olmasaydı.” İfadesizce yanımdan kalkıp gittiğinde tüm kalbimi kırarak götürdü. Bana güvenmediğini söyledi. Sana güvenmiyor, Ecmel. Hızla gözlerimi silerek peşinden gittim. “Niye herkesin tercihi benim ölmem?” “Ben herkes değilim,” dedi ifadesizce. Çekmecenin üstüne bakıyordu. Ona yakınlaştığımda gördüğüm şeyi anlamamam imkansızdı. “Napıcaktın sen?” Silah, bir kurşun ve benim fotoğrafım vardı. Daha doğrusu, bizim fotoğrafımızdı. “Kendini mi vuracaktın?” diye bağırdım omzuna vurarak. Tepkisiz kalmaya devam ettim. “Konuşsana!” “Kendini mi öldürecektin?” Bağırdığım her saniye boğazım parçalanıyordu. “Ben ne olacaktım hiç düşündün mü?” diye bağırdım bu sefer de. “Sen beni düşündün mü?” Bağırması beni korkutmaya yetecek derecedeydi. “Her şeyi sikip attın!” “Ben hiçbir şey yapmadım!” Omzuna vurmaya devam ettim. “Senden nefret ediyorum!” “Benden nefret ediyorsun.” dedi kafasını sallayarak. Bu imkansızdı. “BUNU BANA NASIL YAPACAKTIN SÖYLESENE!” Avazım çıktığı kadar bağırdığımda canım yandı. Yeterince hırpalandığında onun canını yakacak şekilde attığım tokat kafasını savurmuştu. Hiddetle ağlamaya devam ettiğimde önüne çöktüm. Bedeni ıslak olmasına rağmen hiç üşümeden ona sarıldığımda kafamı dizine yasladım. “Lütfen beni bırakma.” “Ben seni bırakmam, ama yalvarırım sen beni bırak.” Bunu söylediğinde kafamı kaldırdım. “Hayatımda belki de ilk kez birine yalvarıyorum, benden uzak dur, Ecmel.” Bunu benden nasıl isterdi? Ellerini iki yanağıma koydu. “Beni hiçbir zaman sevme.” Parmağımda bile onun yüzüğü varken bunu söyleyemezdi. Çok tepkisizdi. Tepki vermesini istiyordum. “Seni sevmeyeyim öyle mi?” Kafamı salladım. “İyi.” Ondan uzaklaştığımda bana korkarak bakıyordu. Bu cümleleri o söylememiş gibi, deliler gibi gitmemden korkuyordu. “Senden uzak durayım.” Artık ağlamıyordum. Gözümü karartan o olmuştu. “Tabi, yaparım bunları.” Çekmecenin üstünde duran silahı ve kurşunu aldığımda ondan uzaklaştım. “Saçmalama!” “Yok.” dedim titreyen sesimle. “Hiç saçmalamıyorum.” Bana bir adım attığında gidebildiğim kadar ondan gittim. Ondan nasıl gidiliyordu? Silahı tam kalbime yasladığımda ellerim ilk defa bu kadar titriyordu. “Yapma!” “Gideceğime ölüyorum işte!” dedim bağırarak. Onu yeterince sinirlendirdiğimde hiç korkmadan üstüme yürüdü. “Sıksana kendine.” Geri gittiğimde doğrudan üstüme geliyordu. “Gözlerimin içine bakıp yapabilir misin bunu?” Yapamazdım. Duvara yaslandığımda silahın yüzünü çevirip kendine doğrulttu. “Peki bunu yapabilir misin?” Ağlamam hiç kesilmediğinde silaha baktım. O anı yeni idrak ediyordum. Napıyordum ben? “Aptalsın!” dedi silahı elimden alırken. Kapatıp çekmeceye koyduğunda dizlerim daha fazla ayakta kalamadı. “Aptalın tekisin.” Yanıma geldiğinde benim gibi duvara sindi. “Benden uzak durmalısın.” Alayla güldüm. İkimizde aptalın tekiydik. Oturduğum yerde yükseldiğimde dizlerine oturdum. “Sen bunu benden isteyemezsin.” Yüzümü incelediğinde ellerimi yanağına götürdüm. “Seni öldürürüm.” Güldüğünde olanları yeni idrak ediyordu. Silahı kendime doğrultana kadar kafası yerinde değildi, biliyordum. “Asıl benden uzak durursan, seni öldürürüm. Anlıyor musun beni, Kuzey Araf Yıldırım.” Kafasını duvara yasladı. “Bana ne yapıyorsun?” “Seni sevmekten başka hiçbir şey yapmıyorum.” dedim acıyla. Kafasını kendime çevirdim. “Ben gerekirse herkesin içinde seni sevdiğimi söylerim. Bunu gidip dedene bile söylerim.” Bunu yapardım. O çok iyi biliyordu. Uzanıp dudaklarını öptüm. Alnını alnıma yasladığımda konuşmaya devam ettim. “Seni dinlemeyeceğim tek konu bu.” “Seninle alakalı her şeyi yaparım ben bu dünyada,” Gözümden akan yaşı sildi. “konu senden uzak durmaksa, bunu asla yapmam.” Omuzlarına dokundum. “Çok ıslanmışsın, soğuk su hasta eder seni.” “Hasta olmam ben.” Güldüm. “Benim için ol, seninle ilgilenmek istiyorum.” Yüzünün her milimini sevdim. “Senin için değil de,” derin bir iç çekti “sana hasta olduğum doğru.” “Biliyorum.” dedim gülümsememe engel olmadım. “Sana kıyafet getireyim.” Sadece kafasını salladığında hızlıca giyinme odasına gidip döndüm. Bıraktığım yerdeydi. Ona ne yaptılar bilmiyorum, ama bunun hesabını herkesten sormak istiyordum. Bu babam da olsa onun için herkesin karşısına geçmeye hazırdım. Yanına oturduğumda yanağına bir öpücük bıraktım. Titreyen ellerim gömleğinin düğmelerine gittiğinde tek tek çözdüm. Gömleğini sıyırdığımda tuvaletin oraya fırlattım. Vücudu çok güzeldi. “Vücudun çok güzel.” Onu güldürdüğümde ben de güldüm, amacım modunu yerine getirmekti. “Şu bana gülmene kaç sigara yakarım, bilmiyorum.” Kalbim gittiğinde yanağına dokundum. Getirdiğim tişörtü ona giydirmek istediğimde bunu istemedi. “Ben giyinirim, sen kendi üstünü değiştir.” Bunu üstelemediğimde yanından ayrıldım. Kendi kıyafetlerimden uzaklaşıp onun tarafına ilerledim. Sayesinde ben de ıslanmıştım. Üstümdeki şeylerden kurtulduğumda ona ait bir sweati üstüme geçirdim. Ona tam olan bana yeterince büyük oluyordu zaten. Odaya döndüğümde yatağa oturmuş bizim fotoğrafımıza bakıyordu. Ne zaman olduğunu da hatırlamıyordum. Yanına oturduğumda elindeki fotoğrafı aldım. “Ben yanındayken buna bakma.” “Yanımdasın ama seni özlüyorum.” İçim gittiğinde ona yaklaştım. “Ve buna rağmen benden uzak dur mu diyorsun?” Belimden tutup kucağına çektiğinde kollarımı ona doladım. “Benim senden uzak durmam kainatta mümkün değil.” Dudaklarıma yaklaştığında beni öpmedi ama orada nefes aldı. “Ama sen benden uzak durduğunda dünyayı yakar, yine seni korumak için ben de yanarım.” Öpmeden önce son kez konuştum. “Ben sana ölürüm, Araf. Sen bunları bana söylediğinde senden uzak kalmam mümkün değil. Kainatı geç, hangi evrende olursak olalım; ne senden uzak kalırım ne de seni benden uzak tutarım. Bunu yapamazsın deme, konu sen olduğunda yapabileceklerimin sınırı yok. Bunu bilip öyle davran bundan sonra.” Onu ne kadar sevdiğimi o bilmiyordu. ********** "Annem mi geldi?" Saçlarımı severken kafamı salladım. Ona doğru dönüp yüzüne baktım. "Sen benim için Araf olarak kalacaksın. Kuzey, Alberto, Girdap." Kafamı iki yana salladım. "Bunlar benim sevdiğim adam değil." "Söylemek isterdim, bu kadar yalanın içine batmak istemezdim ama oldu işte." İç çektiğinde elimi yanağına götürdüm. "Daha yalan yok." Beni onayladı. "Yok." "Sen ve ben varız." Gülümsediğimde buna güldü. "Biz varız, evet." "Benim canım." dedim dudaklarını öpmeden. İkimizinde maruz kaldığı hayatlar vardı. İkimizde suçlu olamazdık. Islak saçlarıyla oynadığımda üstüne uzandım. "Yapma ama böyle şeyler." Güldüğümde beni bir daha öptü. "Bana beni anlat, gördüğün her anı." "Karşılaştıklarımız dışında mı?" Kaşlarım çatıldı. "Karşılaşmadıklarımız var mı?" Onunla bu kısa hayatta çok kez karşılaşmak isterdim aslında. "Var." Merakla dinlediğimde yüzünü inceliyordum. "Sinemadayken korkudan elini tuttuğun çocuğu hatırlıyor musun?" Gözlerim açıldı. "Hayır o sen olma lütfen!" Güldüğünde kafamı boynuna gömdüm. Çok utanç vericiydi! Tuana ile sinemaya gitmeye sözleştiğimiz bir gün beni ekmişti. Biletleri önceden aldığımız için mecbur gitmek zorundaydım. Başka birini istemediğimden tek başıma bir korku filmine girmiştim. Yanımda kimse oturmuyordu. Biri dışında. Ne zaman korktuysam o insana sığınır elini sıkardım. "Ya ben çok özür dilerim!" "Önemli değil." Ara girdiğinde yüzüne bakmadan hem salondan hem filmden çıkmıştım. Daha fazla dayanamazdım o filme. "Kokun hiç değişmemiş, o zamanla aynı." Gülümsedim. "Hatırlamıyorum!" diye sızlandım. "Başka?" diye sorduğumda yine yüzüne döndüm. "Başka." Mırıldandığında hatırlamaya çalıştı. "Neyse." dedim saçlarımı yana atarak. "Şimdi birlikteyiz, biz ona bakalım." "İlk çıktığın sahneyi hatırlıyorsundur." "Evet. Saray gibi bir yerdeydi, çok güzeldi. Gösteri dışında ilk defa bir sahne almıştım." Kafasını salladı. "Seni balerin olarak gördüğüm ilk yer orasıydı." "Niye benimle tanışmadın?" "Zamanımız vardı." Ellerini belime koydu. "Artık zamanımız yok." Beni bir hamleyle altına aldığında yutkundum. "Napıyorsun?" "Üstündekini beğendim." dedi sadece. Üstümde onun kıyafeti vardı hala. "Beğendiysen sana vereyim." "İstediğim şekilde olursa neden olmasın." Beni öpmeye başladığında gülmeme engel olamadım. Yarın gösteriye kim çıkacaktı? 41.Bölüm Sonu. Oy vermeyi unutmayınn. Herkese yeniden merhabaa. Bölüm bittiği için yine erkenden attım. Çok ufak bir şey söyleyeceğim sadece. Dünden beri Ecmel'in bu tavrı hakkında pek çok geri dönüş aldım. Ama bölüm aralarında da okuduğunuz gibi zaten o kendi kafasında bir savaş veriyordu içten içe. Yani kendimizi onun yerine koyacak olursak geldiği durumda sevdiği adamı hemen bırakması çok zor, özellikle gerçekliğinden emin olmadığı bir konu hakkında. Açıklamamız bu kadardı iyi okumalarr, yeni bölümde görüşürüz! |
0% |