@ineffable3107
|
1 haftadır yaptığım tek şey evden haber yazmaktı. Bahçeye bile 1-2 defa anca çıkmıştım. Eylül geldiği için mutlu olabilirdim. Sonbahara bayılırdım her zaman. Yine yeni haberler yayınlamıştım. Akşam olmamasına rağmen Doruk'a mesaj attım. Maral: Gelirken çilek alır mısın? Çok geçmeden mavi tik olmuştu. Toplantıda bile olsa bakardı mesajıma. Doruk: Alırım. Kısa ve netti. Korumaların getirdiği kargolar ve siparişler dışında gelen giden yoktu. Eski evimizdeki olaydan dolayı evin etrafı daha korunaklıydı. Azra ile de tam anlamıyla barışmamıştık. Sadece iş olduğu zaman konuşup bitiriyorduk. Bir süre ertelediğim zamanın geldiğini hissettiğim için anneannemi aradım. "Kimdiniz?" diye İngilizce konuşarak sorduğunda gözlerim doldu. "Nana." Rahat bir nefes veriş duydum. "Maya? Sen misin?" diye sordu karşıdan gelen ses. Bu sefer Türkçe gelmişti. "Benim." "Unuttun galiba beni? Bu kadar zaman aramadığına göre." diye yakındığımda nefes aldım. "Özür dilerim." dedim fısıltıyla. Sesini bile özlemiştim. İlk geldiğim zaman telefonla konuşsak da son yıllarda konuşamaz olmuştuk. "Nasılsın? Evlenmişsin duyduğuma göre." diye tavırla söylediğinde güldüm. "Evlendim. Dedem anlatmadı mı?" diye sordum. "Anlattı. Ben senden beklerdim. Özlüyorum seni, Maya." dediğinde ağlamaya yaklaşmıştım. "Ben de özlüyorum, Nana. Çok hem de." dedim gözlerimi silmeye çalışarak. "Onu seviyor musun? Deden bir şey anlattı ama inanmadım. Senden duymak istiyorum." dediğinde yutkundum. Anneler hisseder dedikleri doğruymuş. "Seviyorum." Nefes aldım. "Tanısan sen de seversin. Bir gün getiririm onu sana." diye konuştum. Aramızda böyle muhabbet hiç geçmemişti. "Dedem nasıl? İyi mi?" diye konuyu değiştirmekle uğraştım. "İyi. O da seni soruyor sürekli. Yakın zamanda gelebilir misin?" "Gelmeye çalışırım." diye söyledim. Belki de gidemezdim. Biraz daha konuştuktan sonra kapatmıştık. Daha sık arayacağımı söyledim. Tabi ne kadar inanırsa. Tekrar çalışmaya devam ettiğimde zamanın ne kadar geçtiğini farketmemiştim. Kapı çaldığında eşyalarımı sehpaya bırakıp kapıya gittim. Doruk'tan başkası değildi. "Hoş geldin." diyip elindeki çilek kutusunu alıp cevabını beklemeden mutfağa girdim. Kapıya yaslanıp beni izlediğinde çilek yıkamakla meşguldüm. "Gelmedin bugün şirkete." "Bayadır gelmiyorum zaten. Yolumu mu gözledin?" diye sordum gülerek. "Hep gözlüyorum." dediğinde ona baktım. Yıkadığım çileklerin birini uzattım. "Ye." Parmaklarımın arasındaki çileği aldığında gülümsedim. "İyi misin sen?" diye sorduğunda kafamı salladım. "Neden iyi olmayayım hayatım?" diyip içeri yürüdüm. Tabağı kucağıma alıp eski yerime geçtiğimde bu kez televizyonu açtım. Yanıma gelip oturdu. "Yarın akşam toplantım var. Geç gelirim." dediğinde ona döndüm. "Her gün var toplantın. Neden gün içinde değil?" diye sordum. "Yemekli olacak bu sefer." diye yanıtladı. "Ceket al yanına sabah. Havalar soğuyor." diye tembihledim. Hala gömlekle dolaşıyordu. "Ne oldu bugün sana? Neyin var?" diye sorduğunda derin bir nefes aldım. "Anneannemle konuştum." diye açıkladım. "Dedem ne kadar anlattı bilmiyorum ama inanmıyor bazı şeylere." dediğimde anlamaz gözlerle "Neye?" diye sordu. "Seni sevdiğime." dedim yalan söylemeyerek. "Ama seni seviyorum. Gerçekten seviyorum." diye eklemeyi unutmadım. Yanlış anlamasını istemiyordum. "Biliyorum." dedi sadece. Tabağı sehpaya bırakıp ona sarıldım. Sanırım ihtiyacım vardı ona. "Çok geç kalma yarın tamam mı?" Elini belime koyup kafamı kaldırdığında aynı hizaya gelmiştik. "İstiyorsan saatini değiştirebilirim. Ya da gitmem." dediğinde hızla kafamı salladım. "Hayır. Sen işine bak. Sadece geç kalma." dediğimde beni dinliyordu sadece. "Kalmam." Sehpadaki eşyalarımı gördükten sonra tekrar bana döndü. "Tüm gün bilgisayar başındaydın dimi sen?" Kafamı salladım. "Gözlerin kızarmış." dediğinde bunun farkında bile değildim. "Şirkete de gelmiyorsun zaten. Bakamıyorum hiç sana." Bu beni güldürmüştü. "Özleniyorum herhalde tüm gün?" diye sorduğumda bakışları bir an dudaklarıma kaysa da geri çekti hemen. "Özlüyorum." dedi. Uzanıp dudağına öpecekken o benden önce davranmıştı. Dizine oturttuğunda kollarımı boynuna doladım. Geri çekildiğimizde nefesimi düzene sokmaya çalıştım. "Anneannem seni merak ettiğini söyledi." dediğimde güldü. "Ben de tanısan seversin dedim." "Gideriz bir gün." dediğinde heyecanla ona baktım. "Gerçekten mi?" diye sorduğumda kafasını salladı. Hızla ona sarıldığımda eli sırtımdaydı. Aklıma gelen şeyle kaşlarımı çatıp ona baktım. "Hala bana yüzük almadın." diye söylendim. Çok rahat bir şekilde "Alırız." dedi. "İlk zaman parmağımda görmeyince kuduruyordun ama." dediğimde yüzünü buruşturdu. "Kudurmak?" Dudağımı dişledim. "Lafın gelişi yani kudurmak. Kuduruk olmak." diye açıklarken gülmeme engel olamayıp kahkaha attım. Saçma gözlerle bakıyordu. "Şaka aşkım." "Çok güldüm." diye dalga geçtiğinde normal halime dönmüştüm. Gömleğine bakarken "Hala spor yapıyor musun?" diye sordum. Kaslarıyla başım dertteydi. "Ara vererek spor yapılır mı sence?" "Fotoğraf atmıyorsun." diye söylendim. Görmeye hakkım vardı belki. "Atmamı istiyorsun?" diye sorduğunda yutkunsam da kafamı salladım. "Gerçeğini görüyorsun her gece." diyip göz kırptığında gülsem de sinirlenmiştim. "Ne sorguladın belli değil he. Atma naparsan yap!" diye yükseldiğimde kahkaha atmıştı. Daha çok kendine çektiğinde alnını alnıma yasladı. "Sen iste ben her şeyi yaparım." dediğinde bir şey demedim. "Evde yapsana sporunu." diye istekte bulunduğumda bana baktı. "Ciddi misin sen?" Başımla onayladım sadece. "Hallederim." dediğinde güldüm. "Elinde oynatıyorsun beni var ya." diye söylendi. "Memnun değilsin herhalde?" diye sorguladım. "Memnun olmadığımı söylemedim." dedi net bir sesle. Göğsüne yatıp ona sokulmuştum. Kollarıyla beni sardığında bebek gibiydim kucağında. "Bebeğim." Biraz öyle kaldıktan sonra yemek yemiştik. Tekrardan salona geldiğimizde film izlemeye karar vermişken son anda oyun oynarken bulmuştuk kendimizi. "Ama ben geride kalıyorum sürekli!" diye söylendim. Karakterim çok yavaş hareket ediyordu. "Burada bile hızlısın. Yetişemiyorum." "Her zaman." dediğinde hiç rahatını bozmadan devam ediyordu. Başka oyuna geçtiğimizde araba yarışı oynuyorduk artık. Çocuk gibiydik aynı. Ya da o benim yanımda öyle davranıyordu. 3 tur oynamıştık ve hepsini o kazanmıştı. "Ne var bir el ben kazansaydım." diyip bacağına vurduğumda hissetmesi imkansız olduğu halde "Acıdı yalnız." demişti. Hiç inandırıcı değildi. Son kez oynadığımızda ben kazanmıştım. "Kazandım." diyip yerimde zıpladığımda gülümseyerek beni izliyordu. Bilerek yapmıştı çünkü. "Sen kaybettin ben kazandım." diyip ona doğru konuştum. "Oh canıma değsin." derken utanmasam zil takıp oynardım. "Gel buraya." diyip yanına çektiğinde ani hareketiyle yutkunup ona baktım. "Bilerek yaptın." "Bilerek yapmadım. Sen kazandın." dediğinde güldüm. "Evet ben kazandım." diye sevinçle konuştum. "Söylettirmek için mi yaptın?" diye sorduğunda kafamı salladım. "Bu Doruk ne yapsın şimdi sana?" dediğinde ona bakıyordum sadece. "Sevebilir." diye öneride bulundum. Gülümsedi. Gülüşünü seviyordum. "Onu zaten yapıyorum." "Çok güzel gülümsedin." dedim. "Başkasına böyle gülümseme olur mu?" Devam ettiğimde kaşları çatıldı. "Senden başkasına bakar mıyım sence?" dediğinde güldüm. Bakmazdı. "Dışarıdan eve gelince bir değişiyorsun sanki sen." diye konuştum. Şirkette bile böyle değildi. "Çünkü burada sadece sen varsın." dediğinde nasıl nefes alacağımı bilemedim. "Senin olduğun her yerde gülerim." ***** Öğleden sonra Lara ile buluşmuştuk. Eve giderken yol ayrımından dönüp AVM'ye girmiştim. Birkaç mağaza gezdikten sonra eve dönmüştüm artık. Rahat bir şeyler giydikten sonra aşağıya inip yeni haberler yazdım. Yazdıklarımı tüm sitelere de attıktan sonra işim bitmişti. Doruk geç geleceği için televizyondan bir şeyler izlemeye karar vermiştim. Çok olmadan kapı çaldığında televizyonu durdurup kapıya gittim. Beni görünce gülümseyen kocamı gördüğümde ben de gülümsedim. "Hoş geldin." Ceketini kenara bırakıp yanıma ulaştığında dudağıma uzun bir öpücük bırakmıştı. "Galiba seni her gün daha fazla özlüyorum." dediğinde gülmeden edemedim. Bir süredir şirkete gitmiyor olmamı kastediyordu. Çünkü ben geldiğim zaman toplantıdaysa erken çıkıp odasına gelirdi. Söylemese de anlıyordum. "Ben de seni." dedim. Odaya çıktığı sırada ceketini almadığı için ben almıştım. Giyinme odasına götüreceğim sıra ceketin kokusu değişik gelmişti. Çiçekli bir koku olduğuna emindim. Kendi kokum olmadığına da emindim çünkü ben vanilyalı kokular kullanıyordum. Çiçekli değildi. Duşa girdiği için odaya bıraktığı gömleği kokladığımda aynı koku yoktu. Sadece ceketteydi ama kuşkulanmıştım bir kere. Ceketi aşağıya bırakıp salona geçtim. Hemen söylenip kavga çıkarmak istemiyordum bu nedenle soramazdım. Yarın şirkete gidip öğrenebilirdim ama sormak da istiyordum. "Ceketi çöpe atmalıyım." diye mırıldandım. Markası umurumda değildi kadın kokuyordu. "Ya da yaksam mı?" diye devam ettim kendi kendime. Üstünde siyah tişört ve eşofmanla gelen Doruk kapıda belirmişti. "Ne konuşuyorsun sen kendi kendine?" diyerek yanıma geldiğinde aklımdakileri kenara attım. "Hiç." Belimi tuttuğunda ellerini çektim. "Hasta gibiyim şu an. Sana da geçmesin." diye Oscar ödüllük yalanımı devreye soktum. Pinokyo gibi burnum uzayacaktı. "Bir haftadır evdesin. Nasıl hasta oldun?" diye sorgulayıcı bakışları üzerimde gezdiğinde ona döndüm. "Ne alaka evde olanlar hasta olamıyor mu? Hastayım işte." diye kestirip attım. Trip atmak istiyordum. Atacaktım. "Canım ben öyle mi dedim?" dediğinde burun kıvırdım. "Öyledir." diye mırıldandım. Sinirlenmeye başladığını hissedebiliyordum. "İyi misin sen? Ne bu tavır?" diye sorduğunda kafamı salladım. "İyiyim gayet. Sen nasılsın?" diye dalga geçtim. "Sabır." diyip yanımdan kalktığında odadan çıkmadan konuştum. "Git tabi. Bir onu biliyorsun zaten." Bana döndü. "Ne saçmalıyorsun sen yine?" dediğinde omuz silktim. Cevap vermeyecektim. "Kime diyorsam ben de." diyip yukarı çıktığında etrafı toplayıp ben de odaya girdim. Telefonunda bir şeyler yazdığını gördüğümde yanına ulaştım. "Oo. Yenge kim?" "Ne yengesi? " diye sorduğunda bana bakıyordu. "Telefonda konuştuğun karıyı diyorum. Yengemiz malum." dediğimde sinirle kafasını salladı. Telefonu bana uzattığında Fatih olduğunu gördüm. Zaten ondan başkası yazmıyordu hiç. "Sinirleniyorum artık." "Aman sinirlenme. Ben gelince kapattığını bilmiyorum sanki." dediğimde yüzüme malmışım gibi bakıyordu. "Derdin ne?" diye sert bir şekilde sormuştu. Kudurabilirdi. "Geç gelmeler, telefonla yazışmalar. Tipik aldatan herif yani." diye sorduğu soruyu görmezden geldim. "Ne aldatması amına koyayım? İyice delirdin." diyip yatağa ilerlediğinde ona döndüm. "Deli de olduk. Küfür de yedik. Daha ne olabilirim zaten? Sen git telefondakiyle uyu!" dedim. Kapıya ilerleyecekken kolumu tuttuğunda ona döndüm. "Şu yatağa geç benim canımı sıkma." Ceketi söylememekte ısrarcıydım. Uğraşacaktım. "Bir de yanında mı yatacağım?" diye sordum alayla. Kolumu bıraktığında bir şey demedim. "Ne yaparsan yap." diyip odadan çıktığında arkasından bakakaldım. Çalışma odasına girip kapıyı sertçe kapatmasını duyduğumda irkilmiştim. Çok sinirlendirmiştim sanırım. Aşağıya inip ceketini aldım. Dış kapıyı açtığım sıra o da odadan çıktı. "Nereye bu saatte?" diye sorsa da aldırış etmeden dışarıya çıkıp ceketi çöpe attım. Kapıya yaslanmış ne yaptığımı izliyordu. "Ne bu şimdi?" "Sanane!" diye cırladım resmen. Tek sinirim bu ceketeydi. Onu umursamadan yanından geçecekken kolumdan tuttu. "Ne oluyor?" diye sorduğunda ona baktım. "Bir şey olduğu yok. Ne yaparsan yap demedin mi? Ben de ceketini çöpe attım." "İstersen git tüm dolabı at amına koyayım. Sana ne oluyor?" dedi. "Bırak beni." Kolundan kurtulmaya çalışsam da nafileydi. Sırtım kapıyla buluşunca siniri yüzünden okunuyordu. Direnmeyi de bırakmıştım. "Ne yapmaya çalışıyorsun sen?" "Ben bir şey yapmıyorum." dedim. "Ceketini niye attığımı sormayacak mısın?" "Derdin ceket mi gerçekten? Yukarıda dediklerini unuttun herhalde." diye sinirli söyleminde ben gayet sakindim. "Kadın kokuyordu." diye açıkladım. "Ne?" diye sorduğunda ona bakmaya devam ettim. "Ceketinde kadın parfümü vardı." dedim. "Kim giydi ceketini?" "Ben bilmiyorum." dedi. Yalan aradım gözlerinde ama yoktu. "Giymedim bile lan. Sen yanına al dedin diye aldım." diye söylendi. "Yemekte sandalyemde duruyordu sadece." "Uyumak istiyorum." dediğimde kollarımı bırakmıştı. "İyi geceler." diyip çalışma odasına yürüdüğünde arkasından onu izlemekle kalmıştım. Bir bu eksikti gerçekten. Sonrasında odaya girdiğimde büyük koltukta oturduğunu gördüm. Yanına gittiğimde bir şey demesine fırsat vermeden elindeki bardağı alıp sehpaya bıraktım. Yanında oturmayıp dizlerine oturmayı tercih ettim. Ona sarıldığımda kendi kokusu yeterdi bana. "Dediklerim için üzgünüm." dediğimde sinirle nefes verdi. "Bana sarıl." dediğimde dinlememişti. "Kızgınım sana şu an." dedi. Kafamı kaldırıp ona baktım. "Benim üstümde erkek kokusu olsa ne yapa-" dememe kalmadan dudağıma yapıştığında öylece kalmıştım. Beklediğim bu değildi. Geri çekildiğimizde yüzümü inceledi. "Şöyle cümleler kurma bana." "Ceketi atmakla kalmam ben." dediğinde yutkundum. "Sen olmadan uyuyamam ben." dedim. Güldü. "Bayılıyor musun bunu yapmaya?" Kafamı salladım. "Sinirlenince bağırmam hoşuna mı gidiyor?" Ona da kafamı salladım. "Uyumak istiyordun sen dimi?" dediğinde de kafamı salladım. "Bence uyumamalısın. Dediklerinin bir karşılığı olmalı." diyip beni öpmeye başladığında kendimi sadece ona bırakmıştım. ***** Öğlen uyandığımda başımda çok keskin bir ağrı vardı. Ağrımıyor, çatlıyordu adeta. Bıçak sokup çıkarıyorlar gibiydi. İlaç kutusuna baktığımda ağrı kesici kalmadığını farkettim. Mecbur evden çıkana kadar ağrı çekmek zorundaydım. Korumalara söylerdim fakat Doruk hemen arayacağı için telaşlansın istemiyordum. Haber şirketlerinden birine gidip oradaki işlerimi hallettikten sonra şirkete geldim. Yolda eczane bulamadığım için ağrımla devam ediyordum. Biraz hafiflemiş olsa da hala keskindi ağrısı. Ellerimle şakaklarımı ovuşturarak asansöre ilerledim. Yukarı çıktığımda sekreteri dışarda olduğunu söylediğinde Doruk'u aradım. İkinci çalışta açmıştı. "Nerdesin sen?" diye kabaca sormuştum. Beynim zonkluyordu. "Dışarda toplantıdayım." dediğinde tekrar asansöre ilerledim. "Şirkete geldim, yoktun." dedim. "Eve dönüyorum şimdi." "Gelsene yanıma." dediğinde çok tatlı bir biçimde söylemişti sanki. Ben ne yapacaktım ama? "Sitenin çıkışındaki yerdeyiz. Gelirsin." diyip yüzüme kapattığında telefona bakakalmıştım. "Golorson." Arabaya binmeyip yürümeyi tercih etmiştim ama etmez olsaymışım. Bu site bu kadar büyük müydü? Beynimin ağrısı bir yana başım dönmüştü artık. Dediği yere geldiğimde az kişi vardı resmen. Doruk sanki beni bekliyormuş gibi kapıyı gözlüyordu. Girer girmez yanıma geldiğinde ona baktım. "Yollarımı mı gözlüyorsun?" "Belki." dediğinde güldüm. Sadece yanağımı öpmüştü. "Gel." diyip elimi tuttuğunda mecbur yanında tin tin yürümek zorunda kalmıştım. Kendi sandalyesine beni oturttuğunda başka sandalye alıp yanıma oturmuştu. Herkese karısı olarak tanıttığı için çok uzatılmamıştı. Sadece bir kadın dikkatimi çekmişti. Gözleri sürekli Doruk'un üstündeydi. Şu an onu düşünemiyordum çünkü başım ağrıyordu. En azından lavaboya gidip yüzümü yıkamalıydım ama makyajım bozulurdu. Şu an onu da umursayamazdım. Doruk karşısındakiyle bir şeyler konuştuğu için bölmek de istemiyordum ama bağırasım geliyordu. Nihayet konuşmasını bitirip bana döndüğünde ona gülümsedim. "Napıyormuş benim karım?" diye sordu. "İşlerim vardı onu hallettim sonra da yanına geleyim dedim." diye açıkladığımda başımdaki ağrı devam ediyordu. Yüzümü buruşturduğumda anlamamıştı. "İyi misin?" Başımı salladığımda bunu yapmamış olmak için dua ettim. "Başım ağrıyor sadece. Evde ilaç bulamadım." dedim. Sinirlenmişti. "Dışardakilere neden söylemedin?" Tekrar gülümsemeye çalıştım. "Çünkü sana haber vereceklerdi. Telaşlanma diye demedim." dedim. Karşısındaki korumaya işaret ettiğinde ona bir şeyler söyledi. Adam hızla giderken ilacı söylediğine emindim. "Bayılıyorsun beni sınamaya." diye homurdandığında omuz silktim. Kadın yerinden kalktığında peşinden gitmem gerekiyor gibi hissetmiştim. Belki de onun parfümüydü. "Yüzümü yıkamalıyım. İlacı sonra da içerim." dediğimde sinirle nefes verdi. Bu evet demekti sanırım. Lavaboya ilerlediğimde kapıda asılan ceketin bilerek bırakılmış olduğunu biliyordum. Tam tahmin ettiğim gibi ceket de öyle kokuyordu. Ceketi o kadının üstünde gördüğüme emindim. Beynimi ovuşturduğum sıra kadın çıkmıştı. Bana bakıp saçma bir şekilde gülümsediğinde yapmacık bir şekilde ben de gülmüştüm. "Evli bir adamın ceketinde parfümünüzün kokması ne kadar doğru?" 24.Bölüm Sonu. Oy vermeyi unutmayın. |
0% |