Yeni Üyelik
22.
Bölüm
@irispage

 

 

 

Selamlar, başlamadan önce küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Bölümü okurken aktif olarak satır arası yorumlar atarak yeni bölümün gelmesine katkıda bulunabilirsiniz. Böylece "yeni bölüm" yazmanıza da gerek kalmaz. Zaten vaktim oldukça atmaya çalışıyorum ama beni asıl motive eden yorumlarınız, yazanlara teşekkür ederim. İyi okumalar <3

 

22

 

 

Parti devam ederken,

 

 

“Ay bu ne alaka? İpini koparan gelmiş. Cık cık cık….” Ceylin, kollarını göğsünde bağlamış ofisimin camından terasa gelenleri seyrederken başını iki yana sallıyordu. “Barkın, hayatına aldığı insanlar konusunda hiç seçici değil,” diye kınadı.

 

“Sen de öylesin.”

 

Koltuğumda geriye yaslanmış, her gelene yorum yapmasını dinliyordum. Daha doğrusu on dakika önce ofise çıktığımda arkamdan çat kapı girip yalnız vakit geçirmeme engel olarak dinlemeye mecbur bırakmıştı.

 

Başını sol omzuna çevirip inanamıyor gibi baktı ve şakalaşmadığımı anlayınca kollarını çözüp sert topuk vurgularıyla masama yürüdü. “Sen de fırsatını bulduğun her dakika bana oynuyorsun.” Tam yanımda durup kalçasını masaya yasladı, bacakları bacaklarıma değiyordu. “Özellikle de bu ara. Hayır, beni bilirsin, söz konusu sen olunca tolere etmek konusunda iyiyimdir ama bir yere kadar. Damarıma basma.”

 

“Sandığının aksine etkili bir konuşma olmadı, Ceylin.”

 

Gözlerini devirdi. “Biliyorum. Senin kanına dokunacak laflar başka türlü.”

 

Omzumu silkip masada bıraktığım telefonuma uzandığımda hafif bir açıyla eğilerek telefonu uzağa itti. Yakın mesafeden tersçe ona baktığımda omzunu silkti.

 

“Sıkıcı olma, bugün biraz eğleneceğiz.”

 

“Bir mesaj atmam gerekiyor Ceylin. Verir misin?”

 

“Off acelesi yok ya, sonra atarsın. İş güç vakti mi? Yarına ertele.”

 

Reddersem daha çok uğraşıp canımı sıkacaktı bu yüzden üzerine gitmek yerine, onu teğet geçip yerimden kalktım. Odamdaki lavaboya girip çıktıktan sonra Ceylin’i yine gözlem yerinde buldum. Elleri telefonda tuşlarken başını kaldırıp beni gördü ve parmakları hızlıca klavyede gezinmeye devam ettikten sonra, ben yanına gelmeden önce telefonu kapatıp masanın önündeki tekli koltuğa attı.

 

“Gel gel, bak neredeyse herkes gelmiş. Her şey çok güzel gözüküyor.”

 

“Biz de inelim o zaman.”

 

“İneriz birazdan,” dedi. “Hem mekan sahibisin sen, acelen ne?”

 

“Barkın’ın doğum günü," diye hatırlattım.

 

“Tamam,” diye mırladı ve kışkırtıcı olmasına özen gösterdiği sesiyle, “Önce biraz demlenelim,” diyerek sehpada hazırladığı viski bardaklarından birini elime tutuşturdu.

 

Gözümü ondan çekmeden bardağın dibini gördüğümde kıkırdadı. Boş midem yanmıştı. “Acele etmemize gerek yoktu.”

 

“Sıkıldım.”

 

Kendi için doldurduğunu da bana uzattı. “O zaman daha fazlasına ihtiyacın var.”

 

Elinden aldım ama içmek yerine merakla izlediği camın önüne gittim. Bu cephe boydan boya cam kaplıydı ancak iç kısım dışarıdan görülmüyordu. Teras şimdiden kalabalıktı.

 

Ceylin, yanımda yerini alıp ortak tanıdığımız birkaç kişinin daha dedikodusunu ederken, kulağımı içeriye az dolan müziğin sesini vermiştim. Viskiden bir yudum aldım, bu partidense istediğimi alamayacak gibiydim. Ama sonuçta amaç Barkın’ın iyi vakit geçirmesiydi.

 

“Sonunda Devran da gelmiş,” dediğini duydum. “Şu yanındaki… Kucağına düşen kız değil mi?”

 

Ceylin’in bakışlarını takip ettiğim yerde Barkın’ın gruptan ayrılışını gördüm önce, sonra Devran’ı ve en son da onu. Sarı saçları dönen ışıkların yansımasıyla renk değiştiriyordu. Siyah sade bir elbise giymiş olmasına rağmen herkesin içinde parlıyordu. Tıpkı gözleri gibi.

 

Devran’a bakarken parlayan gözleri.

 

Bana hep üstten bakan mavi gözleri.

 

“Arayı hiç açmıyorlar baksana.” Ceylin’e hala cevap vermiyordum ama o buna alışık olduğundan konuşmaya devam etti. “Yalnız bana ne dersen de, kız akıllı çıktı. Devran gibi birini başka nereden bulacak ki? Tabii elinde tutmak için her taktiği de deneyecek, peşinden de ayrılmayacak… Hem belli ki o da boş değil.”

 

“Saçmalama,” dedim ama hangi söylediğinden bahsettiğimi ben de bilmiyordum. Belki de her kelimesini kastetmiştim. Hiçbiri mantıklı değildi. Zaten Ceylin, genel olarak saçmalayan biriydi. Söz konusu hoşuna gitmeyen kızlar olunca ise fazlasıyla abartıyordu.

 

“Devran konusunda mı? Yani boş değil derken tabii ki ondan hoşlanmıyor, sadece eğlence arıyor.”

 

İçkimden büyük bir yudum aldım, tadı genzimi istediğim kadar yakmadı. Belki de benim ihtiyacım olan şey bizzat ateşin kendisiydi. Kızgın bir ateş boğazımdan akıp geçse her şeyi daha kolay atlatabilirdim. Umursamayabilirdim. Unutabilirdim. İçimde yanana değil, genzimde yanana odaklanabilirdim.

 

Bir kadeh ateşle, her gece zihnimde yaşayan o kızdan da vazgeçebilirdim.

 

“Birbirlerine gülüyorlar,” diye bir durum bildirisi yaptı ama bunu zaten görebiliyordum. Amacı beni iyice kışkırtmaktı sadece. Devran’la aramın son zamanlarda iyi olmadığını biliyordu, ama özellikle de çevremdekilerle arasının iyi olmasından hoşlanmadığımı biliyordu. Ceylin, işine yarayacak her türlü kozu kullanan kurnaz bir kızdı.

 

“Sahneye giderken bile Devran bakışlarını üzerinden çekmedi. Sanırım sandığımdan daha çok beğenmiş onu.” Muzip bir sesle ekledi. “Ya da kalçasını.”

 

“Kes sesini,” dedim sert bir sesle. Elimin arasında sıktığım kristal bardak çatlayacak sandım. Başım da şimdiden çatlamaya başlamıştı. Ortalığın içinden geçmemek için aşağı inmeden önce sakinleşmeyi beklemek zorunda olduğumu biliyordum. Barkın’ın doğum günü, diye hatırlattım kendime.

 

“Ne var yine? Dürüst olmak da mı suç oldu?” Bardağı elimden kurtarıp kalanı içerken gözleri alttan alta beni seyrediyordu.

 

Marilis’in tatlı sesi kulaklarıma dolduğunda sahneye odaklandım ve o an her şeyi unuttum. Gözlerini kapatmıştı. Bir şarkıya girmeden önce genelde gözleri kapalı oluyordu. Ortamı hissetmek istiyordu belki. Ya da şarkıya kendini vermek. Her halükarda bir peri kızına benziyordu. Aslında peri kızlarının neye benzediğini de tam bilmiyordum ama Marilis’e bakınca aklıma gelen buydu.

 

Nakaratla birlikte gözlerini etrafta gezdirmeye başladı. İnsanların eğlendiğini görünce gülümsemişti. Müziğinin beğenilmesi onu mutlu ediyordu.

 

Onun mutluluğu da beni.

 

“Neye gülümsüyorsun öyle tatlı tatlı?” Ceylin’in sorusuyla dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. “Şimdiden çakırkeyif oldun herhalde.”

 

Yine cevap alamayınca oflayıp kendi kendine söylenerek yanımdan ayrıldı. Muhtemelen yine telefonuna geri dönmüştü. Sürekli birileriyle iletişim halindeydi, bu onun genel durumuydu.

 

Diğer şarkıya geçtiğinde kendime yeniden bir viski doldurdum ama bir yudumdan sonra sehpaya geri bıraktım. Onu daha ayık bir kafayla dinlemek, izlemek ve anlamak istiyordum. O mikrofonun arkasındayken neler hissettiğini ve düşündüğünü anlamak.

 

“Hadi gidelim.”

 

Enerjisi benim aksime çok yüksekti. Bu da bazen beni sinirlendiriyordu. Genel olarak, her şeye rağmen bile keyfi yerinde olan insanlar beni sinirlendiriyordu sanırım.

 

“Heyy! Tüm geceyi burada geçirmeyeceksin herhalde?”

 

“Sen git, ben sonradan geleceğim.”

 

Bir anda sağımda belirdi. “İlgini çekecek bir şeyim var desem?”

 

Göz kenarından baktım ona. İlgim olacağını sanmıyordum ama sesi kendinden emin çıkmıştı. “Zannetmiyorum.”

 

“Aşağı inersen fikrin değişecek,” diye ısrar etti.

 

Sıkkın bir tavırla onu es geçip yeniden Marilis’e baktım. Yüksek enerjili bir şarkı söylerken herkes kadar onun da modu yüksekti ama bu beni rahatsız etmedi. “Söyle ne söyleyeceksen.”

 

“Görmen gereken bir şey…biri diyelim hatta.”

 

Planını anladığımda, “Merak etmiyorum,” dedim. Benim ilgimi çekebilmek için birini aracı edecekti. Daha doğrusu dikkatimi dağıtmak için. Bunu ilk kez yapmıyordu.

 

“Hemen kestirip atma, kız fotoğraflarını gördü, bir kez de seni kulüpte görmüş ama tanışmaya çekinmiş. Şimdiden sana deli oluyor! Hem de kızı bir gör, muazzam bir fiziği var. Yurt dışından tatile gelmiş, bir arkadaşımın tanıdığı.”

 

Gürültülü bir nefes bıraktım. Vazgeçmeyecekti.

 

“Şu kız yüzünden, değil mi? Kaç dakikadır burada onu kesiyorsun, fark etmedim sanma. Ne varsa bu kızda tutuldunuz gidiyorsunuz: Sen de Devran da. İki aptal başka bir aptala tutuluyor. Ne güzel dünya!”

 

“Defol git,” diye mırıldandım. Onunla tartışmaya halim yoktu.

 

“Aptal olduğunu yüzüne vurdum diye mi? Eskiden böyle değildin, o kullandıkların iyice beyninin içini boşalttı—“

 

“Siktir git Ceylin, beynimi boşaltan sen ve boktan taktiklerin.”

 

Gözlerini kıstı, ilk kez alınmış gibiydi. “Seni boka batmaktan kurtarmaya çalışıyorum, teşekkür edeceğin yerde bir de hakaret ediyorsun.”

 

Avucumu alnıma koyup şakaklarımı ovdum. Sabrım taşmaya başlıyordu. Bir an sonra elimi indirdiğinde ne yaptığına bakıyordum. Başparmaklarını şakaklarıma bastırıp masaj yapmaya başladı. Bir süre sessizce böyle devam ettikten sonra iyi gelmişti. Yine de geri çekilecek olduğumda ellerini bastırıp engel oldu.

 

“Neden gitmiyorsun?” diye sordum. Şu anı kastediyordum ama o hep böyleydi. Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim asla gitmiyordu.

 

“Masaj sana iyi geliyor.”

 

“Seni kovdum.”

 

“Kızgınlığının bana olmadığını biliyorum.” Sakin bir nefes verip ellerini çekti, baş ağrım gitmişti ama yine de iyi değildim. “Sana en iyi geleni de hep ben bilirim. O kız sana iyi gelmeyecek.”

 

“Kimden bahsettiğini bilmiyorum,” diye yalan söyledim. Aklıma ilk gelenin o olduğunu bilmesine gerek yoktu.

 

“Biliyorsun,” dedi. “Ama sana bir şey söyleyeyim, kendini ne kadar da kandırsan o sarışın buraya senin için gelmedi. Sen seçenek bile değilsin onun için.”

 

“Öyle bir derdim yok,” diye itiraz ettim ama bu da yalandı.

 

“Olsun olmasın, sadece bil.” Başını eğip yüzüme yaklaşırken fısıldadı. “O, senin olmaya cesaret edemez.”

 

Tepki vermedim, belki de Ceylin’in çabaları işe yarıyordu ve kafam karışmaya başlıyordu.

 

“Garantici davranıyor, o yüzden sana değil Devran’a yürüdü. Devran olmazsa bir başkası olacak ama hiçbir zaman sen olmayacaksın. Çünkü sen zorsun. Seni anlamak zor. Seninle başa çıkmak çok zor.” Yanağımı okşadı. “Ben cesaret edebiliyorum diye herkes edebilir sanma. Ben senin için her türlü riski almaya hazırım. Bunu sana hatırlatmama gerek yok."

 

“Boşa kürek çektiğini bilmek seni risk alan biri yapmıyor, Ceylin,” dedim dürüstçe.

 

Bozuldu, hatta neredeyse kırıldı. Omuz silkerken tebessüm ediyordu. “Sonunu görmeden bilemezsin.”

 

Onu kendimden uzaklaştırdım ve yeniden camın önüne geçtim. Parti tam hızıyla devam ediyordu.

 

Arkamdan, “Kes artık şuna bakmayı,” diye hırladı. Artık sabrını kaybettiğinden maskesini de gizleme ihtiyacı duymuyordu.

 

“Ofisimden şu anda çıkmazsan seni ben koyacağım kapının önüne,” dedim, sakinliğimi korumaya devam etmiştim. Ona zarar vermek istemiyordum ama o da bam telime basmaktan asla vazgeçmiyordu.

 

“Devran—“

 

“Devran’ı da sikeyim, git başımdan.”

 

“Bırak da cümlemi tamamlayayım bari,” diye ısrar etti. “Bu gecenin sonunda ikisini birlikte ayrılırken görünce de böyle fevri tepki verme. Kendini hazırla buna.”

 

Omzumun üstünden ona baktım. Gözleri alev alev yanıyordu. Öfkesini gizleme ihtiyacı duymamıştı.

 

“Kafanda kurduğun her şeye inanmamamı tavsiye ederim. Bana beynimin boşaldığını söylüyorsun ama sen de kendinkini siktiriboktan şeylerle dolduruyorsun.”

 

Histerik bir kahkaha attı. “Sen öyle zannet,” diyerek öne doğru bir adım attı. “Kullan-at bir sarışın, bir erkeği her zaman cezbeder.”

 

Ense kökünden yakaladığım gibi yüzünü yüzüme çevirdim. Boğazından bir inleme firar etti ama acıdan mı zevkten mi ayırt edemedim. Elimin altında kıvranıp kaçacağı yerde bana daha çok sokulmuştu.

 

“Bir daha onun hakkında konuşmayaksın,” diye hırladım. Hırsla hızlanan nefeslerimiz birbirine karışmıştı.

 

“Ben sussam da gerçek bu,” dedi kafası kırıkmış gibi sırıtıp. “Devran, onun tadına bakma konusunda senden erken davranacak.”

 

Saçlarını avucumda sertçe sıkıştırdığımda kuyruğunu kıstırmış gibi ciyakladı. “Haklı olduğum için bu kadar sinirleniyorsun!"

 

Hiçbir türlüsünden anlamayacağını kabullenince onu koltuğa itip odadan bir hışımla çıktım.

 

Terasa indiğimde keyfim çoktan kaçmıştı. Garsonun tuttuğu tepsiden bir kadeh alıp bizimkilerin masasına geçip oturdum. Barkın da sonunda yorulmuş olmalı ki dinlenmek için oturmuştu. Sohbetlerine biraz katıldım ama ters tarafımda olduğumu fark ettiklerinden bir noktadan sonra muhabbete kendi aralarında devam ettiler.

 

Ceylin benden beş dakika sonra inmiş ve hiçbir şey olmamış gibi esmer bir kızı masaya getirip benimle tanıştırmıştı. Kıza kabalık olmasın diye sadece tokalaştım, ama o samimiyeti ilerletmek isteyerek yanıma oturup bir şeyler konuşmaya başladı.

 

Kadehi doldurdum. Bu gece içmeyeceğimi söylemiştim kendime ama çoktan daha fazlası için kıvranıyordum. Çünkü bir kere zehri almıştım. Huyum buydu. Ya bir damla sürmeyecektim ağzıma ya da şişeleri devirecektim. Hayata da böyle bakıyordum. Ya her şeyden geri çekilmeli ya da dibine kadar yaşamalıydım. Ya hiç başlamamalı ya da sonuna dek savaşmalıydım.

 

Ya benim olmalıydı ya da uzak durmalıydım.

 

Eğer uzak duracaksam da, nerede durduğumu bilecekti. Ona dokunmayacaksam, kime dokunduğumu görecekti.

 

Ben de kadehi mideme indirdikten sonra kızı bileğinden yakalayıp kendimle birlikte ayağa kaldırdım, dünden razı olduğundan direnmedi. Çoktan sırnaşmak için yeni bir açı yakalamıştı. Birlikte masadan uzaklaştığımızda Marilis, sesinin ne kadar büyüleyici duyulduğundan bihaber başka bir şarkıyı mırıldanıyordu.

 

“Ama bu sefer,

Teni tenime,

Teni tenime ah”

 

Adını bile bilmediğim kız, beni sahiplenen bir tutuşla sarmalayıp boynuma öpücükler bırakırken tüm dikkatim çok net bir açıdan görebildiğim sarışındaydı.

 

“Belimi sarar hissederek,

Yüreğimi tam hapsederek”

 

Sanki bu onun dileğiymiş gibi bir başkasında nasıl gerçekleştiğini görsün istedim. Şu anda kendime çektiğim o olabilirdi, bunu biliyordu. Ağır vanilya kokusundansa çiçek kokusu alabilirdim. Görmezden geldiğim bir kadındansa, gözlerinin içine bakabilmek için can attığım bir kadının beni öpmesinin tadını çıkarabilirdim.

 

Bu onun suçuydu.

 

Şarkı biter bitmez sahneyi terk etti. Terasın çıkışına yürüdüğünde gidecek sandım ama İnci de buradaydı, onunla vedalaşmadan ayrılmazdı. Bu yüzden lavaboya gittiğini tahmin ettim.

 

Çıkışa yakın bir masanın etrafı dikkatimi çekti. Çocuğun biri onu işaret edip arkadaşlarına duymadığım bir şey söyledi ve gülüştüler. Kaşlarım çatıldı. Onu tanımıyordum. Yanına gideceğim sırada kız, koluma sarılarak beni durdurdu.

 

Soran gözlerle ona baktığımda belime sarıldı, olabilecek en kibar şekilde onu kendimden uzaklaştırdım.

 

“What’s wrong with you?” dedi artık içinde tutamıyor gibi. “I’m trying to get your attention, but you’re acting like an asexual.” *Senin sorunun ne? Dikkatini çekmeye çalışıyorum ama aseksüel gibi davranıyorsun

 

Kızdan sessizce kurtulmaya çalışmam gerekiyordu, çünkü kafası güzeldi ve elit görünümünün aksine bir anda içinden yırtıcı çıkmıştı.

 

“Just not interested in you.” *Seninle ilgilenmiyorum hepsi bu

 

Kirpiklerini kırpıştırdı, kırmızı rujlu dudakları bir O şeklinde kalmıştı. “Were you also ‘not interested’ when you let me eat you alive?” *Seni vahşice öpmeme izin verirken de mi 'ilgisizdin'?

 

Elimi saçlarımdan geçirip etrafa bakındım. Biraz daha devam ederse tüm dikkati üzerimizde toplayacaktı. “Go find someone else.” *Git başkasını bul

 

“What?!” Şokla açılan gözleri yelpazeye benzeyen kirpiklerine rağmen belirgindi. “I thought Turkish men were possessive. Why are you talking like a cuckold?” *Ne? Türk erkeklerinin sahiplenici olduğunu sanırdım. Neden gavat gibi konuşuyorsun?

 

Bir küfrü yutup, “Back off,” dedim sertçe. *Uza

 

“Are you gay?” *Gay misin?

 

Neredeyse bağırır gibi sorduğu soru yüzünden bize yakın birkaç kişi dönüp bakmışlardı. Bir sorun olmadığını belirtircesine gülümsedim. Devran’ı yakından geçerken bulunca kolundan yakalayıp önüme çektim. Ne olduğunu anlamadığından arkasını dönüp bana bakıyordu. Omuzlarından tutup kıza bakmaya zorladıktan sonra, “He is not gay and is also very possessive, as you wish. Enjoy him,” diyerek bıraktım ve Devran’ın sorgulamasına izin vermeden yanlarından ayrıldım. Altın çocuk, bu durumu da toparlayabilirdi. *O gay değil ve tıpkı istediğin gibi çok sahiplenici. Tadını çıkar

 

Az önceki çocuk masada yoktu, etrafta da göremeyince neyin peşinde olduğunu anlayıp içeri daldım. Geçerken bir garsona çarpıp tepsiyi devirmiştim.

 

Koridora girdiğimde çocuğun sırtını gördüm, Marilis de belli belirsiz fark ediliyordu. “En azından bu gece,” dediğini duydum. “Ben sana çok iyi bakarım…”

 

Cümlesini tamamlamasına izin vermeden ensesinden yakaladığım gibi kendime çevirip suratına yumruğu çaktım. Ezik piç tek yumrukla devrilmişti.

 

Marilis’in buğulanan mavi gözlerini görünce hırsımı alamadım ve çocuğu dövmeye devam etmek için yakasından kavradığım gibi ayağa kaldırdım.

 

 

 

 

Loading...
0%