Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35 | Çünkü Babasizlik İyi̇leşmez

@inviernonoctis


"Ateşin gölgesi olmadığı gibi yavaş yavaş ve acı çekerek sadece kendimizi yakıyoruz. Yavaş ve içten kül oluyoruz. Yüreğin senin bir enkazın, enkazın içinde kalan bedenin değil; kalbin."


Hayır.

İmkansız.


İstemeden, ya da isteyerek birini kırıyorum. Kanayan yüreğine rağmen vazgeçmiyor. Kanatlarını kopardım, elimde onun kanları akıyor ama yine yaşamını bende buluyor. Bana dönüyor.


Ölü


Yine de benim başıma gelen en güzel hatırasın çünkü ben böyle biriyim, ruhumdaki izleri, dökük harabeyi gördüysen seni oradan çıkarmam. Ruhumdaki yanık izlerini görmene rağmen yüreğinden koparmıyorsun beni. Üzmüyorsun beni.


Üstelik ben canını defalarca yaktım.


yargılı anlam niyeydi?


Hırkamın kapüşonunu geçirdim kafama. Uyumadım, uyuyamadığım için sabah erkenden kahve yaparak bahçeye çıktım. Kalbim değil ruhum acıyor.


Adını koyamadığım duygular yaralı ruhumu sızlatıyor. Acıtıyor, kanatıyor ve parçalıyor. Dikiş tutmayan izler vardı ruhumda. Geçse bile izleri bedenimde kalır.


Özür dilerim.

Özür dilerim Adel.

Özür dilerim Çağrı.


Beni affedin, birinizin canını yakıyorum biriniz benim yüzümden öldü. Yapamıyorum, kendimi düzeltemiyorum. Ben buyum ve kendimden bu yüzden nefret ediyorum. Kahvemden yudum alıp yavaşça aydınlanan gökyüzüne baktım. Birisi yanıma oturduğunda bile sadece bakışlarımı kupamda tutuyordum.


"Neden uyumuyorsun?" Hafifçe gülümseyerek yanıma oturan Anıl'a çevirdim başımı.

"Sabahları erkenden kalkmaya alıştım." Dediğimde alay etti."Hiç uyumuyorum diyemiyorsun." Rahatsızca bakışlarımı kaçırdım. Uyuyamamaktan nefret ediyorum. Bazen uyuyorken bazen uyuyamıyorum ve bu beni bedenen halsiz hale getiriyor.


İnsanın ruhu acır mıydı?

Acır. Acıtıyor...


Ruhumu söküp aldılar benden. Nefes alacak alan bırakmadılar. Sahi ne zaman rahat nefes aldık? Ne zaman gerçekten gülümsedik ve ne zaman mutlu olduk? Hatırlamıyorum.


"Uyuyorum. Sadece sabah erken kalktım." Diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. Rahatsız olduğumu fark eden Anıl başını tamam anlamında sallayıp gülümsedi."Sana inanıyorum."


"Bana inanman için söylemedim."


"Açelyacığım." Diğer boşta kalan yan tarafıma oturan Akel'e baktım. Acaba odama geri dönüp Çağrı'dan özür mü dilesem? En azından anlaştığım tek kişi ve konuşmadan beni anlayan tek kişi.


"Akel Demir."

"Efendim?" Diyerek gülümsedi.


"Açelya, sadece Açelya." İç çekerek içeri geçtim. Mutfağa geçtiğimde Ilgın'ı esnerken gördüm."Rekor kaç?"


"Üç." Diyerek yorgunca gözlerini kapattı. Üç gündür uyumamıştı. Son zamanlarda kendini tuhaf hissediyordu. Nedenini bilmiyorum ve söylemek istemiyor ama bir şey var."Uyuman gerekiyor."


"Ben çocuk değilim Açelya. Üç gün uyumadım diye ölmem. Hem uyuduysam bile sadece yarım saat ve yarım saat bana yeter." Gözlerimi devirdiğimde telefonunu siyah ceketinin cebine koydu."Müze iptal olmuş. Müzenin içi yıkılmış diyebilirim."


O zaman boş boşuna geldik. Ayrıca aldığımız şeyler bugün biter miydi? Hayır. Ama nedense hoca her şeyden fazlaca almamı istemişti? Ilgın içeri giderken kupayı yıkayıp yerine koyarak salona geçtim. Bakışlarımı alt kata giden merdivenlere çevirdim. Merak ediyorum. Merak yakıcı.


Anıl merdivene baktığımı fark ettiğinde hemen başka tarafa baktım."Ne olduğunu mu merak ediyorsun?" Başımı evet anlamında salladım.

Kendini tekli puf koltuğa atarak bakışlarını yüzüme çevirdi. Anlam veremediğim bir ifadeyle gözlerime baktı kısa bir süre."Gece on ikide aşağıya in."


"Ama." Sözümü keserek koluma dokundu."Kimse karışmayacak hocalar bile." L koltuğun kenarına oturup Anıl'ın mavimsi gözlerine baktım."Ceza alırsak? Çünkü merdivenlerin başında alt kata gidilmez yazıyor."


"Bizde yazıyı okumayız." Yüzüne 'ciddi misin?' der gibi baktığımda gülümsedi.

"Kızma."


Burak esneyerek merdivenlerden indiğinde oturduğum yerden kalktım. "Açelya bu Cihan'ı taramalı tüfekle tarayacağım. O nasıl bir horlama evi yıktı." Cihan elini saçlarından geçirdi.

"Abartma."


Kırık kemikler iyileşmez, izleri kalır. Kırık tarafları göğüs kafesine batar. Her nefes aldığında göğüs kafesin daralır.


İntihar bir seçenek miydi?

Yoksa aptal bir oyun mu?


Bir kaç dakika sonra herkes uyanmıştı. Yemek için bir kaç çalışan gelmişti. Yemekler bahçedeki sofraya konulduğunda herkes masaya geçti. Kaldığım odama çıkıp dolaptan siyah, kare kesim, kolları dirseklerime kadar gelen bir kazak çıkardım. Altına da yırtık, siyah kot şortumu giymeden önce siyah kilotlu çorap giyip şortu üzerime geçirip aşağıya indim.


Sandalyeye oturup hocaya baktım. Yutkunup oturduğu sandalyeden kalktı."Gençler bir hata nedeniyle müze iptal edildi. Yarın akşama doğru dönüyoruz." Bir kaç öğrenci itiraz etti geri kalanlar sessiz kaldı. Aslında gelmek bile hataydı.


Ekmeğin arasına kızartılmış sucuk koyup yedim."Açelya." Yanımda oturan Anıl'a döndüm."Akşam aşağı kata ineceğiz." Sessiz kaldığımda Anıl kahvaltı etmeye devam etti.


Gözümü kıstım. Adının yanına bir artı daha attım Anıl.


Çağrı değilsin. Çağrı'yla konuşurken hissettiğim duygu sende yok. Sen içi boş bir kadehsin. Birisini seversen aklını kaybedersin çünkü akıl ve aşk bir arada yaşayamaz. Akıl güçlü durmaya çalışırken aşkınız sizi acıtır, acıtır ama öldürmez. Hep aklımı seçen birisi olmuşumdur, bir gün akıl ve aşk arasında seçim yapacak olsaydım aklımı seçerim. Yani mantık.


Çağrı aşkı seçerdi. Buna eminim. Mantığını seçmeye eli gitmezdi. Bu mantıksız. "Ben biraz odamda takılacağım." Diyerek odama döndüm. Siyah yatağa oturarak bakışlarımı balkonun camına çevirdim. Rüzgar içeriyi havalandırıyor, rüzgarı hissetmek istiyorum. Motor ile gezmek istiyorum, Çağrı'yla.


Çağrı, Çağrı...Çağrı. Hayatıma girerek bana büyük bir iyilik kendisine ise hayatının hatasını yaptı. Kalbim onu sevmeyecek, kalbim onu seçmeyecek. Onu mantıken bile seçemem. Bu ne kadar sürecek bilmiyorum. Daha ne kadar konuşacağız? Karşıma çıktığında ne olacak? Başka bir adamla evlendiğimde bile Çağrı vazgeçmeyecek mi? Ya da çocuklarımız arkadaş olurdu.


Vücudumda tuhaf bir ürperti hissettim. Biz bir araya gelemeyiz, asla. Çağrı ve ben maziyiz. Yastığımın altından telefonumu alıp arama motoruna Çağrı Kandemir yazdım. Hiçbir şey bulamayınca Doruk Kandemir yazdım.


"Ünlü Ceo Doruk Kandemir'in aşk hayatına girelim mi? Arya Vural ile evlendiğini ve kızları olduğunu biliyorduk. Arya Vural'ın öldüğüne dair bir sürü söylentiler duyduk ama meğer olay çok farklıymış. Arya Kandemir, ya da Vural mı demeliyim? Arya Vural Doruk Kandemir'in yakın arkadaşlarından biri olan Caner diye birisine kaçmış. Doğru mu bilmiyoruz ama kızını öldüren kişi Arya Vural. Kendi kızını öldürdü."


Haber bir gün önce yayınlanmış. İç çekerek bir sonrakini okudum. Genellikle iş hakkındaki başarıları vardı. İnsanların merak ettiği bir kaç şeyden biri Doruk Kandemir'in sevgilisi var mıydı? Ya da Arya nasıl kızını öldürdü, ve bir kişide Arya'nın başka adama kaçıp iyi yaptığını düşünüyor.


Kendi kızını öldüren bir kadın hakkında iyi hiçbir şey düşünmüyorum. Madem başkasını seviyordu, bu konuyu medenice konuşup ayrılabilirlerdi. Neden kızını öldürdü merak ediyorum. İnstagrama girip Arya Vural yazdım.


İlk çıkına tıkladığımda sarışan bir kadın çıktı. Yirmi altı yaşlarında biriydi, etiketlenme yerine baktığımda doğru kişi olduğunu gördüm. Fotoğraflarına baktım. Hafif koyu sarı saçları vardı, mavi gözleri insanı büyüleyecek renge sahipti. Dudakları dolgun, burnu mükemmel bir kadındı. Bir fotoğrafını aynada çekilmişti, siyah tayt ve siyah mont giyiyordu. Tırnaklarını beyaz ojeyle boyamış, parmağına Doruk'u etiketlemiş. Eski bir fotoğraf.


Diğer fotoğrafı yemek yiyecekken gülmüş ve ağzını eliyle kapatmıştı. Doruk çekmiş fotoğrafı... Arya'nın hesabında Doruk beyin tek fotoğrafı bile yokken Doruk beyin profil fotoğrafına kadar Arya'ydı.


Gönderilerinde hep Arya vardı. Kalbimin sızladığını hissettim. Acaba nasıl tanıştılar, nasıl aşık oldular? İlk kim söyledi sevdiğini? Didem doğduğunda nasıl tepki verdiler? Mutlu bir evlilikleri var mıydı? Peki Çağrı, Çağrı bu hikayenin neresinde? Çağrı hiçbir yerde yoktu. Sanki Çağrı benim için özel olarak yaratılmış, onu saklamam ve sadece benim görmem gerekiyor gibiydi.


Neden aniden aklıma geliyorsun? Bunu yapma artık. Seni sevmesem bile aklımdan çıkmıyorsun. Telefonu geri yastığımın altına koydum. Dolaptaki çantamdan canım sıkıldığında okumak için getirdiğim kitabı çıkardım. Balkona geçerek siyah tekli koltuğa oturdum. Aşağıdan konuşma sesleri geliyor. İç çekerek kaldığım sayfayı açarak okumaya başladım.


Yarım saatin sonunda kitabı bitirmiştim. Gözlerimi ovalayarak oturduğum yerden kalktım. Kapı sesi duyduğumda içeri geçtim. Kapıyı hafifçe aralayıp gelen kişiye baktım. Elif ve Neva gelmişti. Kapıyı açtığımda içeri girdiler. Neva yatağa oturduğunda Elif'te yanına oturdu."Neden aşağıya gelmiyorsun?" Dedi Neva.


"Çünkü kendini buraya ait hissetmiyor. İnsanların içinde mutlu olmayı düşünmüyor." Sessiz kaldım. Elif bir nevi haklıydı. "Hadi ben oje sürerken biraz dedikodu yapalım." Neva yere oturup kırmızı ojesini sürmeye başladı.


"Senin bu Çağrı ile aranda neler oluyor?" Konu yine bana patladı."Hiçbir şey. Sadece konuşuyoruz arkadaş bile değiliz."


"O zaman aptalsın."


"Elif'e katılıyorum Açelya." İç çekerek yere oturdum. Neva'nın bir elinin ojesi sürülüydü."Elini uzat. Peki sen kimi seviyorsun Elif?" Elif sessiz kaldığında ojeyi Neva'dan alıp baş parmağına oje sürdüm.


"Adrian ile hâlâ konuşuyorum ve bana karşı çok nazik davranıyor. Burak ile aramda bir şey olmayacağına eminim." İç çekip başını siyah yastığa yaslayarak uzandı. Neva'nın ojesini sürmeye bitirdiğimde Neva tırnaklarına üfledi."O zaman benim oyum Adrian'a."


"Neyse geliyor musun aşağıya?" Başımı hayır anlamında salladım. Neva ve Elif odadan çıktıktan sonra kapıyı kilitledim.


Telefonumun sesini duymamla yatağın üstünde duran telefonumu aldım. Buse arıyor? Derin bir nefes alarak aramasını açtım."Açelya nasılsın? Uzun zaman oldu." Derin bir nefes aldım."İyiyim. Neden aradın?"


"Seni merak ettim."


"Buse seni affettim derken eskisi gibi olacağız demedim. Biz arkadaş değiliz." Bir süre Buse'nin konuşmasını bekledim."Biliyorum. Sadece seni merak ettim. Özür dilerim arayıp seni rahatsız ettiğim için." Konuşmama fırsat vermeden aramayı kapattı.


Başımı yastığa yaslayarak gözlerimi kapattım. Uykum vardı...


🍂


Bazı yaralar vardır ve kapanmaz; dikiş tutmaz.


Babasızlık iyileşmez, yaş fark etmeyecek bir derin yara. Babasızlık iyileşmeyecek kanayan yaram.


Gözlerimi ovalayarak yatakta oturur pozisyona geçtim. Saat kaç? Kaç saat uyudum acaba? Kapımın tıklatılma sesini duyduğumda yataktan kalkıp kapıyı açtım. Anıl gelmişti."Herkes şu an yatıyor, geç saate kadar uyudun. Hadi gel aşağıya inelim."


Tamam diyerek kapıyı kilitleyip peşinden yürüdüm. Son kalan merdivene geçtiğimizde tereddütle yanında yürüdüm."Kimse öğrenmeyecek." Merdivenden indiğimizde Anıl cebinden çıkardığı anahtarla kilitli kapıyı açtı.


İçeri girdiğimizde gördüğüm manzarayla nefesim kesildi. Bir villanın genişliğinden fazla büyük alandı. Sağ köşede bir ağaç ve ağaç dalında oturan erkek çocuğu vardı. Tabii ki erkek çocuğu heykeldi ama ağaç gerçek. Onun yan tarafında ise bir motor vardı. Ve tam ortada basketbol sahası yapılmış.


Kaldırım gibi yapılmış taşa oturmuş küçük kız çocuğu ile erkek çocuğun heykeli var. Bize yakın olan yerde ise kıza elini uzatmış ve sarılmak isteyen bir erkek ve geri çekilen bir kızın heykeli vardı. Erkeğin yüzündeki ifade acı verici. "Ev sahibinin aşk acısı var gibi görünüyor." Diyerek ellerini eşofmanının ceplerine soktu.


Çığlık sesi duymamızla ne taraftan geldiğine bakmaya çalıştım. Anıl bileğimden tutup ağacın arkasında duran kapıdan geçirdi bizi. Kapıyı kapatıp elini ağzıma bastırdı."Sessiz ol."


Buraya iki kişi gelmişti. Bir yardım çığlığını duymamla korkuyla Anıl'ın gözlerine baktım. Silah sesi duyuldu..."Anıl burada katil var! Çıkıp kim olduğuna bakalım."


"Bizi öldürsün diye mi? Ya giderse suçlu olan biz olacağız Mila." Göğsünden ve kollarından ittirmeye çalıştıkça elini ağzıma bastırıp beni kendine çekti."Özür dilerim..."


Hemen yanımızdaki kapıyı açtı. Açılan kapı bahçeye çıkıyordu."Şimdi lütfen sessiz ol. Bahçeye çıkacağız üst geçitten odamıza geçeceğiz."


Ama yapamadık.


Yine bir silah sesiyle Anıl hemen kapıyı kapattı. "Gidemeyeceğiz."


Bir kaç silah sesi daha geldi. Ve biz o gece Anıl ile birbirimize endişe ve korku dolu gözlerle baktık. Anıl benim için, bense ölen kişiler için endişelendim. İki eliyle yanaklarımı avuçladı. Yüzünde bir güven verici ifade var, hafifçe gülümsedi."Bana güven. Kapa gözlerini seni koruyacağım. Öleceğimi bilsem veya suçlu görüneceğimi bilsem bile seni kurtarmak benim görevim." Gözlerimdeki korkuyu fark etmiş olmalı ki bakışları yumuşadı.


"Mila kapa gözlerini. Bu acıtacak." Koluma saplanan iğneyle gözlerimin bulanıklaşması bir oldu.


Korku dolu çığlıklar, yardım çığlıkları kulaklarımda çınlarken kendimi karanlığa teslim ettim...


Loading...
0%