Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@irispage

 

 

Selamlar, hikayelerim üzerinden soru/cevap yapıp konuşabileceğimiz ve buraya eklenmeyen görselleri de paylaşacağım bir Tumblr hesabı açtım. Anonim soru sorabilirsiniz. Yakında orada da aktif olurum. Hepinizi bekliyorum <3

Tumblr: withiris

 

 

18

 

 

Konuşurken oynayan dudakları sesiyle uyumsuz hareket ediyor sandığımda aslında kelimelerinin zihnime geç oturduğunu anlayarak girdiğim trans halinden yüklü bir soluk vererek çıktım.

 

"Kaçmak mı?" diye tekrar ettim ne diyeceğimi bilmediğimden. Kaçıyor muydum yoksa? Haklı olabilir miydi? Kafamdaki sesleri susturmak için başımı iki yana salladım.

 

"Yani sen böyle alelacele çıkınca, ben de sandım ki..."

 

"Heyecanımı bastıramadım," diye söze girdim hemen, başka türlüsünü düşünsün istemiyordum bu yüzden bahanemde ikna edici olmalıydım. "Başından beri resmen kalp atışımı bile duyuyordum, ama sonlara doğru ilgi de arttıkça başa çıkamadım sanırım. Bir de sıcak bastı falan..." Son cümlemde sesim kısılarak kayboldu.

 

"Anladım," diye mırıldandı başını sallayıp. "Söyleyeyim içecek bir şeyler getirsinler sana, hemen gitme."

 

"Aslında gitsem daha iyi olur, yorgunum."

 

Ters bir bakış attı fakat kısa sürede anlayışlı hale büründü. "Bu bizim politikamızı uymuyor. Takdir edersin ki sanatçımızı işi biter bitmez postalamıyoruz."

 

"Sanatçı demek," diye takıldım. Bu sıfatı bana yakıştırması gururumu okşamıştı. Ve tabii gerginliğimi de bir miktar atmıştı.

 

"Şüphen mi vardı?" diye sırıttı. Böyleyken tatlı görünüyor.

 

Son kez şansımı denedim. "Yine de gitsem daha iyi."

 

"Benden köşe bucak kaçmadığın çok belli oluyor," diye söylendiğinde utançla yanağımın içini ısırdım. Bu hallerim, gerçekten ondan uzak kalmaya çabaladığımı düşündürtüyordu. Çenesiyle arkamda kalan koltuğu işaret ederek, "Otur hadi," dedi pek de kibar olmayan bir üslupta. Kaşlarımı kaldırdığımı fark edince daha yumuşak bir tonda konuştu. "Biraz dinlenir, sonra yine istersen gidersin."

 

Komut vermesine karşı çıkacaktım fakat gerçekten yorulduğumdan üçlü koltuğun ortasına oturdum. Attila da hemen sol çaprazımda kalan tekli koltuğa geçti.

 

"Daha iyi misin?" diye sordu; o beni, ben denizi seyrederken. Sol omzumun üzerinden bakarak uçurum kıyısına benzeyen tepeden denizin bir kağıda boyanmış gibi gözüken görüntüsüne dalmış olsam da bakışlarının bende yoğunlaştığını gözümün kenarından görebiliyordum.

 

Boş gözlerle, "Efendim?" diye sordum ona bakarken. Gloss ile parlayan dudaklarıma yapışan saç tellerimi kulağımın arkasına sıkıştırdım.

 

"Heyecandan bayılacak gibi olmuştun," diye hatırlattı, silik bir imayla. "Biraz önce yani, şarkı söylerken."

 

İkinci cümlesine gelene kadar enseme bir sıcaklık çoktan yayılmıştı bile. "İyiyim... O anlık bir şeymiş."

 

Kaşlarını kaldırıp indirdi. Umarım inandırıcı olmuşumdur. Yani dürüsttüm, ama heyecanlanmamın ana kaynağı insanların ilgisi değildi. Tek bir insanın ilgisiydi.

 

"Servis açmamı ister misiniz Attila Bey?" Tanıdık sesle başımı kaldırdığımda İnci'nin elinde bir kalem ve kağıtla sehpanın diğer ucunda dikildiğini gördüm. Benim şaşkın ifademi görünce gülümsedi ve yeniden ilgisini Attila'ya verdi.

 

"Ben bir şey yemeyeceğim, ama Marilis'e bir servis aç," dediğinde itiraz için ağzımı açtım ama beni görmezden geldi. "Benim için de yetmişlik bir Chivas Regal ve bir kova buz."

 

"Nasıl isterseniz," dedi İnci not alırken. Hemen sonra bana ilgisini verip "Ne alırsın Marilis?" diye sordu elinde kağıt kalem, not almak üzere beklerken.

 

"Teşekkür ederim İnci, bir şey yemeyeceğim. Zaten birazdan kalkarım."

 

"Sen ona göre bir şeyler ayarla," dedi Attila da. İnci de başını salladı ve Attila bana dönünce gülüp göz kırptı.

 

Nasıl bir imaj çiziyorum şu an? Çiziyor, daha doğrusu. Hangi patron, çalışanıyla böyle yakından ilgilenir ki? Zaten İnci de bunu çoktan anlamış olmalı ki bugün prova için geldiğimde bana bunu ima etmişti. Pek vaktimiz olmadığından uzun uzadıya sohbet edemesek de ilk fırsatta bana bu konuyu açacağına emindim.

 

İnci, terastan çıktığında onun benimle konuşacağını bildiğim için göz göze gelmek yerine sehpanın üzerinde üst üste konmuş dergilerden birini önüme çekip sayfaları karıştırmaya başladım. Dışarıdan son derece ilgili gözüküyordum, belki de şu oyunculuk işini bir düşünmeliydim. Hem borcumu ödemek için onun peçeteye yazdığı istek şarkıyı gözlerinin içine bakarak söylerken sakin kalmak için vücudumu kasmak zorunda kalmazdım...

 

"Doğum gününde müzisyenler olmayacak. DJ ayarladım," diye bilgilendirdi.

 

"Sorun olmaz," diye geçiştirdim.

 

"Söyleyeceğin şarkıların listesini önceden bana atarsın, DJ hazırlıklı gelir."

 

Sadece başımı salladım.

 

"Tabii listeye bağlı kalmak zorunda değilsin, o an içinden geleni ya da istek varsa onu söyleyebilirsin."

 

"Olur."

 

"Sadece şarkı söylemek için gelmiyorsun bu arada. Barkın seni davet etti, bu istediğin kadar durabileceğin anlamına geliyor."

 

Yeniden başımı sallayıp sayfanın köşesindeki paragrafı okumaya çalışıyormuş gibi gözlerimi kıstım. Korkulukların dibinden yansıyan led ışıklar karanlık gecede okumama yardımcı olmuyordu. Gerçi benim de okumaya niyetim yoktu zaten, sadece susmasını sağlıyordum. İşe yaramıştı da. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra bir anda üzerimiz ışıkla aydınlandığında başımı kaldırdım. Oturduğumuz koltukların arasında duran ayaklı lambayı açmıştı, ne ara olduğunu fark etmemiştim bile.

 

"Okumaya çalışıyordun," diye açıklamak zorunda hissetti, suratına bön bön baktığımda.

 

Ne yapmaya çalışıyordu? İnce düşünceli adamı mı oynuyordu? Her ne yapmaya çalışıyorsa beni şaşırtmayı başardığı kesindi.

 

Dikkatle yüzümü seyrederken birdenbire, "İyi topçu, önü de açık," dedi.

 

Neden bahsettiğini anlamadığımdan dudaklarım aralandı. "Ne? Kimden bahsediyorsun?"

 

Önümdekini işaret etti. "Bellingham." Açık olan ve köşesindeki yazıyı okumaya çalıştığım sayfada bir futbolcunun saha içinden fotoğrafı vardı.

 

"Doğrudur," diye mırıldandım, çünkü tanımıyordum bile. "İlgimi çekti o yüzden okuyordum," diye ekledim beceriksizce.

 

"Hangi takımı tutuyorsun?" sorusuna hazırlıksız kalmıştım, konu garip bir noktaya gidiyordu. "Gerçi takım tutmuyorsundur sen, sanatçısın ya sonuçta. Basit geliyordur sana."

 

"Yo, hayır," diye itiraz ettim hemen. "Fenerbahçeliyim ben."

 

Öylece kalakaldıktan sonra güldü.

 

"Komik olan ne?"

 

Dövmeli kolunu koltuğun köşesine yasladı. Bir heykel gövdesinin etrafına çiçeklerin sarıldığı dövmesi ince ince işlenmişti. "Ciddi ciddi takım tutuyorsun yani."

 

"Evet."

 

"Ve o takım da Fenerbahçe," dedikten sonra yeniden uyuşukça güldü.

 

"Ne var bunda gülünecek?"

 

"Yani Trabzonsporlu olsan anlarım, sonuçta oralısın da..." Başını iki yana sallayarak arkasındaki yastığı çekip geriye yaslanırken sırıttı.

 

Sinirlenmeye başlıyordum artık. "Sen hangi takımlısın?"

 

"Galatasaray," dedi gururla.

 

"Belli oluyor," dedim ben de iğneleyici şekilde.

 

"Ne belli oluyormuş?" dedi sırıtması silindiğinde.

 

"Ortada işte," diye homurdandım.

 

Yaslandığı yerden rahatsızca doğrulup dirseklerini dizlerine yasladı. "Ortada olan neymiş Marilis?"

 

"Yok bir şey," diye omuz silktim.

 

"Bak peşin söyleyeyim, Galatasaray ile ilgili imaları falan kaldıramam ben haberin olsun."

 

"Tamam neyse ne," diyerek dergiyi kapatıp kenara ittim. Marca dergisiydi bu, fark etmemiştim bile ve çoktan ona dalga geçecek bir neden verdiğim için sinirlenmiştim. Bana gelince gülüyordu ama ben bir şey demeden cephe alıyordu hemen. Fanatik erkekler ve onların çekilmezlikleri...

 

Neyse ki İnci servis masasıyla içeriye girdiğinde ikimiz de sessiz kalmıştık. Önce Attila'nın yanına geçti, çerez tabağı ve buz kovasını yerleştirip bir maşa yardımıyla koca bir buz koyduktan sonra açtığı şişedeki sıvıdan bir miktar bardağa boşalttı. Daha sonra benim yanıma gelip önüme bir örtü serdi. Tabak, bardak ve diğer şeyleri dizdikten sonra yemeği servis etti. İlgisi karşısında mahçup olup ona teşekkür ettim.

 

Ona ilgimi vermemek için bu kez de önümdeki tabağa odaklanıp yemekten bir küçük lokma aldım. Hırsımı almak istercesine çiğniyordum et parçasını. Ne kadar küstah, ukala ve şımarıktı ama! Her konuda en doğru tercihi yaptığını sanıyordu. Bu kez bir parça brokoliyi ağzıma atıp yemeye devam ettim. Keşke onun egosunu da böyle dişlerimin arasında ezebilseydim.

 

"Seni sinirlendirdim sanırım." Gözlerimi kaydırıp ters ters ona baktım. Ucunu ateşlediği sigaradan bir fırt aldıktan sonra çakmağı sehpaya attı ve dudaklarını terk eden duman gökyüzüne doğru uçuştu. "Sormadım ama seni rahatsız eder mi?"

 

"Etmez," diyerek önüme dönüp yemeye devam ettim.

 

"İçmeyenler rahatsız olur genelde ama açık hava sonuçta..."

 

"İçmediğime de karar verdin yani," dedim sinirle gülerek. Aslında hiç içmiyor da değildim, ama sesimi etkilemesini istemediğimden çok nadiren içiyordum. Ayrıca neden sürekli bana uygun bulup çizdiği profilden söz edip duruyordu ki? Beni tanımıyordu.

 

"Sadece bir tahmindi sarışın, gerilmene gerek yok."

 

"Biraz dürüstlük ister misin? Eğer bu bir flört denemesiyse işe yaramaz söyleyeyim."

 

Dudaklarının arasına kıstırdığı sigarayla duraksayıp kaldığında gözlerimi ona kilitledim. Sigarayı dudaklarından çektiğinde gülüşüyle beraber duman dudaklarından biçimsizce firar etti.

 

"Dürüst ve eğlenceli bir kızsın."

 

Derin sesinde canlanan tembel kahkahası içimi uyuşturduğunda güzelliğine bakakalmıştım. Burnu, gecenin rengini çalan gözleri, kalın dudaklarıyla bir bütün olarak değerlendirince seyre değer bir yüze sahipti. İnci misali sıralı dişlerinin bir kısmını gösterecek şekilde sırıttığında, onu seyre daldığımın farkına varıp irkilir gibi kendime gelerek bardaktaki suyu içmeye başladım.

 

"Flört ettiğimizi düşünüyorsun yani," dedi keyifli bir tonda. Eğleniyordu besbelli. İstemeden de olsa onun hoşlanacağı bir konuya girmiştim.

 

"Öyle bir şey söylemedim." İtirazım hazırdı, haklıydım da. "Sadece karşındaki insan hakkında ince detayları fark ettiğini sanmanın bir yanılsama olduğunu belirttim. Üstelik en azından benim için bu tarz cümleleri duymak hoş değil."

 

Dudaklarına götürdüğü bardak havada kaldı, kaşlarını kaldırıp indirmişti. "Bu kadar kompleks bir cümleyi anlayacak kafada değilim şu an, sarışın. Yarın tekrar söylesen nasıl olur?" Bir yudum aldıktan sonra bardağı masaya bıraktı.

 

Cevap vermeden tabağımı didiklemeye başladım. Hata bendeydi ya, ona bir ders verebileceğimi sanıyordum.

 

Sessizlikle geçen beş dakikadan sonra, "Bu gece harikaydın," dedi.

 

"Bunu daha önce söyledin," dedim keyifsiz bir sesle.

 

Güldü. "Sahiden mi?"

 

"Evet."

 

"Peki ya ne kadar gergin olduğunu da söylemiş miydim?"

 

Ters bir bakışla ona döndüğümde kaçıncıya doldurduğunu sayamadığım içeceğinin dibini görmüştü. Yüzünde de bundan kaynaklanan uykulu bir ifade vardı.

 

"Ona benzer bir şey söyledin," diye homurdandığımda yeniden gülerek bardağı masaya bıraktı.

 

"Peki bana katılıyor musun?"

 

Kendine bir çekidüzen verir diye nispeten sert bir sesle, "Katılıyorum. Ama haklı sebeplerim var," dedim.

 

"O zaman son günlerde doğru tespitler yapıyorum," demesini beklemiyordum. Lafı bir şekilde dolandırıp kendi haklılığına getirerek tespitimi sözde çürütmüştü, üstelik bunu ayık bir kafayla da yapmamıştı.

 

"Kaldın öyle." Donan suratım onu keyiflendirdi.

 

"İnce detayları bariz görüntüler sanmana şaşırdım desek daha doğru."

 

"Sence ben yüzeysel biri miyim?" Masumca sorduğu soruya aldanmadım.

 

"Öylesin."

 

Kaşlarını çatınca kısılan gözleriyle beni suçlayarak bakarken, "Sen de çok kabasın," dedi.

 

"Sorun değil."

 

"İnan bana Marilis, bu bir sorun."

 

"Kaba insanlara karşı böyleyim sadece." Bir anda duraksayıp sesimin desibelini yükselttim. "Ayrıca ben kaba falan değilim, beni böyle manipüle etme."

 

"Manipüle etmek mi? Sence şu an birini, özellikle de senin gibi uyanık bir kızı manipüle edebilecek kafada mıyım?"

 

"Demek uyanık oldum şimdi de," derken sinirden kendi kendime güldüm.

 

"Akıllısın demek istemiştim," diye toparlamaya çalışsa da faydasızdı. Bu akşam için beni yeterince yormuştu.

 

"Geç oldu," dedim kuru bir sesle. "Yemek için teşekkürler, ben gidiyorum."

 

Suratı asıldı. "Canını mı sıktım?"

 

"Hayır, yorgun olduğumu söylemiştim."

 

Benimle birlikte o da ayağa kalktığında dip dibeydik. "Hadi gidelim."

 

"Sen nereye?" diye sordum kaşlarımı kaldırıp.

 

"Seni eve bırakacağım." Ağzımı açacak olduğumda işaret parmağını dudağıma yaslayarak beni susturdu. "Centilmenlik yapmama izin ver."

 

"Araba sürecek durumda bile değilsin şu an," diyerek itiraz ettim.

 

"Bekle," diyerek pantolonun cebindeki telefonunu güç bela çıkardı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Şhh," diyerek susturdu. "Babamın şoförünü arıyorum."

 

"Benim için çağırma kimseyi, kendim gi—"

 

"Alo?" dediğinde susmuştum. Telefonda şoföre gelmesini istedikten sonra dışarı yürüdü ve ben de mecburen onunla birlikte çıktım.

 

Vale, arabayı getirdiğinde ön koltuğa yürüyordu ki kolundan tutup onu durdurdum. Verdiği bıkkın nefesle göğsü inip kalkarken vücudunu tamamen bana çevirdi. "Yine neyi beğenmediniz Bayan Pavlidis?" Ellerini iki yana açtı. "Kural ihlali yaptıysam cezamı daha sonra verin bir zahmet, geç oldu saat."

 

"Şoför gelecek demiştin."

 

Sabır dilenir gibi gözlerimi yumup açtı. "Evet. Gelecek."

 

"Niye şoför koltuğuna gidiyorsun o zaman?"

 

"Seni eve bırakmak için." Kaşlarını çattı. "Daha az önce konuşmamış mıydık bunları?"

 

"Sarhoşsun!"

 

"Kafam yerinde!" dedi sinirle.

 

"Böyleyken araba süremezsin. Ben de o arabaya binmem zaten."

 

"Evin yakın." Başını iki yana salladı. "Ve ben harika bir sürücüyüm."

 

Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Ya hani kabul etmiştin şoförle gitmeyi? Hala niye itiraz ediyorsun?"

 

"Ne itirazı? Seni eve bırakacağım şoför de oraya gelip beni eve bırakacak. Böyle anlaşmıştık."

 

Ne diyeceğimi bile bilemeyip kocaman açılan gözlerim ve ağzımla ona bakakaldım. Bu adam neden böyleydi?

 

Şaşkınlığımı fark etmemiş gibi ön koltuğa yürüyüp açık kapıya kolunu yasladı. "Atla sarışın, gidiyoruz."

 

Vale itiraz etmeden anahtarı ona uzattığında aldı ve arabaya bindi. Valeye uyarı dolu bir bakış atsam da önemsemeyip işine geri dönmüştü. Yardım isteyerek etrafa bakındım ama görünürde sadece otopark görevlisi vardı ki o da başka işle uğraşıyordu.

 

Mecburen önden dolanıp sağ koltuk kapısını açarak başımı eğdim. "Ölmek istiyorsan tek başına hallet, beni de yanında götürme."

 

Sırıttı. "Muhtemelen sonrasında ayrı yerlere gideceğiz o yüzden hayır, ölmemizi istemiyorum."

 

Başımı iki yana salladım, kesinlikle iflah olmazdı.

 

"Bu yolları ezbere biliyorum, gözüm kapalı bile sürerim," diye temin etti büyük bir özgüvenle. "Korkmana gerek yok."

 

"Ben gelmeyeceğim," dedim soğuk bir tonda. "Sen de otur bekle, şoför gelir birazdan." Kapıyı kapatıp bir adım uzaklaştım.

 

Camı indirip yüzümü görecek kadar eğildi. "Binmezsen uçuruma sürerim."

 

"Saçmalıyorsun," diyerek kollarımı birbirine bağladım ama bir yandan da yapar mı yapmaz mı diye kafamda tartıyordum.

 

Aracı çalıştırdığında gözlerim büyüdü. "Blöf yapıyorsun," dedim ama korkuyla tetikte bekliyordum.

 

"Deneyelim mi?" diyerek motoru bağırttığında durdurabilirmişim gibi kapıya yapıştım.

 

"Dur tamam!"

 

"Biniyor musun?"

 

Emin olamayarak bir süre yüzünü seyrettikten sonra, "Eğer burnum bile kanarsa seni pişman ederim Gediz Yıldıran," diye tehdit ettim.

 

Keyifle güldü, nefesi alkol kokuyordu. "Pişman olmayacaksın Marilis Pavlidis."

 

Kapıyı açıp koltuğa oturur oturmaz kemeri bağladım ama kalbim gümbürdüyordu. Onun içinden böyle bir deli çıkacağını tahmin edememiştim.

 

Başta yolculuk kısa süreceği için biraz olsun kendimi teselli ediyordum ama tepeden indiğimiz gibi hızı körüklediğinde nefesim tıkandı.

 

"Yavaşla lütfen," diye uyardım ama başka bir şey de demeye çekiniyordum, çünkü bunu bir meydan okuma olarak anlamaya yatkındı.

 

Gözüm sürekli bir onda bir yoldaydı. Dar siyah tişörtü üzerine yapışmıştı ve her nefes alışıyla göğsü kalkıp iniyordu. Gümüş zincir kolyesi nabzıyla birlikte atarken kafasının içinden nelerin geçtiğini merak ediyordum.

 

Dar ara sokakları yavaşça geçtikten sonra yeniden hıza asıldığında, "Yavaş sür!" dedim ancak sesim bu kez daha gürdü.

 

"Bu kadar korkuyla yaşanmaz." Bildirim düşmesiyle ekranı açılan telefonu alıp mesajı okudu. Sessizce küfür mırıldanıp telefonu arka koltuğa fırlattı.

 

"Bu kadar korkusuzlukla yaşanmaz asıl!" Önümüzde kayan ışıkları seyrederken gözlerim büyüdü. Kaşlarını çattı, bakışları üzerimde yoğunlaşmıştı. "Yola bak."

 

"Hayat, hissetmektir."

 

Artık ne dediğini bile anlayamıyordum çünkü her kelimesiyle hızı yükseltmişti ve evime giden yolu uzattığını yeni fark ediyordum. Ara sokaklardan değil otoban yolundan gidiyordu.

 

"Lütfen yavaşlar mısın?" Sesim ağlamaklı çıkmıştı ve çoktan ona uyup arabaya bindiğim için pişman olmuştum.

 

"Ölmekten mi korkuyorsun yoksa benimle ölmekten mi?"

 

"Durdur şu arabayı!"

 

"Hangisi daha kötü?" diye cevap almakta ısrar etti. Neye takıldığını bilmiyordum bile. Yanlış bir şey de söylememiştim ama öfkeli görünüyordu.

 

"Attila lütfen—"

 

"Cevap ver!" diye bağırdı.

 

"Neye? Ne istiyorsun?" Gözümden yaşlar akmaya başladığında yolun hızla akan görüntüsü iyice buğulanmıştı.

 

Küfür ederek avucunu sertçe direksiyona vurdu. "Söyle."

 

"Ö-ölmek istemiyorum," dedim çatlayan sesimle. Hangisinin doğru seçenek olduğundan bile emin değildim. Bununla nereye varacağından da.

 

"Yanlış cevap. Ben her zaman en kötü seçeneğim."

 

"Hayır, değilsin!" diye itiraz ettim. O telefonda ne gördüyse ondan sonra resmen çıldırmıştı.

 

"İyi niyetlisin."

 

"Doğruyu söylüyorum!" diye kızdım ona. Kendini neyle cezalandırıyorsa beni de peşinde sürüklüyordu.

 

Çift yönlü yolda sol şerite saptığında, "Ne yapıyorsun?" diye bağırmamla karşıdan gelen aracı görmem bir oldu. "Sağa kır!"

 

Sakince, "Yaşamak, boktan da olsa bir şeyler hissetmektir," dediğinde karşıdaki arabayla aramızda çok az mesafe kalmıştı. Gözlerimi sıkıca yumup boğazım yırtılana dek çığlık attım.

 

Arabanın kayışından sonra şiddetli bir gürültü duymaya hazırlandım ama motor sesinden sonra araç durdu. Şaşkınca gözlerimi açıp nasıl çarptığımızı kontrol edecekken sağ şeride geçip aracı boş araziye soktuğunu gördüm.

 

Ona döndüğümde başını geriye yaslamış ve gözlerini yorgunca yummuştu. Alnı ve boynu terden ıslanmış halde ışıklarla parıldarken, saatlerdir uykunun derinliklerinde gibi rahat görünüyordu.

 

"İyi bir sürücü olduğumu söylemiştim, sarışın," dedi dudaklarını oynatarak.

 

 


𓇢𓆸

 

 

 

 

 

Loading...
0%