Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. ŞÜPHE

@irispage

 

 

1

 

ŞÜPHE

 

 

Run ~ Dutch Melrose

 

Yeni bir yaşa girdiğimizde bizden mum üfleyip bir dilek tutmamız beklenirdi. Dileğimizi söyleyecek olursak da kabul görülmeyeceğini bilirdik; sanki gerçekleşme imkânı kesinmiş gibi. Ya da hayatımız boyunca bir yıldızın kaymasını beklerdik. Gördüğümüz an dilek tutalım; hayatımız değişsin, her şey tozpembeye dönsün isterdik.

 

Fakat hepsi batıl inanç olarak umudumuzu tüketmeye devam etti ve değişen sadece takvim yaprakları oldu.

 

On sekiz yaşıma girdiğim bugünün sabahında, önümdeki çikolatalı pastaya dikilen mumu üflerken dilek tutmayacağımı biliyordum. Fakat mumu üflediğim sırada beklenmedik bir hisse kapılmış ve bir dilek tutmuştum. Neden birden aklıma geldiğini, böyle bir isteğim olup olmadığını anlayamazken zaten gerçekleşmeyeceğine olan inancım sorgulamamı sonlandırmıştı.

 

Doğum günlerimden beklentiyi kestiğimde ise ortaokul sondaydım. Kışa denk gelen doğum günüm, çoğu zaman tüm aile bireylerinin şehir dışında olduğu zamanlara denk gelirdi. İki kardeştik ve abim kış olduğunda şehir dışındaki okulunda olurdu. Bu sebeple son beş yıldır doğum günlerimde unutulmadığımı göstermek için; iyi dileklerinin bulunduğu küçük kartla birlikte bir buket beyaz papatya yollardı. Onları aldığımda onu arardım ve yarım saatten fazla konuşmazdık. Sonuç olarak, en azından varlığımı yok saymıyordu.

 

Fakat bu kez beş yılın sonunda bir ilke imza atmış ve doğum günümde yanıma gelmişti. Sabah beni uyandıran kapıyı açmaya giderken görmeyi beklediğim çiçek getiren kurye iken, çiçeği getirenin bizzat abim olması bir anda uykumu açmıştı. Doğru gördüğümden emin olabilmek için gözlerimi ovuştururken, diğer elinde tuttuğu pastanın mumunu üflemem için ısrar ediyordu. Şaşkınlığımı bir kenara bırakmış ve mumu üflemiştim. On sekiz yaşımın en özel anlarından birisi de bu olabilirdi.

 

Son bir haftadır olduğu gibi, bugün de ne keyfim ne de önümdeki yemekleri yiyebilecek bir iştahım vardı. Bütünüyle dalgın, yorgun ve uykuluydum. Bazen saatlerce uyumak bile yorgunluğu almaya yetmezdi, bazen bazı yorgunluklar uykudayken bile dinlendirmezdi.

 

Saat gecenin bir yarısına doğru konuşlanmışken, akşam yemeği için anca toplanabilmiş olmamızın herhangi özel bir sebebi yoktu. Genelde yalnızca akşam yemeklerini birlikte yerdik, bunda bile topu topuna üç kişinin aynı anda tek bir masada denk gelmesi düşük olasılık olurdu. Evet, bunun da özel bir sebebi yoktu. Ailem ve ben, aynı evde farklı hayatlar yaşar gibiydik sadece.

 

Babam içtiği su bardağını masaya bıraktı. "Yaz geldiğinde ayarlarız, hem sen de burada olursun o zamana."

 

Kimin ne amaçla burada olduğunu anlamadığımdan, tabağımdaki yemeği eşelemeyi bir kenara bıraktım ve başımı kaldırdım. Konuşmanın öncesini dinlememiş olduğumdan, gözlerim masadaki üç kişinin üzerinde ayrı ayrı gezindi.

 

Abim, yarılanmış suyundan bir yudum almadan önce başını salladı. "Daha iyi olur, bunu kaçırmak istemem."

 

"Neyden bahsediyorsunuz?" diye sorduğumda gözler bana çevrildi. "Kaçırdım muhabbeti," diye ilave ettim.

 

"Amcamlarla ortak çiftliğimizden bahsediyorduk, uzun zamandır kimse gitmedi oraya," diye açıkladı, abim. "Okulum tatile girdiğinde babamla birlikte gidip orayı bir düzene sokmak istiyoruz. Kâhya vefat ettiğinden bu yana iki yıl oldu ve eminim orası epey kötü hâldedir."

 

Belli belirsiz başımı salladım. Oraya en son gittiğimde, sanırım lise başlarında olmalıydım.

 

Muhabbet kendi aralarında dönmeye devam ederken gözlerimi mutfak camından dışarıya çevirdim. Hava zifiri karanlıktı ve rüzgârın uğultusu kapalı pencereler ardından dahi duyuluyordu. Gün boyu şiddetle süren yağmur yüzünden doğum günümü dışarıda kutlamamıştım. Zaten kutlama yapabileceğim tek bir arkadaşım olduğundan onu da eve çağırmıştım ve yatağımda oturup pasta yemiştik: Tıpkı bundan önceki doğum günümde olduğu gibi. Ve bir öncekinde de olduğu gibi.

 

"Lina, kızım sen de katılır mısın?" Başımı kaldırıp masanın başında oturan babama baktım. Dalgın olduğum için ne hakkında konuştuğunu duymamıştım bile.

 

"Neye?" diye sordum, boş bir surat ifadesiyle.

 

Annem başını bana çevirdi ve ikinci kez dinlememiş olduğum için, dirseğiyle koluma dokunarak uyardı. Anneme kısaca bakıp babamın sözlerine kulak verdim. "Önümüzdeki hafta sonu amcanların yanına gideceğiz, kuzeninin sene-i devriyesi için. Hafta sonunu onlarda geçirip döneriz, böyle zamanda yalnız bırakmak olmaz."

 

Kuzenim. Yirmi yedi yaşında ani bir kalp krizinden vefat etmişti. Herhangi bir kalp hastalığı olmamasına rağmen bir anda gelen bu üzücü haber, bizi ilk duyduğumuz andan itibaren mahvetmişti. Biz İzmir'in ulaşımı zor ormanlık bir yerinde yaşıyorduk, kuzenim ve ailesi ise şehir merkezinde olduğundan sıklıkla görüşemezdik. Hatta bir elin parmaklarını geçmemişti yan yana bulunmamız ama kendisini severdim. Samimiyetsizliğe uzak, dürüst ve adı gibi mert bir insandı. Demek ki önümüzdeki hafta, tam bir yıl geçmiş olacaktı üzerinden.

 

"Final maçı için sıkı bir antrenmana girmek zorunda olduğum için gelmem mümkün değil maalesef." Çatalımı tabağın kenarına bıraktım. "Benim adıma da orada bulunursunuz."

 

Babam başını sallayarak onayladığında, uzanıp suyumdan bir yudum aldım ve yutkunduğumda bile boğazımı dolduran his geçmedi. Zaman döngüsü geçmişte bırakıldığı sanılan o acı tarihe vurduğu her an aynı hisleri yaşatırdı insana.

 

Bunu en iyi ben bilirdim.

 

Bir lokmanın daha boğazımdan geçemeyeceğini anladığımda, sandalyemi geri çekerek ayaklandım. "Size afiyet olsun, benim uykum geldi."

 

"Birazdan gideceğim Lina, beni uğurlamayacak mısın?" diye sordu, abim.

 

"Hemen mi?"

 

"Doğum günün için geldim biliyorsun. Bugün geri dönmek zorundayım, yarın sabah dersim var."

 

Omuzlarımı düşürürken başımı salladım. "En azından geldin." Sandalyeye geri oturdum. "Babam götürecek seni havalimanına değil mi?"

 

İkisi de başını salladığında konuşan yeniden abim oldu. "Annemin de birkaç işi varmış, onları halletmek için bizimle gelecek. Evde yalnız kalacak olmanda sakınca yok değil mi?"

 

Omzumu silktim. "Buna alışkınım."

 

Babam bilindik bir firmada çalışan bir pilottu. Annem ise aynı firmanın, hava trafik kontrolörü olarak görev yapıyordu. Bundan yıllar önce annemin, babamın kullandığı uçağa yönlendirmede bulunmasıyla ilk kez birbirlerinin sesini duymuşlardı. Babamın anlattığı kadarıyla, kuleden aldığı emrin bu kadar güzel bir sesten gelmesi, onu büyüleyip o gün uçağı gözleri kapalı sürmesine neden olan şeydi. Annem ise sadece işini yaptığını, babamın büyülenesi olduğunu söylerdi. Daha sonralarda babam bu sesin sahibinin peşine düşmüş ve annemle tanışmaları da bu şekilde olmuştu. Bu onlar için gününün çoğunu birlikte geçirmeye eşdeğerken, benim açımdan uzun süre ikisinden ayrı kalmak demekti.

 

"Tüm kapı ve pencereleri kapattım, biz çıktıktan sonra da kapıyı kilitlersin," dedi annem, sakin bir ses tonu kullanarak.

 

Başımı sallayarak onaylamakla yetindim.

 

Herkes yemeğini bitirdikten birkaç saat sonrasında çıkmak için kapının önünde toplanmışlardı. Bavulun çoktan koridora koyulmuş olduğunu ise yeni fark etmiştim. Abim birkaç gün daha kalabilse bu iyi olurdu, ancak bu konuda onu zorlamayacaktım.

 

Annem ve babam paltolarını giyinirken abim odasından hâlâ inmemişti. Babam bavulu alıp önden çıkarken, annem aynada üzerini düzeltirken onu seyrediyordum. Dizlerine kadar gelen siyah bir elbise ve ten rengini tamamen kapatan siyah bir çorap giymişti. Üzerine geçirdiği koyu yeşil kaban elbisesinin bitimine kadardı. Omuzlarına kadar gelen kahve kızılı saçlarını eliyle düzelttikten sonra, eğilip kalın topuklu siyah botlarını giydi ve çantasını alıp son kez uyaran gözlerle bana baktıktan sonra çıktı. Annem her zaman, hava durumu fark etmeksizin, giyimine özen gösterirdi.

 

Kapıya dalgınca bakarken gelen sesle arkamı döndüğümde, abim merdivenleri iniyordu. Yaslandığım duvardan doğrulduğumda, bir anda içimden geleni söylemekte tereddüt etmedim. "İyi ki geldin."

 

Önce yüzüme sakince bakarken sonrasında güldü. "On sekizinci yaş gününde çılgınlık yapmak istersen diye, seni durdurabilmek için yanında olmam gerekiyordu. Yoksa gelmezdim biliyorsun."

 

"Ya?" dedim kaşlarımı kaldırırken. Ciddi olmadığının bilinciyle ona ayak uydurdum. "O zaman bir an önce git ki ne yapmak istiyorsam yapabileyim."

 

"Şaka yapıyordum," dedi, saçlarımı karıştırıp. Uzanıp başıma bir öpücük bıraktığında gülümsedim.

 

"Biliyorum." Ama ben şaka yapmıyorum.

 

Elini kestane rengi saçlarından geçirip ensesine götürdü. Ciddi bir şey söylemek üzere olduğunu anlamıştım. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Okulum nedeniyle yılın çoğu zamanını ayrı geçiriyoruz. Telefondan haberleştiğimiz de oluyor tabii ama yine de aynı şey değil. Bu yüzden konu ne olursa olsun, yanında beni görmek istediğin zaman söyle. Vakit bulduğum an yanına gelmeye çalışırım. Bunu sakın unutma olur mu?"

 

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım, neredeyse dolmak üzere olan gözlerimi zor tutarken. "Aramızda kilometrelerce uzaklık olsa bile, senin yanımda olduğunu her zaman hissediyorum ben."

 

"Seni seviyorum kedi suratlı." Yalancı bir surat ifadesiyle kaşlarımı çattıktan sonra dayanamayıp güldüm. "Ayrıca alışkınım falan deme dikkatli ol, dağ başında sayılırız."

 

"Biliyorum, her yerin kilitli olduğundan emin olacağım," dedim, kesin bir sesle. Ben içini rahatlatmadan gitmeyecekti.

 

Evimiz, Dağbilgin Ormanının başında bir köşede olduğundan, komşumuz ya da dışarı çıktığımızda rasgeleceğimiz kimse olmazdı. Ancak evin üst kat penceresinden baktığınızda, ileriki evleri ve okulu görmek mümkün olurdu.

 

Sonunda ikna olarak başını salladı ve botlarını hızlıca giydi. Kapıdan çıkmadan önce durup bana döndüğünde, bu anı beklediğimden yanına gidip ona sarıldım. "Görüşürüz." Bir yandan da kapı aralığından esen rüzgârın dağıttığı saçlarımı yüzümden çekiyordum. Göz kırpıp yanaklarımdan makas aldı ve verandanın merdivenlerini koşar adımlarla inip arabaya bindi.

 

Elimi sallayıp araba gözden kaybolana kadar onları seyrettim. Yarın okul vardı, bu yüzden erken yatmam iyi olurdu, ancak günlerdir içimi huzursuz eden şey bu gece ailemin evde olmayacağını öğrendiğim andan beri aklımı kemirmeye başlamıştı ve buna karşılık vermezsem uyuyamazdım.

 

Hızlıca üst kata çıkıp dolabımdan uzun kollu ceketimi çıkartıp kollarıma geçirdim ve fermuarını kapattım. Yatağımın üzerine bıraktığım telefonumu ceketin cebine sıkıştırırken alt kata iniyordum. Heyecan kalbimin hızlı hızlı atmasına neden oluyordu. Titrediğini yeni fark etmiş olduğum ellerimle zar zor spor ayakkabılarımı giydim ve bağcıkları bağlamayı beceremeyip kenarlarına sıkıştırdım. Heyecanlandığımda ellerimin titremesine engel olamıyordum.

 

Portmantodan ev anahtarını aldıktan sonra, koşarak gideceğim için yolda düşürme ihtimalimi göz önünde bulundurarak, verandadaki sallanan koltuğun minderinin altına attım. Annemler gelmeden geri döner ve anahtarla eve girerdim.

 

Fazla düşünmeden merdivenleri inip evin sağ tarafına, ormana doğru koşmaya başladım. Yüzüme çarpan kuru rüzgâr yanaklarımı yakıyordu. Saatler öncesinde yağmış olan yağmurun çamurlaştırdığı toprak, ayaklarımın altından kayıp gidecek gibiydi. Düşünmüyordum, hiçbir şeyi düşünmüyordum, çünkü düşünmenin beni durduracağından emindim.

 

Evimiz abimin de bahsettiği gibi dağ başında sayılırdı. Uçsuz bucaksız bir ormanın başında, bir düzlükteydi. Evin önünden başlayan asfalt yolun devamında ise müstakil evler devam ediyordu fakat bizim evin biraz daha tepede ve yalnız olması bazen ürkütücü olabiliyordu. Çocukluğumun geçtiği bu evde ise yalnız kalmak beni korkutmazdı. Ancak yine de ormanın içine bir gece vakti son sürat koşuyor olmam akıl kârı değildi.

 

Bana yaşatılan da çok akıllıca sayılmazdı gerçi.

 

Şu anda peşinde olduğum gerçek, bir hafta öncesinde duyduğum bir yalanı kabul edemeyişimdendi. Neredeyse on ayı doldurduğumuz erkek arkadaşımın son zamanlarda şüpheli davranması, masadan kalkmasını gerektirecek telefon görüşmelerinde bulunması, bütünüyle bana sahte davrandığını hissetmem beni aldatıyor olabileceğini düşündürmüştü. Buluştuğumuz gün telefonuna gelen bir mesaj üzerine tüm düşündüklerimi ona dillendirmiştim. Girdiğimiz tartışmada ise kavga çıkartan, bir şeyleri bahane ederek ayrılmak isteyen ben olup çıkıvermiştim. Şaşkınlığımı henüz atlatamadan benden ayrılması ise hâlâ daha nedenini kavrayamadığım bir olaydı.

 

Mesajda tarif edilen yer, çıkartabildiğim kadarıyla bu ormanın içerisinde bir yerdi. Genelde akşam saatleri ortadan kaybolması ise; gideceği yer her neredeyse bu saatte gidersem onu yakalayabileceğimi düşündürmüştü. Bir cesaret oraya gidecek ve ne olduğunu gözlerimle görecektim.

 

Bir ev, bir mekân, belki kulübe türevi neye benzediğini bilmediğim yerde karşılaşacağım manzara içten içe beni ürkütüyordu. Bu belki bir aldatma bile değildi. Bu bir hafta düşünürken nedense böyle olmadığını hissetmiştim.

 

Asfalt zemin yağmur sularıyla ıslanmışken, orman tarafından akan yağmur suyu yol boyunca akarak rögar kapaklarına sızıyordu. Ceketimin fermuarını sonuna değin kapattıktan sonra, kapüşonumu biraz daha öne çekiştirip alnımı örttüm. O esnada kısa bir an için başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Sanki yüzü karşımdaymış gibi sinirle bakarken, söyleyecek olduğum birkaç cümleyi aklımdan geçirdim.

 

Derin derin nefesler alarak soluklanırken, bir anda arkamdan gelip önümü aydınlatan ışık huzmesi ıslak zemindeki su damlalarını parıldatmaya başladı. Gölgem parıltılı zeminin üzerine düşmüşken çalan korna sesiyle korkarak arkamı döndüm. Bana doğru geldiğini gördüğüm arabayla gözlerim büyüdüğünde, son anda kendimi kenara atabilmiştim. Beni neredeyse sıyırarak geçen araba son hızda yoluna devam etti ve ilerleyen yolda gözden kayboldu.

 

Öfke ve şaşkınlıkla arkasından bakakalmıştım, kendimi kurtarmasaydım aracın altında kalabilirdim.

 

Dakikalarca aynı yönde koşmaya devam ettikten sonra ileride bir evin çatısını gördüm. Ağaçların arasında kaldığından dolayı pek fazla gözükmese de yaklaştıkça ne kadar büyük olduğunu görebiliyordum. Evden çıktığını tahmin ettiğim renkli ışıklar, dev uzunluktaki ağaçlara yansıyor, onları olduğundan farklı bir renkte gösteriyordu. Spor amaçlı ormanda koşuya çıktığım çok olmuştu, fakat daha önce bu kadar ileriye gitmediğimden bu evi hiç görmemiştim. Hatta burada birilerinin yaşıyor olmasına bile hiç ihtimal vermiyordum.

 

Yaklaştıkça artan müzik sesiyle birlikte, kalabalığın konuşmaları da netleşiyordu. Evin bahçesinin etrafındaki uzun ağaçlar duvar görevi üstlenirken, etrafın daha aydınlık olabilmesi için onlara ip şeklinde ışıklar asmışlardı. Biraz önce beni ezmek üzere olan cip de kapının önündeki araçların arasındaydı. Bir parti için mi bu kadar acele ediyordu?

 

Öfkem giderek artarken olduğum yerde derin nefesler alıp verdim. Daha fazla yaklaşacak olursam kalabalıktan biri mutlaka beni fark ederdi. Ulaş'ın orada olduğu da kesin değildi ama görmeden bilemezdim.

 

Uzunca düşündükten sonra evin karşısındaki meşe ağacı dikkatimi çekti. Led ışık astıkları ağaçların arkasında kalıyordu ve onlar kadar aydınlıkta değildi. Evin diğer tarafından dolanarak meşe ağacının önüne geldim ve gövdesine birkaç kez vurdum. "Bu iyiliğini unutmayacağım."

 

Saniyeler içinde ağacın tepesine tırmanıp güvenli bulduğum kalın bir dalın üzerine oturdum. Bir elimi ağacın gövdesine sararken diğeriyle oturduğum dalı tutup kendimi sabitledim.

 

Derin bir nefes alarak başımı eve çevirdim. Göründüğü kadarıyla buranın normal bir evden farkı yoktu, hatta bahçesinde havuz dahi bulunuyordu. Ancak hava nedeniyle, havuzu kullanmak yerine etrafına minderler atmışlardı. Bazı minderlerin yanında küçük, daire şeklinde masalar duruyordu ve üzerlerine içeceklerini koymuşlardı. Biraz daha dikkatle baktığımda insanların çoğunun evin içinde olduğunu gördüm.

 

Metal takılan dövmeli tipler, saçları renkli boyalı kızlar, yetişkin adamlar ve konuşurken bağırıp küfür eden gruplar vardı. Tüm bunlar ayrı ayrı değerlendirilince sorun değildi, ama bir araya geldiklerinde gecenin sonu hakkında şüphe duymama neden olmuşlardı. Olay ne onu da anlamış değildim. Dışarıdan bakılınca parti diyebilirdiniz fakat ortamı bir değişikti.

 

Gözlerim, ileride yanan yüksek ateşi hedef almıştı. Ateşin etrafında birkaç kişi dans ederken, çift olduğunu düşündüğüm kişiler de öpüşüyorlardı. Gözlerimi oradan alıp kalabalıkta Ulaş'ı aramaya hızla devam ettim. O kadar insan vardı ki, görsem bile bu uzaklıktan o olduğunu ayırt edemeyebilirdim. Kalabalık bir anda, yerimde titrememe neden olacak şekilde yüksek sesle haykırıp kadeh kaldırdığında herkesin gözü ateşe çevrilmişti. Başımı dikleştirip neler olduğuna göz attım, ateşin etrafında toplanan grup ellerindeki kâğıt benzeri şeyleri ateşe atıyorlardı. Pembe saçlı bir kız, ne olduğunu göremediğim bir şeyi fırlattığında, ateş harlanarak daha da yükseldi ve kalabalık bir kez daha haykırdı.

 

Şarkı değişip daha ritimli bir parça aldığında, herkes bir anda müziğe ayak uydurarak zıplamaya ve dans etmeye başladı. Ateşin etrafındaki grup içeriye girmişti. Gözlerimi alan onlarca ışığa karşın gözkapaklarımı örttüm.

 

Bir süre sonrasında gözlerimi açıp bahçeye bakmaya devam ettiğimde, üzerimde bir bakışın ağırlığını hissediyordum. Sanki zihnim ben farkında olmadan başka birinin zihniyle bir bağlantı kurmuş gibiydi. Çekimi hissettiğim noktaya döndüğümde, gözlerim bir kurşun kadar hızla hedefe ulaşmıştı. Zihnimin yanılmıyor olduğunu anlamam ise saniyeler içinde gerçekleşmişti.

 

Gözlerimle bağlantı içinde olan koyu bakışların sahibi, ateşin arka tarafında kalan evin duvarına yaslanmıştı. Boyu öylesine uzundu ki aramızdaki kalabalığa rağmen yüzünün tamamını, omuzlarını dahi görebiliyordum. Dans eden ve konuşup duran insanların aksine, yaslandığı yerden düz bakışlarla beni seyrediyordu.

 

Öyle bir açıda duruyordu ki kızıl ateşin kıvılcımları yüzünde patlıyor gibiydi. Donuk bakışları bana mı yoksa boşluğa mı baktığını sorgulamama neden olsa da, ağacın tepesinde benden başka dikkat çekecek bir şey yoktu.

 

Zaman donmuş gibi ona bakmayı sürdürdüm. Sanki bakışlarımı kaçırmam yangınım olacaktı. Sanki uzaklaşmaya çalışsam kül olacaktım.

 

İçinde alkol olduğunu tahmin ettiğim şişeyi dudaklarına götürdü ve belirli aralıklarla birkaç yudum aldı. Bu süre boyunca gözleri üzerimden ayrılmamıştı.

 

Kelimenin tam anlamıyla yakalanmıştım ve kime yakalandığımı bile bilmiyordum.

 

Ben, bakışlarını bir süre daha kaçırmayacağına eminken yaslandığı duvardan doğruldu ve elindeki şişeyi ateşe fırlattı. Alevler yükselerek görüntüsünü gizledikten saniyeler sonra harekete geçtiğinde alevlerin içinden çıkıyormuş gibiydi. Tıpkı orada işi bittikten sonra cehennemi terk eden bir şeytana benziyordu.

 

Rotasının bizzat ben olduğumu idrak ettiğim anda refleks olarak kendimi geriye çektim. Ani hareketimle oturduğum dal sallandığında, dalı tutan elimi ağacın gövdesine sarmak için kaldırdım. Dengemi sağlayamayarak çığlık atarken yüz üstü yere kapaklanmıştım.

Loading...
0%