Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46.Bölüm

@ineffable3107

Gece sadece gözlerimi kapattığımda gram uyumamıştım. Doruk da uyumamıştı. Bunu hissedebiliyordum. Aklından geçenleri o kadar bilmek istiyordum ki. Sakindi. Bu tavrı beni korkutacak kadar sakindi. Sabah adamları kahvaltı getirdiğinde yemek istememiştim. O ilaç içeceği için biraz olsun yemişti. Ne kadar ısrar ettiyse hiçbir şey yememiştim.

Odadaki duşu kullandığımda ağrıyan bedenim biraz olsun gevşemişti. Sadece saçımı kurutarak çıktığımda alttan topladım. Uğraşamazdım da. "Nasılsın?"

Yattığı yatağın kenarına oturduğumda elini tuttum. O soğukluğu vardı. Hiç istemediğim soğukluğu. "İyiyim."

"Yaraların nasıl? İyi mi?" Elimi götüreceğim sıra durdurmuştu. "İyiyim dedim, Maral." Anlayışla kafamı salladım. Göstermek istemiyor olabilirdi. "Peki."

"Uyumak istiyorum." Daha öğlen olmamıştı. "Tamam." dediğimde yastığını düzelttim. "Ben dışarıda olacağım. Çağırırsan gelirim." Beni onayladığında gülümsemeye çalıştım.

Koridorda kimsenin olmaması işime gelmişti. Kapının yanındaki koltuğa oturduğumda öylece bakındım. Hiç kimse yoktu. Hiçbir şey yoktu. O uyanmıştı da. Neden böyle hissediyordum?

Hırkamın cebinden telefonumu aldığımda uygulamayı arşive koydum. Onu da unutmuştum son zamanlarda. Arka plandaki bizim fotoğrafımızı görünce telefonu kapatmak istemedim. Ne ara çekildiğimizi de bilmiyordum ama vardı işte.

Karşıdan gelen İsa ve Eda'yı görmemle ayaklandım. Eda'yı görmek beni rahatlatmıştı çünkü onlardan haber almaya vaktim bile olmamıştı. Kolunda eline kadar uzanan bir sargı vardı. Neresinden vurulduğunu dahi hatırlamıyordum. "Hoş geldiniz."

Gülümsemeye çalıştığımda Eda da bana gülümsedi. "Hoş bulduk. Nasılsınız? Bir görmek istedik."

Kafamı salladım. "İyiyiz. İyi yapmışsınız siz de gelmekle. Koşuşturmadan vakit olmadı tabi."

"Olur mu öyle şey?" İsa'nın söylemiyle ona döndüm. "Böyle zamanlarda yan yana olmalıyız." Elini omzuma koyduğunda destek vermek ister gibiydi. "Ben Doruk'a bakayım."

O yanımızdan ayrıldığında Eda ile kaldık. "Sen nasıl oldun? İyi gördüm seni." Birbirimize dönük bir şekilde oturduk. "İyiyim ben de. Kolumu sardılar işte. Omzumdan vurulmak kötü oldu tabi."

"Bir şey olmadı ya." Gerilmiştim biraz. "Kötü de sonuçlanabilirdi." Bir diğer elini elimin üstüne koydu. "İyi görünmüyorsun, Maral. Bak hepimiz iyiyiz gerçekten."

"Ben de iyiyim." Bunu derken akan bir yaşa da engel olamadım. "Her şey bir anda oldu. Ne olduğumu şaşırdım haliyle."

"Onun dedikleri." Üvey babasından bahsederken gözlerini yumup dişlerini sıkmıştı. "Doğru muydu?"

Kafamı salladım. "Maalesef."

Doğru olmaması için her şeyimi verirdim ama lanet olsun ki doğruydu. "Çok üzgünüm, gerçekten. Bunu yaşadığın için."

"Senin suçun değildi." Bunu hepimiz iyi biliyorduk.

Onunla konuşurken İsa da odadan çıkmıştı. İkisiyle de vedalaştıktan sonra yine yalnız kaldım. Odaya girdiğimde Doruk telefonla konuşuyordu. Çok dinlemedim ama tanıdığı birileri olduğu kesindi.

Telefonu kapattığında yanında bekledim. "Doruk, neyin var?"

"Neyim varmış?" Derin bir nefes aldım. "Yine başa döndük. Aynı soğukluğu gösterdiğinin farkında mısın? Ben kendini suçlamanı istemiyorum, burada bir suçlu arayacaksak bu benim. Benim yüzümden vuruldun."

"Sen hala farkı anlayamıyorsun. Senin yüzünden değil senin için vuruldum." Yutkundum. "Soğuk olduğum falan yok. Üç kurşun yiyen birine göre gayet iyiyim."

"Aklından başka şeyler geçirme." Elini yanağıma koyduğunda alnımdan öptü. "O hatayı bir kere yaptım. Bir daha yapmam." Gülümsedim.

"Tamam o zaman." Yanağını öptüm. "Sana yaptığım uygulamayı göstereyim mi? İlk sana göstermeyi çok isterim." Uygulamayı yaparken yanımda olmasa da sonucunda yanındaydı. "Göster bakalım." Kolunun altına çektiğinde omzuna yaslandım. Telefonumu çıkardığımda anlatmaya başladım.

"Ne zaman çıkacak?" Kafamı iki yana salladım. "Var aklımda bir tarih." Günden güne evlilik yıldönümümüz yaklaşıyor. Önemli bir gündü. Ne kadar evliliğimiz başta gerçek olmasa da şimdi dibine kadar gerçekti. O gün yayınlamayı düşünüyordum. "Neymiş o tarih?"

"Anlarsın çıktığında." Ona dönmemle gülümsedi. "Bekleyelim bakalım."

Akşama doğru doktoru geldiğinde bizimle konuşmuştu. Yarın sabah dikişleri alınıp taburcu olacaktı. Bir süre zorlanmaması gerektiğini söylese de Doruk ne kadar dinleyecekti bilmiyorum. Doktorun gitmesiyle hemşire kız gelip bir serum daha takmıştı. Kıza kötü kötü bakıyordum çünkü kocam yaralarından dolayı çıplaktı.

Doruk ne kadar bakmasa da kız görüyordu. Bu da sinirime gidiyordu haliyle. Kız giderken sadece Doruk'a 'Geçmiş olsun' diyerek çıkmıştı.

"Goçmoş olson." Homurdanarak odadaki koltuğa oturdum. "Noldu?"

"Hiçbir şey. Bir dahakine erkek hemşire gelsin." Kaşları havalandı. "Anlamadım?" Yanına ilerlediğimde ellerimi göğsümde bağladım. "Kadınların dokunmasından iyidir."

"İşlerini yapıyolar ya hani." Kafamı salladım. "Erkek hemşireler de bulunuyor bu hastanede. Sana bakabilirler gayet." Sinirlendiği belliydi. "Sence herhangi bir erkek sen bu odadayken gelebilir mi?" Alayla güldüm. "Niye kız geliyor o zaman? Saçmaladığının farkına var. Ben hastayken bile beni erkek hemşirelerden kıskanıyordun ki onlar bana dokunmuyordu. Ama burdaki kızlar maşallah yani." Sadece dinleyip tepki vermediğinde sinirlendim. "Kime ne anlatıyorum ben ya!"

Odadan çıktığımda niye çıktığımı da anlayamadım. Tekrar sinirle odaya girdim. "Ben neden çıkıyorum ki? Sen çık. Gerekirse başka odada taksınlar serumunu. Çok bir boka yarıyormuş gibi."

"4 saniye sürdü gelip gitmen." Dediklerimi hiç takmadan telefonunda tuttuğu kronometreyi gösteriyordu. "Komiksin gerçekten. Hemşire kız gelirse eve giderim, sen de ne halin varsa görürsün burada."

"Ben getiriyorum sanki." Homurdandığında koltuğa tekrar oturdum. "Ben bilmem. Ne yaparsan yap artık." Ona bakmadım ama onun bana baktığını biliyordum. Aramızdaki sessizliği odanın açılan kapısı bozduğunda ikimizde o yöne baktık. Gelen kişiyi hiç tahmin etmemiştim.

"Baba." Ağzımdan bir fısıltı çıktığında ne kadar duyuldu anlamamıştım haliyle. "Merhaba çocuklar." Doruk anlayışla kafasıyla selam vermişti. "Hoş geldin."

"Hoş buldum canım. Ben sizi görmek istedim de."

"İyi yapmışsınız efendim." Doruk konuştuğunda ben konuşmadım. "Nasıl oldun oğlum? İyi gördüm seni." Yarım gülümsemeyle ona baktı. "Daha iyiyim." Ben bakıyordum sonuçta!

"Ben dışarıdayım." İkisinin yanından gittiğimde kalmak istememiştim nedense. İkisi bir süre konuştuğunda babam çıkmıştı. "Biz konuşalım mı biraz?" Kafamı salladığımda yanıma oturmuştu. "Nasılsın?"

Bir süre vereceğim cevabı düşünsem de değişmemişti. "İyi. Bıraktığın gibi."

"Ben de iyiyim." Ona soran olmamıştı. Merak etmiyordum. Beni bunca zaman merak etmediyse şimdi de etmeyebilirdi. "Ne zaman evlendin?" Bundan bile haberi yoktu. "Bir yıl oluyor. Sen ne zaman döndün?"

"Hastaneye geldiğiniz ilk gün. Evini bulmaya çalıştım ama adresin yoktu. Sonra dedeni buldum. Burada olduğunu söyleyince geldim ben de." Kafamı salladım. "İyi olmuş. Gördün gidebilirsin."

"Lütfen, Maral. Yapma." Sinirle ona döndüm. "Yapma mı?" Sesim biraz sert çıktığında tekrar düzelttim kendimi. "Bugüne kadar neredeydin? Zahmet etmeseydin mezarıma gelirdin."

"Cesaretim yoktu karşına çıkmaya." Bir şey demedim. "Gerçekten bak. Çok denedim gelmeyi ama gelsem ne diyecektim ki sana?" Gelseydin çok şey değişirdi baba. Ben o adamla kalmazdım. Dedeme yalan söylemezdim. Esir hayatı yaşamazdım. Sevdiğim adamla zorla değil düzgünce evlenmek isterdim. "Seni de anlıyorum gerçekten. Bir şey de diyemiyorum bu nedenle."

"Sen beni anlamayı bırakalı yıllar oldu, Tolga Şahin. Annemin beni sana emanet etmesine rağmen beni tek bıraktın. Ben okul çıkışlarımda annemle babamı beklerken dedem gelirdi. Annem yoktu ama gelemeyecek bir yerdeydin. Babam yoktu ama gelebilecek bir yerdeydi." İçimde ne varsa dışarı çıkmıştı artık. "Her gün bekledim. Aklım yetene kadar hem annemi hem seni bekledim. Sonra beni bir yere götürdüler. Neresi biliyor musun?" Gözlerini yumdı. "Mezarlık. Annen burda dediler. Tamam dedim sustum. Baba nerde? Baba yok. Ama tabi herkes mutlu."

"Kocamla aramdaki farkı anlatayım sana." Ağlamak umrumda değildi. "O vurulduğunda hastane doldu taştı. Kavgalı olduğu insanlar bile geldi. Bana bir şey olsa kim gelecek?"

"Dedem zaten kalp hastası. Nana zaten kendi içinde sorunları var. Bu yıla kadar burada değillerdi. Herkesin hep bir ailesi var ama benim yok. Doğum günlerimde, mezuniyetlerimde hiçbirinde yoktun. Şimdi de karşıma gelmene gerek yok. Annemin öldüğü gün çekip gitmenle sen de öldün benim için."

"Seni özledim evet. Bunu saklayamam ama benimde bir duygularım var. Onca yıl olmayışını gözardı ederek açtığın kollara sarılamam." Ayaklandım. "Umarım beni anlıyorsundur." Gözlerimi silerek oradan uzaklaştığımda adımlarım lavaboya ulaştı. Ağlamam iyice bastırdığında içli içli ağladım. Sesim çıkmasın diye de bir yandan suyu açık tutmaya çalışıyordum. Hayatımda aile figürü yoktu. Anne, yok. Baba, gitti. Kardeş, imkansız.

Aile vardı aslında. Aile Doruktu. Benim ailem oydu.

*******

Hastaneden çıkalı günler olduğunda neredeyse eski hayatımıza dönmüştük bile. Doruk daha iyiydi. Hiçbir yeri ağrımıyordu bile. Ben hala toparlanamamış olsam da onu iyi görmek yetiyordu bana.

Şirkete geldiğimde Azra'nın odasına girdim. "Hoş geldin!"

Direkt olarak bana sarıldığında ben de ona sarıldım. "Hoş buldum canım." Geri çekildiğimizde elimdeki poşetleri masasına bıraktım. "Bunlar bizim için!"

İkimizinde en sevdiği atıştırmalık şeylerden almıştım. "Ay acıkmışım. Düğün öncesi kilo mu aldıracaksın bana?" Güldüğümde karşısına oturdum. Sadece isteme olacaktı yakın zamanda. Diğer fikirleri bilmiyordum. "Yeterince fitsin hayatım."

"Tabi tabi." Sohbet ederek aldıklarımı yiyip içtiğimizde bir yandan da elbise ve konsept şeylerine bakıyorduk. Hiç anlamadığım şeylerdi çünkü ben bir sabah beyaz bir elbise giyerek evlenmiştim. Böyle şeyler yaşamamıştım.

Kendi odama geçip kendi işlerimi hallettim. Akşama kadar durmadığımda erkenden eve geçtim. Üstümü değiştirip evdeki odamdan çalışmaya devam ettiğimde yine akşamı bulmuştu. Uygulamanın tek tük eksiğini tamamlıyordum. Kapı çaldığında hevesle kapıya koştum.

"Hoş geldin!" Gülümseyerek onu karşıladığımda sarılmıştım. "Hoş buldum." Keyifsiz görünüyordu. Belki işle ilgiliydi. "Kötü bir gün müydü?"

"Yok. Anlatırım." Benden uzaklaştığında yukarı çıktı. Mutfağa ilerlediğimde gelmesini bekledim. Tekrar indiğini anladığımda beni çağırmıştı zaten. "Gelsene."

"Geliyorum."

Ne diyeceğini merak ediyordum. Deliler gibi. "Ben çok düşündüm." Yanına oturduğumda ona bakıyordum. "Hastanede olanlar, öncesinde olanlar,"

"Sana yaşattıklarım, yüzüne bakmadığım günler." Yutkundum. Hayır bunu yapmamalıydı. "Ben daha fazla yapamam, Maral. Daha fazla senin üzülmeni görmek istemiyorum. Ayrılalım, bitsin."

Ne saçmalıyordu? Alayla güldüğümde gülüşüm bir süre sonra ağlamaya dönmüştü. Bunu beklemiyordum. Bana nasıl ayrılalım derdi? "Ne saçmalıyorsun sen?"

Hızla ayaklandım. Yüzüme bakmıyordu. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" Usulca kafasını salladığında bu tavrına sinir olmadan edemedim. Elime engel olamadım. Yanağına bir tokat attığımda bundan pişman olmadım. "SEN NE DİYORSUN BE!"

"Bugüne kadar ne yaptıysam, ailemde dahil hepsi için özür dilerim." Bunu da söylediğinde tepem iyice atmıştı. "Bulduğun çözüm bu mu yani? Ayrılmak mı?"

"Bugüne kadar ne yaşadıysak birlikte yaşadık. Hiçbir şeyi tek yaşamadım. Ben gitmek istesem kimse beni durduramazdı emin ol. Şimdi geçip karşıma ayrılmaktan mı bahsediyorsun?"

Yanına oturup bir daha yüzüne baktım. "Yüzüme bak, Doruk." Bakmadı. "Buna cesaretin bile yoksa nasıl ayrılacaksın benden?" Aptaldı. Beyni yoktu. "Bana bak!"

Kapıyı işaret ettiğimde gözlerim akmaya devam etti. "Eğer o kapıdan gidecek olursan yemin ederim ki beni bir daha göremezsin. Ne uzaktan ne yakından. Adımı dahi bulamazsın. Kendimi kaybederim." Bana döndü. "Ölü bile gösteririm. Eğer bu evden gideceksen bunları göze al da git. Ama döndüğünde beni bulamazsın. Son görüşün olur."

"Yapma." dediğinde kafamı iki yana salladım. "Asıl sen yapma Doruk. Nerden çıkıyor bu saçma düşünceler? Senin için yapama-"

"O gün oraya gelmeseydim ölecektin, Maral. Depoda zaten bomba varmış. Yetişmeseydim o it seni öldürecekti." Yutkundum. "Bu siktiğimin hayatını yaşamak istiyor musun gerçekten?"

Düşünmedim. "İçinde sen varsan evet. Diğerleri ya da olan şeyler benim umurumda değil."

"Doruk ben yeterince kendimi suçladım zaten. Ben orada ölürdüm de. Sen de suçlamadın mı kendini? O yangında, kaçırıldığımda. Suçlamadın mı?"

"Aynı şey değil." Yanımdan kalktı. "Diyeceğimi dedim ben. Yoksa göreceğin şeyler yine aynı olacak." Cevabımı duymadan yukarı çıktığında arkasından bakakaldım. Mahvolmuştuk. Bitmiştik.

Şimdi ne yapacaktım? Nasıl döndürecektim onu? Bu düşüncesi nasıl gidecekti? Evden gitmemişti ama bu gitmeyeceği anlamına gelmiyordu. İşte o zaman beni gerçekten kaybederdi.

46.Bölüm Sonu

Oy vermeyi unutmayınn

Loading...
0%