@irispage
|
28
Marilis
"Basket!" diyerek ayaklandım, topun potaya girdiğini görür görmez. Kuzenimin basketbol kursundaki deneme maçına destek olmaya gelmiştim ve basket attığını görünce heyecanla bağırmamı tutamamıştım.
Arkadaşları sevinçle omzuna ve sırtına vurup gülüştüler. İyi gidiyorlardı.
Ares de bana bakıp gülerken ellerini havaya kaldırıp beceriksizce kalp yaptı. Onun için burada olmama sevinmişti. Ben de aramızın iyi olmasına seviniyordum. Evde en iyi anlaştığım kişiydi.
Tek tük kişinin olduğu tribünlerde ayakta alkışlamaya başladığımda, etrafımda oturan birkaç kişi daha oturdukları yerden bana eşlik ettiler. Kapalı spor salonu olduğundan yankı yapmıştı. Bir an için kendimi tribün lideri gibi hissettim.
Maç sona erdiğinde o gelene kadar dışarıda beklemeye başladım. Instagram hesabımdan eskisi kadar olmasa da hala sık sık bildirim alıyordum. Gelen dm'lerin neredeyse tamamını hiç açmamıştım bile ama buna rağmen yazmaya devam ediyorlardı. Her an hesabımı gizliye alıp içeride sadece yakınlarımı tutabilirdim.
"Arkadaşlarla yemeğe gideceğiz, Marilis. Sen de bizimle gelsene." Ares'in sesiyle başımı telefondan kaldırdım. Formasını dizine kadar gelen siyah bir şort ve beyaz bir tişört ile değiştirmişti. Ayağa kalktığımda omzuna bile yetişemedim. On beş yaşında bir ergen olarak her geçen gün daha da uzuyordu.
Arkadaşlarının bir kısmı binadan çıkarak çıkışa yürürken, "Bilmem. Bu kadar ergenin arasında sıkılabilirim," dedim ciddiyetle.
"Ya ne ergeni?" diye hayıflandı. "Şunun şurasında birkaç sene kaldı reşit olmaya."
"Erkekler yirmi yaşına kadar ergendir," dedim çıkışa giderken. "Bazıları yirmi ikisinde de ergen kalabiliyor gerçi," diye mırıldandım kendi kendime.
Mesela bir vedalaşma yaşandıktan sonra yaptıkları şey, tamamen bağları koparmak ya da kurtarmak için iletişime geçmek yerine, dünya meselesi gibi taktığı Instagram hesabını takibe almak oluyordu.
"Neyse," dedim. "Nereye gidiyoruz?"
Attila
Bass müzik beynime vururken etrafımda aradığımı bulamayınca bakışlarımı yeniden gökyüzüne kaldırdım. Hala aynıydı. "Sikerler, simsiyah," diye söylenerek uzandığım şezlongta oturur pozisyona geldim.
Güneş batarken bir çift mavi göz ve melek gibi bir yüz görebilmiştim ama şimdi sadece karanlıktı. Ya da burada vakit geçirdikçe hayal gücümü kaybediyordum.
Kibar bir kahkaha işittiğimde sesin kaynağını aradım. "Hiç yıldız yok, değil mi?"
Başımı çevirmeme gerek kalmadan karşıma geçti. Havuzdan yeni çıkmış olacak ki saçlarından su damlaları akıyordu. Yanımdaki şezlongtan havlu alıp sarı saçlarının ucunu kurulamaya başladı.
“Naber?” dedi karşıma otururken.
“İyi,” deyip şezlongların başındaki küçük masadan su alıp içtim.
Başını yana eğip göz teması yakaladı, yüzünde bir gülümseme vardı. “Gediz miydi?”
“Attila’ydı.”
Bir an için afalladı. “Gediz değil miydi adın? Kusura bakma, yanlış hatırlıyor olmalıyım.”
“Attila’yı kullanıyorum,” diye açıkladım.
Başını salladı. “Ben Gediz'i kullansam sorun olur mu?”
Bir balmumu heykeli gibi yanıma geldiğinden beri aynı ifadeyi koruyordu. “Olmaz,” dediğimde gülümsemesi genişledi. Diğer ismimle seslenme isteği kendini farklı bir konuma koymak ya da hatırlanmayı kolaylaştırmaksa işe yaramayacaktı.
"Sen de bana istediğin gibi seslenebilirsin," dedi cilveli bir ses tonuyla.
"Adını kullanırım."
Şaka yapmışım gibi güldü. "Nasıl istersen." Havluyu kenara bırakıp saçlarını elleriyle düzeltti ve bikini çekimindeki bir model gibi şezlonga uzandı. Başını eline yaslayıp bir anısını aklına gelmiş gibi iç çekerek, “Birlikte güzel vakit geçirmiştik," diye mırıldandı.
Dirseklerimi dizlerime yaslayıp öne eğilirken ellerimi birleştirdim. Düşünmek için buraya gelmek doğru bir karar değildi. Kafam dağılır zannetmiştim ama dağılan sadece dikkatimdi. Onu hayal ediyordum ama araya onunla yakından uzaktan alakası olmayan sarışınlar giriyordu.
Bir cevap alamadığında “Beni hatırlamadın mı yoksa?” dedi gücenmiş halde.
Yüzünü inceledim. "Ceylin'in Antalya'daki arkadaşlarından birisin."
Dalga geçtiğimi düşünüp sinirli bir tonda güldü. "Sağol ya."
Sorun şu ki onu gerçekten hatırlamıyordum. Tanıştıysak bile üzerinden bir yıl geçmişti. Her yüzü aklımda tutmuyordum.
Bir tane gözümün önüne getirmek istediğim yüz vardı gerçi. Her karesini ezberlediğim o tek bir fotoğrafa değil, gökyüzüne bakınca görmek istediğim. Çünkü karşımda bulamıyorsam geriye hayal etme seçeneği kalıyordu sadece. Beni istemiyordu. Barkın, buraya beni getirmeden önce onunla vedalaştığımıza ikna etmişti. Yolda bile, benden uzak durmak isteme kararına saygı duymam gerektiğini söyleyip durmuştu.
Haklıydı. Bunu artık kabullenmem gerekiyordu. Unutmam gerekiyordu.
"Saçımı boyattım diye çıkaramadın sanırım." Dik bir pozisyon alırken oturduğu yerde öne kayıp kendini bana yakınlaştırdı ve bacaklarını üst üste attı. "Dikkatli bakarsan hatırlarsın," diyerek yukarıda kalan ayağını, sinsice bacaklarımın arasına uzattı.
Bağladığım ellerim ve bacaklarımın ortasında kalan kırmızı ojeli çıplak ayağına bir bakış atıp başımı kaldırdım. "Marilis misin?"
Suda uzun vakit geçirmesine rağmen silinmeyen siyah makyajlı kirpiklerini kırpıştırdı. "O ne demek?"
Ellerimi çözüp duruşumu dikleştirdiğimde yüzlerimiz arasındaki mesafe arttı. "İlgimi kazanamadın demek."
Reddettiğimi düşünmek yerine ne söylediğimi algılamak için bir süre sessizce beni seyretti. Çünkü onu reddetmeyeceğime inancı tamdı. Sanırım bu, onu daha önceden bir kez kabul ettiğim içindi.
Masadaki içeceklerden birini alıp pipetle içerken gözlerini hala benden ayırmıyordu. "Söylediğinin ne anlama geldiğini bilmiyorum ama hoşlandığın bir çeşitse ayak uydurabilirim."
Son söylediğine dayanamayıp güldüm. "Evet, hoşlandığım bir çeşit."
Modumu yakaladığını düşünüp keyiflendi. Bundan cesaret alıp kokteylini uzatsa da almadığımda, "Sabahtan beri su dışında bir şey içtiğini görmedim," dedi.
Hala kokteyli almazken, "Alkolsüz içecek yok," diye mırıldandım. Sahiden de yoktu. Ceylin'in organizasyonu böyle oluyordu. Zaten kendi de çoktan kafayı bulmuş halde havuzun içinde biriyle öpüşüyordu.
Şaşkınlıkla içeceğini masaya bırakırken, "İçmiyor musun?" diye sordu. Sadece kaşlarımı kaldırıp indirerek cevap verdim. "Huh, süpermiş. İçmeden bu kafaya ulaşmak eşsiz bir şey olmalı."
Tepkisiz kaldığımda pot kırdığını anlayıp saçlarıyla oynamaya başladı ve havuz tarafına bakarak gözlerini kaçırdı. Nasıl bir kafaya ulaştığımı sanıyordu acaba? Aklım başımdaydı. Üstelik geldiğimden beri Ceylin’in arkadaşlarıyla sohbet bile etmiştim. Tamam, genel tavrım soğuktu ama ben zaten hiçbir zaman çok samimi ve dost canlısı bir insan olmamıştım.
"Ati!" Barkın, havuzun içinden bana sesleniyordu ve sesi müziği bile bastırabilmişti. "Gelsene kanka!"
"Evet, hadi yüzelim!" Karşımdaki kız konuyu dağıtma fırsatı bulduğuna sevinerek ayaklandı ve beni de elimden tutup kaldırmaya çalıştı. "Yarım saattir uzanmış boş gökyüzünü seyrediyorsun. Çok sıcak değil mi? Biraz serinleriz."
Elimi bıraksam da ayağa kalktım. Havuzda sadece Barkın ve iki kız kalmıştı ve yeterince büyük olduğundan yüzmek iyi bir fikir olabilirdi. Kendimi boğmak için güzel bir yaz akşamıydı.
Tişörtümü çıkarıp şezlonga attım. Altımda siyah bir şort vardı ama yüzme şortuyla değiştiremeyecektim. Zaten doğrudan suya atladım. Reflekslerim çalışıyordu, nefesimi tuttuğumdan boğulma tehlikesi yaşamadan derinliğe dalabilmiştim. Geldiğimden beri neden havuza girmediğimi düşündüm. Deniz kadar olmasa da dibi görmek iyi gelmişti. Ciğerlerim oksijene ihtiyaç duyduğu sinyalini verdiğinde yüzeye çıktım.
“Oh be oğlum, al şunu da kendine gel biraz.” Barkın, nereden bulduğunu anlamadığım bir kola-rom bardağını uzattı. “Sabahtan beri mazlum gibi takılıyorsun. İç de gevşe.”
Alnıma yapışan saçlarımı geriye tararken “Vereceğin içkiye tüküreyim,” dedim. “Bir haftadır ne bok yaşadığımı bilip bir de üstüne rom teklif ediyorsun.”
“Ne var ya?” dedi elindeki bardağa bir bakış atarak. Sonra aklına düşmüş olmalı ki, “Hassiktir,” diye mırıldandı. “Marilis Rum’du değil mi?”
“Evet Rum’du, şerefsiz seni.”
Durduk yere aklıma sokup toparlamaya çalıştığım ruh halimi yeniden dağıtmıştı. “Ne tartışıyorsunuz?” diyerek yanıma yüzen sarışını es geçtim ve avuçlarımı zemine yaslayıp kendimi yukarı atarak havuzdan çıktım.
Suçluluk duyan Barkın, “Abi yemin ederim aklıma gelmedi!” diye bağırdı arkamdan. Bilerek yapmadığını biliyordum ama sabrım tükenmişti. “Hem zaten adı Rom sadece, Rum içkisi değil ki!”
Doğrudan şezlongtaki havluyu alıp olabildiğince kurulandım ve tişörtümü üstüme geçirdim. Şortu arabadaki yedekle değiştirecektim.
“Ne oldu? Gidiyor musun?” Ceylin, yanıma geldiğinde telefon ve cüzdanımı masadan aldım.
“İyi eğlenceler, benden bu kadar.”
Adımlarımın hızına ayak uydurmaya çalışıyordu. “Ne olduğunu anlatmayacak mısın?”
“Sonra Ceylin,” diyerek peşimden gelmesine engel oldum ve onu arkamda bırakıp bahçeden dolanarak ön kapıdan çıktım.
Unutmak falan yoktu. Hayal etmeyi de beceremiyordum. Sadece onu istiyordum.
Ben Attila, istediğim her şey bana aittir.
𓇢𓆸
Karakter görselleri ve alıntılar için, Instagram hesabım: irisspage
|
0% |