@irispage
|
21
Arabanın başında dikilmiş bir oraya bir buraya yürüyordum. Valeye durumu açıklamadan sadece Attila’nın isteğini ilettiğimde beni tanıdığı için aracı mekanın önüne çekmişti. Kaza yapmak üzere olduğumuz araba değildi bu, siyah bir Auidi ile değiştirilmişti. Yaklaşık beş dakikadır da başında bekliyordum çünkü binmemiştim.
Telefonum avucumda titreşimim yaptığında hemen açtım. Gelen mesaj İnci’dendi. Onu dışarı çağırıp olanları özet geçtikten sonra ne olduğunu öğrenmesi için içeri geri göndermiştim.
İnci: Kerem’e haber verdim, Devran Bey ile yanına gittiler. Ne konuşuldu bilmiyorum ama ikisi, çocuğu arka kapıdan çıkardılar biraz önce.
İnci: Barkın’ın liseden arkadaşlarından biriymiş galiba ama pek bir samimiyetleri yoktu
İnci: Şerefsizin teki, kim davet ettiyse artık
Etrafı taradım ama araba içinde geçmiş olmalılardı, çünkü onları görmemiştim. Belki de hala arka taraftaydılar.
Marilis: O nerede peki?
İnci: Ofisinde
İnci: Babası aradı, inşallah duymamıştır
Marilis: Duysa ne olur ki?
İnci: Ne olmaz ki? Mesela şu andan itibaren başlayarak önümüzdeki hafta boyunca Attila Bey sebep aramaksızın her şeye ateş püskürtür (ciddili) ya da en iyi ihtimalle buraya hiç uğramaz
İnci: O da ayrı sıkıntı gerçi. Babası iyice köpürür sonra
İnci: Aman bir düzelse araları da rahat etsek
Marilis: İnatlaşma gibi bir şey mi söz konusu?
İnci: Aynen. Otorite çatışması
İnci: Attila Bey alt kata geldi şimdi, Güney’e bir şeyler diyor. Çıkar herhalde birazdan
Marilis: Tamam teşekkür ederim canım
İnci: Öptüümm
Kapının önünde hareketlenme oldu ama gelen o değildi. İki çift eğlenerek çıktılar ve araçlarına yürürken de sohbete devam ediyorlardı. Partideki kimsenin içeride olanlardan haberleri yoktu anlaşılan.
Topuklular ayaklarımı acıtmaya başladığında arabanın kaputuna yaslanıp kollarımı bağladım. Bir bacağım gergin bekleyişten ötürü sallanıyordu.
Attila kapıdan çıkar çıkmaz yerimde doğrulup ne diyeceğimden kararsız beklemeye koyuldum. Yalnızdı. Saçı başı dağınık değildi ve giysisi düzgündü. Birkaç merdiveni agresif bir tutumla inerken beni fark etti.
Bir şey konuşmasını beklesem de kendi kendine söylenerek arabanın kapısını açıp bindi ve aynı sertlikle kapattı. Ellerimi önümde bağlayıp durdum. Beni görmezden gelmişti ve gidecekti. Neden bilmiyorum ama bana da kızmış olmalıydı. Belki de buraya hiç gelmemem gerektiğini düşünmüştü. Sonuçta keyfini bozmuştum. Eğer ben gelmesem gecesi mahvolmayacaktı ve istediği kişiyle kapanış yapabilecekti. Yanındaki esmer güzelle olan eğlencesini sonlandırmak zorunda kaldığı için sessizce ortadan kaybolmam gerektiğine karar vermişti muhtelemen. Buraya gelene dek aklından geçenler bunlar olmalıydı.
Kapının açıldığına dair sesle dalgınlığımdan sıyrıldım. Bir eli arabanın üstüne, diğeri de kapıya yaslıydı. "Neyi bekliyorsun?"
Gitmemesine şaşırsam da tepkisiz kaldım. "Önce bir konuşabilir miyiz?"
Burun kemiğini parmakları arasına sıkıştırıp sıktı. "Marilis, şurada biraz daha oyalanırsam içeri geri dönüp yarım bıraktığım işi tamamlayacağım."
"Seninle aynı arabaya binmeyeceğim, Attila." Ben de kararlıydım. "Bu sefer değil."
Duraksadı ve saniyelerin kırılmasına izin verdi. En sonunda bir karara varmış olmalı ki, "Yakın bir yere gideceğiz," dedi sakince.
"Sadece eve geri dönmek istiyorum."
Kısa bir süre yüzümü seyrettikten sonra eğilip aracın içine uzandığında gidecek sandım, fakat çıkıp doğrulduğunda anahtarı çıkartıp aracı kapatmıştı. Kapıyı örtüp arabanın önünden dolanarak yanıma yürümeye başladığında, "Tamam," dedi.
"Neye tamam?"
Karşıma gelince durdu ve gölgesi üzerime devrildi. "Arabama binmek istememene tamam. Burada da durabiliriz."
Gözlerimi kıstım. "İçeri geri dönmeyeceğini nerden bilebilirim?”
Çenesini kaldırıp ileriyi işaret etti. Denize bakan yüksek tepenin birkaç metre alçağında kalan kısmı gösteriyordu. Buranın uçuruma en yakın mekanı onunki olduğu için denizi tepeden karşılayan o kısım sessiz ve sakindi. Yine de sokak lambaları ve restoranın ışıklandırılmasıyla aydınlansa da kısmen karanlıkta kalıyordu.
“Oraya geçelim.”
Kabul ettim. Sessizce yürüdük. Zaten birkaç metrelik bir mesafeydi. Uçurumun sonuyla arasında bir metreden az mesafe olan büyük bir kaya parçasına oturdu. Bakışlarını denize dikmişti. Yerden bir çalı parçası alıp oynamaya başladı. Düşünceli görünüyordu.
İki dakika kadar bir süreyi sessizlik takip etti. Ben de yanında durmuş denizi seyrediyordum ama eminim ki gördüğümüz şey aynı değildi.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordum dayanamayıp. Ben sormasam güneş ufukta doğana dek susmayı sürdürecekti sanki.
Tepesinde dikilen benimle yüz yüze gelmek için başını kaldırdı. Çalıyı eğip büken parmakları durmuştu. “Bizimkilerden birinden seni evine bırakmasını isteyeceğim.” Aklına yeni bir fikir gelmiş gibi duraksadı. “Devran’a söylerim. Sanırım onun arabasına binmekten çekinmezsin.” Sona doğru sesi emin olamıyor gibi kısıldı ve teyit etmek istedi. “Değil mi?”
Az önce içerideki adamın aksine her şeyi boşvermiş bir hali vardı. Sanki derdi olan ne varsa şu denize salıp boğulmalarını seyretmişti. Sakinliği pek beklenmedikti.
“Beni kovuyor musun? Konuşacağımızı sanmıştım.”
“Konuşmayla çözülecek bir şey yok, Marilis. Bu gece başına gelenler için üzgünüm. Sorumluluk bendeydi. Telafi etmez ama gerekeni yapacağımı bil.”
Daha fazlasını ekleyecek olduğunda araya girdim. “Konuşarak çözülmez ne demek?” Sinirim bozulduğundan güldüm. “Git başımdan biraz yalnız kalayım desen en azından dürüstlüğüne anlayış gösterirdim. Ayrıca—“
“Şu an öfkeli olmalısın—“
“Öfkeli falan değilim,” diye kızdım sesimin yükselmesine engel olamayıp. “Beni tahlil etmeden önce kendinin ne istediğine karar ver.”
Şaşırmış gibi kaldı. “Pek de sakin sayılmazsın.”
“Tamam, sinirliyim. Bunu kabul etmem ne işine yaradı? Bir öyle bir böyle davranmaya son verecek misin mesela?”
“En iyisi sen restoranın önünde bekle. Ben şimdi arayacağım—“
“Sen beni duymuyor musun?”
Kaşlarını kaldırıp indirdi. Bu tuttuğunu koparan halimi garip karşılamıştı. “Pişman olacağın şeyleri söylüyorsun ve bu yüzden duymazdan geliyorum.”
“Pişman olmayacağım, ne konuştuğumu biliyorum ben. Öfkeyle ağzıma geleni söylediğimi mi sanıyorsun? Gayet sakinim şu an.”
Yeniden denize dönüp boynunu kütletti. Bir dizini salladığından oraya yaslanmış dirseği de aynı ritme ayak uyduruyordu.
“Öylece sırtını dönemezsin,” dedim hayretle. Tıpkı küskün bir çocuk gibiydi.
Geldiğimiz yöne doğru yürümeye başladıktan sonra durup kararlı adımlarla geri döndüm. Ellerimi saçlarımdan geçirirken hırslı bakışlarımı ona dikmiştim. Resmen kapıyı suratıma çarpar gibi beni görmezden geliyordu. “Sandığının aksine konuşmak bir çözümdür. En azından sorunun ne olduğunu anlamaya yarar. Sen ise iletişimsizlik yaparak olanı daha da büyütüyorsun. Ve seninle konuşmak isteyen birine sırtını dönmek mi..?” Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilemeyip yüzümü buruşturdum. “Kusura bakma ama bu yaptığın çocukça.”
İşe yaramadı. Umursamıyordu. Olan buydu. Çünkü dönüp göz ucuyla bile bakmaya tenezzül etmemişti. Yüzünü görmediğimden tepkisini ölçemesem de cevap vermesi için bekledim, ama tek karşılık elindeki çalıyı kırıp uçurumdan fırlatması oldu.
Ben de daha fazla gururumu çiğnemeyip tıpış tıpış geri döndüm, yine de dolan gözlerime engel olamadım. Kapının önüne yaklaştığımda araba ve insan kalabalığının arttığını fark edip kolumun tersiyle gözyaşlarımı sildim.
Devran’ı ya da bir başkasını beklemeyecektim. O ve çevresine daha fazla dahil olmak istemiyordum. Sadece İnci’yi, gideceğimi haber vermek için aradım. Mesaisinin bittiğini ve Kerem’le arabada olduğunu söyledi. Ne ara bu yakınlığa gelmişlerdi bilmiyordum fakat sorgulamadım, sesi mutlu geliyordu. İnci çok ısrarcı olunca onlarla gitmeyi kabul ettim. Bir daha dönmemek üzere. Kendime böyle söz vermiştim.
|
0% |