@irispage
|
8
Zihnime varan kelimeler tekrara vurmaya, kan damarlarımda gürleyip kulağımı uğuldatmaya başladığında ve vücut ısım hiddetle arttığında, bütün bunların gücüyle yanağına tokat attım.
"Sen ne diyorsun be?" İşte bu, benim tüm nezaketimi kaybettiğim o andı.
Yüzü yana çevrildiğinde, bunu algılamaya çalışan bir duruşla öylece kaldı.
"Sırf patronumsun diye başından beri tüm zevzekliğini görmezden geldim. Adımla dalga geçtin, bir şey demedim. Daha ilk günden benden işim olmayan bir şeyi istedin, yaptım. Her şeye rağmen saygımı ve mesafemi korudum." Konuşurken nefes nefese kalmıştım. İşaret parmağımı bir ok misali üzerine tuttum. "Saygısızsın."
Yüzünü ağır ağır bana çevirdiğinde ifadesi tepkisizdi.
Onun söyleyecek bir şeyi var mıydı bilmiyorum fakat ben hızımı alamamıştım. "Karşılığı dudaklarının tadını merak ediyorum mu? Tokadın tadı nasıldı peki?"
Dilinin ucunu hafifçe dudağının kenarındaki kana değdirdi, dudağı yarılmıştı. Ben yapmıştım.
Tepkisizliğinin devam ettiği süre içerisinde nefesim düzene girmeye başladı, yine de tetikte bekliyordum. Önce kan damarlarının oturduğu gözlerini birkaç kez ağır ağır yumup açtı, sonra kaşlarını çattı. Bense ne yapmak üzere olduğunu anlamaya çalışıyordum.
Kayıtsız kalamayıp "Böyle susup kalamazsın," dedim, bu rahatlık beni daha da çıldırtacaktı.
Kaşlarını kaldırıp indirdikten sonra, "Ne söylemem gerekiyor?" dedi uyuşukça.
Kulaklarıma mı yoksa gördüklerime mi daha çok şaşırsam bilemedim. Sanki uykusunu bölmüşüm gibi huysuz görünüyor ve telafi etmesi gereken yerde ne söyleyeceğini bilmediğinden bahsediyordu.
"Bu ne pişkinlik? Özür bile dilemiyorsun."
"Üzgünüm, sarışın," dedi. "Oldu mu?"
Dudaklarım aralık kaldı. "Ne? Hayır... Bu bir özür bile değil." Ayrıca hiç de üzgün görünmüyordu.
Ben ona bakakalmışken kendini masanın önündeki karşılıklı koltuklardan birine attı ve genişçe yayılırken sıkıntılı bir nefes bıraktı. Uzandı ve onun için getirdiğim içeceği, dili damağı kurumuş gibi ihtiyaçla kafasına dikip bitirdi. Boşalan bardağı sehpaya bıraktıktan sonra bana dönen ilgisi, sanki benim de burada olduğumun henüz farkına vardığını düşündürtmüştü.
"Nasıl... Nasıl bu kadar rahat olabilirsin?" Kaşlarım derince çatıldı ve hala elimde duran tepsiyi ona fırlattığımda tek eliyle kolayca yakaladı.
"Dudağımı patlattın, sıra burnumda mı?" Dilini, ayıplayan tavırda birkaç kez damağına değdirdi ve tepsiyi frizbi gibi kapıya doğru fırlattı.
"Sen suratını dağıtmadığıma dua et!"
Başını iki yana salladı. "Yüzüm olmaz, sarışın. Babam, yine kavga ettiğimi düşünürse bu kez gerçekten hayatımı siker."
"Baban birine böyle sarkıntılık ettiğini öğrense ne yapar peki? O zaman da tepki gösterir mi?"
Kaşlarını çattı, öyle ki neredeyse yanlış bir şey söylediğimi zannettirdi. "Öyle bir şey yok."
"Beni öpmeye çalıştın!"
"Sadece merakımı söyledim," diyerek başını koltuğun tepesine yasladı.
Derdi neydi onun? Böyle davranarak beni manipüle etmeye mi çalışıyordu yoksa sadece sarhoş muydu? Halbuki üzerinden o derece yoğun alkol kokusu almamıştım, parfüm ve sigara kokuyordu.
Aklıma barmenin söylediği düştü ansızın. 'Sigara değildir o.'
Bununla birlikte duruşumu dikleştirip onu daha detaylı gözlerle inceledim. Dış görünüşünde doğrudan bir farklılık ya da göze batan bir şey yoktu. Üzerinde üstten üç düğmesini açtığı beyaz keten gömlek var, koyu kahve saçları özenle şekillendirilse de asi birkaç tutam alnına düşmüş, ancak yine de derbeder falan gözükmüyor. Aksine oldukça gözalıcı—sinir bozucu derecede. Sadece biraz daha dikkatle bakınca gözlerinin beyazının kızardığını ve aslında bomboş baktığını fark ettim. Normalde keskin bakışlarının arkasında şimdi boş beyaz bir levha vardı sanki. Üstelik gözkapaklarını açık tutmakta zorlanıyor, kısa aralıklarla gözlerini kırpıştırıp duruyordu.
Başka türlü kafayı mı bulmuştu yani? Barmen haklı olabilir miydi?
Kafasını yasladığı yerde, direnmeye bir son verip gözlerini kapattı. Ne yapacağımı bilemeyerek en azından bir şey söylemek istesem de ağzım açılıp kapandı sadece.
"Hiçbir şey olmamış gibi davranarak bundan kurtulamazsın," dedim. Çoktan uykuya dalmadığından emin bile değildim. "İlk iş seni aşağıdakilere rezil edeceğim, sonra da istifa edeceğim."
Cevap yok.
"Bir de salağım ya, bir an için benden hoşlanıyorsun ve beni düşünüyorsun sandım. Hiç aklımda yoktun ama ben de öyle ansızın çekim hissettim." Dinlemediğini bildiğim için kendi kendime söylenerek içimi boşaltmadan duramadım. "Zaten iş için de buraya gelmez olaydım. Başıma bir zebani dikildi, oradan oraya koşturuyor beni. Tamam, başta alışkın değilim diye zor geliyordur dedim de bu kadarı da fazla. Köle miyim ben?" Elimi saçlarımdan geçirdiğimde tokam yere düştü ve saçlarım omuzlarımı örttü ama önemsemedim. "Herif adımı bile bilerek yanlış söylüyor ya, narsist! Yemin ediyorum onu da seni de birbirinize çarpıp kafalarınızı kırsam anca rahat ederim."
Hala cevap yoktu. Sahiden de gündüz vakti sızmış kalmış mıydı?
"Aşağıda millet senin için toplanmış sen buraya gelmiş beni öpmeye çalışıyorsun. Gerçi onlarda da akıl yok ya, geldiğinden beri hayran hayran bakıp salya akıtmaktan başka bir şey yapmıyorlar."
Uyuyup uyumadığından emin olmak için gürültüsüz adımlarla yanına vardım. Nefes alışverişi düzenliydi ve hala bir şey söylemediğine göre rüya aleminde geziyordu.
"Kabusun olurum," diye tısladım kendime engel olamayıp.
Birkaç saniye sonra kirpikleri hareketlendiğinde gözlerini açacak sanıp gerilesem de açmamıştı. Sessizce, "O zaman her gece bana uğramak zorunda kalırsın," diye mırıldandı.
• Görüşlerinizi satır arası yorumlarda belirtebilirsiniz ^^
|
0% |