@irispage
|
Attila Yıldıran: Kaç kez aradım neden cevap yok
Attila Yıldıran: Eğer açmazsan neredeysen seni bulurum
Attila Yıldıran: MARİLİS TELEFONUNU AÇ BENİ SİNİRLENDİRME
Attila Yıldıran: Sen bilirsin
Marilis
Gelen mesajları okurken içten içe gülesim geliyordu. Instagram hesabımı ancak onun dediğini yaparsam yeniden açtıracağını bildiğimden farklı bir karşılık vermem gerekti. Oynadığı oyunu inkar ediyorsa ben de aynısını pekala yapabilirdim. Yapmıştım da.
İnci'yi arayıp durumu anlattığımda benden bir karşılık vermemi istemişti. Başta kabul etmesem de onun bunu yenilgi olarak göreceğini söyleyip sonunda beni ikna etmeyi başarmıştı. Ben de yeni bir hesap açmış ve yeni hesabımda, sahnedeki fotoğrafımı yeniden paylaşmıştım. Sonra İnci'nin ısrarı sonucunda Barkın'a mesaj atarak Instagram postumu story olarak paylaşmasını rica ettim. Bunu yaparken utanmaya engel olamadım, çünkü normalde insanlardan böyle şeyler istemeye alışkın değildim. Fakat sahne performansım için ödeme de almadığımdan sorun olmayacağına karar vermiştim.
Barkın'ın paylaşımının ardından bildirimler susmayınca telefonu sessize almış ve yarım saat sonra yeniden bakınca şok olmuştum. Sadece o kadar süre içinde altı binden fazla takipçi gelmişti ve fotoğrafım da önceki paylaşımımdan çok daha fazla beğeni ve yorum almıştı.
Bu da birilerinin pek hoşuna gitmemişti anlaşılan.
"Sana demiştim." İnci, kremalı buzlu kahvesinden büyük bir yudum aldı. İzin günü olduğundan buluşabilmiştik. "Bu gönül işlerinden anlarım ben. Bak nasıl paşa paşa sana ulaşmaya çalışıyor şimdi..."
Tatlıdan aldığım lokma boğazımda kaldığında suya uzanıp içtim. "Ne gönül işi ya?"
Kıkır kıkır güldü. "Hiç kaşını çatıp inkar etme canım, salak değilim ben görüyorum aranızdaki şeyi."
Bir tanıdık çıkma ihtimaline karşı etrafı kolaçan edip masaya eğilerek ona yaklaştım. Fısıldıyordum ama bağırır gibiydim. "Sakın bunu orada burada dile getirme, İnci. Zaten Devran Bey ile alakalı üstümden yeterince ima dolaşıyor bir de bununla uğraşamam."
"Aşk olsun Mari ya! Hiç söyler miyim ben?" Kollarını birbirine bağladı. "Hem Devran'la ne îmâsı dolanıyor? Ben iş yerinden kimseden duymadım valla, öyle bir şey olsa benim kulağıma kesin gelirdi."
"Bilmiyorum. Bir sürü öyle yorum almaya başladım. Gördüklerimi sildim ama sürekli yorum geliyor, hepsine yetişemiyorum. Üstüne üstlük fotoğrafımın altına onu etiketliyorlar."
"Nasıl ya, kim çıkardı ki bunu? Partide ikinizi yan yana gördüler diye mi acaba?"
"Aklıma biri geliyor," dedim dişlerimin arasından. Gergince bacağımı salllamaya başladım.
İnci, düşünceyle gözlerini kıstı ama tahmin etmesi kısa sürdü. "Kızıl kafa mı yoksa? Ay tabii ki o! Sana da çelme takmıştı zaten. O ne şeytan var ya..."
"Derdi ne anlamadım. Devran'dan hoşlanıyor olsa bunu yapmaz. Başka bir amacı olmalı."
"Sence canım? Attila'ya aşık da ondan!"
Duraksadım. "Arkadaş olduklarını biliyorum."
"Evet de öyle sıradan bir arkadaşlık değil bu."
Aklıma gelenlerle yutkundum. "Öyle mi?"
Hızlı hızlı başını salladı. "Ceylin, senelerdir fino köpeği gibi Attila Beyin peşinde dolanıyor. Daha önceki kız arkadaşı da onun yüzünden ayrılmak zorunda kalmıştı."
"Ya," diye mırıldandım. "Ne zaman oldu mu?"
"İki sene olmuştur."
Tabağımdaki limonlu cheesecake ile oynamaya başladım, dalgındım. "Peki neden arkadaşlığını bitirmiyor?"
"Friends with benefits* gibi düşün." Yüzümdeki dehşet ifadesini görünce hemen açıklamaya koyuldu. "Tam olarak öyle değil. Yani o tarz bir şey varsa da bilemem tabi ama—Ceylin'in neredeyse her durumda Attila Bey'in arkasını topladığı çok olmuştur. Lisede tanışmışlar, duyduğum kadarıyla o zamandan beri bu durum böyle."
*Duygusal bir bağ olmadan, sadece cinsel ilişki yaşayan arkadaşlar
Aklım ilk söylediğine takılmıştı. Sadece arkasını toplamayı mı içeriyordu, yoksa daha fazlasını mı?
Telefonum bir kez daha titremeye başladı, o arayıp durduğu için sessize almıştım. Ekrandaki Attila Yıldıran yazısı duyduklarımın üstüne iyice sinirimi bozdu. Telefonu ters çevirdim. Tadım kaçmıştı.
"Her neyse. Devran Bey etiketlenenlerden görmüş olmalı ki beni takip etmeye başladı." Çatalı tatlıya saplayıp gürültülü bir nefes bıraktım. "Off çok mahçup oldum."
"Ne! Devran seni takip mi ediyor?"
"Evet, iki saat önce falan takibe almış. Ben de geri döndüm mecburen. Keşke o yorumları görmeden önce engelleseydim."
"Saçmalama Marilis!" diye neredeyse haykırınca yanlış bir şey yapmanın kıyısından dönmüş gibi kirpiklerimi kırpıştırdım. "Devran Bey bir avuç insanı takip ediyor, onlar da çok yakınları zaten. Bir de seni! Yani sen de artık yakını sayılırsın değil mi? Ayyy inanılmaz!" İnci, anlayamadığım kadar çok sevinmişti buna. "Eee sana hiç mesaj attı mı? Konuştunuz mu?"
"Hayır," dedim, hangi söylediğine cevap vereceğimi şaşırmıştım. "Neden mesaj atsın ki bana? O kadar kişi etiketleyince nezaketen takip etmiştir."
"Ne nezaketi be... Hayrına insan mı takip edilir? Beğenmiş demek ki seni."
Gözlerim kocaman açıldı. "İnci, sence böyle bir şey olabilir mi? Saçmalama lütfen, duyan da inanacak."
"Ya neden olmasın? Mis gibi kızsın. Bebek gibi bir suratın, taş gibi de bir fiziğin var. E sesin de etkilemiştir. Hem Devran Bey sever böyle senin gibi ağırbaşlı kızları."
"İltifatın için teşekkür ederim ama sanmıyorum. Sadece... kibar biri işte. Anlayışlı. Belki de yorumlardan ötürü kötü hissettiğimi düşündü ve sorun olmadığını göstermek için takip etti."
İnci, katılmadığını göstererek başını kaldırdı. "Bu ihtimale inanmıyorum ama daha fazla sıkmayacağım seni bu konuyla ilgili." Aklına yeni bir şey gelmiş gibi heyecanla gülümsedi. "Neden takip ettiğini boş ver de, Attila Beyin neden bu kadar sinirlendiği anlaşıldı. Hem Barkın hem Devran takip ediyor seni."
Omuz silktim. "Arkadaşlarını mı paylaşamıyor niye kıskansın? Bence onun dediğini yapmayıp bir de üstüne bu kadar takipçim oldu diye gururuna yediremedi."
"Ay güldürme kızım, arkadaşlarını değil seni paylaşamıyor."
"İnci," dedim uyarıyla. "Bizim aramızda duygusal hiçbir şey yok."
"Tutkusal bir şey mi var? O da olur."
"Off kime laf anlatıyorsam..." Sudan içip çantamı omzuma takarak ayaklandım. "Hadi ben gidiyorum."
"Nereye? Konuşuyorduk." İnci de sandalyesinden kalktı. "Tamam bir daha demem öyle."
Güldüm. "Saçmalama İnci, küstüğümden mi gidiyorum sanıyorsun? Kuzenimin basketbol kursu için alması gereken bir şeyler varmış, çıkmışken benden almamı istediler."
"İyi tamam," dedi. "Ben de eve geçerim, yarın sabah mesaim var biraz dinleneyim."
İnci ile vedalaştıktan sonra oturduğumuz kafeye yakın bir dükkandan kuzenimin ihtiyaçlarını aldım. Çarşının içinde olduğu için her yer birbirine yakındı neyse ki. Hatta hava çok sıcak olmasa eve kadar da yürüyebilirdim.
Yol üstünde bir boy aynası bulunca saçlarımı düzeltmek için durdum. Evden çıkmadan önce duş alıp saçlarımı taradıktan sonra zaten hava sıcak diye kurutmamıştım ve şimdi de hafif dalgalanmışlardı. Üzerimde koyu mavi askılı bir üst ve beyaz kot şort vardı. Aynadan bir fotoğraf çekip story attım ve bildirimlere hiç bakmadan telefonu çantama koydum. Gelen yorumları ya da mesajları okumak istemiyordum.
Çarşıda dükkanları geze geze dolaşmaya devam ettim. Eve erken dönmeyi istemiyordum. Aslında yengemle bir sorun yaşamıyorduk ama evde çok vakit geçirsem ister istemez rahatsız oluyordu. Bir noktada ona da hak veriyordum, evinde devamlı bir yatılı misafiri ağırlamak pek iç açıcı değildi. Fakat benim de başka şansım yoktu, derslerim bitene kadar kalacak yere ihtiyacım vardı.
Çarşının sokağından çıkınca kalabalığı da geride bırakmıştım. Yürüyüşüme yolun gölge olan tarafından devam ettim. Bir yandan da içimden bir şarkı mırıldanıyordum. Karşıdan emin adımlarla yaklaşan kişiyi görünce şarkım yarıda kesildi.
Bu kez gerilim müziği dolduruyordu kulaklarımı. Ya da artan nabzımla beraber uğuldayan kanımın sesiydi bu.
Ben durduğumda aradaki mesafeyi kapatmak konusunda tereddüt etmedi. Gri bol bir pantolon ve beyaz bir tişört giymişti. Güneş gözlüğüne rağmen dik bakışlarını alıyordum. İlk bakışta çok düzgün birine benziyordu. Dalgalı saçlarını özenle şekillendirmişti. Tıraşlı yüzü tertemizdi ve yanık teni güneş ışığıyla hoş bir uyum yakalamıştı. Tam karşıma gelince başımı kaldırdım, yüzünde memnuniyetsiz bir ifade konaklıyordu, buna rağmen sakin göründüğünü söyleyebilirdim.
"Mutlu musun?" İlk sorduğu soru bu oldu. Altta yatan başka bir anlamla sormuyordu. Dümdüz bir merak sorusuydu bu.
"Ne için?"
Cevap vermekte acele etmedi. Güneş gözlüğünün camlarına yansıyan yüzüm tereddütteydi. Zira sakin kalmasını beklemediğimden şaşırmıştım.
"Mutlu musun Marilis?" diye yeniledi, bu kez adımı da mesafeli bir tonla eklemişti.
Dürüst olmaya karar vererek, "Evet," dedim ama çok iyi hissettiğimden değildi bu, sadece kötü de hissetmiyordum.
Uzun uzun izledi beni. Bir mana arıyordu sanki. Parfümünün kokusu beni iyice gerdi. İç uyuşturan türden bir baskınlığa sahipti ve bağımlılık yapıyordu. Kokusu da kendiyle özleşmişti.
"İyi."
Ne türden bir şey söyleyeceğimi bilemeyip başımı salladım.
"O zaman sorun yok," dediğinde bir refleks olarak kaşlarımı kaldırdım. Israrla arayıp agresif mesajlar atan adama ne olmuştu?
"Yok mu?"
Biraz düşünme payı bıraktı. "Aslında var."
Cevabını tahmin etmeyi denesem de doğrudan ona sormayı seçtim. "Nedir?"
"Sana gösterdiğimde ortadan kalkmış olacak."
"Nasıl yani?"
"Seçimi sen yap," dediğinde sesine bulaşan heyecanı yakaladım. Gözlüklerini kafasına taktığında siyah gözlerindeki alacalı ışığı da görmüştüm. "Gösterirsem sorun çözülecek ama söylersem uzun bir süre daha devam edeceğini biliyorum."
Kafam karışmıştı, bilmece gibi konuşuyordu.
"Hangisini seçiyorsun?"
"Neden açık konuşmuyorsun?"
"Sadece cevap vermeni istiyorum," diye ısrar etti.
"Bu bir tür kumar mı?"
Dudağının kenarı kaçak bir gülümsemeyle katlandı. Heyecanını soluyabiliyordum. "O kadar büyük bir risk değil."
Nasıl risk değildi ki? Bir seçim yapmak zorunda değildim, ama cevap vermesem bile seçim yapmış olacaktım. Sessizlik de bir seçenekti ve o benden kararımı şu anda vermemi istiyordu.
Yutkundum. Heyecanı katlanarak bana da bulaşmıştı. Nefesim hızlanarak göğsümü kaldırıp indirmeye başladı. Bakışları kısa, çok kısa, bir an göğüslerime düştü. Ani sıcaklık ensemi yaktı.
Nihayetinde, "İstiyorum," dedim.
Ve dudakları, bir an bile kaybetmeden dudaklarıma kapandı.
𓇢𓆸
|
0% |