@irispage
|
27
Attila
“Kendine iyi bak diyerek veda edilir mi bir insana? Kendine iyi bak, görüşürüz demektir. Görüşürsek seni iyi görmek istiyorum anlamına gelir.”
Uyaran bir tonda, “Kanka,” diye uzatarak kaşlarını kaldırdı Barkın. Yaptığı beşinci kağıttan gemiyi elinde döndürüp duruyordu.
“Ne var?” dedim ters bir sesle. İtiraz etmeye hazırlanıyorsa o gemiyi ağzına tıkacaktım.
“Yani bir noktada haklı olabilirsin ama niyet önemli sonuçta. Söylerken veda anlamında söylemişse…”
“Niyet okuması mı yapacağım amına koyayım? Bu lafın anlamı yeniden buluşmaktır işte.”
Ellerini iki yana kaldırıp yorum yapmaktan korktuğunu belirtti.
Koltuğun kolçağına kalçamı yasladım. “Bir hafta oldu, onun da fikri değişmiştir. Saçmaladığını anlayacak kadar zaman tanıdım ona, bu akşam arayacağım. Ya da belki evine giderim direkt. Hem yüz yüze konuşmak daha iyi olur. Kendine iyi bak derken ne anlamda söylediğini de sorarım.”
“Oğlum saçmalama, ne evine gitmesi? Kız sana benden uzak dur demiş.”
“Sen beni dinlemiyor musun? Onu söyleme sebebini anlattım sana. Benim hislerimden emin olmadığımı düşünüyor, bu yüzden de uzak durursam hevesim geçer sanıyor.”
“Sen gerçekten ne hissediyorsun peki?”
Aniden gelen soruyla duraksadım, gözlerim Barkın’ın babasının hukuk bürosunun manzarasına kaydı. Hava güneşliydi ve denizin üzeri parlıyordu. Deniz, bugün tıpkı Marilis’in gözleri gibiydi.
Bakışlarım yeniden Barkın’ı bulduğunda gözlerini kıstığını gördüm. “Sana ne.”
“Ohoo, biz böyle bir yere varamayız.” Uzanıp sehpadaki çerez tabağını eline aldı ve karışık çerezleri yemeye başladı. “Sana zahmet şu dolaptan viski çıkarsana. Çerezle iyi akar.”
“Ben içmiyorum.”
“Ya bırak bu ayakları…” Gülerek bir çerez daha çiğnedi. “Ne üşengeç adamsın, tamam ben doldururum ikimize de.”
“İçmiyorum Barkın,” dedim ciddi bir tonda.
Ağzına çerez götüren eli havada kaldı. “Bugünlük anlamında mı? Ya da şu an için?”
Oturduğum yerden kalkıp koltukta karşısına kuruldum. “Artık içmiyorum anlamında. Bu saatten itibaren.”
Gülüp gülmemek arasında bir kararsızlık yaşadıktan sonra yüksek desibelle kahkaha attı. “Bu kararı vermek için babamın bürosunu mu seçtin? Anlıyorum, çok sıkıcı bir yer ama akşam Ceylin’in ekibiyle bulaşacağız. İçmeme seçeneğin yok yani.”
Onu dümdüz seyretmekten başka tepki vermedim. Ceylin’in Antalya’dan kız-erkek karışık arkadaşları geleceği için kendi evinde bir havuz partisi düzenlemişti. Önceki sene orada bir hafta tatil yaptığımızda bizi tanıştırmıştı ve iyi vakit geçirmiştik, ama yeniden buluşmak isteyeceğim kadar iyi değildi.
Gözlerini kıstı. “Sakın gelmeyeceğim deme.”
Omzumu silktim ve bir bacağımı diğerinin üstüne atıp genişçe oturdum. “Bensiz takılın.”
Barkın, çerez tabağını koltuğun üstüne gelişi güzel bırakırken dökülenleri umursamamıştı. “Ne demek bensiz takılın lan öyle şey mi olur? Zaten Devran da gelmeyecek, beni o Antalyalı amiplerle bir başıma bırakamazsın!”
“İstemiyorsan gitme sen de.”
“Ya söz verdik kaç gün önceden, olmaz öyle.”
Bunu normalde önemsemeyeceğini ikimiz de bildiğimiz için, dudaklarımı büküp kaşlarımı kaldırdığım bir mimikle inanmadığımı gösterdim. “İnsanları ekmek ne zamandan beri umrunda?”
“Tamam umrumda olmaz ama Ceylin’e ayıp.”
Güldüm. “Sen kızlardan birini beğendin, Ceylin de bahane.”
“Peki, beni yakaladın,” dedi bahanelere son vererek. “Ama sen de geliyorsun. Ayrıca şu içmeyi bırakma konusunda ciddi değilsin, değil mi? Sen durmazsın çünkü.”
“Bir haftadır ağzıma sürmedim.”
Veda olmayan vedalaşmadan sonra gün batımından itibaren kendi kimliğimi unutacak kadar çok içmiştim. Ertesi gün öğle vakti arabamın camına park yeri için tıklatmasalar akşamına kadar uyurdum. Şarjım bittiğinden arayanlar ulaşamamıştı ve tabii babam sinirden köpürmüştü. Bu yüzden o günden beri işe çalışanlardan önce gelip onlardan sonra çıkıyordum. Bugün cuma olmasına rağmen Barkın’ın babasıyla işle ilgili görüşme bahanesiyle erken çıkabilmiştim. Aksi halde babamı ikna etmek mümkün değildi.
Alkolü bırakmak, ara vermek diyelim, benim kararımdı. Aslında bu uzun zamandır düşündüğüm bir şeydi. Zihnimi toparlamak istiyordum.
“Siktir, durum ciddi.” Barkın ne yapması gerektiğine karar veremiyor gibi gözüküyordu. Elini ten rengiyle kontrast oluşturan siyah saçlarından geçirdi. Resmen dertlenmişti. “Tıpta bir adı var mı bunun? Marilis hastalığı mı deniyor? Sana bile alkolü bıraktırdığına göre son evredesin.”
Yastığı alıp benimle alay eden suratına fırlattım. “Gelmiş burada düzgünce konuşuyorum seninle, kaşınma.”
“Peki peki.” Yastığı arkasına yerleştirip yaslandı. “Ama helal olsun valla, babanın yıllardır yapamadığını bir sarışın çıkageldi bir ayda yaptı.”
“Başlatma şimdi Barkın!” dedim sertçe ve ayağa kalktım.
“Nereye? Babam birazdan geri dönecek, bekle az.”
Kapıya yürürken, “Sen telefondan mesajlaşırken biz yeterince konuştuk,” dedim.
“Akşam geliyorsun ama?” diye seslendi arkamdan.
“Bakarız,” diyerek çıktım.
Arabama yürürken iki seçeneği düşünüyordum. Havuz partisine mi katılmalıydım yoksa Marilis’e vedalaşmanın ne demek olduğunu mu öğretmeliydim?
𓇢𓆸
Ig: irisspage
|
0% |