Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: Gölgelenle Tanış

@iremcalindir

Gecenin her zaman karanlığında boğulan insanlar tanıdım. Rüyalar onu kapıp kabuslara dönüştürüp götürdüler. Gölgeler onları yavruları gibi kollayıp gizlediler. Bu hayatta gece mi, gölge mi yoksa sadece bir insan mıyız gerçekten?

Tüm bedenim soğuğu hissediyordu. Göz kapaklarımı yavaşça açtım. Neredeydim ben? Etrafımdaki canlı varlıkların çoğu solmuştu. Soğuk betonda yatıyordum. Vücudumu zorlukla kaldırmaya uğraştım. Bu bir kabus olmalıydı. Hiçbir yer böyle korkunç görünemezdi.

“Bana gel.”

Korkuyla arkamı döndüm. Koca bir sis etrafımı sarmışken bana seslenilen yer bir uçurumdu. Kalbimin ritmi endişeyle artarken bir adım yaklaştım uçuruma.

Titrek nefes alma sesleri duyuyordum. Bir adım daha atacaktım kibir anda etrafımı kara bir duman sardı ve dengemi sağlayamadan geriye düştüm. Soğuk beton taşa düşmem gerekiyordu.

Ben… boğuluyordum. Düşmem gereken beton göl gibi suya dönüşmüştü ve ben kendimde değildim. Nefesimi tutabileceğim kadar tuttum. Gözlerimin önü karardı. Suyun üzerinde bir gölge vardı. Beni koruyacak mıydı? Annem her zaman gölgelerde seni korurlar derdi.

Suyun yüzeyinden bana yaklaşan biri gördüm fakat gözlerim kamaştı. Başım dönmeye başlamıştı. Kollarımı iyice serbest bıraktım. Ağzımdan kabarcıklar çıkmaya başladı. Dayanamıyordum.

Kendimi serbest bıraktım. O anda bir baskı hissettim. Belimde ve dudaklarımda…

Nefes alışım iyice bozuldu. Kolumu karşımdaki kişiye bunu durdurması için dokunmaya çalıştım ancak bir gölge gibi yok oldu.

Ben artık gerçekten ölüyordum. Uyanmalıydım. Bu bir kabustu. Su’dan korkardım. Bu bir kabustu.

“Ayza, uyan.” Hızla gözlerimi açtım ve derin nefesler almaya başladım. Ciğerim sanki hiç soluklanmamış gibi hareketleniyordu. Gördüğüm kabus çok kötüydü. Oldum olası böyle kabuslar görürdüm ancak bu defa gerçekten korkmuştum.

“İyi misin? Yüzün bembeyaz olmuş.” Yanımda duran arkadaşıma baktım. Saat daha erkendi. Sabahın ilk ışıkları vuruyordu odama. Ceren beni dükkana çalışmaya çağırıyordu bu saatlerde. İlk defa kabus gördüğüme şahit olmuyordu o nedenle alışmıştı artık bana.

“Sorun yok, her zamanki gibi işte.” Dedim ve başucumdaki komodinden su alıp içtim. “Sen iş için mi gelmiştin?” Ceren endişesini gizledi ve kafasını salladı. Yorganı üzerimden attım. “Hazırlanıp gelirim hemen.”

Ceren son kez yüzüme baktı ve gitti. Terden yüzüme yapışmış saçlarımı geriye attım. Elimi yüzümü yıkayıp hazırlandım.

Telefonuma göz attığımda bir mesaj vardı. Çınardan geliyordu. Mektuplarımın ulaşmadığını söylüyordu.

On beş yaşımdan beri ailemden haber almak için uğraş veriyordum. Beni anneanneme bırakmışlardı ve onlardan bir daha haber alamamış, görememiştim. Bu işin içerisinde bir şey olduğuna deli gibi inanıyordum. Başkalarının tabiri deliydim.

Ailem beni on yaşlarımda bırakmış olmalıydı. O günü hatırlayamıyordum bile.

Çınar ise o yaşlarımda tanıştığım biriydi. O zamanlar bana bulmama yardım etmeye çalışıyordu. Şu an ise en yakın arkadaşımdı. Çok arkadaşım olmazdı. Şu ana kadar Çınar ile bile arama mesafe koymaya çalışmıştım.

Genel olarak kimseyi kişisel alanıma sokmazdım.

Çınar’a bir daha denemesii gerektiğini belirten bir mesaj yazdıktan sonra dükkana indim. Her zamanki rutinimdi. Bir çiçekçi dükkanında çalışıyordum.

Ceren ve ailesi ile tanışmıştım. Anneannemin yakın bir aile dostlarıydı. On yedi yaşımdan beri kendileriyle sıkı fıkıydık. Sonra da anneannem vefat edince beni yanlarına almışlardı. Onların bir üst katında kalıyordum. Ceren ile aramız Çınar gibiydi. Herkesle arama mesafe koyduğum gibi ona da koymuştum.

O beni Çınar’dan iyi tanıyordu. Fazla konuşmasam da anlıyordu. Küçük kardeşi Ayla ile arada gelip beni neşelendirirlerdi.

Genelde kimseyle anlaşamazdım. Kimse de benimle anlaşamazdı. Beni bırakan bir ailemin olduğunun bilinmesi bana karşı tutumunu değiştirmesi beni endişelendirirdi. Bunlara rağmen Ceren hep benim yanımda olmaya çalışmıştı. Her zaman kabuslarımın ardından bir peri gibi ışık yaymıştı.

Çiçekçi dükkanını rutin olarak işletiyorduk. Bugünün de diğerlerinden bir farkı yoktu. Her gün gibi aynı ve benzerdi. Eşsiz bir olay yoktu.

“Ayza, yeni saksılar için araba sokağın başında kalmış. Onları getirebilir misin? Ben yer açayım onlar için.” Ceren’e kafamı sallayıp önlüğümü çıkardım. Dükkandan çıktığımda yağmur çiliyordu. Bu bugünümü normal dışı yapan şeydi çünkü anılarıma dokunmuştu.

Yağmuru severdim. Suyu ne kadar sevmesem de yağmur bana annemi hatırlatırdı.

"Yağmur bizi her zaman temizler Ayza. Çoğu zaman yağmura ihtiyacı olur yorgun ruhumuzun. Ben ve sevdiklerim buna inanıyor. Yağmur bizim için mükemmel bir şey demekti. Aydınlık tarafımızı ortaya çıkarır demekti." Annem o zaman geçmiş zaman eki kullanmıştı. Neden olduğunu hala çözemesem de dedikleri hafızamda büyük yer kaplamıştı.

"Anne ben hep karanlıkta mı kalacağım?" bunu soran küçük masum bene gülümsedim. Annem benim boyuma gelmek için eğilmiş ve o gün hiç unutmayacağım şu sözleri sarf etmişti:

"Bazen karanlık bizim en aydınlık tarafımızdır. Bunu bir gün hatırlar mısın bilmem ama söylemek istiyorum kızım. Karanlık o kadar da kötü değil, karanlık gece gibidir acıları ve ağır günlerimizi gizler. Aydınlık ise gündüzler gibidir, her şeyi herkese gösterir. Sen her şeyinin bilinmesini ister miydin? Bence herkes karanlığı seviyor."

Ben karanlığı seviyordum. Ben gizlenmeye aşıktım. Ruhumu gizlemeye hayrandım.

Hava iyice yağmurun artacağını belirtircesine kararmaya başladı. Bulutlar birleşiyordu. Gökyüzüne bir kez daha baktım ve önüme döndüm. Burukça gülümsedim.

Arabanın önüne geldiğimde saksıları taşıyan kadın gülümsedi. “Geç verdim biraz kusura bakmayın.” Dedi. “Sorun yok. Depodakileri kullandık bu hafta.” Gülümsedim. Kadın saksıları uzattı. Elinden hepsini aldım. Çok yoktu. Alt tarafı on on beş taneydi.

Araba gittiğinde dükkana yöneldim. O anda yağmur bastırdı. Etraf nemliydi. Yerimde bir adımlığına durdum. Gözlerimin önünden bir şeyler geçti. Yorgunluktan olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden dükkana geri döndüm.

Saat akşam ona geliyordu. Dükkanı son kez düzenledim. Ceren önceden çıkmıştı. Dükkanı kilitledim ve eve doğru yol aldım. Ondan önce biraz gezmek istedim. Dükkan le ev yakındı zaten.

Akşam yürüyüşü yapmaya karar vermiştim. Yürürken ne yapacağımı düşünüyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. Çocukluğumdan beri sert bir yetiştirilme tarzım olmuştu. Bu tarz anneanneme geçtiğinde o bana hiç acımamıştı.

Şimdiyse yalnızca biriydim. O kadar sert yetiştirilme tarzıma, her gün erkenden kalkıp yaptığım türlüce antrenmanlar gitmişti ve bitmişti. Şimdi yalnızca çiçekçi tarzında bir dükkanı olan biriydim. Normaldi. Bu beni mutlu ediyor muydu bilmiyordum bile.

Başıma gelen bir sürü bela oluyordu.

Bir sokaktan sesler geliyordu. Gülüşüyorlardı o nedenle pek takmadım. Eve doğru yol aldım.

Eve vardığımda yorgunlukla kendimi uykuya bıraktım.

“Sen lanetsin! Benim kızım olamazsın sen!” Annemi uzun zaman sonra ilk defa görüyordum. Bana bu şekilde bağırsa da ona adım attım. Sarılmak istiyordum.

Ona adım attığım anda eline aldığı hançeri bana tuttu.

“Uzak dur benden!” Ellerim havada kaldı.

“Anne, benim… kızın Ayza…” Annem elini bile gevşetmedi.

“Benim kızım öldü! Sen doğduğunda benim kızım öldü!” Gözlerimdeki yaşları tutamadım. Gözü dönmüştü.

“Beni bırakmadın! Bu bir kabus!” Gözlerimi kırpıştırıyordum.

Bir takım sesler duysam da o sesleri duymuyordum. Anneme odaklanmış gözlerine bakıyordum yalnızca.

“Uyanman gerek.” Dedi annem sakin bir sesle. Yüzümdeki o üzgün ifadeyi görünce.

“Bu cehennemden kaçman için uyanman gerek.”

Nefes nefese gözlerimi açtım. Göz pınarlarım çapaklanmıştı ağlamaktan. Gözlerimi açtığımda burnuma kötü kokular gelmeye başladı.

Duman mıydı bu? Hızlıca yataktan kalktım. Etrafıma bakmak bile istemedim. Çünkü küçük alevler mutfağım dahil her yere yayılıyordu yavaşça, yatağım hariç.

Çalan telefonumu hızlıca aldım. Evin kapısına ilerledim koşarak.

Ceren arıyordu. Umarım iyiydiler. Onlara bir şey olmasını hayal bile edemiyordum. Onlar benim bir nevi ailem gibiydiler.

“Ayza! Yangın! Uyanıksın! Yardım et!” ağlıyordu. Korkuyordum. Her kelimesinden ölesiye korkuyordum.

“Ceren! Ne oldu? Birine bir şey mi oldu?” Sesim titrek çıkarken. Merdivenlerden indim. Kapılarının önündeydim. Binayı boşaltmış olmalılardı. Ateş buralarda çok fazla harlanmıştı. Benim dairemde olduğu gibi değildi.

Korkusuzca kapıdan girdim. Ateşin üzerinden atladım.

“Ayla! O içeride kaldı! Onu göremedim!” Telefonu cebime attım. Ceren bana bağırıyordu diğer taraftan ancak duymamazlıktan geldim ve kulaklarımı daireye yönlendirdim.

Duman beni iyice etkilyordu. Öksürmeye başladım. Boğazım aşırı derece yanmaya başlamıştı.

Mutfaktan küçük iniltiler duyunca oraya koştum. “Ayla!” bağırdım.

Beni duymuş olmalıydım ki bağırmaya çalıştı ancak sadece soluk sesi duyabiliyordum.

Ayla’yı görünce ona ulaştım ve onu kucağıma aldım. Daha 5 yaşındaydı. “Ayla’cım buradayım, bir şey yok tamam mı?” Daireden koşar adımlarla çıktım. Önümde düşen kapı eşiğini görmezden geldim.

Merdivenlerden hızlıca inerken dtek düşündüğüm Ayla’nın yaşıyor olmasıydı. Bunu çok isterdim.

“Ayla? Ses ver güzelim.” Hiç sesi çıkmıyordu. Nefesi bile yavaşlamıştı.

Son kapıdan da çıktığımda binada yaşayanların da çıktığını gördüm. Ceren ve ailesi yanıma koştu. Bir bana baktılar bir de kucağımdaki Ayla’ya.

“Acil! Ambulansı çağırın! Bir şey yapın!” dedim. Ayla benim de kardeşim gibi gördüğüm biriydi.

Ambulans geldi ve Ayla'yı götürdüler. Ayla'nın durumu kötüydü. Doktorlar onun çok duman soluduğunu söylemişti. O nedenle yoğun bakımda duruyordu. Ayla görünmese de yanmıştı. Doktorların dediğine göre hayatı boyunca kalabilecek yanıklarmış. Ceren ve ailesi birbirine destek olmaya çalışıyorlardı. Ben ise o an kendimi iyi hissedemedim.

Dışarı çıkıp biraz yürüyüş yapmak istedim. Ağır şeyler yaşamıştık bu gece ve kendimi kötü hissediyordum. Hastaneden çıkınca nereye gittiğimi bilmeden çokça yürüdüm. bir sürü otobüs durağı geçtim. Ne kadar yürüdüm bilmiyordum. Belli bir süre sonra telefonum çaldı ve Ceren beni merak ettiğini söyledi.

Geri dönmem gerekiyor gibi hissettiğim için geri yolu yürüdüm. Hastaneye yaklaşırken kendimi daha kötü hissediyordum. Her şey sanki benim suçummuş gibi. şanssızlıklar kraliçesi gibi. Yan sokaktan sesler gelince endişeyle o tarafa baktım. Kimse de yoktu etrafımda herkes evinde olmalıydı bu saatte. Sesler bir fısıldaşmaydı. Biraz da çığlıklar?

Beynim o yöne gitmememi istercesine uyarı verse de ayaklarım beni dinlemiyordu. Demir bir ses duyduğumda adımlarımı hızlandırdım. Sokağa geldiğimde ise bir binanın kenarında saklanarak etrafı izledim.

İlk gördüğüm şey koca karanlık bir bulut gibi bir şeydi ancak o bir bulut değildi. Ne olduğunu bilmesem de korkarak adımımı geriledim. Orada duran birileri o karanlık buluta saldırıyordu aancak onlar tam etrafını sarıyorlardı.

Yavaşça geri gittim. Bilmediğim şeylere bulaşmamalıydım. İlk kuralım bu olmalıydı anneannemin öğrettiği.

Arkamdaki basamağı hesaba katamayınca bir anda afallayıp düşüp acıyla inledim. Baldırım acımıştı. Sesi duymasınlar diye ayağa kalkmaya ve kaçmaya çalıştım.

O anda kara bir bulutun önümde durduğunu gördüm. Bu beni şoka soktu. Olduğum yerden kıpırdayamıyordum.

Etrafımı karanlık sardı. Ruhumun her zerrresinde dolaşıyordu. Toz tanceikleri gibilerdi. Korkuyla bağırmaya başladım. Sonunda boynumda baskı hissettim ve ayaklarım yerden kesildi. Bedenim havaya kalkarken kokuyla etrafıma baktım.

Bedenim anında yeri boyladı. Boğazımı tuttum ancak geçmiyordu. Nefes alamıyordum. Öksürmeye başladım. Gözlerim yavaşça kaydı. En son beyaz bir ışık gördüm. Sanki cennet ışığı gibiydi. Ölüyor muydum?

Yeniden kendimi o soğuk betonda buldum. “Lütfen yardım et.” Diye fısıldayışı duydum ancak bu defa çok hızlı uyandım.

O sırada kasabada çok değişik şeyler oluyordu. Herkes korkuyla gökyüzüne bakıyordu. Gecenin karanlığı aydınlanmış kızıl bir şekilde bütün şehri aydınlatıyordu. Herkes korkuyla bu doğa olayını kötü bir geleceğe bağlıyordu.

Fani olmayanlar ise biliyordu ki kıyametleri geliyordu. bu tür durumlar her zaman onlar için uyarı olurdu çünkü.

Gözlerimi açtığımda betonda değildim. Yere basmıyordum. Çünkü bedenim düşüyordu. Koca bir sisin içerinden yüzüstü düşüyordum.

“Yaklaş.” Diye fısıldadı kafamda duyulan o ses. Bu defa daha yakınımdan geliyordu. tam yere çarpacağımı düşünüyordum ki bir anda ayaklarımın üzerinde kalakaldım. Hala daha havadaydım.

“Uyu.” Diye fısıldadığında bedenim onu dinledi ve bayılır gibi oldum. Bilincim hala daha yerindeydi ancak vücudumu hareket ettiremiyordum.

Gözlerimi bilincimle yavaşça açtım. Tam karşımda biri vardı.

Koyu orman gibi yeşil gözlerle karşılaşmayı beklemiyordum. Tam burnumun dibinde duruyordu. Saçları ağarmış gibi kahve buklelerini kaplamıştı. Yorgun görünüyordu.

Bunun bir rüya olduğunu düşünmek için bir kez daha gözümü kapatıp açtım. Gerçekti. Bu karşımdaki kişi gerçekti. Ben rüyada mıydım?

Beyaz ışık görmüştüm en son. Yani ölmüş müydüm?

Karşımdaki kişi elini kaldırdı ve işaret parmağıyla bir hareket yaptı. Bedenim ona daha da yaklaştı ve dudaklarımız kavuştu. Şok içerisinde geriye adımlamak istedim ancak yapamadım. Gözlerim yavaşça kapandı.

Ruhumdan sanki bir şeyler kopuyor gibiydi. Anlayamadığım bir şey oluyordu. Bilincim kapanmadan önce dudaklarımız ayrıldı.

Bir ses duyuyordum. Yattığım yer soğuk beton değildi. Gözlerimi açıp etrafıma bakındım. betonda yatıyordum ancak üşümüyordum eskisi kadar. Gözlerim önümdeki yabancıya kaydı. Beni öpmüştü. Ne yani bu bir kabus değil miydi?

Uyanamıyor muydum?

"Yaşayacak kadar güç aktardım. Bunun için şükretmelisin." Dedi. Gördüklerimin gerçek olduğunu yeni idrak ediyordum.

Yabancı kollarını kaldırdı ve bir sürü kara bulut etrafımızı sarmaya başladı. Korkuyla yattığım yere iyice sindim. Burası kara bulutlar ile kaplandığında görünmeyen gökyüzü yok olmuştu. Artık sadece karanlıktı.

Sis bile yoktu artık. Ben ölecek miydim?

Yabancı bana döndüğünde korkuyla nefesimi tuttum. Bana baktığında çatık kaşlarını tuttu. “Uyanmışsın. Seni bekliyordum.” Dedi. Delirmiş gibi etrafıma baktım. Ben deliriyor muydum?

Yanıma yaklaştığında geri çekildim. “Korkuttuysam üzgünüm.” Gözleri şefkatle parladığında daha da korktum. Psikopat mıydı? ben kaçırılmış olabilir miydim?

“Buradan çıkmalıyız kızıl kahraman yoksa delirebilirsin.” Kaşlarımı çattım. “Zaten delirdim.” Diye fısıldadım. “Bunlar bir kabus.” Ayağa kalktım. Vücudum uyuşmuştu. "Hatta şu an uyanmam gerek." Yüzümü tutup kendime vurdum.

“Beni kurtardığın için sana minnettarım. O yüzden ne dersen de, seni bu cehennemden çıkaracağım. Bu lanet yer kafanın etini yedirir insana.” Bana tekrardan adım attı. Yine geriledim ve etrafıma baktım bir defa daha. Arkamda demir parmaklıklar duruyordu.

Burada esir miydi? burada hapis miydi? Bir uçurumun içinde.

“Buradan çıktığımda beni rahat bırakacak mısın?” diye fısıldadım ona bakarken. Gözlerinde değişik bir şey parıldadı.

“Tekniken bırakamam. Çünkü sende beklemediğimden fazlaca güç akıyor. Bana denksin.” Gözlerimi kaçırdım. “Güç? Denk? Ben normal bir insanım. Sen bir kaçıksın.” Dedim sert bir ifadeyle. “Şu gölgeler de neyin nesi? Neler oluyor anlamıyorum!” hızımı alamadığım için bir adım yaklaştım.

“Seni tanımıyorum bile! Bana yaklaşıyorsun ve beni öpüyorsun! Kişisel alanıma kadar yaklaşıyorsun, kim olduğunu sanıyorsun sen?!” gölgeler bir anda bana yöneldi.

Üzerime hızla geliyorlardı. Kendimi koruma içgüdüsüyle elimi yüzümü korurcasına tuttum. Gölgeleri etrafımda bekliyordum. Bayılmadan önceki gibi. Öyle olmadı. Elimi indirdim ve gözlerimi açtım. Gölgeler bana yaklaşmışlardı fakat durmuşlardı.

“Bunu kastediyordum. Sen benim versiyonumsun, sen bensin. Onlara hükmediyorsun. O yüzden yanımdan ayrılmamalısın. Seni bulurlarsa iyi şeyler olmaz.”

Vücudumu dikleştirdim. “Hayır. Olmaz. Bu gerçek değil.” Dedim.

“Beni emvestatü’ye getirecek anahtar sensin canım. Şimdi…” ellerini kaldırdı ve gölgeler gitti. Kendisi ise gözlerini kapattı.

Beklemediğim bir şey daha oldu. Yabancının kanatları vardı. Kapkara tüyden kanatları vardı. Endişeyle geri adımladım. Bunu gördüğünde bana yaklaştı.

“Burası bulutlar vadisinin esir yeri. Buradaki tek mahkum da benim. Delirmeden ve yaşayan tek kişi de benim. Şimdi yaşamak istiyorsan gel, seni yukarı benimle çıkaracağım. Diğer türlüyse burada ancak bir gün yaşarsın.”

Güvenmek istemesem de bu yüksek yerden çıkmak için ona bir adım attım. Beni belimden yakaladı. “İşte böyle, uslu biri olmalısın, iyiliğini düşünüyorum.” Gözlerimi yukarı çıkardım. Bir nevi devirmemek için zor durdum.

Neler olduğunu algılayamıyordum. Daha birkaç saat önce dükkanda çiçek ayıklarken şimdi uçuyordum. Yanımdaki yabancıdan güçlü bir enerji alıyordum. Resmen enerjisi yayılıyordu. Daha demin yaptığım ufak çaplı gösteri de bendeki enerjiyi ortaya çıkarıyordu. Ancak bu imkansızdı. Sanki hala daha bir rüyada gibi hissediyordum.

Bu enerji ilginç bir şekilde hoşuma gitmişti. Çünkü güçlü hissediyordum. Bir şeyler benim kontrolümdeydi sonunda.

“Uçmaya hazır ol.” Dediği gibi kanatlarını çırptı. Düştüğüm şekilde yukarı çıkarken nefesim kesildi. Gözlerimi kapatmadım. Çünkü uçmak çok güzeldi. Hatta yavaşça gülümsedim.

Çok yüksekten düşmüştüm. Uçtukça bitmiyordu.

Yere ayak bastık. Burayı biliyordum. burası rüyamda gördüğüm seslenilen alandı.

“Beni çağıran sendin.” Dedim aydınlanma yaşar gibi. Yabancı şaşırdı. Şaşırınca kaşları iyice havalandı. Onu duymamı beklemiyor muydu çağırdığında?

"Seni çağırmadım. Genel olarak yardım çağırdım." Yorgun görünüyordu.

Loading...
0%