@irispage
|
4
"Sekiz kişi mi seksen kişi mi belli değil, istekleri bir bitmedi gitti," dedi Efe, barmene siparişi verdikten sonra.
"Sen bana sor bir de, mesaim daha yeni başlıyor. Shake mi atacağım kol hiit antrenmanı mı yapacağım belli değil. He neyse ki bu ekibe ilk hazırlığım değil alışkınım." Barmen bir yandan konuşuyor bir yandan siparişi hazırlıyordu. Gururla sırıttı. "E tabii benim gibi yetenekli barmen az bulunur, müptelası olmakta haklılar." Hazırladığı içeceği shaker içine boşalttıktan sonra sıkıp sallamaya başladı. "Mükemmel olmak yoruyor be kardeşim."
Efe, tezgahtan aldığı peçete tomarlarıyla alnını ve ensesini kurulayıp bar taburesinde oturan bana döndü. "Beyaz bayrak çekiyorum," dedi soluklanırken. "Bana biraz müsaade Marilis, siparişi sen götürsen olur mu?"
Attila Bey ve arkadaşları gelmeden evvel İnci ve ben masa servisini hazırlamıştık, siparişi de Efe almış ve yemek servisini yapmıştı. Bu yüzden, "Tamam, sen dinlen ben devam ederim," dedim.
"Eyvallah, kolay gelsin," deyip arka tarafa gitti.
Barmen siparişleri beklediğimden hızlı hazırlamıştı. Hepsi farklı alacalı renklerde ve çeşitli kadehlerde olan içecekleri alıp geniş bir tepsiye dizmeye başladım.
"Marissa, sen mi devam ediyorsun?" Nereden çıktığını anlamadığım Şef Garson bir anda dibimde belirmişti. Gözlüğünü düzeltip dik bir bakış attı.
"Adım Marilis," diye düzelttim, her seferinde adımın harflerinin farklı bir kombinasyonuyla geliyordu. "Ve evet ben devam ediyorum, Şef."
"Bu senin ilk servisin olacak—Yani dünkü mini servisini saymazsak. Neyse bilgilendireyim, bu müşteriler sadece Attila Bey'in arkadaşları değil, aynı zamanda seçkin insanlardır. Önceki çalıştığımız restoranda da kendilerini ağırlardık. Yani servis verirken oldukça özenli davran ve mesafeni her zaman koru."
"Dediğiniz gibi yapacağım." Tepsiyi elime alıp dikkatle yürümeye başladım.
"Hadi bakalım."
Terasa çıkmama birkaç adım kala teras kapısından çıkan İnci heyecanlı gözlerle bana bakıp dudaklarını oynatarak, "Çok yakışıklılar, çok," dedi, büyülenmiş gibiydi. Tam yanıma geldiğinde biraz sitemle sessizce fısıldadı. "Sana en iyileri dediğim çocuk var ya, yanında esmer bir hatunla gelmiş. Benim erkek seçimleri işte, ne beklersin?"
Üzüldüğünü düşünerek, "Kötü olmuş," dedim.
"Aman boşver sen onu, Barkın daha yakışıklıydı zaten. Hem bana teşekkür bile etti, zahmet ettin falan dedi." Mutluluğunu görünce istemsizce gülümsedim. "Neyse, Güney tepene binmeden git sen hadi."
Terasın fotoselli kapısı açıldığı anda kulaklarımı İspanyolca bir şarkı doldurdu. Orta yerde, bir çift ritme uygun şekilde samimi dans ediyorlardı. Kız esmerdi ve çocuk da fotoğraftakine benziyordu, sanırım İnci'nin bahsettiği kişiler onlardı.
Diğerlerinin sol tarafta olduklarını görünce oraya yürümeye devam ettim ama bakışlarım tamamen tepsideydi, dökülmeleri büyük rezillik olurdu.
Eğilip tepsiyi ortadaki geniş sehpaya yavaşça bıraktım. Herkes, sehpayı çevreleyen koltuklara dağılmışlardı.
Kızlardan biri, "Teşekkür ederiz," dedi ve kadehi eline aldı.
Sonra bir çocuk coşkuyla, "Teşekkürler!" diyerek viskiyi alıp arkasına yaslandı. Parmakları arasındaki purodan çektiği dumanı havaya üflediğinde çoktan çakırkeyif gözüküyordu. Dövmelerini açığa çıkaran kırmızı atleti ve dün duyduğum sesinden yola çıkarak onun Barkın olduğunu anladım.
"Afiyet olsun."
Geri kalan kadehleri sehpaya koymaya başladığım esnada görüş alanıma iri bir erkek eli girdi. Başımı kaldırdığımda Attila Bey ile göz göze gelip bir an için duraksadım. Üzerine haki renk keten bir gömlek vardı yakalarını açık bıraktığı. Kalın dudakları arasına kıstırdığı sigaranın dumanı yüzüne dağılırken, kıstığı gözleriyle bulduğu boş yerlere kadehleri koyuyordu.
"Ben hallederdim," dediğimde cevap vermek bir yana, yüzüme bakmadı bile.
Şarkı değiştiğinde iki kız daha kalkıp dans etmeye başladılar. Masada kalanlar ise kendi aralarında sohbet edip gülüşüyorlardı.
Şef Garsonun her an bir yerden çıkıp benim yapmam gereken işi patronun yaptığını görme endişesiyle elindeki çerez tabağını tuttum. Hızlı davranıp neredeyse onun elini tuttuğum için şaşkın bakışları beni bulmuştu, ona temas etmeyi beklemediğim için ben de şaşkındım.
Şaşkınlığı hızlıca geçtiğinde tabağı yavaşça çekti. Ama ben de ısrarcıydım tabii ki, elinden almak için daha sıkı tutup kendime çektim. Ne diye işimi yapmama izin vermiyordu?
Kaşlarını çattı. Sert verdiği nefesle birlikte yüklü duman uçuşup ortamızda dağıldığında nefesimi tuttum.
Son kez tabağı çektiğimde temasımız koptu ve tabak sarsıldığı için çerezlerin bir kısmı düşüp yerde yuvarlandılar. Mahçup halde, "Affedersiniz," diyerek toplamak için eğildim.
Birkaç çerez tanesini aldığımda uzanıp bileğimi tutarak durdurdu. Sigarayı dudağından indirmişti. "Gerek yok, Güney Bey'e söylerim sonra toplatır."
İsmi duyduğumda daha da panik olup bileğimi tutuşundan kurtardım. "Olmaz, ben toplarım hemen."
Kararlı olduğumu fark edince geri çekildi. Görünürde olanları çabucak aldıktan sonra nereye atacağımı bilemediğim için avucumda tuttum. İçeriye gidince çöpe atabilirdim.
Diğer elimle boşalan tepsiyi aldım. "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sordum herkesin duyabileceği şekilde.
"Ben bir Churchill alabilir miyim?" diyen sese döndüm. Hemen sol tarafımda kalıyordu, fakat dikkatli bakmadığım için onu yeni fark etmiştim. Üç numara saçları ve yapılı gibi duran sert çene hattıyla ürkütücü gözüküyordu. Üzerinde geniş omuzlarını vurgulayan siyah düz bir tişört vardı ve bir bacağını diğerinin üzerine atıp geriye yaslanmışken gayet rahat hissettiğine şüphe yoktu.
"Tabii ki." Not alacaktım ama iki elim de dolu olduğu için aklımda tutmaya karar verdim. "Buzlu, buzsuz? Nasıl istersiniz?"
"Buzlu," dedikten sonra duraksayıp gözlerini üzerimde bir noktaya dikti. İstemsizce kasılmıştım. "Marilis," dedi derin bir sesle. "Güzel isim."
"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Dikkati resmen boğazımı kurutmuştu.
"Başka bir isteğimiz yok, Marilis Hanım." Başımı sağa çevirdiğimde Attila Bey'in bakışlarını üzerimde buldum. Biraz sinirlenmiş gözüküyordu, sanırım oyalandığımı düşünmüştü.
Utançla yanaklarım kızardığında yerin dibine girmek ya da en kolay haliyle ileriden denize atlamak istedim. Kafam karışmış şekilde birkaç kez başımı salladım ve arkamı dönüp yavaş adımlarla içeri girdim.
Kuru bir sesle, "Bir tane Churchill," dedim barmene. "Buzlu."
"Hemen," dedi ve bir büyük bardak çıkarıp hazırlamaya koyuldu. Başını kaldırmadan gözlerini bana dikti. "Bir sorun mu var?"
"Yoo," dedim, tonlamam bile yalanı vurguluyordu. "Sigara dumanı boğdu galiba biraz."
"Sigara değildir o." Bir şey biliyor gibi bıyıkaltından güldü.
"Ne demek istedin?"
"Boşver, bilmesen daha iyi," diye mırıldandı ama gülüşünden bir şey olduğu bariz belliydi. Konuyu değiştirme girişiminde bulundu. "O kadar özenle kokteyl ve özel tariflerimden hazırlamıştım. Hangi zevksiz o Churchill peşinde koşan?"
"Tanımıyorum da, şu var ya hani saçları üç numara olan."
"Devran mı?" diye sordu, bu onu şaşırtmışa benziyordu.
"Evet, neden şaşırdın?"
"Bu yetmez deyip ekstra vodka shot falan istese anlardım da soda-limon yapmasını beklemiyordum sadece." Güldü. "Gecesi biraz sıkıcı geçiyor sanırım."
"Onları uzun süredir mi tanıyorsun?"
"Hepsini değil. Barkın, Devran ve Kerem, patronun en yakınlarındandır. E haliyle sık görüşüyorlar, içeceklerini de ben hazırlıyorum tabii."
"Anladım."
"İşte," diyerek köpürttüğü içeceğin üstünde ince bir dilim limon yüzen bardağı uzattığında alıp doğruca terasa çıktım.
Koltuklarda sadece karşılıklı oturan Attila Bey ve adını yeni öğrendiğim Devran vardı. Diğer herkes dans edip eğleniyorlardı. Daha doğrusu terasta bir şeyler bağırarak olduğu yerde zıplayan kırmızı bir atlet görene kadar her şey normaldi. Farklı bir eğlence anlayışı tabii.
Bardağı önüne bıraktım. "Afiyet olsun."
"Teşekkür ederim," deyip dudaklarına götürdüğünde geldiğim yere dönmek üzere arkamı dönmüştüm ki, "Baksana," diyerek beni durdurdu.
"Buyrun," dedim yeniden vücudumu çevirdiğimde.
"Limonu çok geldi desem sana zahmet olur mu?"
Tam değiştirme teklifimi sunmak üzereyken patron bardağa uzandı ve merakla ne yapacak diye bakarken, parmaklarını içine daldırıp limonu çıkardı ve terasın ilerisine fırlattı. "Daha iyi mi?"
Elimi hayretle kocaman açılan ağzımın üzerine kapattım.
Gerginlik çıkacak sansam da Devran, "Siktir," deyip güldü. "İşte şimdi ne içtiysen ben de ondan istiyorum."
Attila Bey ona kıstığı gözlerinin arasından baktı. "Onu ucuz numaralarla alamazsın ama."
Arkadaşı hafifçe kaşlarını çattıktan sonra ifadesi gevşemiş haline geri döndü. Dudaklarında rekabetçi bir gülümseme belirdi. "Sağlam bir şeyler mi görmek istiyorsun Ati?"
"Sorun çıkarmadan ve soru sormadan sadece içkini devirmeni istiyorum."
O esnada kızıl saçlı bir kız, kollarını samimi şekilde arkasından dolayıp kulağına fısıldadı ama sesi gayet duyulurdu. "Ben de benimle dans etmeni istiyorum."
"İyi olur, gevşemeye ihtiyacı var," dedi arkadaşı da.
Kız katıldığını belli ederek göz kırptıktan sonra onun geniş omuzlarındaki ellerini, yavaşça gövdesinden aşağıya doğru gezdirmeye başladı.
Gözlerimi kaçırıp tek muhattabım olarak kalan kişiye tuttum. "Başka bir isteğiniz?" Yarısı sehpaya dökülmüş olan içeceği görünce, "Yenisini getirebilirim," diye teklif ettim.
"Gerek yok, daha fazla yormayayım seni," dedi derinden gelen erkeksi sesiyle.
Başımı sallayıp yanımda getirdiğim tepsiyi sehpaya koydum ve boşları toplamaya başladım. Bir an önce içeri geçmek istediğim için elimi çabuk tutuyordum.
O esnada ne konuşması geçtiyse kız Attila Bey'in yanına oturdu ama suratı asıktı. Sanırım istediğini alamadığı içindi.
İlerideki boş bardaklara uzanamayınca diğer taraftan dolanmak için doğruldum ama ayağıma takılan şeyle—çelme olamaz diye düşündüğümden sehpanın ayağıydı ilk aklıma gelen—Devran'ın üzerine devrildim.
Yüz üstü düştüğüm için bir elim omzunda diğer elim vücudunun hemen yanında, koltuğun üstündeydi. Aralıklı duran bacaklarının arasındaydım, neyse ki kucağına oturmamıştım.
Parfümünün yoğun kokusu burnuma ilişirken yüzlerimizin yakınlığı ve bulunduğumuz pozisyon kalp atışlarımı hızlandırdı, utançtan bedenim alev alevdi. Telaş içinde, "Çok özür dilerim," diyerek ondan uzaklaşmaya çalıştığımda belimden tutup doğrulmama yardımcı oldu.
"Sen iyi misin?" dedi sakince, üzerimi kontrol ediyordu.
Kalktığım gibi eteğimi düzelttim. "Evet, sadece ayağım takıldı, kusura bakmayın. Tekrardan özür dilerim."
Gülme sesi işitmemle sağ tarafa baktığımda kızılın komik bir sahne seyrediyor gibi keyifli halini yakaladım. Bacak bacak üstüne atmıştı ve gözleri fenalıkla parlıyordu. Yanında oturan patrona eğilip "Sadece bir kaza," diye mırıldandıktan sonra kıkırdadı, ancak gayet de duyacağım şekilde söylemişti.
O an bana bilerek çelme attığını düşünüp hiddetle konuşacak olsam da kanıtlayamayacağımı bildiğim için susmak zorunda kaldım.
Attila Bey, yanındakine ters bir bakış attıktan sonra yaslandığı yerden sırtını dikleştirip dirseklerini dizlerine yasladı. Koyu gözlerindeki sertlikle ürküp parmaklarımı birbirine bağladım.
Kovulacaktım şüphesiz. Bu ne rezillik! Muhasebeden çıkışını al. Güney'e söyle seni kapının önüne koysun. Daha en başında adımı yanlış söylediğinde kovmalıydım... gibi gibi bir sürü cümle sıraladım aklımdan, oysa hiçbirini söylemedi.
"Burada işin bittiyse Efe'ye devam etmesini söyle."
•
Yıldızlayarak destek olabilirsiniz ✨✨
|
0% |