Yeni Üyelik
1.
Bölüm

⚖️Bölüm-1 İNTİKAM

@iremcakir

​"Her kalp atışının bir sonu vardır."

başladığınız tarihi buraya yazabilirsiniz.💫

Her insanın hayattan alacağı vardır. Mutluluk, para, aşk ya da intikam... Benim bu hayattan, bu yeryüzünde yaşayan insandan, insanlardan alacağım bir intikamım vardı. En çok da sevdiğim, evleneceğim adamdan... Benden aldıklarını geri vermesi mümkün olmasa da yaşattıklarının acısını ve pişmanlığını hissedemeden ölmesine izin vermeyecektim.

 

 

Ben Afife Aksoy, adaletsiz bir dünyada birçok kadın gibi bastırılan, ezilen ve en acısı acımasızca katledilen iki kadının hakkını aramak için savaş açanım ve yeminim olsun ki yolumdan dönmeyeceğim.

 

***

 

"Prensesler gibi oldun güzel kızım." Serap Hanımın sesini duyduğumda, aynada kendimi incelemeye son vererek arkamı döndüm. Kapıyı kapatıp, gülümseyerek yanıma yaklaştı. Bana bakarken gözlerinin içi gülümsüyordu. Onun bu samimi yaklaşımına karşın, somurtuk olan yüzüme zoraki bir tebessüm kondurdum. Serap hanım ellerimi avuçlarının içine aldı ve "dön bakayım bir. İyice bakayım kızıma," dediğinde olduğum yerde bir tur attım. "Maşallah," dedi hayran hayran bakarken. Bana bakarken âdeta gözleri ışıldıyordu. Olacaklardan habersiz sadece oğlunun mürüvvetinin mutluğunu yaşıyordu.

 

Uzun yıllardır tanıyordum Serap hanımı. Annemin ve kardeşimin ölümünden sonra benim için ağır ve oldukça sancılı geçen süreçte hep yanımda olmuştu. Aynı şekilde eşi Cihangir Bey'de. İlk günden beri kızlarıymışım gibi sahiplenmişlerdi beni. Her daim, ne olursa olsun ondaki yerimin hep başka olduğunu söyler ve hissettirirdi. Hatta zaman zaman derdi ki; 'Sen hiç olmayan öz kızım gibisin.' Bu cümleyi bu aralar daha çok dillendiriyordu ve birkaç kelimeden oluşan o cümle kalbime daha bir dokunuyordu.

 

Gerçekten gelini olmak isterdim Serap hanımın, tabii Fırat gibi bir oğlu olmasaydı. Oğlunun yaptıkları o kadar acıydı ki, gözüm Serap Hanımı bile görmüyordu. Ona karşı olan nefretim, kinim, öfkem o kadar büyüktü ki, Serap hanımın iyiliği bile öfkemi dindirmeye yetmiyordu. Çünkü annesinin iyi oluşu, Fırat'ın kötü oluşunu değiştirmiyordu. Kötü her zaman kötüydü. İyilik, kötülükten üstündür ancak nefretin gücü ağır basıyordu.

 

Ellerimi yeniden sıcak avuçlarının arasına alarak, dolan gözleriyle konuşmaya başladı Serap Hanım, "Çok mutlu olun, birbirinizi hiç üzmeyin. Birbirinize olan saygınızı, sevginizi hiçbir zaman yitirmeyin. Eşler arasında evlilik boyunca illaki tartışmalar olur. Bazen ufak olsa da bu tartışmalar, kimi zaman büyük kavgalara da dönüşebilir. Ama siz yine de günün sonunda dargın uyumayın. Her şeye rağmen sımsıkı sarılın," dedi ve akan burnunu içine çekti. Annelik görevini yerine getirmek için öğütlerde bulunuyordu. Hem de bu öğütleri, yalnızca saatler sonra oğlunun hayatına son verecek kadına bulunuyordu...

 

"Ben oğlumu ilk defa bu kadar mutlu görüyorum, senin sevgin onu iyileştirdi Afife ve iyileştirmeye de devam ediyor. Onu hiç yarım bırakma kızım, olur mu?" dediğinde gözünden bir damla süzüldü. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Ağzımı açıp, oğlun benim sevgimle iyileşmedi, benim sevgime ihanet etti diyemedim. Kendimi gülümsemek için zorladım. Teşekkür bile edemiyordum. Konuşsam sesim titreyecekti. Sustum ve kollarımı boynuna doladım. O, bu dünya için fazla iyiydi. Onun gibi bir anne, Fırat gibi bir evladı hak etmiyordu.

 

Kısa süren sarılmamızın ardından kendini geriye çekti, "Ağlattın beni de" dedi parmak uçlarıyla akan rimelini silerken."

 

"Gözleriniz aksa da hep güzelsiniz," dedim gülümseyerek. İçten bir gülümseme bahşetti bana.

 

"Ben aşağıya iniyorum, davetliler gelmeye başlamıştır," diyerek odadan ayrıldığında içimde tuttuğum nefesimi gürültüyle dışa bıraktım. Aynanın karşısına geçerek kendimi inceledim. Dediği gibi, gerçekten de prensesler gibi olmuştum.

 

Her genç kızı hayali olan o beyazlıkların içindeydim. Fakat bu uzun sürmeyecekti. Günün sonunda bir cinayet işlenecek, bu beyazlığa da kan lekeleri sıçrayacaktı.

 

Günün sonunda birisi daha bu hayata veda edecekti. Ve o kişi Fırat Yaman, yani evlendiğim adam olacaktı.

 

"Bu son oyunun Fırat Yaman! Bu son oyununu bu gece bozacağım!" diye tısladım dişlerimin arasından. Kendimi bu halde görmek bile beni deli ediyordu. "Benden çaldıklarının bedelini ödeyeceksin, kirlettiğin hayatımın, yıktığın hayallerimin bedelini ödeyeceksin!" Aniden açılan kapı ile irkilerek bakışlarımı kapının olduğu yöne doğru çevirdim.

 

"Hayatım!" Fırat Yaman'ın sesinden dahi nefret ediyordum. Bir zamanlar her zerresine âşık olduğum adamın, şimdi her zerresinden iğreniyordum. İki yıl boyunca annemin ve kardeşimin yasını onların katilinin kollarında ağlayarak tuttuğum için kendime kızgındım.

 

Onu tamda şu anda öldürmemek için yumruk yaptığım elimi sıktım ve sertçe yutkunarak yüzüme gülücükler saçtığım maskemi takındım. Ayağa kalkarak karşısında dikildiğimde, baştan aşağıya süzdü ve âşıkmış gibi bakmaya başladı. "Çok güzel olmuşsun sevgilim," dedi baygın baygın bakarak. Alayla dudağımın kenarı kıvrıldı.

 

"Fırat, burada bizden başka kimse yok, güzel sözcüklerini kendine sakla," dediğimde gülümsedi. Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi en az düzeye indirdiğinde ve elleriyle kollarımı tuttuğunda, çatılan kaşlarım ellerine kaydı.

 

"Her şeye rağmen seni sevdiğimi biliyorsun," dedi kulağıma doğru yaklaşarak fısıldadı, "hayatım." Ve yanağıma kuş tüyü bir öpücük kondurduğunda gözlerimi kapatarak bu anın son bulmasını diledim. Yeşil gözleri, ela gözlerimi hedef alırken dudaklarını araladı. "Söylemeden edemeyeceğim, gerçekten çok güzel olmuşsun," dedi ve göz kırparak benden uzaklaştı. "Misafirlerimizi bekletmeyelim hayatım," dedi ima dolu ses tonuyla. Her ne kadar öfkelensem de yalnızca birkaç saat daha dayanmam gerekiyordu bu evcilik oyununa. Sonra her şey son bulacaktı. Tek bir gecede harcayacaktım onu, tıpkı kardeşimi harcadığı gibi...

 

🔪

 

Ağır adımlarla önümüze serilen kırmızı halının üzerinde yürürken, salona yaklaştıkça müzik ve alkış sesleri artıyordu. Salondaki insanların görüş alanına girdiğimizde bir kez daha sahte maskemi takındım. Herkes, büyük bir hayranlıkla bizi izliyor, alkışlamaya devam ediyordu. Bu durum bir yandan keyif veriyordu. Çünkü Fırat Yaman'ın ölüm öncesi alkışlarıydı. Bu yüzleri son kez görecekti, bu insanların ona gösterdiği son ilgiydi. Buradan sonra ailemi aldığı toprağa karışacaktı. Kardeşimi, annemi sonsuz uykuya mahkûm ettiği gibi kendisi de o cemreye esir düşecekti.

 

Alkışlar dinmiş, yerini gülümseyerek bakan gözlere bırakmıştı. Arka planda çalan 'Aşk Duası' şarkısı...

 

Şarkıyı duyduğum zaman şaşkınlık dolu bakışlarım Fırat'ı buldu. Tahmin etmeliydim bu şarkıyı seçeceğini. Bu, onunla ilk dans müziğimizdi. Ellerimiz ilk defa bu şarkının notalarında buluşmuştu. Bilerek yapıyordu, geçmişi unutturmamak için yapıyordu. Sanki normal bir ayrılık yaşayan çiftlermişiz gibi. Sanki bana ihanet eden kendisi değilmiş gibi. Sanki hayatımı bir enkaza çevirmemiş gibi... Dudağının kenarı kıvrıldığında genzimi temizleyerek bakışlarımı kaçırdım. İstemeyerek, nefret ederek son defa bu dansta eşlik ettim. Bu anların biran evvel son bulmasını umuyordum.

 

Dans esnasında yüzüne bakmamaya çalışsam da inadına yaparcasına iyice yakınlaşıyordu.

 

"Şarkıyı duyduğundaki bakışlarını gördüm Afife. Kabul et artık senin de kalbin hâlâ bende." Gülümsedim.

 

"Senden nefret ediyorum Fırat," diye tısladım. Daha çok gülümsedi.

 

"Benden nefret ediyor olsaydın, teklifimi kabul etmezdin."

 

"Senden nefret etmiyor olsaydım seninle gerçek bir evlilik yapardım." Sustu ve gözlerimin içine daha dikkatli bakmaya başladığında başımı çevirdim.

 

"Zaman dursa keşke," diyerek mırıldandı. Benden yanıt alamayınca ise devam etti. "Bu bana son yakınlaşman gibi hissediyorum Afife. Evet, geçmişimizde hatalar yaptım, seni yarım bırakmamalıydım-"

 

"Bunları konuşmanın ne yeri ne de zamanı. Sus Fırat," diyerek sözünü kestim. Yaptıklarına rağmen hâlâ rol yapması, üstelik çok iyi bir oyuncu olması canımı daha çok acıtıyordu.

 

"Bir anda uzaklaştın benden Afife. Çok değil, iki ay öncesine kadar sarılabiliyordum sana ama şimdi yakınından bile geçemiyorum. Bu canımı acıtıyor." Yaptıklarını bilmeseydim, kendi gözlerim ve kulaklarımla şahit olmasaydım tüm kalbimle inanabilirdim ona. İlk tanıştığım, gerçekten sevgiyi hissettiren, benimle yuva kurmayı içtenlikle isteyen Fırat olsaydı kanardım ama şimdi söyledikleri hiçbir şeyi değiştiremezdi.

 

"Bu söylediklerinin bir anlamı yok, boşuna dil dökme."

 

"Ne değişti?" diye sordu bu sefer. Dans müziğinin son bulmasıyla sorduğu sorunun cevabını vermekten kurtulmamın rahatlığıyla bedenimi ondan kurtararak, bizim için hazırlanan masaya doğru ilerledim ve bana ayrılan sandalyeye oturarak boş bakışlarımla insanları izleme başladım. Ben acılar içinde kıvranırken onlar eğlencenin tadına varıyorlardı. Her şeyden habersiz, sözde mutluluğumuza eşlik ediyorlardı.

 

Saniyeler sonra yanı başımda hissettiğim kıpırdanma ile Fırat'ın geldiğini gördüğümde umursamayarak başımı çevirdim.

 

"Az sonra bana sonsuza kadar evet diyeceksin." Saç diplerimde hissettiğim nefesi ile göz ucuyla bir bakış attım. Oldukça mutlu, hâline bakılacak olursa bu durum ona zevk veriyor olmalıydı. Etrafa göz attığımda kimsenin bizi izlemediğine emin olarak Fırat'a doğru eğildim.

 

"Sana neden evet dediğimi sende çok iyi biliyorsun Fırat, şansını zorlama," dedim öfkeli çıkan sesimle. Bana biraz daha yaklaşarak önüme düşen saç tutamını kulağımın ardına sıkıştırdı ve gülümseyerek konuşmaya başladı.

 

"Benden ne kadar uzak olmana rağmen benim karım olacaksın," dediğinde sinir hücrelerimin damarlarımdan çekildiğini hissetmeye başladım. "İkimizden başka kimse bilmeyecek bu evliliğin sahteliğini. Herkes Fırat Yaman'ın karısı diyecek." Sakin kalabilmek için gözlerimi yumdum ve dişlerimi sıkmaya başladım. Fırat, bu hâlime bakarken yüzündeki gülümsemesini genişletti. Dudaklarım konuşmak üzere aralandığında hırıltılı sesler çıkararak benden uzaklaştı ve ceketinin düğmesini ilikleyerek, sırtını sandalyeye yasladı.

 

"Her şey mükemmel olmuş gençler," dedi kırklı yaşların başında olan, dip boyası gelmiş kadın. Hayranlıkla bizi incelerken devam etti, "Bir süredir sizi izliyorum, çok yakışıyorsunuz maşallah. Mutluluğunuz daim olsun," dediğinde yalandan gülümsedim. Fırat'ın eli belime dolandığında kendimi çekmek istesem de belimi daha sıkı kavrayarak bedenimi kendine yasladı.

 

"Teşekkür ederiz, eksik olmayın," dedi neşe dolu sesiyle. Kadın yanımızdan ayrılınca sinirle Fırat'a döndüm.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu kadar şova gerek yoktu," diye tısladım.

 

"Ne yapıyormuşum hayatım? Yeni evlenmek üzere olan, mutlu bir çiftiz biz. Unuttun mu?" Öfkeyle soluyarak başımı başka yöne çevirdim. Nerede kalmıştı bu memur!

 

🔪

 

Şahitler yerini almış, müzik sesi kesilmiş ve tüm salon büyük bir heyecan ve mutluluk ile nikâh memuruna odaklanmış vaziyetteydi.

 

"Değerli konuklar!" diyerek söze girdi nikâh memuru. "Her iki aile adına hoş geldiniz diyor, iyi eğlenceler dileyerek nikâh akdine başlıyorum," dediğinde salondan alkış sesleri duyulmaya başladı. Her geçen saniye de daha fazla geriliyor, buradan kaçıp gitmek istiyordum. Fakat intikamımı hatırlayarak bu isteğimi dizginlemeyi başarıyordum. Gelin Hanım, adınız soyadınız?" diye sordu nikâh memuru. Mikrofona doğru yaklaştım.

 

"Afife Aksoy." Bakışları Fırat'a döndü.

 

"Damat Bey, adınız soyadınız?"

 

"Fırat Yaman."

 

"Birbirinizle evlenmek istediğinizi bize yazılı olarak bildirdiniz. Yaptığımız araştırmalar sonucunda evlenmenize engel bir sebebin bulunmadığı tarafımızda tespit edilmiştir. Şimdi misafirler ve şahitler önünde, evlenmek istediğinizi sözlü olarak beyan ederseniz, evlenme akdinizi gerçekleştireceğim. Siz Sayın Afife Aksoy, Sayın Fırat Yaman'ı hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan eş olarak kabul ediyor musunuz?" diye sorduğunda salona sessizlik hâkim oldu ve herkes dudaklarımdan dökülecek olan o kelimeyi beklemeye başladılar. Fırat'a baktığımda o da heyecanla benden gelecek olan yanıtı odaklanmıştı. Dizlerim ve ellerim titremeye başlıyordu yavaştan. İlk ve son defa Afife. Kardeşin için, annen için, vicdanını rahatlatmak, yaşayabilmek için şu an da evet demen gerekiyor. Sen gücünü annenden aldın Afife, şimdi olmaz. Şimdi pes edemezsin.

 

Fırat'ın gözlerinin içine bakarak mikrofona fısıldadım.

 

"Evet." Kabul etmem üzerine alkışlar ve ıslıklar yükselmeye başladı salondaki konuklardan. Bakışlarım Serap Hanım ve Cihangir beye kaydığında, duygulu bakışlarını üzerimde hissettim. Çok mutlulardı. Belki de hayatlarındaki en güzel gündü. Fakat gecenin sonunda mutluluklarına cinayetin izleri sıçrayacaktı. Bugün, evlilik yıl dönümü olarak değil, Fırat Yaman'ın ölüm yıl dönümü olarak anılacaktı.

 

"Siz Fırat Yaman, Afife Aksoy'u hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan eş olarak kabul ediyor musunuz?" Fırat'ın yüzüne sevinçli bir gülümseme yer edindi. Önce bana baktı, ardından da salondaki konuklara. Mikrofona doğru yaklaşarak sakin ama kuvvetli bir ses tınısıyla bağırdı.

 

"Evet!" Her ne kadar aramızda evlilik sözleşmesi imzalanmış olsa da ve bu durum çok kısa sürecek olsa da resmi olarak eş olmuştuk.

 

Herkesin ayaklanarak salonu alkış sesleri ile doldurduklarında kendime gelerek etrafa bakındım. Bana uzatılan evlilik cüzdanını gördüğümde, evlilik cüzdanını ellerimin arasına aldım. An itibari ile hayatla olan bağlantım kesilmiş olup, tüm sesler kulağımın içinde uğulduyordu. Kollarımdan tutan eller ile başımı yerden kaldırdığımda o kişinin Fırat olduğunu görmem ile ancak kendime gelebildim.

 

Konuklar tek tek yanımıza gelerek ve bize içten dileklerini göndererek birer birer salonu terk etmeye başlamışlardı. Salon tamamen boşaldığında yanımızda sadece Serap Hanım ve Cihangir Bey kaldı.

 

İlk olarak ona yaklaştım ve elini öptüğümde bana sımsıkı sarıldı. Baba gibi...

 

"Oğlum sana emanet, eminim ki ona çok iyi bakacaksın," dedi güven duyan sesiyle. Yüreğimin en ücra köşesinde sakladığım merhamet duygum, yalnızca bu iki insanın sözleriyle yüzeye çıkıyor, yapacağım şeyin çok yanlış olduğunu bana hatırlatıyordu. Ancak çok iyi biliyordum ki, Fırat Yaman merhamet edilmeyi hak etmiyordu.

 

"Oğlunuza çok iyi bakacağım," dedim Fırat'a bakıp gülümserken. "Gözünüz arkada kalmasın." Serap Hanım'ın elini öpmeye yeltendiğimde izin vermeyerek elimi tuttu ve anne sıcaklığıyla sarılmaya başladı.

 

"Sen bana evlat olduğun gibi oğluma iyi bir eş, çocuklarınıza çok iyi bir anne olacaksın," dediğinde dayanamadım ve gözümden bir damla yaş süzülerek özgürlüğünü ilan etti. Vicdanım sırtımı tırmalıyordu. Kalbime gömdüğüm duygularım canlanıyordu. Yıllar önce hayallerim vardı. Hayallerimiz vardı Fırat ile. Oysa şimdi yaşanması hayal bile olamayacak kadar imkânsız ve yasak düşmüştük birbirimize. Onun ellerinde annemin kanı vardı. Gözlerinde kardeşimin, Miray'ımın cansız bedeni asılıydı. Birbirimize haramdık artık.

 

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım ellerini tutarken. "Bana anne olduğunuz için size minnettarım," dediğimde gülümsedi ve yanağımı sevdi.

 

Özür dilerim, dünyanız başınıza yıkılacak ama ben o yıktığım dünya için hiçbir zaman üzülmeyeceğim...

 

🔪

 

Evin önüne geldiğimizde elimdeki anahtarı kapının deliğine takarak kilidi çevirdim. İçeriye adım atacağım sırada Fırat'ın kolumdan tutarak durdurması ile yukarı kalkan kaşlarımla baktım. "Ne oldu?" diye sormam üzerine dudağının kenarı kıvrıldı.

 

"Yeni evimize gelinlikle gireceksin. Adet yerini bulmasın mı karıcığım," dediğinde yüzümü ekşiterek kafamı çevirdim ve umursamayarak içeriye girdim. Gülme sesini hissetsem de üzerinde durmadım. Biliyordum, beni sinir etmek için yapıyordu. Ancak ona istediğini vermeyecektim. Bu gece Fırat Yaman devri kapanacaktı. Bu gece ölürken son arzusunu dahi sormayacaktım. Ona, o hakkı tanımayacaktım. Bu gece sadece ve sadece benim istediklerim olacaktı.

 

"Yüzümü yıkayıp geliyorum sevgili karıcığım, dedi ve göz kırparak lavaboya girdi. Bir müddet üzerimdeki gelinliğe baktım. Ondan kurtulmak istesem de üzerimden çıkarmadım, çıkarmayacaktım da. Çünkü bu gelinlik bu gecenin hatırasını taşıyacaktı üzerinde.

 

Banyodan sus sesi geldiğinde yatağın üzerine bıraktığım el çantamdaki küçük çakıyı çıkararak avucumun arasına aldım. Dakikalar içinde banyodan çıkan Fırat, elindeki havluyu yatağın üzerine attı ve yatağın köşesine oturarak elleriyle saçlarını karıştırdı. Başını kaldırarak karşısında dikilen bana baktı. Omuzlarını düşürerek başını salladı. Ayağa kalktı ve adımlarını bana doğru attı. Bakışlarında durgunluk vardı. İfadelerini okuyamıyordum. Ne düşündüğünü anlayamıyordum. Sadece içimde bir ürperti hissediyorum. Ondan korkuyor muydum? Hayır, korkmuyordum. Onun bir katil olduğunu öğrendiğimde de korkmamıştım. Şimdi de korkmuyordum. Beni korkutan şey, az sonra hayatımın ilk cinayetini işleyecek olmamdı.

 

Fırat, aramızdaki mesafeyi kapattığında nefesini yüzümde hissettim. Dudakları aralandı.

 

"Garip... Buradasın ama sana dokunamıyorum." Yutkundu. "Hayallerimdeki gibi benim için giydin bu gelinliği, bana evet dedin ama-"

 

"Ama yaşananlar ve yaşattıkların hayallerinden, hayallerimizden farklı."

 

"Bir şansım daha olsa," dedi ve sustu.

 

"Bir şansın daha olmadı, olmayacak Fırat.

 

"Söylemedim say," dedi umursamaz görünmeye çalışarak. Fakat bakışlarında hayal kırıklığı vardı ancak bu hayal kırıklığı onun seçimiydi. Parmakları yüzüme doğru uzandığında kendimi geri çektim. "Bir şey yapmayacağım, sadece saçlarına dokunmak istiyorum," dedi masum bir çocuk edasıyla. Fakat biliyordum ki o masum değildi... Parmak uçları söylediğinin aksine saçlarıma değil, yanağıma dokunduğunda refleksle elini tutup ittim.

 

"Bana dokunmanı istemiyorum, uzak dur benden!" Bağrışımın üzerine şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Ellerinde ve ruhunda sevdiklerimin kanı vardı. O elleriyle bana dokunmasını düşünmek bile fenaydı. Avucuma hapsettiğim bıçak parmaklarımın arasından kayıp düşecek gibi olduğunda, titreyen ellerime aldırış etmeden bıçağı daha sıkı kavradım. Dehşetle açılan gözlerimi, Fırat'ın gözlerine diktiğimde onun da gözleri de benimkiler gibi kocaman açılmıştı. Onun arzulayıcı bakışları kadar benim bakışlarımda kin ve öfke vardı. Fırat, ısrarla üzerime doğru gelmeye devam ederken, titreyen ayaklarım benden bağımsızca geriye doğru adımlamaya başladı. Bedenim soğuk duvarla birleştiğinde durmak zorunda kaldım. Aramızdaki mesafeyi minimum seviyeye indirdi ve bedeni bedenime temas ettiğinde acıyla gözlerimi yumarak dişlerimi sıkmaya başladım.

 

Karşısında hiç istemeyeceğim bir şekilde titriyordum. Ve o da bunu fark ederek, bu durumdan faydalanmaya çalışıyordu. Göğüs kafesim hızla inip kalkıyor, kalbim gürültüyle çarpıyordu. Üzerime eğildiğinde yutkundum. Saçlarımın buklelerini usulca geriye doğru iteledi. Ardından parmakları, şakaklarımdan yanağıma doğru süzüldüğünde soğuk ellerinin tenime temas etmesi, içimi ateş gibi yakmaya başladı. Kirpiklerimde biriken gözyaşlarım, gözlerimi yummam ile özgürlüğünü ilan etti. Ona bu kadar yakın olmak hem kalbime hem de ruhuma zarar veriyordu.

 

"Neden benden kaçıyorsun Afife?" Sesi kulağıma fısıltı şeklinde dolduğunda yandan bir bakış attım, dudakları yanağımı okşamaya başlamıştı. Dudağımın kenarına geldiğinde durdu. "Evlendik biz farkındasın değil mi?" diye devam ettiğinde sözleri kalbime hançer gibi saplanmıştı. Kalbimin tam ortasında kocaman bir yaraydı o. Her sözü yaramı kanatıyordu... Her dokunuşu sızlatıyordu...

 

"Bu gerçek bir evlilik değil, farkındasın değil mi?" dedim kendimden emin bir şekilde. Bu kadar net oluşum Fırat'ı şaşırtmışı. Gözlerini kısarak, yüzümden hissettiklerimi okumaya çalışıyordu. Sertçe saçlarımı kavrayarak aşağıya doğru çekti. Gerçek Fırat buydu işte. Hırçın, durulmaz, istediğini elde edemeyince herkese zarar veren.

 

"Benimle evlenmesen annen Zehra gibi olacaktın farkındasın değil mi?" dedi tok sesiyle. Söylediklerini karşısında beynimden vurulmuşa döndüm âdeta. Saçlarımı ellerinden kurtarmaya çalıştım. Bu hareket canımı acıtsa da umursamadım. İşaret parmağımı sallayarak, Fırat'ın üzerine yürümeye başladım.

 

"Sakın! Sakın bir daha annemin adını ağzına alayım deme!" dedim dişlerimin arasında. Sesim, öylesine gür çıkmıştı ki yoldan geçen herhangi bir insan duyup gelebilirdi.

 

"Kızım kendine gel! Seni o çöplükten çıkarmasam sen de annen gibi orospu olacaktın!" dedi tükürürcesine. Anneme kullandığı tabir kanıma dokunmuştu. Annem öyle birisi değildi. Gazino sanatçısı olması onu itham ettiği sıfata sokmazdı. Gözlerimi kapatarak sakin kalmayı çalışsam da bunu pek başarabildiğim söylenilemezdi. 'Sakin ol Afife. Burada neden olduğunu unutma,' diyerek teselli edici cümleleri tekrarladım içimden.

 

"Senden nefret ediyorum!" diye bağırdım tiksinç bakışlarımın altından. Bu defa daha büyük bir kahkaha attı. Birkaç saniye donuk bakışlarını gözlerimde gezdirdiğinde dudağının kenarı kıvrıldı.

 

"Biliyor musun Afife, seni senin bana olan nefretin kadar seviyorum." Yüzümü ekşiterek bakışlarımı üzerinden çektiğimde çenemden tutup, yüzümü kendisine çevirdi. Kendimi ondan çekmeye çalıştıkça kendisine daha çok bastırdı. Parmakları gelinliğimin fermuarına uzandığında bedenim kaskatı kesilmişti. Elinden kurtulmaya çalıştıkça bedenimi duvara yasladı. Gelinliğimin fermuarını usulca aşağıya indirdiğinde, elimdeki çakının kilidini açtım. Sesi duyarak bakışlarımı elimdeki bıçağa çevirdi. Ardından gülerek bileğimi burkarak bıçağı elimden düşmesini sağladı.

 

"Benim aptal karım!" diye tısladı dişlerinin arasından. "Beni öldürecek kadar çok sevdiğinin bilmiyordum," dedi keyifle gülerek.

 

"Seni zerre sevmiyorum Fırat!"

 

"Ama ben seviyorum ve bu geceyi taçlandırmalıyız." Gözleriyle yiyecek gibi beni süzmeye devam ederken parmaklarıyla çenemi tuttu.

 

"Fırat! İstemiyorum!"

 

"Evlendik biz Afife! Anlaşma da olsa bugün bana evet dedin! Eşim olmayı, karım olmayı kabul ettin. Tıpkı kalbinin bana ait olması gibi bedeninde bana ait olacak!" Bağırırken tükürüklerini tutmayarak etrafa saçmıştı. İğreniyordum ondan. Her hareketi beni öfkelendiriyordu. Öpmek için yeltendiğinde karnına attığım yumruk ile sendeledi ardından yüzüne bir yumruk daha attığımda küfür savurdu.

 

"Siktir!" dedi kaşını tutarak. "Ne yapıyorsun lan sen?" yerdeki bıçağı alarak Fırat'ın önüne tuttum ve var gücümle bağırmaya başladım.

 

"Ben senin değilim! Ben kimsenin değilim! Ben bir eşya değilim, kafana göre sahiplenemezsin. Ben bir kadınım ve sadece kendiminim. Bir sahibe ihtiyacım yok!"

 

"Biz böyle anlaşmadık Afife. Tamam, ileri gittim kabul ediyorum."

 

"Benim aptal kocam!" dedim aynen onu taklit ederek. "Gerçekten seninle gazinoya düşmemek için mi evlendim sanıyorsun? O gazinonun sahibi zaten senken kim beni alıkoyabilirdi? Ben kendimi koruyamaz mıydım sanıyorsun? Sen kendini akıllı sanıyorsun ama çok aptalsın. Çocukça numaralar yapıp, beni kandıracağını düşünecek kadar aptalsın." Söylediklerim onu afallattı.

 

"O zaman neden evlendin benimle? Niye bana sığındın?"

 

"Fırsatı değerlenirdim diyelim. Fırat Yaman, benimle neden evlendiğini biliyorum." Sustu. Beni duydu ama tepki vermedi. Hatta yüzünde mimik oynamadı. Yine rolünün hakkını veriyordu. O gün ki gibi.

 

Fırat Yaman, servetli bir ailenin varisi. Ailenin tek çocuğu, veliahdı. Bu yüzden her zaman parasının gücüne güvenmiş, âdeta paranın ve gücün kölesi olmuş, mutluluğu, sevgiliyi, arkadaşlığı parası ile satın alabileceğini zanneden bir zavallı. Haklıydı, bugüne kadar istediği her şeyi parası ile elde etmiş, tüm günahlarının üzerini hukuki gücü sayesinde ört baz etmişti. Ve şimdi sıra bana gelmişti. Beni de herkesi elde ettiği gibi elde edebileceğini zannediyordu. Ona itaat etmemi istiyordu. Bugün için kurduğu planların içinde bu da vardı. Ancak ben Afife Aksoy'dum. Ve kurduğu, kuracağı tüm planları yıkacaktım. Hem de ölümle.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" diyerek çıkıştı karşıma geçerek. Sinirden dudağımın kenarı kıvrıldı gülercesine.

 

"Oyun bitti Fırat Yaman. Perde kapandı. Artık bu perdenin ardındaki gerçeklere dönelim istersen!" dedim kaşlarım havalanırken. "Hı, ne dersin?" Artık kendimden çok daha emindim. Karşımda iki büklüm olması hem bana güç veriyordu hem de tatmin ediyordu.

 

"Ne diyorsun sen Afife? Kendine eğlence mi arıyorsun?" Ses tonu az öncekine nazaran daha sert, daha korkusuz çıkmıştı. Bir adım öne çıktığında parmakları boynunda gitti, sıkı olan kravatını çekiştirerek gevşetti. Yeşil gözlerindeki korkuyu görebilmek bana cesaret veriyordu. Ona doğru birkaç adım atarak ve aramızdaki mesafeyi en az seviyeye düşürerek bıçağın ucunu Fırat'ın yüzünde gezdirmeye başladığımda Fırat, çatık kaşlarıyla gözlerimin içine bakıyordu. Kulağına yaklaşarak fısıldadım,

 

"Zehra Aksoy'un ölümü desem?" diyerek geri çekildim ve tepkisini görmek için bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Göz bebekleri gözle görülür derce de büyürken, çatık kaşları daha da çatılmıştı. Çene kaslarının belirginleşen damarlarından gerildiğini görebiliyordum. Genzini temizlerken sertçe yutkundu. "Hatırladın değil mi o günü?" dedim gözlerini, göz hapsimde tutmaya devam ederken.

 

"Sen..." dedi ve duraksadı. "Sen neyden bahsediyorsun," diye sordu sakince. Ellerim titremeye başlamıştı. Aklıma gelen geçmiş ile gözlerimin dolduğunu hissettiğimde bakışlarımı yere düşürdüm. Hayır, ağlama Afife... Ağlama. Ağlayamazsın, diyerek kendimi toparlamaya çalıştım. Akmak üzere olan gözyaşlarımı durdurmayı başardığımda, başımı kaldırarak Fırat'a bakmaya devam ettim. Annemin çığlıkları beynimin içinde şimşek gibi çakmaya başlamıştı. Yalandan dudaklarımı büzdüm,

 

"Aa, hatırlayamadın mı? Dur yardımcı olayım kocacağım. Miray'ın ölümü, gazino, çığlıklar... Bunlar yardımcı oldu mu hatırlamana?" Yutkundu. Bakışlarını gözlerimin üzerinden ayırdı ve burnunu içine çekti. Ellerine cebine soktu. Kuyruğunu köşeye sıkıştırmıştı. Oryaya çıkmaz zannettiği gerçeklerle yüzleşme vaktiydi artık.

 

"Zehra ve Miray'ın ölümü?" dedi kaşları çatılırken. Alaycı bir yüz ifadesi takınarak, "Afife, gerçekten neyden bahsettiğin, neyi ima etmeye çalıştığını anlayamıyorum. Annenin ve Miray'ın ölümünün benimle ne ilgisi var sen de biliyorsun ki-"

 

"Ben de biliyorum ki, kardeşimin psikolojik sorunlarından dolayı intihar etmesinin sebebi sensin," diyerek sözünü kestim. "Ben de biliyorum ki gazinoya geldiğim gün, elindeki kanı silerek beni teselli etmeye çalışan gerçek katil sendin!" dediğimde boynunda asılı olan kravatı çekerek yatağın üzerine fırlattı. Elini üzerindeki damarlar oldukça belirginleşmeye başlamıştı. Elini ensesine götürdü ve saçlarını karıştırdı. Nefretle bakan gözlerimi Fırat'ın üzerinde gezdirmeye devam ettim. "Anladın mı şimdi neyden bahsettiğimi, hatırlayabildin mi, neleri bildiğimi sayayım mı daha?" Fırat, söylediklerimi reddederek başını iki yana sallamaya başladı.

 

"Yalan söylüyorsun!" dedi ateş saçan gözleriyle bana bakarak. Dudağımın kenarı kıvrıldığında, yatağın bazasına bir tekme savurdu. "Yalan söylüyorsun!" diye tekrarladı. Ardından gardıroba yine gelişi güzel bir tekme salladı. "Yalan söylüyorsun!" diye kükrediğinde ürkerek gözlerimi yumdum. Nefes nefese kalmıştım, göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Fırat'ın bu delirdiği anları izlemek keyiflendiriyordu. Fırat, aynalı dolabın önüne geçerek üzerindeki eşyaları gürültüyle dağıttı. Ellerini yumruk yaparak birkaç saniye aynadaki yansımama baktı.

 

Aniden aynaya attığı yumruk ile yerimden sıçradım. Resmen çıldırmış gibiydi. Kollarını iki yana doğru açarak bana doğru yaklaştı. Elinden süzen kanlara aldırış etmeden, öfkeli bakışlarını gözlerimde gezdirdi.

 

"Tüm bunları biliyor olman neyi ifade eder? Ne yapabilirsin ki? Kim inanır ki sana?" Söylediklerinde haklıydı. Kimse inanmazdı bana. Fırat, onu tehdit edeceğimi düşünerek burada olduğumu sanıyordu. Oysa tehdit etmek için uğraşarak, daha fazla nefes almasına izin vermeyecektim. O her nefes aldığında, ben boğuluyordum... O nefes aldıkça ben ölüyordum... O güldükçe benim yüreğim yanıyordu... "Anneni öldüren adam cezasını çekiyor zaten. Miray desen... Tekrarlamama gerek yok umarım."

 

"Hâlâ yalan söylüyorsun! Gerçekleri yüzüne haykırmama rağmen yalan söylüyorsun! Katilsin sen Fırat, katil!" Öylesine bağırıştım ki ses tellerimin genzimde bıraktığı acıyla yutkundum ve bu sefer biraz daha sakin konuştum. Ama haklısın, kimse inanmaz bana," dedim. Histerik bir gülüşle. "Fırat Yaman var iken, Afife Aksoy kim ki, insanlar ona inansın." Gülümsemeye devam ederken, bakışlarımı tamda gözbebeklerinin içine sabitledim. "O yüzden buradayım ya zaten," dedim buz gibi çıkan sesimle. Fırat, kahkaha atmaya başladığında iğrenerek gözlerimi kıstım. Onun gülmesi bile sinirlerimi bozuyordu. "Komik bir şey mi söyledim?" dedim tüm ciddiyetimle.

 

Fırat gülmesinin arasında anlayamadığım bir şeyler geveledi. Eski ciddiyetine kavuştuğunda parmaklarıyla çenemi sıkarak, başımı geriye yatırdığında, başım duvara çarptı. Canımın yanmasını belli etmemek için gözlerimi sıkıca yumup açtım. Dişlerimi sıkarak acımı dindirmeye çalıştım. Fırat'ın gözlerinden ateş çıkıyordu.

 

"Sen beni tehdit mi edeceksin? Hangi sıfatla?" dedi dudağını kenarı kıvrılırken.

 

Yanılıyordu. Ben onu tehdit etmek için burada değildim. Benim yüreğimdeki yangının dinmesini, onu adalete teslim etmek dindirmezdi. Bu yüzden şanssızdı. Onu, o dört duvar arasına hapsederek huzura erdirmeyecektim. Benim yüreğimdeki yangını ancak ölüm söndürürdü... Yüreğimdeki yangın, Fırat'ın can çekişe çekişe ölmesiyle hafiflerdi...

 

Çenemi sıkan elinden kurtulmak için, elimi sertçe bileğine sardım ve sinirle ittirdim. Ardından kahkaha atmaya başladım.

 

"Unuttun mu? Bir saat önce ben de Yaman oldum." Yüzünü buruşturup, bakmak ile yetindi. "Merak etme, seni senin soyadınla tehdit etmeyeceğim. Seni Aksoy olarak öldüreceğim Fırat." Fazlasıyla sakin bir tavırla sarf ettiğim sözlere karşı Fırat'ın gözleri şaşkınca bakıyordu. Alnındaki çizikler meydana çıkmıştı. Bir şey demek için dudaklarını araladığında buna izin vermedim. Elimdeki bıçağı Fırat'a doğrulttum.

 

Yıllarca sevgisiyle kalbimde yer edinen adamı korkusuzca incitebiliyordum. Kalbimdeki sevgisini yok edip, yerini nefrete devredebilmiştim. Neyin bana cesaret verdiğini de bilmiyordum. Çünkü Fırat beni tek hamlesiyle yenebilirdi ama yapmıyordu. Ona zarar veremeyeceğimi düşünüyordu. Gözlerimi yumdum birkaç saniyeliğine ve olacakları düşündüm.

 

Az sonra her kızın hayali olan bu beyaz gelinliğim, kırmızıyı çalacaktı. Hayatımın en mutlu günü olması beklenen gün, bana haram olacaktı.

 

Bir ölüm gerçekleşecekti...

 

Her ölümün ardından yağmur yağar derler. Bu yüzden yağmurda yağacaktı. Ancak yağmur suyu yetmeyecekti kirli ruhlarımızı temizlemeye...

 

Fırat gülmeye başladı.

 

"Gerçekten beni öldürebileceğini mi zannediyorsun?" Tepki vermedim. "Ben ölürsem içerden çıkamazsın biliyorsun değil mi?" diye sordu ciddiyetle.

 

"İçeri girip de çıkmak isteyen kim? Sen bu dünyadan yok ol, ben bir ömür yatarım içeride," dediğimde bu sefer kaşları çatılmıştı. Yavaş yavaş ciddiyetimi idrak etmeye başlıyordu. Birkaç adım attığında bağırmam ile durmak zorunda kaldı. "Sakın! Sakın yaklaşma!"

 

"Afife! Sabrımı sınıyorsun. Bırak elindeki o oyuncağını."

 

"Hatırlıyor musun Fırat, bana ölümden korktuğunu söylemiştin. Öleceğim gün uykumda olayım ve bir daha gözlerimi açamayacağımın bedenimdeki acısını hissetmeyim demiştin," dedim ve sustum. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp konuşmaya devam ettim. "Bak, dileğinin aksine acı çekerek öleceksin. Ne demişler, kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, başkasına yapmayacaksın." Biraz daha yaklaştım ve fısıldadım. "Peki, şimdi sen söyle, ben sana acısız bir ölüm tatmana izin verir miyim?"

 

"Sen aklını kaçırmışsın," dedi başını iki yana sallayarak.

 

"Sen benim annemin sebebi oldun! Kardeşimi ölüme ittin. Sen... sen adisin Fırat." Kelimeleri bir araya getirerek cümle kurmakta zorlanıyordum, kurabildiğim cümleler ise yüreğimi sızlatıyordu. Konuşmak, hiç bu kadar kanatmamıştı.

 

"Bu kadar şov yeter, bırak artık o elindeki bıçağı." Fırat üzerime doğru gelerek, elimdeki bıçağı almaya yeltendi.

 

"Yetmez," diyerek başımı salladım. "Ben kardeşim gibi olmayacağım Fırat. Onlardan ne istedin bilmiyorum ama kanlarını senin elinde bırakmayacağım." Kulaklarımı eşeleyen anemin çığlık seslerinin acısıyla gözlerimi yumarak tüm cesaretimi toplayıp, böbreğine sapladım bıçağı. Fırat'ın gözleri dehşet içerisinde açılırken, saniyeler sonra süzülmeye başlayan kana kaydı bakışları. Usul usul dizlerinin üzerine çökmeye başladığına sessizce fısıldadı,

 

"S-Sen... N- Ne yaptın?" Anın verdiği şok etkisi ile karnından süzülen kanlara düştü bakışlarım. Yaptığımı idrak etmeye başladığımda tırnaklarımı gelinliğimin eteklerine geçirdim. Şaşkın gözlerimle Fırat'a bakıyordum. Başarmıştım. İlk hamleyi yapıp, ona ilk acısını yaşatmıştım.

 

Fırat, daha fazla dayanamayarak yere yığıldığında göz kapakları kapanmamak için direniyordu. Kendime gelmem gerekiyordu. İşte, istediğim buydu. Olmuştu... Karşımda can çekişiyordu... Acı çekiyordu... Benim mutlu olmam gerekiyordu... Peki ya neydi bu kalbimdeki sızı? Vicdanımdaki acı neydi?

 

Görüş alanım bulanıklaştığında, gözlerimin dolduğunu hissettim. Sonrasında verdiğim sözü hatırlattım kendime. Kırılan cesaretimi toplamak için çabaladım.

 

Akan burnumu çekerek, kendimi toparladığımda hızla Fırat'ın başucuna eğildim. Karnına baktığımda kanlar süzülüyordu. Bıçağın saplandığı mesafe oldukça derindi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kaçmalı mıydım? Kaçıp onu ölüme mi terk etmeliydim? Yoksa kalıp karşımda kıvranarak ölümüne seyirci mi kalmalıydım?

 

Hiçbiri...

 

Zihnimin içinde, sürekli başa saran o sahneler gözlerimin önünde belirdi. Fırat Yaman ne yapmıştı? Annemi ölüme mi terk etmişti? Yoksa onun ölümüne seyirci mi kalmıştı?

 

Hiçbiri...

 

Aksine, annemin acısına acı katmıştı. Çığlıklarına çığlık katmıştı. Yalvarışlarına kulaklarını tıkamıştı. Annemi ölmek için kendisine yalvartmıştı. Vücudumda hissettiğim deli cesareti ile gözlerimden akmakta olan damlaları elimin tersiyle sildim. Fırat, yalvarırcasına yüzüme bakarak yardım dileniyordu. Onu ölüme terk etmemden korkuyordu ama yine de o salak saçma gururu yüzünden bu isteğini dillendiremiyordu.

 

Ayaklanarak kendimi geri çektim. Böbreğine saplanan bıçağı ellerimin arasına kenetlediğimde sorgulayan bakışlarımı yüzümde gezdirdi. Yüzünü buruşturarak bakıyordu. Acı çektiği aşikârdı. Onun yüzüne baktıkça, annemin acı dolu çığlıkları yankılanıyordu kulaklarımda. O anların sesi biran olsun çıkmıyordu zihnimden. Kardeşimin cansız bedeni gözlerimdeki perdeydi.

 

Ellerimin arasına hapsettiğim bıçağı daha sıkı kavradım. Gözlerimden lavlar çıkıyordu. Bıçak ile biraz daha basınç uyguladığımda, dudaklarının arasından büyük bir yakarış koparken kulaklarımı çınlatan sesine karşı yüzümde tiksinç bir bakış peyda oldu. Ardından bu acı çekişi yüreğimi okşamaya başladığında, dudaklarıma gülümseme yerleşti. Böbreğine bastırdığım bıçağı bir çırpıda çekip çıkardığımda, bu sefer daha büyük bir haykırış koptu dudaklarının arasından. Canı yanıyordu, hem de fazlasıyla. Lakin çektiği acı kardeşim ve annemin çektiği acıyı dindirmeye yetmiyordu.

 

Fırat, acılar içinde akan kanı durdurmak için basınç uyguladığında elleri kıpkırmızı oldu. Parmaklarının arasından kanlar süzülüyordu. Fırat, hissettiği ıstırabına karşı çığlık atamamak için dişlerini sıkıyor ve gözlerini acıyla yumuyordu. Yanı başına ilişerek, bıçağın girdiği yere ayağımla basarak, ağırlığımı üzerine verdiğimde haykırışını daha fazla tutamayarak, var gücüyle bağırdı. Acıya karşı direnişi yüksekti. Daha fazla kendisi sıksaydı boyun damarları patlayabilirdi. Gülümseyerek baş ucuna eğildim ve kulağına doğru fısıldadım.

 

"İşte tamda böyle öleceksin Fırat. Çığlık atacaksın ama kimse duymayacak. Acı çekeceksin ama kimse görmeyecek. Ses tellerin yırtılana kadar haykıracaksın ama kimse sana el uzatmayacak." Kendimi geriye çektiğimde, Fırat'ın yeşil gözlerinden etrafa saçılan öfke kaçınılmazdı. Ancak onun bu öfkesi beni gram korkutmuyordu. Çünkü şu anda çaresiz, savunmasız ve güçsüz olan kişi ben değil, kendisiydi.

 

"B-Bunun C-Cezasını Çe-Çekeceksin!" diye bağırmaya çalıştı nefes nefese. Gözlerini kısıp, dişlerini sıktı.

 

"Şu durumda bile beni nasıl tehdit edebiliyorsun?" dedim alayla gülerek. Yüzüne doğru eğildim. Gözlerinin içine bakarak dudaklarımı araladım, "Fırat Yaman, her şey bitti. Sende öleceksin ve sebebi öğrenildiğinde senin içim ağlayan kimse olmayacak," diye fısıldadım. Kulaklarımı Fırat'ın kahkahası doldurdu. Ancak bu uzun sürmedi. Çünkü hemen ardından dudaklarının arasından bir inilti firar etti.

 

Gülmek acıtıyordu...

 

"Ölmek için yalvaracaksın. Öldür, kurtulayım diyeceksin ama seni bir kerede öldürerek kurtarmayacağım. Acı çekeceksin!" dedim bıçakla koluna çizik atarak. "Acı çekeceksin!" Kendimi toparlayıp, ayaklandım ve bıçağı ayak ucuna atarak, ellerimdeki kanı üzerimdeki gelinliğe sildim. Yatağın üzerindeki el çantamı aldığımda Fırat'ın yüzünde gözle görülür bir korkunun açığa çıktığına şahit oldum. Gülümseyerek arkamı döndüğümde Fırat'ın fısıltısı bir anlığına durmama sebep oldu.

 

"A-Afife... Yardım... Et." Kulaklarımın duyduğu kelimeler beni hafif çaplı bir şoka uğrattı. Fırat Yaman benden yardım dileniyordu. Başımı sağa sola sallayarak kendime geldim. Yüreğim bir parça olsun soğumuyordu. Vicdanım ona acımayı reddediyordu. Yönümü ona çevirdim.

 

"Sen anneme yardım ettin mi?" Fırat, kapanmak üzere olan gözlerini zorlayarak araladı. Vereceği tepkiyi görmek için bakışlarımı üzerine diktim. Bir şey söylemek için dudakları aralandığında, kelimeler dudaklarından dökülmeyerek geri kapandı. Şu an sadece gözlerime bakıyordu. Gözleri bir şey anlatmak ister gibiydi. Pişmanlık mı duyuyordu? Yoksa üzülüyor muydu? Bunları düşünmek koca bir saçmalıktı. Çünkü O, Fırat Yaman'dı. Asla pişman olmazdı.

 

Vicdanım sırtımı tırmalamaya başladığında arkamı döndüm. Buradan uzaklaşmalıydım. Eğer daha fazla burada durup onu izlemeye devam edersem, onu ittiğim ölümün kollarından çekip alacaktım. Son bir kez daha yüzüne acıyarak baktım. Kapının kulpunu tuttuğumda kulaklarımı dolduran ses, kapıyı açmamı engelledi. "Afife!" Bağırmak istiyordu. Ancak sesi daha çok fısıltı şeklinde çıkmıştı. "Affet." O, Fırat Yaman'dı. Kimseden af dilenmezdi.

 

Hayır Afife! Hayır! Koca bir yalandan ibaret bu sözleri. Eğer ona acırsan, seni acınacak duruma düşürecek. Yapma! Bu sefer tüm kararlılığımla kapının kulpunu çevirdim. Dışarıya doğru bir adım attım. Tek isteğim buradan uzaklaşmaktı.

 

"Sana olan sevgim gerçekti."

 

Ruhumdan kopan bir şeyler vardı. Kalbim avaz avaz bağırıyordu; ya gerçekse? Vicdanım içimi kemirmeye başlamıştı çoktan; sende onun gibi mi olacaksın? Onun annene yaptığı gibi ölüme mi terk edeceksin? Nasıl bir acı olduğunu bildiğin halde yapacak mıydın bunu? Lakin zihnimin içine işlenen gerçekliğim hem vicdanımı eziyordu hem de kalbimi susturuyordu. Zihnimden gün yüzüne çıkan sesler yüzünden kalbimin çığlıkları yerini fısıltıya bırakıyordu.

 

Şimdi ise artık kalbime ve vicdanıma sağır olmuştum. Aklımda dönen tek şey; sonumun kardeşim gibi olacağıydı. Her ne kadar kanıtlayıcı belgeler olsa da kardeşimin ölmesinin sebebi oydu. Çünkü onu duymuştum. 'Bir günahın bedelini sadece masumlar öder. Önce kardeşi, şimdi, sıra kendisinde.' Kardeşim kimin günahının bedelini ödemişti? Annem ne uğruna canından oldu hiçbir fikrim yoktu. Fakat önünde sonunda her şeyi öğrenecektim. Ortada zalimce işlenen cinayet, çalınan hayatlar vardı. Fırat, bugün gözlerini yumup, bu dünyaya sonsuza dek veda etmiş olacak olsa da gerçeğin peşini hiçbir zaman bırakmayacaktım.

 

Bakışlarımı son kez Fırat'a çevirdim.

 

"Üzgünüm Fırat. Ben senin gibi olamam. Ben ihanet nedir bilmem. Bu yüzden seni affederek aileme ihanet etmeyeceğim."

 

Bölüm Sonu!

 

Loading...
0%