@iremcakir
|
Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu- Herkes Yaralı
Keyifli Okumalar!
"Dikenleri elime batsa da senin için en özel gülleri koparmalıyım sevgilim. Kır bahçelerindeki en güzel papatyalardan sana taçlar yapmalıyım... Ama hayır sevgilim, onlara zarar vermemeliyim. Zaten senin güle veyahut papatya ihtiyacın yok ki... Sen güllerin en özelisin. Gülüşün ise papatyaların en güzeli..."
12 Kasım 2017
Ceketsiz dışarıya çıkılmayacak bir gün, hava rüzgârlı bulutlar ise hüzünlü. Her an ağlamaya müsait gibiler. Havanın aksine çok iyiyim demeyi çok isterdim ama diyemiyorum. İnsan hayatının en kötü gününde nasıl iyi olsundu ki? Şu an da sevdiğim adamı ellerimde çiçeklerle bekliyor olabilirdim. Parmağıma taktığı evlilik yüzüğünü iade etmek için beklemek yerine... Gözlerimden damlayan yaşları elimin tersiyle sildim. Bir hafta öncesine kadar her şey fazlasıyla güzeldi. Zaten güzel olanın ömrü kısa değil miydi?
Gözlerimi, dakikalar sonra bana ait olmaktan çıkacak yüzüğümden ayırdığımda Fırat'ın seri adımlarla bana doğru geldiğini gördüm. Kendimi toparlayarak fütursuzca akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ve dudaklarımı gülümsemeye zorladım.
"Şimdi geldim ben de" diyerek yalan söyledim. Saatler önce geldim diyemeden.
"Bir şey mi oldu?" dedi kaşlarını çatarak. Yüzüme doğru eğildi. "Gözlerin kızarmış, ağladın mı sen?" diye sordu bu sefer. Anında başımı önüme eğdim. Sevdiğim adamın yüzüne bakamıyordum bile. Kardeşimin bakışlarını görüyordum sanki gözlerinde. İhanet ediyormuş gibi hissediyordum kendimi.
"Yok, hayır soğuktan sanırım. Gözlerim hassas biraz ya ondandır," dedim. Anlayışla başını salladı. "Konuşmamız gerek dediğin için geldim aslında," dediğimde başını eğdi yanımdaki boşluğa oturarak dalgaları seyrededurdu.
Öğrendiklerimden beridir Fırat'tan uzak kalmak için çabalıyordum. Çünkü bir seçim yapmam gerekiyordu. Dahası birinin yapması gereken bir büyüklüğe, bir ablalığa, bir fedakarlığa ihtiyacımız vardı. Günlerdir kara kara nasıl yaparım, nasıl söylerim diye düşünerek kendimi yiyip bitirirken Fırat'ın bugün beni buraya önemli bir şey konuşmamız gerek dediğinde evlilik teklifinin hemen ardından aramıza giren bu soğukluğun sebebini sormak için çağırdığının farkındaydım. Hâliyle şüpheleniyor ve tedirgin oluyordu. Onu bu bilinmezlik içinde bırakmaya hakkım yoktu. Bu durum her ne kadar beni utandırsa da üzse de kalbimi parçalara bölse de yüzleşip buna bir son vermem gerekiyordu.
"Afife," dedi. "Son bir haftadır ikimizde durumun farkındayız ve bun daha fazla uzatmaya gerek yok. Bunu diyecek olmak beni çok utandırıyor ama," dedi ve yüzüme bakmaktan sakınarak. "Ben bu şekilde daha fazla devam edemeyeceğimi de biliyorum." Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. Ona karşı tavrımın benden bu kadar çabuk soğutacağını zannetmiyordum. Benim de istediğim şey ayrılmamızken bunu ondan gelmesi kalbimi daha çok acıtıyordu. "İnan bana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama az sonra söyleyeceklerimin seni kıracağına, öfkelendireceğine eminim. O yüzden söylediklerinden sonra ne dersen de haklısın ve seni anlarım. Ancak içinde bulundum durumu açıklayamazsam sana haksızlık etmiş olacağım ve ben sana haksızlık etmek istemiyorum," dediğinde kaşlarım çatıldı. Ona haksızlık eden benken o neyin haksızlığından bahsediyordu?
"Bir haftadır senden kaçarak, telefonlarını açmayarak senden uzaklaşan benim. Asıl haksızlığı sana yapan benim. Ne söyleyeceğini bilmiyorum ama beni kıran, sevginin bir haftada pes edecek kadar az olması," dedim hissettiklerime engel olamayarak. Buraya ilişkimizi bitirmek için gelen benken, bitirmemek için mücadele eden yine bendim. Vazgeçmek hem kolay hem de zor olmamalıydı.
Fırat, gözlerini yumdu ve başını göğe kaldırarak sıkıtıyla soludu.
"Anlamıyorsun," dedi.
"Evet, yaşadıklarımıza rağmen sevgimizin basit kalmasını anlayamıyorum," dedim diretmeye devam ederken. Sonra aklıma Miray'ımın çaresizce, kurtulmak ister gibi bakan bakışları belirdi gözlerimde ve ihanet eden benmişim gibi Fırat'ın üzerinden çektim bakışlarımı.
"Hayır," dedi reddederek. "Anlamadığın şey, aramızdaki üçüncü bir kişinin olması," dediğinde omuzlarımı düşürdüm. Fırat'ın sevgisine haksızlık ettiğimi farkına vararak pişman oldum. Sonra üzüldüm. Acıyla tebessüm ettim. Gerçekten bu kadar büyük müydü kardeşimin sevgisi? Çok yakın bir zaman sonra eniştesi olacak adamı sevmeye cesaret eden kalbi, bunu ona itiraf edecek kadar âşık mıydı? "Özür dilerim Afife," dedi pişmanlık hissiyatıyla. Ne kadar da büyük yüreği vardı. Suçlu olan o değildi ama yine de özür dileyen oydu. Utanması gereken, pişman olması gereken kişi o değildi. Ancak karşımdaki adam öylesine utanç duyuyordu ki. Sanki suçlu o imiş gibi.
"Özür dileme," dedim. "İnsan bazen duygularını bastıramıyor, yanlış olduğunu bilse bile." Gözlerine baktığımda bakışlarını kaçırdı. Onun gerçeği biliyor olması açıklamasında zorlanacaklarımdan kurtarmıştı beni. Sırtımdaki yük hafifledi ancak kalbimdeki acı bir dirhem bile azalmadı.
"Kızmayacak mısın bana? Bağırmayacak mısın? Ya da ne bileyim her şey yalanmış, bunu bana nasıl yaparsın gibi cümleler kurmayacak mısın?"
"Bunları niye sana söyleyeyim ki? Veya bunları demek gerçeği değiştirecek mi?"
"Bu kadar sakin karşılaman hiç normal gelmiyor." Duraksadı. "Sormayacak mısın kim bu kadın diye?" Kardeşimin ona karşı olan hislerini bilemediğimi düşünüyordu.
"O kadının kim olduğunu biliyorum," dedim sözlerimle yarama tuz basarak. "Kaldı ki bunu biliyor olmak neyi değiştirecek?" Fırat'ın anlamsızca kaşları çatıldı. Yüzüme doğru yaklaştı.
"Afife, bu tek taraflı bir his değil," dediğinde yıkıldım. "Ben Miray'ı seviyorum," diye eklediğinde ise enkazın altında ezilip parçalara bölündüm.
Sustum...
Kanadım...
Kırıldım... Sırtımdaki hançerin izi geçmeden, bir hançer de kalbimin ortasına saplandı. Miray kardeşimdi, kanımdı, canımdı. Affederdim onu. Çok zor olurdu ama affederdim. Çünkü kardeştik biz anlardım onu. Onun için sevdiğim adamdan vazgeçmeyi göze almıştım zaten. Peki ya sevdiğim adamı nasıl affederdim? Canıma katmaya çalıştığım adamın ihanetini nasıl unuturdum. Kalbimdeki iz nasıl geçerdi? Daha bir hafta önce benimle evlenmek istediğini haykıran adamın kardeşimi seviyor olması...
***
Şimdiki zaman
Hiçbir sırrın üzeri kapalı kalmazdı. Hangi gerçekten kaçıyorsanız, o gerçek her daim ensenizde olur. Kaçtığınız gerçekler, söylediğiniz yalanlar nefes almak gibi gün yüzüne çıkmayı bekler. İşte, o an geldiğinde hangi yalanın ardına sığınacağınızı bilemezsiniz.
Komiserin odasında yazılı ifademin de tamamlanmasını bekliyordum. Turgay ise sanki başka bir işi yokmuş gibi yarım saattir başımda bekliyordu. Odanın kapısı çalındı ve içeriye başka bir polis girdi.
"Fırat Yaman'ın ailesi geldi." Polisin gözleri birkaç saniyeliğine beni hedef aldıktan sonra Turgay'a döndü. "Bayan ile görüşmek istediklerini belirttiler." Turgay sorgularcasına baktı yanımızdaki polise. "Ömer Asaf Bey'in bilgisi dahilinde," dediğinde Turgay başıyla onay vererek kolumu sert olmayacak bir şekilde tutup çekiştirmeye başladığında kendimi geriye çektim.
"Kendi başıma yürüyebiliyorum," dedim öfkeyle bakarak. Turgay, dik dik baktıktan sonra önüne dönüp yürümeye devam etti. Başkomiserin odasına geldiğimizde görüş alanıma ilk olarak Fırat'ın annesi, Serap Hanım girdi. Serap Hanım beni fark etmesi ile duraksadı. Bakışları önce üzerimdeki gelinliğe kaydı daha sonra da üzerimde kuruyup kalmış olan kan lekelerini fark ettiğinde kaşları çatıldı ve gözlerinde yaşlar birikmeye başladı. Öylece durup vereceği tepkiyi izliyordum. Serap Hanım'ın sendeleyip yere düşecek gibi olduğunda eşi, Cihangir Bey onu tutarak düşmesini engelledi. Serap Hanım dudaklarını aralayıp beni işaret ettiğinde Cihangir Beyin bakışları beni buldu. Beni görmesi ile kaşları çatıldı. Gözlerinde büyük bir pişmanlık vardı. Onların bu hâlini gördüğümde gözlerimin dolmasına engel olamadım.
Serap Hanım ve Cihangir Bey, çok iyi insanlardı. Onlara bu acıyı yaşattırıyor olmam bencillikti. Anlam veremiyordum; Fırat'ın kalbi nasıl bu kadar kötü olabiliyordu? 'Neden bu kadar kötüsün Fırat?' diye sordum içten içe. Onun yerine kendim sebepler aradım. Bildiğim ve gördüğüm kadarıyla Serap Hanım ve Cihangir Bey ellerinden geleni yapıyordu. Ne sevgilerinden mahrum bırakıyorlardı ne de şefkatlerinden. İstediği her şey olurken onu kötü yapan doyumsuzluğu muydu?
Sizin bana karşı olan emeklerinizin karşılığı bu olmamalıydı. Özür dilerim... İnsan evladını seçemiyordu. Onun kötü biri olması sizin suçunuz değildi ancak cezasını siz çekiyordunuz. Sadece bunun için kırgınım.
Cihangir Bey'in bakışlarında kırgınlık yatıyordu. Serap Hanım ise ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemez haldeydi. Bakışlarımı beton zemine düşürdüğümde Serap Hanım bana doğru küçük adımlar ile yaklaştı. Aramızdaki mesafeyi oldukça kapattığında, başımı yerden kaldırıp gözlerine diktim. Birkaç saniye beni süzerek parmaklarını omuzlarımda gezdirdi. Ağlamaktan kızarmış ve şişmiş gözlerini, gözlerime düşürdü ve kuruyan dudaklarını diliyle ısladıktan sonra konuşmak için dudaklarını araladı.
"Benim oğlum, çok iyi birisi değildi, bunu sende çok iyi biliyordun," dedi titreyen sesiyle. "İnsanların duygularına önem vermezdi. Hep dünya onun etrafında dönsün isterdi. Birkaç saat, sadece birkaç saat öncesine kadar onu sana emanet ettim ben." Ağlamaktan gözleri kısılmıştı. "Onun bu hayattaki tek gerçeği sendin. Ailesi bile yalanken, tek gerçek sendin!" dediğinde kaşlarım çatıldı. Ne demeye çalıştığını anlamamıştım. Ailesi yalan derken neyi kastediyordu?
"Ne demek o?" diye sordum cılız çıkan sesimle. Gözlerini birbirine bastırdı ve kuru dudaklarını diliyle ıslattı.
Fırat..." dedi ve bakışlarını kaçırarak fısıldadı. "Benim öz oğlum değil," diye bulunduğu itiraf üzerine gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Cihangir Bey, Serap Hanım'ın yanına gelip omuzunu tuttu.
"Serap!" dedi ikazda bulunarak. Daha çok söylememesi gereken bir şeyi söylediğini farkına vardırmak için seslenmişti. Ancak bu uyarıyı Serap Hanım yok saydı ve eliyle durmasını işaret etti. "Cihangir, gelinimle konuşuyorum," diye itiraz ettiğinde Cihangir Bey anlayışla geri, çekildi. Gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan konuşmaya devam etti Serap Hanım, "Öz oğlum vefat ettikten sonra Fırat'ı evlat edindim. On yaşındaydı o zaman. Çok hırçın bir çocuktu. Hırçınlığını sevgisizliğine verdim. Çünkü Fırat, o yaşına kadar sevgiden yoksun büyümüştü. O yaştan sonra tüm sevgimi ona verdim ama yine de o küçük çocuğun yarasını kapatamadım. Bu yüzdendi belki de insanlara karşı kırıcılığı. Kendi acısını hep başkalarından çıkartmak istedi," dedi kırıldığını belli edici sesiyle. "Ama şu da bir gerçek; Fırat, her ne kadar kötülük yapsa da o, benim oğlum." Gözyaşlarını elinin tersiyle silerek kafasını salladı. "O benim oğlum ve kimse bu gerçeği değiştiremez! Onu ben büyüttüm, kanım olmasa da canım o benim!" diye haykırdı acılar içinde.
Serap Hanım'ın anlattıkları karşısında donup kaldım. Onun bu hâli vicdanımı sızlatmaya başladı. O, bir evlat kaybetmişti. İkincisine umutla sarılmıştı ama onu da ben çalmıştım... Bu gece benim eserimdi. Bu dünyayı onların başına yıkıp enkaz altında bırakmıştım. Ancak bu enkazın içindekilerden birinin de kendim olacağımı hiç tahmin etmemiştim. Şu ana kadar yaptıklarıma hiç pişman olmadım lakin bana annelik yapan bu kadının çaresizliği beni pişmanlığın kör kuyusuna atmak için çaba sarf ediyordu.
"B-Ben-" Serap Hanım, işaret parmağını dudağıma götürdüğünde kurmaya çalıştığım cümle yarım kaldı.
"Şş! Bir şey söyleme," dedi ve ellerini omuzlarımdan indirdi. Gelinliğimin karın kısmında birken kana titreyen ellerini gezdirdi. "Sen benim kızımdın, ben şimdi sana nasıl oğlumun kanının hesabını sorayım?" Omuzlarını yenilgiyle düşürdü. Yaşadığı hayal kırıklığı, daha çok hayat kırıklığı gözlerinden okunuyordu. Yine de güçlü durmak için direndi. Onu güçlendiren acısını akıtmak mıydı, yoksa üzerimdeki oğlunun kanı mıydı bilmiyordum. Fakat acıyla harlanan bakışları yerini öfkeye ve kine bırakıyordu. "Sen koca bir hayal kırıklığısın Aksoy. Nankörsün, acımasızsın. En kötüsü de ekmek yediğin kaba tükürecek kadar alçak birine dönüşmüşsün."
Kendi içimde açtığım bu savaşı, yine kendi içimde kaybediyordum. İnsanın kendisine mağlup olması, bir başkası tarafından yenilgiye uğramasından daha acı vericiydi. Öfke, kin ve hissettiğim acı bana geriye kalp kırıklığı armağan etmişti.
Nankör olan ben değilim, acımasız olan da ben değilim. Alçak birisi hiç değilim. Ben sadece hayal kırıklığının, ihanete uğramışlığının, acıya mahkûm edilmişliğinin resmiydim. Yaptığımın yanlışlığının farkındaydım ancak bu benim seçimim değildi. Benim seçimim; kısas adaletinin sonuçlarıydı. Her ne kadar ağır olacağını bilsem de bunu ben istemiştim. Sizler ne kadar bilmeseniz de ekmek yediği kaba tükürenin esasen kim olduğunu ben biliyordum, siz bilmeseniz de olurdu.
Kırgındım, yeniktim, belki de bir zavallı gibi görünüyordum ama güçlüydüm. Güçlüydüm çünkü ne yaptığımı biliyordum.
"Hakkımda istediğinizi düşünebilirsiniz ancak emin olun burada bir hayal kırıklığı var ise bunun sebebi ben değilim," dedim. Canımın nasıl yandığını, sevdiği insan tarafından ihanete uğramanın insan üzerindeki etkisini yaşamayan anlayamazdı. Bu köhne acının insana yaptıramayacağı şey olmuyordu. Benim yaptığım gibi. Sonunda pişmanlık hissedecek olsam da kendime dur diyemiyordum. Belki de intikam alma isteğim tek tesellimdi
Serap Hanımın gözlerinde yer edinen yanılgıyı okuyabiliyordum. Çünkü karşılarında saatler önce bıraktıkları Afife yoktu. Bir hataya meyil verdiğinde özür dileyen, gönüllerini alan Afife'nin olmayışıydı onları bu denli kıran. Yaşananları bilselerdi beni suçlamayacaklarını umut ediyordum.
Cihangir Bey, Serap Hanımın kolundan tutarak kendisine çekti.
"Gidelim," dedi bana bakarak. Onun duygularını hiçbir zaman anlam verememiştim. Ne üzüntüsünü ne de mutluluğunu belli ederdi. Hissettiğim tek şey sevgisiydi ama sanki o sevgi de gitmişti. Yaptıklarım bana bir aile kaybettirmişti. Artık tamamen tek başımaydım.
Güçlüydüm çünkü kinime sığınıyordum. Güçsüzdüm çünkü yalnızdım.
Yıkılmamak için bedenimi dik tutmaya zorlamak ve ağlamamak için daha fazla direnemedim. Kastığım bedenimi serbest bırakmam ile yere kapaklanmam bir oldu. Sırtıma binen bu yükten kurtulmak istiyordum. Vicdanım ile öfkem arasındaki uçurumdan atlayıp özgür olmak istiyordum.
"Of Allah'ım! Neden ben?" dedim isyan ederek. Ağladım, göz yaşımı sildim. Sonra yine ağladım ve sonunda akan gözyaşlarımı silmekten vazgeçtim. Kolumdan birisinin tutup kaldırmaya çalıştığında yüzümü kapatan saçlarımı önümden çekerek başımı çevirip yukarıya baktığımda, bana destek olurcasına kollarımdan tutan kişinin polis Turgay olmasını beklemiyordum.
"İyi misin?" diye sordu. Sorgu odasındaki kötü polisi oynayan o değilmiş gibi. Belli belirsiz başımı sallayarak onayladım ve ellerimle yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Sendelediğimde ise Turgay'ın kolumu tutuyor olması düşmeme engel oldu. "Buradaki işlemler tamamlanana kadar nezarethanede bekleyeceksin."
"O yaşıyor mu?" diye sordum nerede bekleyeceğimin bir önemi yoktu. Bir yanım Fırat'ın ölmüş olmasını isterken, diğer yanım yaşaması için dua ediyordu. Artık hangisinin doğru olduğunu seçemiyordum. Benim doğru olan bu diye yaptıklarım başkalarına zarar veriyordu ve bu zararı en çok da ailemden sonra bana aile olan o insanlara zarar veriyordu. Her şeye rağmen yanımda olan insanlara ihanet etmiştim. Bana yapılan ihanetin bedelini, başkasına yaptığım ihanet ile ödetmiştim.
"Gerçekten yaşayıp yaşamadığını merak ediyor musun? Ya da yaşamasını ister miydin?" Polis Turgay, hâlâ yaptığımın kasıtlı olduğunu düşünüyordu. Düşüncesinde haklıydı.
"Evet, merak ediyorum," dedim. Nezarethanenin kapısını açtığında içeri girdim ve hemen ardından kapıyı üzerime kapatarak gözlerime baktı.
"Birisi saatler önce kurtarıp hastaneye kaldırmış. Hâlâ ameliyattan çıkmadı ama başarılı bir operasyon olması bekleniyormuş," dedi yüzüme bakmadan. Kapıya kilit vurduktan sonra omuzlarını dikleştirdi ve "Biliyor musun, senin hakkında yanılmış olmayı isterdim."
🔪
1 saat önce
Yazardan
Atıf, iş arkadaşları ile yaptığı kutlamadan ve sarhoş olan arkadaşlarını evlerine bıraktıktan sonra kendi evinin önüne gelerek arabasını park etti. Evinin giriş kapısına doğru ilerlerken aniden dönen başı ile sokak lambasının direğine tutunarak gözlerini kapatıp, birkaç saniye duraksadıktan sonra gözlerini açtı ve gördüklerinin karşısında şaşkına döndü. Çünkü evinin tam önünde kan izleri vardı. İlk baştan ne yapacağını bilemeyerek etrafına bakındığında, yolun sağ tarafında kandamlalarını görerek ağır adımlarla izleri takip etmeye başladı.
Yan taraftaki evin önüne geldiğinde duraksadı. Kandamlaları bu nokta da son buluyordu. Dikkatlice evin dışını süzdüğünde ışıkların yandığını gördü. Yanlış hatırlamıyorsa bugün buraya yeni evli bir çift taşınacaktı. Ters giden bir şeylerin olduğunu hissettiğinde belinden silahını çıkardı ve tetiğini çekerek dikkatli bir şekilde evin bahçesine girdi. Attığı her adımda etrafını kolaçan ediyordu. Kapının önüne geldiğinde ilk başta zile basmayı düşündü fakat kapının aralık olduğunu gördüğünde kaşları çatıldı. İçinde bulunduğu durum hiç hoşuna gitmiyordu ama merakına yenik düşerek usulca kapıyı araladı. Bulunduğu yerde duraksayarak içerde herhangi bir sesin olup olmadığına kulak verdi.
Gözleriyle evin içini tararken koridorun sonunda yansıyan ışığa doğru ilerledi. Duvarın dibine sinerek bir kez daha ses duyabilmek için durdu. Saniyeler içinde duyduğu inleme sesiyle kendisini odanın içine attı. Gördükleri karşısında şoka girmiş ve sadece yerde kanlar içinde yatan adama bakmak ile yetindi.
Fırat, adamı fark ettiğinde elini kaldırdı ancak acıyan canı ile gözlerini sıktı.
"Y-yardım et," diye fısıldadı acıyla. Atıf, girdiği şok etkisinden Fırat'ın sesiyle kurtuldu ve elindeki silahı hızlıca beline yerleştirdi. Üzerindeki montu çıkartarak Fırat'ın kanını durdurmak için karnına bastı. Çok kan kaybediyordu. Fazlasıyla direnmişti ve artık gözkapaklarını açık tutmakta güçlük çekiyordu. Atıf,
"Sakın! Sakın uyuma!" diye ikazda bulunarak cebinden çıkardığı telefon ile ambulansı aradı. "Adınız ne?" diye sordu Atıf. Amacı Fırat'ın uyumasını engellemekti.
"F-Fırat," diye yanıtladı zoraki bir şekilde.
"Ben de Atıf. Biraz sonra ambulans gelecek ve sizi hastaneye yetiştirecekler biraz daha dayanın. Canınız çok acıyor mu?" diye sorduğunda Fırat, sertçe yutkundu ve elini kalbine götürdü.
"B-Burası kadar a-acımıyor," dedi ve gözlerini kapattı.
🔪
Fırat, ameliyathaneye alındığında Atıf, gördüğü her şeyi eksiksizce polis memurlarına anlattıktan sonra hastaneden ayrıldı. Haberi duyan Cihangir ve Serap telaşlı bir şekilde hastaneye gelerek ameliyathanenin önündeki polis memurlarının yanına gittiler.
"Fırat! Fırat iyi mi?" diye sordu Serap telaşlı çıkan sesiyle.
"Sakin olun hanımefendi," diyerek sakinleştirmeye çalışsa da Serap çoktan yakınmaya başlamıştı.
"Ne olmuş memur bey? Saldırıya mı uğramışlar?"
"Siz Fırat Yaman'ın ailesi misiniz?" diye sorduğunda Cihangir başını sallayarak onayladı.
"Ben babası Cihangir, eşim Serap," diyerek kendilerini tanıttıklarında polis memuru durumu aktardı.
"Saat iki buçuk gibi evinde bıçaklanmış bir şekilde bulunmuş," dediğinde Cihangir ve Serap birbirine şaşkınlık içinde bakıp kaldılar.
"Nasıl? Kim yapmış?" diye soru yöneltti Cihangir.
"Afife, o iyi mi?" diye ekledi Serap. Polis memurunun kaşları çatıldı.
"Kimin yaptığını henüz bilmiyoruz. Ancak oğlunuzun ayak ucunda bıçak vardı. Parmak izinin bulunması için incelemeye gönderildi."
"Nasıl olur, kim yapar böyle bir şeyi?" dedi Serap.
"Kimin yaptığını birkaç saat içerisinde öğreniriz elimizde net bir şey yok fakat bulgulara göre bir harbede sonucunda yaralandığını düşünüyoruz. Fırat Bey'in bildiğiniz bir düşmanı var mıydı?"
"Zaman zaman kavgaya karışırdı ama bu derece canına kastedilecek bir düşmanı yoktur oğlumun," dedi Serap.
"Kamera kayıtları ve parmak izi sonucunu bekleyelim, duruma göre ifadenize başvurulabilir."
"Memur Bey," dedi Cihangir. "Evde sadece Fırat mı vardı? Eşi yok muydu?"
"Hayır, yoktu." Polis memurunun cevabı ile Fırat'ın ailesi bu kez daha büyük şaşkınlık yaşadılar ve ne diyeceklerini bilemeyerek birbirine baktılar. İkisinin de kafası çok karışmıştı ve akıllarında cevapsız birçok soru vardı. Ancak ellerinden beklemekten başka bir şey gelmiyordu.
"Erdem Bey!" Polis memuru Erdem, duyduğu ses ile arkasını döndü. "Az önce bir haber aldık," dediğinde Cihangir ve Serap'ta polis memurunun söyleyeceklerine odaklandılar. "Fırat Yaman'ı bıçaklayan kişi karakola giderek suçunu itiraf etmiş," dediğinde Serap öne atılarak,
"Kimmiş? Hangi cani kastetmiş oğlumun canına?" dedi. Adam, Erdem polisin yüzüne bakarak aldığı onay sonrasında kim olduğunu söyledi.
"Afife Aksoy." Serap ve Cihangir duydukları isimle hayal kırıklığına uğradılar. Ne diyeceklerini bilemez halde, öylece bakakaldılar polis memurlarının yüzüne. Serap'ın başı döner gibi olduğunda sendeledi. Cihangir birbirine kenetlediği elleriyle ensesini tutu. Bulunduğu yerden uzaklaşarak yumruk yaptığı elini duvara vurdu.
"Allah kahretsin," diye fısıldadı. Ancak hırsını alamadığından defalarca duvara yumruklar attı. "Allah kahretsin! Allah kahretsin!" Serap, olduğu yere çökerken Erdem polis, Cihangir'i durdurmak için belini sararak kendisine çekti. "Daha bugün evlendi. Nasıl olur böyle bir şey? Neden yapar bunu?"
"Cihangir Bey, sakin olun. Bu şekilde davranarak sonuç elde edemezsiniz. Olayı daha iyi çözebilmek için bize yardımcı olmanız gerekiyor." Cihangir, bilinçsizce başını salladı. "Buyurun," dedi polis memuru Erdem kendisiyle gelmelerini isteyerek. Odasına geçtiklerinde ikisi de perişan haldeydi. Erdem dışarıdan su isteyerek sakinleşmelerini bekledi. "Daha iyi misiniz?" diye sordu bakışları ikisi arasında mekik dokurken.
"Aklım almıyor. Afife kızımız gibiydi. Nasıl böyle bir şeyi yapar?" dedi Serap.
"Bugün evlendiklerini söylediniz. Evlilik öncesi araları nasıldı?"
"Bildiğimiz kadarı ile bir sorun yoktu," dedi Serap.
"Peki neden kavga etmiş olabilirler?" Bu soru karşısında ikisi de sustu. Onları hiçbir zaman şiddetli bir kavga içinde görmemişlerdi. Bir dönem yaşadıkları ayrılıkta bile ne oğulları ne de Afife'den yana şiddet içerikli bir davranış, söz duymamışlardı.
"Anlaşıldı, karakola giderek detayları öğrenebilirsiniz. Fırat Bey uyandığında ifadesine başvuracağız."
🔪
Yaklaşık yarım saattir rutubetli duvarların arasında yaşam mücadelesi veriyordum. Ayakkabıların tenimde bıraktığı acıya daha fazla dayanamayarak onlardan kurtuldum. Gözlerim odanın karanlığına çoktan alışmıştı. Aklım Fırat'taydı. Serap Hanım'ın sözleri ise kulaklarımdan çıkmıyordu. Ne çok kırılmışlardı bana. Her ne kadar haklı da olsa benim de sebeplerim vardı. Her pişmanlıkta gücümü bu sebepten alıyordum. Yine de vicdanım aklanmıyordu. Serap Hanımın çaresizliği, güçlü durmak için çabalaması. Yaşadığı acı... Hepsine sebep olan bendim. En acı vereni ise o insanlar ikinci bir evlat acısı yaşatmış olmaktı. Fırat'ı uyanmadığı her Allah'ın günü umutla gözlerini açmalarını bekleyeceklerdi.
Bir insanı öldürmek isterken yaşamasını dilemek çok saçmaydı. Bu bana vicdanımın oynadığı bir oyun muydu?
"Geçecek," diye fısıldadım. "Seni yanıltan o aileye olan bağlılığın. Herkesin doğruları kendinedir. Senin doğrunda buydu." Sahiden geçecek miydi? Araf da kalmak bir çıkmaz sokaktan farksızdı.
Demir parmakların önünde oluşan karartıyla başımı yerden kaldırdım. Gelen kişinin Turgay olduğunu gördüğümde rahatladım. Ancak hemen arkasında beliren Cihangir Bey'i görmeyi beklemiyordum. Onu gördüğümde oturduğum yeren ayağa kalktım. Turgay, demir kapının kilidi açarak Cihangir Bey'e geçmesi için yol verdiğinde Cihangir Bey içeri girdi ve Turgay, ardından kapıyı kapatarak oradan uzaklaştı.
Ellerini pantolonun cebinden çıkararak banka oturdu. Dirseklerini dizine yaslayarak, alnını ellerinin üzerine yasladı. Birkaç saniye sessizlikten sonra başını üzerimdeki kanlı gelinliğe çevirdi.
"Oğlum, sen ondan ayrıldığında bile senden vazgeçmedi. Biz yine de sana sırtımızı çevirmedik. Çünkü anneler ve babalar evlat ayırmazdı. İki kardeş kavga etti diye çocuklarından birine küsmezdi. Serap sana kızım gibisin derken de bunu sana hissettiriyordu." Histerik bir gülüş yerleşti yüzüme. "Düşünüyorum, düşünüyorum ama bir türlü anlam veremiyorum."
"Cihangir Bey, ne yaparsam yapayım senin ve Serap Hanım'ın hakkını ödeyemem." Gülümsedi.
"Size ne oldu böyle? Siz birbirinize sesinizi bile yükseltmekten sakınırdınız. Ne yaşadınız da oğlumu bıçaklayacak kadar kendini kaybettin?" İnsanlar değişiyordu ve bu değişim bazen elimizde olmuyordu. Kimi zaman yaşadıklarımız bize iyiliği öğretse de kimi zaman kötü olmaya itiyordu ve buna engel olamıyorduk.
"Ne yaşadığımızı duyduğunuzda kaldırabileceğinizi hiç sanmıyorum ama emin olun ben size ne bugün ne de öncesinde nankörlük yapmadım."
"Afife, benimle açık konuşur musun? Nasıl bir durumun içindeyiz ki kimse bir şey söylemiyor." Gözlerimi Cihangir Bey' e çevirdim.
"Siz hiç ihanete uğradınız mı?" Sorumun üzerine kaşları çatıldı.
"Konumuzla ne ilgisi var bunun." Konumuz bu değil miydi zaten? En başından beri sevdiğim adamın bana ihaneti. Sizin hiç bilmediğiniz ihaneti. Size söylemeye korktuğu ihaneti.
"En iyisi oğlunuz uyandığında siz yurtdışındayken burada neler yaşandığını sorun. Bilmediğiniz o kadar çok şey var ki." Cihangir Bey, sözlerimin karmaşıklığından sonra sinirlenmeye başladı. Sorduğu sorulara cevap alamamak, üzerine soru işaretleri eklemek onu çıldırtıyordu.
"Afife yeter! Bana bir açıklama yapmak zorundasın, bana geçerli bir sebep sunmalısın! Bu yaptığının bir sebebi olmalı, bilerek ya da bilmeyerek. Sadece bir sebep sun bize. Sun ki seni affedebilelim."
"Ben hiç kimseye açıklama yapmak zorunda değilim ve kimseden de beni affetmesini istemiyorum," dedim. Başını iki yana salladı.
"Sana gerçekten yazıklar olsun Afife." Evet, bana yazıklar olsun; sevdiğim adamın ihanetine rağmen onun kollarında annemin ve kardeşimin yasını tuttuğum için.
Bana ihanet eden, eşim dediğim adam sevdiklerimin katiliydi. Bu, ihanet eden adam ile ihanete uğrayan kadının kırık aşk masalı değildi. Bu, son verilen hayatlar için adalet arayışımdı. O yüzden affetmeye, affedilmeye ihtiyacım yoktu.
Bölüm Sonu!
Ayy Allah'ım resmen 3. Bölümü de paylaştım.
Sizce Afife davasında haklı mı?
Fırat Yaman hakkında düşüncelerinizi burada belirtebilirsiniz.
Afife'nin kardeşi ve Fırat'ın geçmişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buraya müsait olduğunuz günleri yazarsanız bölüm gününü ona göre ayarlarım.
Duyuruları takip etmek için instagram: iremcakiry
Sevgiyle kalın çiçeklerim 🌸
|
0% |