@irispage
|
Bölüme geçmeden önce, sizden bir ricam var. Satır arası yorum yaparsanız görüşlerinizi öğrenebilirim ve aynı zamanda aktiflik kazandıracağınız için bölümler de daha sık bir arayla gelebilir. Verdiğiniz oylar için teşekkür ederim, iyi okumalar diliyorum <3
17
Bu akşam söylediğim beşinci şarkıya geçmeden önce biraz mola vermeme müsaade edilmişti. Kulise gitmek için ayaklandığım zaman, restorandaki müşterilerden alkış almakla tarif edemeyeceğim duygular yaşamış ve heyecandan birkaç saniye yerimden ayrılamamıştım. Takdir eden bakışlar görmek çok gurur vericiydi ve kesinlikle enerjimi tazelemişti.
Kulisin içindeki lavaboda kendimi toparladıktan sonra çıktığımda içeride birinin daha olduğunu fark ettim. Aynadan beni görünce oturduğu yerden kalktı.
"Tebrik etmeye geldim. Çok iyiydin, Marilis, " dedi olduğu yerden.
Bunu beklemiyordum ama gülümsedim, heyecanlıydım. "Teşekkür ederim. Senin de desteğin sayesinde."
Omuz silkti. "Ben sadece fırsat sundum, iş sende bitiyordu," dedi içten bir sesle. "Ayrıca müşteriler çok memnun kaldı."
Ne diyeceğimi bilemeyip başımı salladım. Sonra aklıma gelenle söze girdim. "Ben—"
"Bu arada—"
Aynı anda konuştuğumuzda birbirimizi böldüğümüz için yine aynı anda sustuk. "Sen söyle," diye söz hakkı verdi.
"Önemli bir şey değil," dedim başımı iki yana sallarken. "Sen ne diyordun?"
"Benimki de önemli değildi," diye karşılık verdiğinde konuşmamız giderek garip bir hal alıyordu.
Ortamdaki sessizliğin de katkısıyla gergin bir atmosfer vardı. Bunun asıl sebeplerinden biri de mesajlaşmalarımızdaki agresifliğimizden kaynaklanıyordu. Arayı düzelttikten sonra yüz yüze gelince ikimiz de nasıl davranacağımızı bilememiştik.
Dikkatim, biçimli dolgun dudaklarına doğru kaydığında ortamın sıcaklığı birden arttı sanki. Bunu fark etmiş gibi tok bir öksürükle boğazını temizlediğinde gelen utancımla, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim.
Duvarlara, makyaj masasına ve boy aynasına—kısaca o hariç yere— ilgiliymiş gibi bakınırken oda mı çok küçüktü yoksa o mu iriydi bilmiyorum fakat gözlerim yine ona çekildi. Bu halim onu keyiflendirmiş olsa da kızgınca kaşlarım çatılınca, başını hafifçe yana eğdi ve başparmağıyla dudağının kenarını kaşıyarak gülümsemesini gizledi.
Kapı bir anda açılınca irkilerek döndüm. Barkın, bir eli genişçe açtığı kapının kulpunda diğeri pervaza yaslanmış halde içeri eğildiğinde, sanki onu görmüyormuşuz gibi ikimizi de detaylıca süzdü. Bu onun yüzüne bir sırıtma yerleştirmişti. "Pardon, böldüm galiba. Kulis değerlendirmesi mi yapıyordunuz?"
Ne diyeceğimi bilemeyip Attila'ya baktım. Sabır çeker gibi gözlerini yumup açtı. "Sadece tebrik etmeye gelmiştim."
Arkadaşı ise dudaklarını birbirine bastırıp şirinlikle başını salladı. "Ne kadar da düşüncelisin, Attila Gediz," dedikten sonra kapıyı aralık bırakıp yanımıza geldi. "Sence de öyle değil mi...?" İsmimi hatırlamaya çalışırken gözlerini kısmıştı.
"Marilis," dedim.
Parmağını şıklatıp beni işaret ederek "Marilis," diye doğruladı. "Patron açısından şanslı olduğun kadar da çok iyi bir sanatçısın. Sesine sağlık."
"Teşekkür ederim, çok naziksin," diyerek iltifatını kabul ettim. Sanatçı diye bahsetmesi ayrıca hoşuma gitmişti.
İşaret parmağını iki yana salladı. "Mütevazılık yapma, gerçekten sesin büyüleyici." Her nasılsa samimi olduğuna inanmıştım. "Haftaya salı doğum günümü kutlayacağız burada. Yani bizimkiler bana sürpriz parti hazırlayacak—nereden öğrendiğimi sorma—senin de katılmanı isterim. Şarkı söylemeni yani. Ne dersin?"
Konuşmak üzere dudaklarımı araladığımda şaşkınlıkla sesimi yuttuğum için geri kapattım.
Kararsızlığımı fark etti. "Şarkı söylemesen de olur, seni aramızda görmek isterim."
"Yani..." Gerçekten ne istediğimi ben de bilememiştim. Onların arasında bulunmak ister miydim? Muhtemelen hayır. Şarkı söylemek ister miydim? Güzel olurdu. "Peki ama söz vermeyeyim," dedim nihayetinde.
"Gelip bana hediye olarak da canlı müzik keyfini yaşatacaksın diye anladım," dedi aksini kabul etmek istemeyerek ve Attila'nın omzuna elini koydu. "Detayları Ati ile konuşursun, sonuçta bana sürpriz olacak."
Attila, ciddi gözükerek, "Bakalım sürprizi beğenecek misin?" diye alay etti onunla.
"Bunun için elinden geleni yapacağını biliyorum," diyerek omzuna vurup göz kırptı. Sonra bana dönüp "Ayrılmadan önce sana bunu teklif etmeye gelmiştim, gidiyorum şimdi. Hadi size iyi akşamlar," dedi.
"İyi akşamlar," dedim.
İşaret ve başparmağını açıp kulağının hizasında sallarken, "Araşırız," dedi Attila'ya ve çıktı.
"Barkın işte," diye söylendi. "Onun ısrarına bakma, katılmak zorunda değilsin."
"Biliyorum," dedim. "Ama deneyim açısından iyi olurdu."
Bunu beklemiyor olmalı ki bir saniyeliğine kaşlarını kaldırıp indirmişti. "Yani kabul ediyor musun?"
"Düşüneceğim," dedim ki gerçekten de düşünecektim. Kestirip atmaya niyetim yoktu, sonuçta ne kadar çok canlı performans sergilersem kendime olan güvenim de o kadar artardı. Eğitmenim de fırsatları değerlendirmemin gelişmeme katkı sağlayacağından bahsetmişti.
Düz bir sesle, "Değerlendir tabii," diye destekledi.
Kuşkuyla, "Ne oldu?" diye sordum mimiklerindeki değişimi seyrederken.
"Hiçbir şey." Kol saatine kısa bir bakış attı. "Sanırım mola süren doldu."
"Ah, evet," dedim şaşkınlıkla. Konuşmaya dalınca sürenin dolduğunu unutmuştum. "Ben gideyim o zaman."
"Aynen," diye mırıldandı ve ben kapıya yönelince, "Ben de çıkacaktım doğru ya," dedi yeni fark edip. Kafa karışıklığıyla ensesindeki saçları kaşıdı.
Gülmemi gizleyip ondan önce çıktım ve koridorun sonuna gelmeden önce Güney önümü kesti. Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Buradaymışsın, ben de seni arıyordum."
"Herkes de beni arıyor," diye mırıldandım ağzımın içinden.
"Efendim?" diye sordu gözlerini kısıp.
"Yok bir şey."
"Neyse. Gerçekten iyi iş çıkardın, sana boşuna Marilyn dememişler. Şarkıcı olacak kızmışsın." Ritmik şekilde birkaç kez elini çırptı.
Güldüm. "Teşekkürler. Ama Marilyn dememişler zaten."
"Nasıl?"
"Ha gayret diyorum, adıma biraz daha yaklaştın. Bir dahakine doğrusuna sıra gelecek inşallah."
"Ne diyorsun kız, fazla şarkı söylemek yaramadı mı? Anlamadım ki."
"Müsaadenle," dedim, önümden çekilmesi için. "Söyleyecek birkaç şarkım daha var."
Önümde dikildiğinin yeni farkına vararak "Aa tabii," dedi kenara çekilirken. "Git bakalım. Nasıl oldu da garsonluktan solistliğe yükseldin bilmiyorum ama hakkını verdin, aferin."
Geçip gidecekken bir anda durdum. "Şef sen olunca pozisyon değiştirmek için elimi çabuk tutmam gerekti," diyerek takıldım.
Hakaret yemiş gibi elini göğsüne götürdü. "Bu kadar fena bir kız olduğunu bilmiyordum." Elini açılan ağzına götürüp başını kınayarak salladı. "Sırf bana Şef dememek için, ha? Senden korkulur."
"Şef denmesinde ne kadar da ısrarcısın," dedim ben de onu kınayıp. "Sanki isminde ne var, Kuzey?"
"Komik misin kızım sen?" diye çıkıştı. "Güney benim adım."
"Fazla emir vermekten kafan mı karıştı? Anlamadım ki," dedim sahte bir merakla onu taklit ederek ve sonra cevap beklemeden yoluma devam ettim.
Onun bize yaptığı gibi onunla uğraşmak beni eğlendirmişti.
Orkestranın yanına dönüp onları yeniden selamladıktan sonra ayaklı mikrofonun arkasındaki yüksek tabureye oturdum. Müşterilere baktıktan sonra orkestraya dönüp söyleyeceğim şarkıyı haber verdim. Önceki söylediklerim için onlar liste vermişti, fakat bunu ben içimden geldiği gibi seçmiştim.
Müzik girdikten sonra gözlerimi kapatarak şarkının atmosferine girip sözleri okumaya başladım.
"Boy, look at you looking at me I know you know how I feel Lovin' you is hard, bein' here's harder."
*Oğlum, kendine bak, bana bakıyorsun Nasıl hissettiğimi bildiğini biliyorum Seni sevmek zor, burada olmak daha da zor
Gözlerini açıp yavaş yavaş izleyenlerde gezdirdim. Arada birkaç yüz bana dönüp bakıyordu. Bir kişi görmüştüm telefonu dikkatle tutarak beni kayda alıyordu. Terasa yakın oluşumuzdan tatlı tatlı esen rüzgar çiçekli elbisemin eteklerini uçuşturuyordu. Yüzümde ise gururlu ve hüzünlü bir tebessüm vardı. Yaz akşamlarının hissettirdiği gibi.
"All I wanna do is get high by the beach Get high by the beach, get high..."
*Tek yapmak istediğim sahilde kafayı bulmak, Sahilde kafayı bulmak
Nakaratı tekrar ederken yüzümde hafif bir gülümseme oluşmuştu. Bir sonraki cümleyle gülümsemem de silindi.
"The truth is I never bought into your bullshit When you would pay tribute to me 'Cause I know that."
*Gerçek şu ki senin saçmalıklarına asla inanmadım beni takdir etmen gereken zamanlarda, çünkü biliyordum
Arkadaki masalardan birinde tanıdık yüze rastlayınca gerilsem de devam ettim.
"Boy, look at you lookin' at me I know you don't understand."
*Oğlum, kendine bak, bana bakıyorsun Anlamadığını biliyorum
Bakışları yoğundu ve ben de gözlerimi kaçırmamakta ısrarcıydım.
"You could be a bad motherfucker But that don't make you a man."
*Sen çok sert bir herif olabilirsin, Ama bu seni bir adam yapmaz
Küfürlü olan kelimeyi sessiz geçmiştim. Devamındaki kısmı fısıldayarak söylerken dikkatim tamamen üzerindeydi.
"Now you're just another one of my problems Because you got out of hand We won't survive We're sinkin' into the sand."
*Sen şimdi sadece problemlerimden birisin, Çığrından çıktığın için Hayatta kalamayacağız Kuma batıyoruz
Eline bir kalem alıp bir şeyler yazmaya başladığında ilgisini kaybettiği için biraz kötü hissettim.
"Don't need your money To get me what i want."
*Parana ihtiyacım yok, istediğimi elde etmek için
Birkaç saniye sonra yanına bir garson çağırıp bir şeyler söyledi ve garson ondan aldığı şeyle bana gelmeye başladı. Şaşkınlıkla seyrederken birkaç kelimeyi kaçırdım fakat sonra hemen toparlayıp devam ettim.
Garson, elindekini bana uzattığında bunun bir peçete olduğunu fark etmiştim. Merakım giderek büyüse de şarkının müzik kısmı girine dek peçeteyi açmadım. Sonrasında ise elimi aşağıda tutarak dikkatle okudum.
The Weeknd - House Of Balloons :) yazılıydı okunması zor harflerle. Ve bir gülücük çizmişti doğru gördüysem.
Şaşırsam da bir an bunu tatlı bulup hafifçe güldüm. Peçeteye istek parça yazmanın modası geçmemişti demek?
Gülerek peçeteyi orkestra şefini uzattığımda kafa karışıklığıyla gözlerini kısıp kağıdı okuduktan sonra gülümseyip başını salladı. Onlar başlarken bende kenardan kaptığım su şişesini açıp birkaç yudum su içip kendimi hazırladım.
"Been on another level since you came, no more pain."
*Sen geldiğinden beri başka bir seviyedeyim, artık acı yok
Sonraki sözlere geçerken ona baktığımda ifadesizdi. Kahverengi kaşları ve dolgun dudakları düz bir çizgi halini almışlardı.
"You look into my eyes, You can't recognize my face."
*Gözlerimin içine bakıyorsun, Yüzümü tanıyamazsın
Düşünceli gözüküyordu. Öyle miydi? Bana bu denli dikkatle bakarken aklından neler geçirdiğini anlayamıyordum.
"You're in my world now, You can stay, you can stay
*Şu an benim dünyamdasın, Kalabilirsin, kalabilirsin
Neden bu şarkıyı seçtiğini düşünüyordum. Sadece sevdiği bir şarkıyı benden mi duymak istiyordu yoksa bununla bir şey mi anlatmaya çalışıyordu?
"But you belong to me, You belong to me."
*Ama sen bana aitsin Sen bana aitsin
Bunu onun bana anlatmak istedikleri olarak varsayınca kaşlarım çatıldı. Koyu renk gözlerinin aldığı halden hoşlanmamıştım. Sanki karanlığa davet ediyor gibiydi.
"Oh, your mind wants to leave, but you can't go."
*Aklın gitmek istiyor, ama gidemezsin
Garip bir huzursuzlukla beraber yoğun duygular hissetmeye başladığımda dudaklarım, benden bağımsız hareket ederek şarkıyı tamamlıyordu sanki.
"Oh, this is a happy house, We're happy here, In a happy house, Oh this is fun, fun, fun
*Bu mutlu bir ev, Biz burada mutluyuz Mutlu bir evde Bu eğlenceli, eğlenceli
Çekinsem de tekrar ona baktım. Tarif edemeyeceğim bir çekim alıyordum ondan. Dudakları hafifçe kıvrılıp karnımdaki kelebeklerin kanatlarını çırptıran bir gülümsemeyi kafesledi. Ama bu, sıcak bir tebessümden ziyade gece kadar karanlık, şafak vakti kadar soğuktu.
"This place will burn you up."
*Bu mekan seni yakacak
Gözleri de şarkının sözleri kadar alev alevdi artık. Dipsiz bir açlıkla yutkunduğunu gördüm, adem elması bronz teninde kayıp gitti.
"So don't blame it on me girl, Cause you wanted to have fun."
*Bu yüzden suçu bana atma kızım, çünkü eğlenmek isteyen sendin
Vücudum terlemeye başladı, oysa rüzgar hala bacaklarımın neredeyse tamamını örten elbisemin eteklerini uçuruyordu. Şarkıyı zorlukla tamamladım, zaten ikinci partını okumayacaktım bu yüzden bu işkence dolu dakikalar daha fazla uzamadı.
Biter bitmez taburenin yanına bıraktığım su şişesinden birkaç yudum içip nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Göğsüm hızla kalkıp iniyordu ve bu normal değildi çünkü heyecanımın kaynağı sahnede olmak falan değildi. Alkışlar gelene dek buradaki insanların varlığını unutmuştum bile.
"Dinlediğiniz için teşekkür ederim, hepinize iyi akşamlar diliyorum," diyerek kapanışı yaptım. Belki normalde olsa bir şarkı daha söylerdim ama daha fazla takatim kalmamıştı.
Arkamı dönüp canlı müzik ekibiyle de vedalaştıktan sonra terasa çıktım, biraz hava almak iyi gelirdi belki.
Beş dakika kadar sonra arkamı döndüğümde onu kapıdan çıkarken gördüm ve destek almak istercesine kollarımı vücudumu sardım.
Yanıma gelir gelmez manzaraya bakarak ona arkamı döndüğümde, "Marilis," dedi şaşkınca. "Benden kaçıyor musun?"
|
0% |