@irispage
|
20
Bir. İki. Üç.
O kadar da kötü değil, tekrar dene.
Bir. İki—
"Ne yapıyorsun burada?"
Aldığım nefes korkudan boğazıma tıkandığında birkaç saniye öksürmek zorunda kaldım. İnci, elindeki boş tepsiyi kenara bırakıp sırtıma birkaç kez vurdu. Elimi kaldırıp onu durdurdum çünkü ben doğrulmadıkça her vuruşunda daha fazla güç uyguluyordu ve canım acımaya başlamıştı. "Tamam, tamam. İyiyim."
"Korkuttun kızım ya!" diye homurdandı ve duvarın kenarında üst üste konmuş paketlerin içinden çıkardığı su şişesinin kapağını açıp uzattı. Kaldırımın kenarına oturup suyu içmeye başladığımda yanıma oturdu. "Sana bir şey olsa tazminat alırlardı benden."
"Abartma." Gözlerim bir yandan da ana girişteki insanları gözlüyordu. Parti çoktan başlamış olmalıydı ama ben mutfağın arka çıkışında oturmuş, içeri girecek cesareti kendimde arıyordum. "Ayrıca bundan para almayacağım. Bir nevi hediye."
"Saçmalama," dedi İnci gözlerini büyüterek. "Kızım para lazım sana, para. Çalışmıyorsun hem, ne hediyesi?"
"Öyle konuştuk," diye mırıldandım. "Hem zaten bir yandan canlı müzik verebileceğim mekanları araştırıyorum. Para kazanacağım, borcumu ödemem lazım."
"Attila Bey paragöz değildir, borcu hemen ödeme derdine girip kendini sıkıntıya sokma. Ayrıca bu zamana kadar kimlere ne paralar yedirdi bir bilsen, ohooo..." İnci paranın miktarını hayal ederken başını gökyüzüne dikmişti ve hesaplayamayacağı kadar çok olmalı ki hayretle dudaklarını büktü.
"Kime ne para yedirdiyse beni ilgilendirmez, ben kendi borcuma sadık kalacağım."
"Ay tamam Mari, yaz dizisindeki sözde fakirlikle kırılıp her gün başka kombin yapan yan mahalle gülü rolüne bürünme hemen. Sen de çok değil bir sene önce gayet zenginmişsin, kolejde falan okumuşsun kızım." Kolej derken daha ne olsun der gibi tonlamıştı.
"Zaten aramız pek iyi değil," diye söylendim belli belirsiz. "Aramızda herhangi bir bağ kalmasın istiyorum işte, demogoji yapmıyorum."
"Ya tamam, ben de kızdım şu araba olayına ama özür dilemiş sonra."
"Zahmet olmuştur."
İnci etrafı kolaçan etti ama zaten girişe uzak taraftaydık ve çalışanların hepsi içeride harıl harıl çalışıyordu. "Bak benden duymuş olma, ya da duy fark etmez, ama babasıyla sürekli çatışıp duruyor, psikolojisi pek sağlıklı durumda değil anlayacağın. Zaten ondan mesai saatleri dışında ayık gezmiyor ya." Sonra sesli düşünür gibi dalgınca mırıldandı. "Gerçi mesai saatlerini takmıyor, ne zaman isterse kafayı uçuruyor işte..."
Ayık gezmiyor. Son birkaç aydır babam da öyle.
"Benim de ailemle alakalı problemlerim var ama başkalarından çıkarmıyorum."
İnci, dostane şekilde ellerini koluma koydu. "Anlıyorum seni hayatım, ama bu..." Dudağını eğip büküp gözleriyle işaret etti. "Çocukluğundan beri yani... Özellikle de üniversiteden mezun olduğundan beri baskı da artmış, benim duyduğum bu. Bu mekanı bile çalışma aşkından değil, sırf babasını bir süre olsun susturmak için açtı. Sürekli arkadaşlarıyla kıyaslanıyor, özellikle Devran ile. Üzerinde de bunun baskısı var haliyle."
İçli bir nefes alıp bıraktım. Belli ki hayat son zamanlarda bazılarımız için iyi gitmiyordu.
"Neyse canım, sen de heyecanlanma. Cuma günü süperdin aynen böyle devam et." Ayağa kalkıp üzerindeki tozları silkeledi. "Hadi ben kaçar, Güney delisi sopasını alıp peşime takılmadan işe döneyim."
Bir süre düşünceli şekilde denizi seyrettikten sonra kalkıp siyah mini elbisemi toparladım. Aslında son ana dek buraya gelip gelmeme konusunda kararsız olduğumdan basit askılı bir elbise ve kısa topuklu bir yaz ayakkabısı giyerek gelmiştim. Kahverengi maskara ve kalemle gözlerimi belirginleştirip pembe tonlarda bir ruj ve allık sürmüştüm. Saçlarım doğal dalgalı kaldığı için çok abartılı durmuyordum ama özendiğim anlaşılıyordu.
Arka kapıdan girdiğim için mutfaktan hızlıca geçmiştim ve birine çarpmadığım için şanslıydım çünkü ışık hızında oradan oraya geçerek her şeye yetişmeye çalışıyorlardı.
Dışarıda otururken ön kapıdan devamlı gelenleri ve lüks araçları gördüğüm için içerisinin ne kadar kalabalık olduğunu bilmem için görmeme gerek kalmamıştı. Özellikle de lavaboda sıra beklerken yoğun bir gece olacağından emin oldum.
Ellerimi soğuk suyla yıkadıktan sonra aynaya bakıp dudaklarımı oynatarak kendi kendime "Heyecan yapma, heyecan yapma," diye telkin verirken yan tarafta makyaj tazeleyen kızın bakışlarını gördüm. Muhtemelen deli olduğumu düşünmüştü ama bu yaptığım, şarkı söylerken detone olmamak için bir hazırlıktı, bunu bilemezdi.
Parti terasta olmasına rağmen içerideki masalar da tamamen boş değildi. İnsanların arasından usulca geçip terasa çıktığımda etrafı taramama çok gerek kalmadan bir kol omzuma sarılıp beni kendine çekti.
"Heh o da geldi," dedi Barkın, beni karşısındaki bir erkek ve kıza gösterirken. "Kendisi müthiş bir ses sanatçısıdır, büyük ısrarlarım sonucunda benim için şarkı söylemeye geldi."
Onlar gülümserken ben de gergince sırıtmamın arasından "Biraz abartı olmadı mı?" dedim Barkın'ın duyacağı şekilde. Müzik sesi yüksek olmasına rağmen duymuştu
"Hiç de bile," dedi ve elindeki şişeden bir yudum aldıktan sonra nihayet omzumdaki kolunu indirdi. "Ati senin için 'gelmez o' diyordu ama geldin." Duraksadı. "Sahiden, bunu söylerken ne düşünüyordu ki? Benim davetime icabet etmeyen tek bir kız tanımadım."
Son olaydan sonra gelmeyeceğimi düşünmesi normaldi. Aslında ben de başta gelmemeye karar versem de üzerinde düşündükten sonra gelmemin daha iyi olacağına karar kılmıştım. Öncelikle buraya gelmemin onunla ilgisi yoktu ve ayrıca da gelmem konusunda pek de hevesli değildi zaten. Burada bulunarak ona rahatsızlık vermem gibi bir ihtimal söz konusuysa bunu tabii ki değerlendirecektim.
"Sana söz vermiştim."
"Bana mı?" Barkın, garip bir şey söylemişim gibi güldü. "Öyle olsun bakalım."
Neyden bahsettiğini soracakken bir anda yanımızdan ayrıldı ve hızlı adımlarla terasın sonundaki DJ set-up'ına gitti. DJ adamın yanına çıkıp kulağına bir şeyler bağırmaya başladı.
"Marilis, hoşgeldin."
Sese kulak verdiğimde Devran'ı sağımda buldum. Üzerinde beyaz bir gömlek ve kot pantolonla duruyordu. Yüzünde ise samimi bir gülümseme taşıyordu.
Gülümsemesine karşılık verdim. "Hoşbuldum."
"Seni gördüğüme şaşırdım desem yeridir. Geleceğinden haberim yoktu."
"Şarkı söylemek için geldim aslında. Barkın davet etti."
Kaşları kalkıp indi. "Öyle mi? Güzel haber."
Etrafa bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Heyecanlıydım. "Değil mi? Ben de başta pek emin olamadım ama sonra gelmeye karar verdim."
Kadehinden bir yudum içti. "İyi yapmışsın, daha önce seni dinleme fırsatım olmamıştı. Bu gece bir kulağım hep sende olacak."
Gülümserken başımı eğdim. Müzik konusunda yakın bir ilgi görmek beni bir çocuk gibi sevindiriyordu. "Umarım beğenirsin diyelim o halde."
Güldü. "Buna şüphem yok."
Müziğin sesi alçaldığında, Barkın mikrofon başındaydı. "Herkes hazırsa özel misafirim bizler için şarkı söyleyecek!" Birkaç yerden alkış ve ıslık sesleri yükseldiğinde onlar durana kadar bekledi. "İşte karşınıza Marilis!" diye bağırarak ortamı yükselttiğinde bir an yerimde kalakalsam da yürümeye başladım.
Sahneye vardığımda Barkın gülerek mikrofonu elime tutuşturdu. Enerjisi çok yüksek olduğundan ona yetişmek pek mümkün olmasa da yüksek enerjili şarkılar seçmiştim.
İlk şarkıya başlarken heyecanım ses tonuma yansımamıştı neyse ki. Işıklardan ötürü insanları tam seçemesem de çoğunun coşkuyla şarkıya eşlik ettiğini görüyordum. DJ'in kusursuz bağlayışı ile ikinci şarkıya geçerken heyecanım azalmıştı.
Listelediğimiz şarkıları sırayla okurken dinleyenlerin de yüzündeki o mutluluğu seçebiliyordum. Bu bana yaşadığım kötü deneyimleri ve hayatımda kötü giden durumları unutturduğu için ben de çok mutluydum. Müziğin bana iyi gelen bir yanı vardı.
Bir şarkının daha sonuna geldiğimde mikrofonu yerinden çıkarıp elime aldım. "Herkese iyi akşamlar, umarım eğleniyorsunuzdur!" Keyifli cevapları alınca gülümsedim. "Doğum günün kutlu olsun Barkın, senin için güzel bir yıl diliyorum." Alkışlar yükseldiğinde Barkın'ı sehpalardan birinin üzerinde ellerini sallarken buldum, bu beni güldürmüştü. "Bu son şarkı senin seçimin."
DJ şarkıyı çalmaya başladığında gözlerim herkesin üzerinde geziyordu. Parti terasta olmasına rağmen içeri girip çıkıyorlardı, birkaç kez Devran ve Kerem'i görmüştüm. Bir kere de kızıl saçlı kıza, bir arkadaş grubuyla kahkaha atarken rastlamıştım. Özellikle onlar için değil de memnuniyeti takip etmek üzere dinleyenlerin tepkilerini seyrediyordum, ancak mekanın sahibini henüz görmemiştim. Gözümden kaçmış olmalıydı.
Şarkıya girdiğimde kalabalıktan eşlik edenleri duymak gülümsememe sebep oldu.
"Elleri gider ellerime hep Canımı yakar beni severek"
DJ'den Barkın'ın telefon numarasını alarak onaylaması için şarkı listesini ona atmıştım. Cevap olarak 'Hepsi ok. Bir de Seda mı neydi o kızın Teni Tenime şarkısını patlatsan kıyak olur' yazmıştı. Ben de şarkıyı sona koyarak kapanış yapmaya karar vermiştim.
"Öyle bir bakar gözlerime Aklımı yıkan hislerime"
İnci, koltuk kolçağına yaslanmış olan bir adamla konuşurken ağzı neredeyse kulaklarına varmıştı ve adeta gözbebekleri ışıldıyordu. Karşısındaki de başını sola çevirdi, o da gülüyordu. Tanıdık bir yüzdü. Kerem.
"Sen korkma benden sadece Dinle, derdimi anla Ben karanlıktayım"
Oradaydı. Nasıl olmuştu bilmiyorum ama bir anda olduğu yeri hislerimle saptamıştım. Barkın'ın biraz önce üzerine çıktığı sehpanın arkasındaki ikili koltukta oturuyordu. Siyah bir tişört ve pantolon giymişti. Yalnız değildi, yanında esmer alımlı bir kız oturuyordu. Ve epey yakın oturuyorlardı.
Yeniden kalabalığa odaklandım. Bunda bir sorun yoktu. Ne gibi bir sorun olabilirdi ki zaten?
"Ben korkmam senden sadece Her şey çok uzak gelir Ben hep yalnızdım Ama bu sefer..."
Karşı koymak zordu, ilgim yeniden aynı noktaya kaydı. Ayaktalardı, arkadaşları da etrafındaydı. Kızın başı onun omzuna yaslı haldeyken şarkı sözlerini söylüyor olmalı ki dudakları hareketleniyordu, Attila'nın keskin bakışları ise bendeydi.
"Teni tenime teni tenime ah, Ten dokunur ruh denene"
Siyah saçlarını omzunun gerisine taşıdığında kırmızı rujlu dudaklar, şarkıya eşlik etmeye son verip boynunda keşfe çıkmaya başladı. Kollarını da onu sıkmayan gevşek bir tutuşla boynuna dolamıştı.
Ama hala, gece siyahı gözler üzerimdeydi.
"Beni bir öper hissederek Aklımı yıkıp dans ederek"
Başta bundan rahatsızlık duysam da bakışlarımı kaçırmadım. Ne niyetle bakıyorsa, ben de daha yoğun karşıladım onu. Rahatsız olmamı istiyorsa, rahatsız olmadığımı göstermeliydim.
"Teni tenime teni tenime ah Ten dokunur ruh denene"
Kırmızı dudaklar, önce sert hatlı çenesine oradan da yanağına tırmandı. Attila'nın kalın dudakları ise aldatıcı bir gülümsemeyle şekillendi.
Ve resmen, bundan keyif alan bir yanı vardı.
"Belimi sarar hissederek, Yüreğimi tam hapsederek"
Elini kızın kavisli ince beline yerleştirip onu sahiplenici bir tutuşla kendine yapıştırdığında, buz damlaları damarlarımda yayılarak mikrofonu tutan parmaklarımı titretti.
Şarkıyı söylemeye devam ediyordum, bana eşlik edenler ve yavaş ritimle dans edenler de vardı ama gözlerimi ondan koparamıyordum. Sanki bunu yapmak, kaybetmekle eş sayılacaktı.
Neye karşı bile kaybedeceğimi bilmiyordum ancak bunca mesafeya rağmen irislerindeki meydan okumayı fark edebiliyordum ve pes etmek istemiyordum.
Ama sonra, kız siyah ojeli eliyle onun çenesini kavrayıp yüzünü yüzüne yaklaştırdığında daha fazla dayanamadım.
Bana ne oluyordu bilmiyorum. Neden devamını izlemenin bana acı vereceğini sanmıştım onu da bilmiyorum. Şarkıya nasıl devam ettiğimi de bilmiyordum, fakat tek dileğim sesimin titrememesini sağlamaktı.
Şarkının sonlarına geldiğim için seviniyordum, sözcükler fısıltılar halinde sesimde can bulduğunda terasın artan duygu yoğunluğu açık havaya rağmen tenimi yakmaya yetti.
"Teni tenime teni tenine tenime ah, Ten dokunur ruh denene"
Dinleyenleri gözlemleye karar verdim. Hepsi anın tadını çıkarıyordu, buna sevindim, onların güzel zaman geçirmelerini sağlıyordum. En azından bu partide gerçekten eğlenen birileri vardı. Aslında... sanırım ben hariç herkesin keyfi yerindeydi.
Son satırları okurken gözlerimi yumdum. Tatlı bir esinti göğsüme dökülen saçlarımı uçuşturdu.
Taze duyguların ne denli tehlikeli olabileceğini, bu yaşımda sahnede içimi dağlayan bir şarkı mırıldanırken anlıyordum.
Derin duygular yıllandıkça olgunlaşırdı, taze duygular ise yeni yetmeler gibi fevriydi.
Mikrofon başından uzaklaşırken görüş alanıma DJ girdi. "İyi iş çıkardın ortak!"
Havaya kaldırdığı eline çakarken güldüm. "Sen de çok iyiydin."
Başını sallayıp kulaklığı geri takarak işine döndüğünde ben de sahneden inip girişe doğru yürümeye başladım. Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu ve çoğunluk gittiğinden ilk andaki kadar kalabalık yoktu.
Tuvalete girip işimi hızlıca gördüm ama sonrasında oldukça yavaştım. İlk gerginliğimi attıktan sonra yüzümü yıkamış ve makyajımı tazelemiştim. İyi görünmem gerekiyordu.
Topuklularım ayaklarımı feci ağrıtmaya başlamıştı, bu yüzden İnci ile vedalaştıktan sonra doğruca buradan ayrılacaktım.
Lavabodan çıkmak için kapıyı açtım fakat koridora döner dönmez neredeyse birine tosluyordum. "Dikkat etsene," diye homurdandım. Koridor ışığı loştu ama kör değilse beni kolayca fark edebilirdi.
"Sen iste ederim."
Kaşlarım otomatik olarak çatılınca bunu söyleyen hadsizin kim olduğunu öğrenmek için başımı kaldırdım. Tanımıyordum. Partideki herhangi bir erkekti. Benden en fazla birkaç yaş büyük olmalıydı. Kumral saçlarını parmaklarıyla geriye taşırken sempatik olduğunu sandığı bir bakışla birlikte güldü.
"Çekilir misin?" diye sordum soğuk bir tonda. Sorun çıkmadan yoluna baksın istiyordum.
O çekilmediğinde yanından geçecektim ki önüme geçerek engel oldu. Sağa doğru gittiğimde yeniden karşımda dikiliyordu.
"Çekil dedim." Bu sefer daha serttim. Bağırıp çağırmama gerek yoktu çünkü herkes dışarıda da olsa çalışanlar sol taraftaki mutfaktaydı ve garsonlar, servis için arada bir yeniden mutfağa dönüyorlardı. Üstelik bir şey yapmaya cesaret edeceğini sanmıyordum ama rahatsız ediyordu.
Ve bu rahatsızlık, "Sana çekildim ama, onu ne yapacağız?" diyerek yüzüme eğildiğinde arttı.
Ellerimi göğsüne yaslayıp bir güçle geri ittim ama çok mesafe açamamıştım. "Defol git, bağırırım!"
Omzunun üzerinden kısa bir an için koridorun ilerisine baktı. "Kimse duymaz."
Dudaklarım aralandığında korkuyla kalbim atmaya başladı. Ne diyeceğimi ya da ne yapacağımı şaşırdım. Resmen donakalmıştım.
"Çok güzel bir hatunsun, neden benim olmayasın ki?" Bir adım geri attım. Yeniden aramızdaki mesafeyi kapattığında başını yüzüme eğmişti. "En azından bu gece."
Göğsüm hızla kalkıp inmeye başladığında gözlerim dolmuştu.
"Ben sana çok iyi bakarım..."
Yerimde küçülürken çocuk bir anda geriye çekildiğinde kararını değiştirdiğini sanıyordum ki yüzüne yediği bir yumrukla devrilirken karşımda Attila'yı buldum.
Gözlerimi kırpıştırdım ama karanlığa ve sulu gözlerime rağmen doğru görüyordum.
Ben henüz şoku atlatamadan, yere düşen çocuğun tişörtünün yakasını yumruğu içinde buruşturup onu bir çırpıda ayağa kaldırdığında şaşkınlığım arttı. Attila ondan bir karış daha uzundu ve yüzlerini hizalamak için hafifçe eğilmişti.
Çocuk kan akan burnunu elinin tersiyle silerken kendine gelmeye çalışıyordu. "A-Attila, sen yanlış an..." Attila onu sarstığında cümlesini yarıda kesti. Göz göze gelemiyordu bile.
Korkutucu bir sakinlikle, "Bana da bir baksana merak ettim," dedi ve çocuk yüzünü ona çevirir çevirmez başını sertçe suratına gömdü.
Çıkan kemik ve inleme sesiyle eş zamanlı olarak bir şaşkınlık nidası da benden koptu. Ellerim kocaman açılan ağzımın üzerine kapanmıştı.
"Kalk," diye komut verdi fakat o, yarı baygın şekilde duvara çarpan kafasını ovalıyordu. "Kalk dedim!"
"Tamam... Yeter." Endişeden sesim gibi bacaklarım da titriyordu ve bir an önce bu anın bitmesini istiyordum. Eve gidip yatağın içine gömülmek ve bir daha buraya geri dönmemek istiyordum.
Fakat o beni dikkate almak yerine, eğilip çocuğu yeniden yakasından kavrayarak kalkmaya zorladı. "Kaldır lan şu suratını, nasıl baktığını göreceğim orospu çocuğu seni!"
Sonunda güç bulur bulmaz araya girip kolunu tuttum. "Yeter, bırak."
Beni görmezden gelerek suratı dağılan çocuğu kaldırmak için yeniden harekete geçse de bu kez var gücümle onu geri ittim. "Dur! Öldürecek misin onu?"
Alev alev yanan bakışları hedefine beni aldı. Sinirini bastırmaya çalışır gibi tane tane konuşuyordu. "Sen çık dışarı, söyle İnci'ye yanında beklesin geleceğim ben."
Korkudan yüzüm gerilmişti. "Sen ne yapacaksın?"
"Geleceğim dedim."
"Ona ne yapacaksın?" diye irdeledim, hala yerde yatan ve burnunu tutarak inleyen çocuğu gösterip. "Sakın bak! Bana bir şey yapmadı, tamam mı? Sen de yeterince karşılık verdin daha fazla uzatma."
Avucuyla yüzünü sıvazlayıp sabırsızca, "Bir şey yapmayacağım," diye hırladı. "Git dışarıda bekle!"
Müziğin sesi buradaki gürültüyü bastırdığı için duyulması zordu ve henüz koridorun başından geçen bir çalışan olmamıştı. Görsem yardım isteyecektim. Kendim için değil, yerde yatan çocuk için. Çünkü birkaç yumruk daha yerse ya komalık olacak ya da ölecekti. Bu kadarı fazlaydı.
"Bağırma bana!"
Sabır çeker gibi başını sola çevirdi. "Sen de dediğimi yap o zaman. Gebertmem bu piçi de merak etme."
"Gidip birilerini çağıracağım. Çalışanları— ya da en iyisi Devran'ı çağırayım, o daha soğukkanlı. Hem kimse duymadan çıkarsın seni dışarı..."
Kolumdan tutarak beni durdurdu, kendine yaklaştırdığında burnundan soluyordu. Sakin tutmaya çabaladığı fakat vurgulu sesiyle, "Kimseye haber vermeyeceksin," dedi gözlerimin içine bakarken. "Valeye git ve arabamı hazırlamasını söyle. Sonra da o sikik arabada ben gelene kadar sakince bekle. Bu kadar. Anladın mı beni?"
"Bak—"
Kolumu sıktı. "Anladın mı Marilis?"
Zorlukla yutkunurken mecburen başımı salladım.
Beni yüzüne çekip alnıma küçük ve sıcak bir buse kondurdu. "Güzel. Hadi git."
𓇢𓆸
Umarım şarkıyı öneren kişi pişman olmamıştır 🫣
Eğer Ati'ye çok kızgın değilseniz Tumblr hesabıma bir uğrayın derim. Birkaç yeni görsel paylaştım 💗
|
0% |