@irmgns08
|
“Gelmedi.” Eve neredeyse koşarak az kalsın ayakkabılarımla gireceğim esnada kardeşimin ellerini kaldırarak beni durdurması üzerine omuzlarım çöktü. Adımlarım isteksiz bir hale bürünürken ayakkabılarımı yüzümdeki bıkkın ifadeyle çıkarttım ve sanki bütün bunlar kız kardeşimin suçuymuş gibi yüzüne bile bakmadan içeri girdim. İkizim Gonca ikimizin içinde hep duygularını saklamayı en iyi becerebilen olmuştu. Bu yüzden bu kadar sakin olması onun normal haliydi. Keşke ne hissettiğini anlamamın daha kolay bir yolu olsaydı. Sinirlendiğinde gözlerinden ateş filan çıkması çok dramatik olurdu ama ondan çok yüzünde bir tane bile olsa mimik oynatmasını tercih ederdim. “Nasıl bu kadar sakin olabilirsin? İki yıl oldu!” Ablamın akademiye alınıp da askerliğe başlamasının üzerinden dört yıl, tayininin çıkmasının ve eve gelmemesinin üzerindense iki yıl geçmişti. Koskoca iki yıl! O kadar yoğun bir yerde çalışıyordu ki, yatılı kalması ve geceleri bile iş başında olması gerekiyordu. Yani o bize öyle anlatıyordu. Bugün en sonunda yanımıza gelecekti. Annem başında olduğu restoranı bugün erkenden kapatacak ve fırına gidip onun için yaptırdığımız pastayı alacaktı. “Emin ol, elini ayağını birbirine dolaştırıp her şeyi birbirine karıştıran bir kişi anneme yetiyordur.” Yanından geçerken ona havadan bir öpücük gönderdim ve doğrudan salona doğru ilerledim. “Kırıcısın!” Arkamdan kardeşimin gülüş sesini duyunca kendi kendime gülümsedim ve doğrudan kendimi kanepeye bıraktım. Koltukta yan tarafıma oturup telefonunda gezinmeye başlayan kardeşime aldırmadan elimde kumandayla durmadan kanal değiştirmeye başladım. “Meclis onayından geçmesi beklenen KBK üzerine araştırmacıların-” KBK yani Koruyucu Budama Kanunu, benim gibilerin, Koruyucuların normal insanların yaşam şartlarına uyum sağlayamadıkları ve halk huzurunu bozdukları gerekçesiyle onları infaz etmek üzerine kurulu bir kanundu. Gücü ortaya çıkan insanların ortadan yok olduklarına Gonca ile birlikte defalarca şahit olmuştuk. İki yıl önce ikizim bir kaza geçirdikten sonra ellerimin şifalı olduğunu öğrenmiştim. İyileştiricilik en masum güçtü. Gizlemesi en kolayı, en zararsızı ve tespit edilmesi neredeyse imkânsız olan tek güç. Yıllar boyu devletler bir araya gelmiş ve neden sadece belirli insanların güçlere sahip olduklarını düşünmüşler. Kimisi radyasyondan kaynaklı olduğunu düşünmüş, kimisi genetik olduğunu savunmuş. Uzaydan gelen bir tehdit olduğumuzu bile savundukları bir dönem olmuş. Ama gerçek başka. Biz kayıp krallığın melezleriydik ve bunu yalnızca biz bilebilirdik. Zihnimin içindeki düşünce seline o kadar kapılmıştım ki parmağımın otomatik olarak aynı tuşa basarak kanalları değiştirdiğini ancak ikizim konuştuğunda anlayabildim. “Bir yerde dur artık.” Gözlerimi kırpıştırdıktan sonra kumandayla uğraşmayı bırakıp onu yan tarafımda kalan annemin eski evimizden getirmiş olduğu tek şey olan üzerinde bordo renkli bir yastık olan sallanan sandalyeye doğru fırlattım. Gonca televizyonda açık kalmış olan haber kanalına ters bir bakış attığı esnada umursamaz gözlerle spikerin anlattıklarına odaklanmaya çalışıyordum. “Gece iki sularında, Başkan’a yönelik başarısızlığa uğratılan suikast girişimi sonrası Başkent Savunucuları ismine layık görülmüş iki genç ödül töreni için birazdan halkın karşısına çıkacaklar. Bu ödüle layık görülmeleri-” Televizyonun aniden kapatılmasıyla zihnim kendinde olduğuna dair bir reaksiyon göstermek istercesine beni önce kumandanın az önce durduğu yere ardından bir elinde kumanda diğer eli belinde bir şekilde bize bakan anneme yöneltti. “Ne kadar da enerjiksiniz öyle! Levla iki yılın ardından ilk defa eve gelecek ve şu halinize de bakın.” Gonca telefonunu koltuğa atarak ayağa kalktı ve ellerini ovuşturarak annemin yanına doğru ilerledi. “Seni aradı mı? Sabahtan beri onu arıyorum ama cevap vermiyor.” Annem ona sarılmaya yeltenen kız kardeşimi geri çevirmezken ona buruk bir tebessüm gönderdi. “Eminim gelmek üzeredir. Hadi pastayı çıkartmama yardım edin.” Gonca yüzünde içten bir gülümsemeyle bana başıyla bir işaret verdikten sonra mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Kardeşimin peşinden gidip pastane poşetinin içindeki pasta kutusuna yüzümdeki tarifsiz gülümsemeyle baktım. Annem arkamızdan gelip kollarını büyük bir şefkatle ikimizin de omzuna sardı. Başımı yana doğru eğip annemin ne kadar yaşlanırsa yaşlansın güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen yüzüne baktım. Mavi gözleri hâlâ aynı yaşam enerjisiyle parlıyor, sarı saçlarının arasına düşmüş aklar yüzündeki gülümsemeyi yaşlılıkla gölgelemek konusunda yetersiz kalıyordu. Gonca pasta kutusunu poşetten çıkartıp bir bıçak yardımıyla açarken ben de üst dolaplardan bir sunum tabağı seçmeye çalışıyordum. Annem yanıma gelip sağ elimde tuttuğum beyaz tabağı alıp masaya yönelirken bana göz kırptı. Üzerindeki mumlarla birlikte kırmızı güllerle süslü pastayı Gonca annemin yardımıyla salona götürürlerken benim kanepenin hemen önüne çekmiş olduğum sehpanın üzerine dikkatle yerleştirdiler. Derin bir nefes verip kendimi koltuğa bırakırken Gonca bana sırıtarak başını onaylamazcasına iki yana sallıyordu. Telefonumun sesini duymamla ayağa kalkıp hızlı adımlarla salondan ayrılıp rastgele kapının yanına savurmuş olduğum çantama doğru ilerledim. Çantamın gözlerini hızlı hızlı karıştırırken ekranı açılmış telefonumu görmemle elimi hızlandırdım. Ekranda “Ablam” yazısını görmemle elim ayağım birbirine dolaştı. Hızla aramayı yanıtlarken salon kapısından kafasını uzatmış bana bakan ikizimin ve annemin yanına doğru ilerledim. “Abla?” Konuşmamı duymasıyla birlikte Gonca’nın kahverengi gözleri irileşti ve elleriyle aramayı hoparlöre almamı işaret etti. Dediğini yaparak telefonu kulağımdan ayırırken ablamın sesi salonda yankılandı. “Yonca,” Ablamın sesinin altında hissettiğim buruklukla kaşlarım çatıldı. Başımı kaldırıp Gonca’ya baktığımda omuzlarını silkti ve pürdikkat telefona odaklanmış anneme baktı. “Nasılsınız?” Nasıl mıydık? Onu bekliyorduk. Gelip yüz yüzeyken sorabilirdi bu saçma soruyu. “İyiyiz, seni bekliyoruz.” Gözlerimi anneme yönelttim, annem yüzündeki anlaşılmaz ifadeyle başını kaldırıp umutsuzca iki yana salladı. “Yonca,” Ablam ne diyeceğini bilemezmiş gibi duraksadı. Hattın kesilip kesilmediğini kontrol etmek için telefonu kontrol etmek zorunda kalacağım türden uzun bir duraksamaydı bu. “Önemli bir iş çıktı-” “Hayır,” Lafını bölmemle ablamın sesi duraksadı. “Yeter artık! İki yıldır eve geldiğin yok! Ne bayramda ne seyranda. Hiç mi merak etmiyorsun bizi? Annemi? Ne zaman gelmeyi planlıyorsun?” “Bugün değil, üzgünüm.” Duyduğum kelimelerle gülerek başımı iki yana salladım ve telefonu Gonca’nın eline tutuşturup kanepeye çöktüm. Yine yapıyordu işte. Umutlandırıp yarı yolda bırakıyordu. Önümdeki üzerinde şeker hamuruyla “Eve Tekrar Hoş geldin” yazan pastaya bakarak başımı umutsuzca iki yana salladıktan sonra kulaklarımı ellerimle kapatarak gözyaşlarımı engellemeye çalışırken Gonca’nın boğuk sesini duydum. “Abla… Lütfen bir daha kesinliği olmayacak şeylerin teminatını bize vermeden önce iki kere düşün.” Kardeşim zorlukla konuştuktan sonra gözlerini yumdu ve ablamın cevabını beklemeden telefonu kapattı. Annem boş gözlerle kendisini sallanan sandalyeye zorlukla bırakırken Gonca yanıma gelip kollarını belime sardı. Başını göğsüme yerleştirip bana sıkı sıkı sarılan kardeşime aynı şekilde karşılık verirken gözlerimden akan birkaç damla yaşın Gonca’nın kahverengi saçlarının üzerine düşmesini engelleyemedim. Aradan belki yarım saat belki de bir saat geçti bilmiyorum. Gonca ayağa kalkıp mutfağa gittiğinde ben hâlâ donuk gözlerle önümdeki pastayla bakışıyordum. Annem ise yüzünü avucunun içine almış sallanan sandalyede hafifçe sallanıyordu. Kız kardeşim geri elinde sadece üç tane çatalla geldiğinde bu defa dikkatimi çekmeyi başarabildi. Gonca ona attığım sorgulayıcı bakışların üzerine elindeki çatallardan birini bana diğerini de anneme doğru uzattı. Boğazını hafifçe temizledikten sonra ona doğru bakan ikimize de ters bir bakış attı. “Dramatikliğin sırası değil, ben pasta yiyeceğimiz için o kadar heveslenmiştim. Hevesimi kursağımda bırakmayın, lütfen.” Kanepe yerine sehpanın önünde yere oturduktan sonra çatalını büyük pastanın kenarına batırdı ve bir parçayı annemle ikimizin gözlerini bakarak ağzına atarken gözlerini mutlulukla yumdu. “Zaten mavi gözlüsünüz bir de ağlayınca korkunç gözüküyorsunuz. Ağlayıp da gözlerimi kanatacağınıza pastanın tadına bakın.” Bir parçayı daha çatalı yardımıyla ağzına attığında ayağa kalkıp kardeşimin yanına, yere oturdum. Bana uzattığı çatalla bir parça pastayı da ben ağzıma atarken ikimiz de anneme aynı anda döndük. “Yere oturmam.” Annemin hafifçe gülerek söyledikleriyle ikimiz de aynı anda güldük. “Tabii,” Gonca alayla konuşup yandan yandan anneme bakarken bir yandan da bir parça pastayı daha ağzına atıyordu. “Yaşlı Hanımın romatizmalarının tutmasını istemeyiz.” Annem kardeşimin ona iddiayla söyledikleriyle tek kaşını havaya kaldırdı ve benim yanımda yere çöküp Gonca’nın gözlerinin içine bakarak büyük bir parçayı ağzına attı. Gözlerini zevkle yumarken omzuyla benim omzuma vuran anneme gülümseyerek baktım. “Hem de çikolatalı,” Gülerek anneme bakarken Gonca’da tek kaşını kaldırmış bize bakıyordu. “En sevdiğinden.” Başımla onaylayıp çatalımı tekrardan artık eski güzelliğinden bir parça kalmamış dağılmış pastaya batırırken Gonca boğazını temizledi. “Ve benim de en sevdiğimden değil mi, anne?” Kendi kendime sırıtırken annemin içten tutmaya çalıştığı gülüşü kulağıma ulaştı. Gözlerim çatalı tutan elime ulaştığında kendi kendime iç geçirerek elimle annemin elini tuttum ve bir kere daha kalbindeki acıyı geçirebilmeyi denedim. Yine başarısız olacağımı bile bile… *** Gonca’nın nefes alışveriş sesleri ranzamın alt katından kulağıma ulaşırken gözlerimi yumup uykuya dalmaya çalıştım fakat kardeşimin nefes seslerinden çok zihnimi meşgul eden gürültülü düşünceler uyumamı bu gece imkânsız kılacaktı anlaşılan. Zaten ablam evden ayrıldıktan sonra odasını ikimizden birinin alabileceğini söylediğinde Gonca’nın yoğun itirazları yüzünden yıllardır aynı odayı paylaşıyorduk yani uyumamamın sebebinin ikizim olması saçmalık olurdu. Kendime ve kafamdaki seslere duyduğum öfkeyle yastığıma bir yumruk savurup yattığım yerde oturur pozisyona geldim. Kız kardeşimin uykusunu bölmemek için ranzanın merdivenini sakin adımlarla inerken bir yandan da arkası dönük bir şekilde uyuyan Gonca’yı kontrol ediyordum. Ayağıma terliklerimi geçirip kapının arkasındaki asılı hırkalardan birini benim olup olmamasına dikkat etmeden üzerime geçirdim ve yavaş adımlarla odanın çıkışına yöneldim. Kapıyı arkamdan ses çıkarmamaya özen göstererek kapattıktan sonra dış kapıya doğru ilerledim ve annemin uyanmamasını umarak anahtarlıktan kendi anahtarımı cebime atıp kapıyı araladım. Birkaç saniye bekleyip evde bir hareketlenme olup olmadığını anlamaya çalıştım. Herhangi bir ses duyamayınca kapıyı araladım ve kendimi dışarıya attım. Kapıyı arkamdan yavaş hareketlerle kapattıktan sonra üzerimdeki hırkaya sarınarak merdivenleri çıkmaya başladım. Hemen bir üst katımızda bulunan terasın yüzeye paralel tahta kapısı görüş alanıma girdiğinde duvara yaslanmış tahta merdiveni kapının iki yanında duracak şekilde yerleştirdim. Temkinli adımlarla tahta kapıya ulaştığımda kapıyı yukarı doğru iterek açtım ve son bir adım daha atarak soğuk havanın beni kabul etmesi için birkaç dakika olduğum yerde öylece durdum. İçgüdüyle ışığın altında Gonca’nın olduğunu anladığım üzerimdeki hırkaya biraz daha sarılırken arkasında başkentin manzarasını saklayan demir tırabzanlara doğru ilerleyip soğuk havanın ciğerlerimi doldurmasına izin verdim. İnsanların gece uyumasını beklersiniz ama şehrin en güzel zamanları geceleriyken uyumamızın beklenmesi büyük haksızlıktı. Gözlerim şehir ışıklarının üzerinde gezinirken arkamda duyduğum sesle olduğum yerde irkilmemi engelleyemedim. "Hah, ben de bu saatte benden başka deli çatıya çıkmaz, diyordum. Hakkını yemişim, kusura bakma." Belki biraz abartıya kaçacak şekilde gözlerimi devirerek arkamı döndüğümde teras kapısının önünde, yeni uykudan uyanmış gibi bir tavırla elinde bir termosla ayakta dikilen ve baştan aşağı beni süzen genç oğlanı görünce kaşlarım çatıldı "Ben, senden kurtulamayacak mıyım?” Sitemli sözlerime aldırmadan bana küçük bir çocuk gibi dil çıkarttı. Volkan Ünver. Onunla iki yıl önce okul kütüphanesinde aniden ortaya çıkan ve nasıl engelleyeceğimi bilemediğim güçlerim hakkında araştırma yaparken tanışmıştık. Bana kitaplarda arayıp da bulamadığım her şeyi ama her şeyi bir karşılık beklemeden sabırla anlatmıştı. Tabi ki, uzun bir süre onunla etkileşime geçtikten sonra arkadaş olmamız kaçınılmazdı. Kütüphanede fısıltılar eşliğinde yaptığımız sohbetler bir kahve eşliğinde yapılan tatlı muhabbetlere dönüştüğünde artık arkadaşlık olayından da çıkmaya başlamıştık. Ta ki, Volkan bir gün bana bir kahve eşliğinde neden kütüphanedeki o gün doğruca benim yanıma geldiğini anlatana kadar. Söylediğine göre benim gibi özel insanları toplayıp onları eğiten ve onlardan yararlı vatandaşlar elde eden özel bir kurumda çalışıyordu ve beni izlemek üzerine görevlendirilmişti. Üstüne üstlük on sekiz yaşında bir lise son sınıf öğrencisi filan da değildi. “Yanılmıyorsam, sana artık resmiyette bile bir çocuk olmadığımı söylemiştim. Senin aksine.” Yanıma gelip sırtını tırabzanlara yaslayarak söyledikleriyle ona doğru döndüm. “Resmiyette yetişkin olmama ne kadar kaldığını söylemek isterdim ama sen zaten onu da biliyorsundur.” Üç gün sonra Gonca ile doğum günümüzdü. “Onun yerine ben sana ruhen ne zamandır yetişkin olduğumu söyleyeyim!” Volkan donuk gözleriyle beni izlerken ellerimi hırkanın ceplerinden çıkartıp doğrudan yüzüne doğru tuttum. “Bu şey ortaya çıktığından beri.” İki yıl boyunca, bu güce sahip olduğum için üzerime düşmeyen görevlerde sorumluluk hissetmiştim. Hastanedeki yaşlıların ya da hasta çocukların yanlarına hemşire kılığında girerek onları iyileştirmem gibi ya da ambulanslardan indirilen hastaların sedyeye yerleştirilmelerine yardım ederken onları iyileştirmem gibi. Karşımdaki oğlanın yüzündeki donuk ifade kırılarak benim yüzümdeki ifadenin aksine yüzünde sıcak bir tebessüm oluşurken elindeki termosu yere bıraktı ve ellerimi sıcak avuçlarının arasına aldı. Ellerimi geri çekmeye çalışsam da Volkan’ın tutuşu sertleşti. Gözlerimi ellerimizden ayırmadan karşımdaki oğlanın yüzüne bakmama inatçılığıyla başımı yerden kaldırmazken Volkan’ın ellerinden birinin gevşediğini ve tutuşunun elimden çeneme doğru yükseldiğini hissettim. Çenemden tutup başımı ona doğru kaldırdığında boşta kalan elimle bileğini tutup tutuşundan kurtulmaya çalışsam da dağ ayısının elini bir milim bile oynatamadım. “Yonca, gözlerime bak ki yalan söylemediğimi anlayabilesin.” Yutkunurken âdemelması hareketlendi. Boş bulunarak ellerini gevşettiği bir anda kendimi hızla geriye doğru çektim. Üzerimdeki hırkaya korunma içgüdüsüyle daha da sarılırken derin bir nefes aldım. “Gözlerimin içine bakarken yalan söylemek yapmadığın şey değil, Volkan.” Sert bir şekilde arkamı dönüp artık gözüme eskisi kadar da parlak görünmeyen şehrin ışıklarına bakarken Volkan’ın parmaklarının ucuyla bileğime dokunduğunu hissettim. Sabır dilenircesine bir nefes alıp arkamı döneceğim esnada beni durduran şey Volkan’ın bana uzattığı kupa oldu. Çatık kaşlarla sorgularcasına kupaya bakarken gözlerimi Volkan’ın gözleriyle buluşturdum. “Bu ne?” Volkan gözlerini devirerek sıkıntılı bir nefes verdi. “Narkoz,” Söylediği şeyle gözlerim irileşti ve bu onun yüzündeki ifadenin daha da sabır dilenir bir hale bürünmesine sebep oldu. “Baktım seni ikna edemiyorum, bayıltıp kaçıracağım.” Sesindeki alayla kaşlarım gevşedi ve başımı eğerek kupayı kokladım. Burnuma dolan çay kokusuyla gözlerimi yumdum. “Çay,” Volkan’ın mırıldanarak söyledikleriyle gözlerimi ona çevirdim. “Seviyorsundur diye düşündüm.” Tek kaşımı kaldırarak sorgularcasına ona baktığımda boştaki elini teslim olurcasına havaya kaldırdı. “Seni izlediğim için biliyordum, evet.” Dudaklarım benden bağımsız iki yana kıvrılırken Volkan’ın elinden üzerinde “Volkan Ünver” yazan kupayı aldım ve dudaklarımı kenarına yaslayıp çayı hemen bitirmemeye özen göstererek yudum yudum içmeye başladım. Ellerimi ısıtan kupayla ve her ne kadar denesem de engelleyemediğim kalbimi ısıtan adamla birlikte ayakta dikilirken Volkan’ın dudaklarından geceye karışan fısıltılar aramızdaki sessizliği bozdu. "Görevim,” Zorlukla içini çekerek duraksadı. “Baş İyileştiriciyi merkeze götürmekti.” İşte o, ben oluyordum. “Onu, orada eğitmek, geliştirmek ve herhangi bir durumda kendini savunabilir duruma getirmek. Onunla arkadaş, sırdaş ve belki de daha fazlası olmamam gerekiyordu. Onu, ona kıyamayacağım bir konuma getirmemem gerekiyordu.” Yüzüne hâlâ bakmazken sessizce yutkundum. Gözlerimden akmaya meyleden gözyaşlarını zorlukla durdurup burnumu çekme içgüdüsünü bastırdım. “Ama ben başarısız oldum. Sana asla gerçek benden bahsetmemeliydim. Belki bahsedersem beni anlarsın diye, düşündüm. Bana güvenirsin, benimle merkeze gelirsin, hayatının geri kalanında beni senin için önemli bir noktaya koyabilirsin.” Gözlerimi yumarak Volkan’ın sözlerini sindirmeye çalıştım. “Normal şartlarda, eğer seni, senin rızanla götüremiyorsam, zor kullanmak durumunda kalmam gerekiyordu. Görevim iki gün içinde sona erecek…” Sanki vedalaşıyormuş gibi çıkan sesiyle yutkundum ve elimdeki kupadan ayırdığım gözlerimi kahveleriyle buluşturdum. Yüzümde gördüğü bir ifadeden aldığı cesaretle elini yüzüme doğru ilerletti ve yanağımda duraksadı. “Seni kendi rızan olmadan şuradan şuraya götürmeyeceğim. Bir daha beni görmeyeceğine emin olabilirsin. Gücü olanların yadırgandığı ve gizliden gizliye idam edildiği bir Dünya'da yaşadığımızı ve bir gün birilerinin, senin için değilse bile Gonca için geleceğini sakın unutma. Sen bir iyileştiricisin kendini saklayabilirsin ama inan bana o senin kadar şanslı değil." Yutkunarak elimdeki kupayı yere bırakıp ona birkaç adım yaklaştım ve yanağıma yaslamış olduğu elinin üzerine kendi elimi yerleştirdim. “Senden kurtulamayacağımı sanıyordum.” Her şeyi ele veren ses tonuma lanet okumayı sonraya bırakıp doğrudan gözlerimi onun gözlerine diktim. Volkan’ın yüzünde yakaladığım bir ifade her şeyi anladığını gösterse de bunu umursamadan beni göğsüne çekme çabasına karşı çıkmadım. Gözlerimin yaşardığını hissettiğimde ellerimi geri çekerek gözlerimin önünde sallayarak onları havalandırmaya ve ağlamamı engellemeye çalıştım. Volkan’ın hafifçe geri çekilerek üstten üstten bana baktığını hissettiğimde gözlerimi ona doğru çevirdim. “Ne yapıyorsun sen?” Ellerim havada asılı kalırken gözlerimi kırpıştırarak anlamsız gözlerini bana dikmiş Volkan’a baktım. “Gonca ağlayınca gözlerimin korkunç göründüğünü söylüyor,” Burnumu çekmek için bir anlığına duraksadım. “Ağlamamaya çalışıyorum.” Volkan eliyle çenemi tutup ona bakmamı sağladı ve kahverengi gözleri bir süre yaşarmış gözlerimde oyalandıktan sonra bir saniyeliğine de olsa dudaklarıma uğrayıp tekrar gözlerime ulaştı. “Doğru söylemiş.” Dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırıp ürpermeme sebep oldu. “Sakın ağlama.” Konuşurken kullandığı ses tonuyla ensemden aşağıya doğru bir ürperti inmesini engelleyemedim. Yaşlarla dolmaya hazırlanan gözlerimi kırpıştırıp bana hareleri titrerken bakan bir çift kahverengi göze doğrulttum. Avucumun içiyle burnumu ovuşturup kendimi hafifçe geriye doğru çektiğimde Volkan ellerini sırtımdan çekti. Yere eğilip bırakmış olduğum kupayı geri aldım. “Bunları yalnızca seni ikna edeyim diye ya da benimle tekrar eskisi gibi ol diye anlatmıyorum, Yonca.” Volkan’ın yüzünü benimkiyle hizalayabilmek için hafifçe dizlerini kırarak söyledikleriyle gözlerim yüzünün her santiminde oyalandı. “Senin iyiliğini düşünüyorum. Bunu sende düşünsen iyi olur.” Başım benden bağımsız bir şekilde yavaş hareketlerle aşağı yukarı onu onaylarcasına sallanırken Volkan’ın yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Geri geri adımlarla terasın kapısına doğru ilerlerken bir yandan gözleri beni baştan aşağı süzüyordu. “İki gün, Yonca. İki gün…” Gözlerimi kırpıştırdıktan sonra elimdeki kupayı görebilmesi için havaya kaldırdım. “Sende kalsın.” Diyerek göz kırptıktan sonra arkasını döndü ve yerdeki kapıyı çekerek açtıktan sonra merdiven yardımıyla gözden kaybolana kadar aşağı indi. Elimdeki kupayla bakışırken başımı kaldırıp son bir defa serin havayı içime çektim ve Volkan’ın açık bıraktığı kapıya doğru ilerledim. *** “Uyan! Gonca!” Kardeşimi derin uykusundan uyandırmaya çalışırken bir yandan da annemin beni duymaması için uğraşıyordum. Kardeşim uzun uğraşlarımın ardından eliyle beni ittirerek bir tepki verdiğinde elini tutarak onu ayağa kaldırmak amacıyla sertçe çektim. Gonca oturduğu yerde uyuşuk gözlerini ovuştururken bir yandan da esniyordu. “Yonca, saat daha gecenin-” “Boş ver saati,” Onu kolundan tutarak yerdeki pudra rengi halının üzerine indirdim. “Gel hadi!” Gonca uyuşuk hareketlerle karşıma kurulurken bir yandan da esnemeye devam ediyordu. “Gitmemiz lazım,” Direkt konuya girmemle birlikte kız kardeşimin esnemesi yarıda kaldı. “Dinle deliymişim gibi gelebilir ama iki yıl önce sen kaza geçirdikten sonra ölümden dönmen-” Gonca’nın ayağa kalkmaya çalışmasıyla onu durdurdum. Bu konuyu konuşmaktan nefret ediyordu çünkü nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde ölmüş olması gereken kazadan sıyrıksız ayrılmıştı. Ama birkaç dakika bile olsa istemediği şeylerle yüzleşmek zorundaydı. “Dinle beni!” Sesimi yükseltmemle kalktığı yere geri oturdu. “Kurtulman bir mucize değildi. Sen kazadan sonra yolun ortasında öylece dururken yanına gelmiştim ve o zaman,” Ellerimi ona doğru tuttum. “Bu şey devreye girdi.” Gonca tek kaşını kaldırıp alay edercesine başıyla beni onayladıktan sonra işaret parmağıyla küçümsercesine ellerimi işaret etti. “Ellerin mi?” Gözlerimi devirip ellerimi geri indirdim. “Hayır, aptal. Ellerimle bir şekilde seni iyileştirebildiğimi fark ettim. Sadece seni değil neredeyse herkesi.” Gonca uyku mahmuru gözlerle boşluğa bakarak beni umursamazca onayladıktan sonra ayağa kalktı ve yüzüme bakmadan arkasını dönüp tekrar yatağına doğru ilerledi. “Napıyorsun?” Yüksek çıkan sesimle yatağa girmeden hemen önce ağır hareketlerle tekrar bana doğru döndü. “Uyuyorum, geri zekâlı. Çok komikti ama gecenin üçünde uykumu bozabilmene izin verecek kadar da değil.” Yorganın altına girip arkasını dönerken ellerimi sıkıntıyla saçlarımdan geçirdim. Ayağa kalkıp ranzanın merdivenine ilerlediğim esnada çalışma masasının üzerinde gördüğüm pergel beni olduğum yerde duraksattı. Bakışlarım çalışma masası ile yatakta yorganına iyice sarınarak uyku pozisyonuna geçmiş kardeşim arasında mekik dokudu. Tek bir şansım vardı ve eğer boşa çıkarırsam kendimi psikiyatride filan bulmam olağandı. Seri adımlarla masaya ilerleyip kırmızı pergeli elime aldım ve doğrudan yatakta arkası dönük bir şekilde uyuyan kardeşime doğru ilerledim. Pergeli elimde iyice kıstırıp arkasına geldiğimde çığlık attığında sesi duyulmasın diye ağzına kapatabilmek için elim havada hazırda duruyordu. Elimi hızla ağzına kapattığımda kardeşimin şok içinde açılan gözlerine aldırmadan pergelin metal, sivri ucunu Gonca’nın açıkta kalan omzuna sapladım. Kız kardeşimin çığlığı elimin altında boğuklaşırken fazla derine inmemiş pergeli kardeşimin elimin altında kaskatı kesilmiş bedeninden geri çektim. Gonca’nın nefes alışverişleri düzensizleşirken irileşmiş gözlerinin içindeki sinirle bana bakıyordu. Gözleri dolmuştu fakat ağlamamak için kendisini tuttuğunu ben bile anlayabiliyordum. Pergeli boş parkeye fırlattıktan sonra boştaki elimin işaret parmağını dudaklarıma götürdüm ve susmasını işaret ettim. “İzle.” Gözleri kanayan omzuna giderken acıyla yumuldu ve her ne kadar kendisini tutmaya çalışsa da bir damla yaş yanağına doğru süzüldü. Boşta kalan elimi kanlı omzuna yerleştirip gözlerimi yumarken bir bana bir de omzuna bakıyordu. Elimin altındaki yara zihnimden geçenlerin etkisiyle kapanmaya başladığında dudaklarımda bir sırıtış peyda oldu. Ellerimi Gonca’nın büyük ihtimalle ani şok yüzünden sıcak basmış olan bedeninden geri çekerken kardeşimin irileşmiş gözleri omzundaki artık orada olmayan yaranın üzerinden bir türlü ayrılmıyordu. “Gördün mü?” Adrenalin etkisiyle inip kalkan göğsümü dizginlemeye çalışırken kardeşim yutkunarak yatakta oturur pozisyona geldi ve doğrudan gözlerimin içine baktı. Sonunda ikna olmuş gibi duruyordu. “Anlat.” Gözlerinin içindeki kararlılıkla söyledikleriyle yatakta yanına oturdum ve elimi hafifçe kan bulaşmış geceliğinin üzerinde gezdirdim. “Buna bir çözüm bulmamız gerekecek.” Gonca’nın gözleri elimi takip ettikten sonra geceliğine ulaştı ve omuzlarını silkip yönünü tamamen bana doğru çevirdi. “Anlatacak mısın yoksa uyuyayım mı?” Derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktım. Ona onun uzaktan tanıdığı Volkan’ın sözleriyle hareket edeceğimi söylediğimde omzuna bir pergel saplamama verdiğinden daha fazla tepki göstereceği kesindi. “Gitmemiz lazım, bu bana özel bir şey değil. Bir gün sende de böyle bir şey ortaya çıkabilir.” Gonca’nın kaşları çatılırken gözleri yorganın üzerindeki ellerine düştü. “Her şey olabilir. İyileştiricilik haricinde. Kitapları okuduğumda gerçek olabileceğine inanmamıştım ama… İyeler gerçek Gonca.” Kız kardeşim yutkundu. Küçüklüğümüzden beri mitolojiyi araştırır ve birbirimize kendi uydurduğumuz hikâyeleri anlatırdık. “Ve babam… Volkan bana bir Baş Koruyucu olduğumu söyledi. Sağlık… Ve eğer ben bir Baş Koruyucuysam sende öylesin demektir çünkü-” “Bir iyenin ve sıradan bir insanın çocukları…” Kız kardeşimin beni bölmesiyle onu başımla onayladım. Volkan’ın adını duyduğu anda tekrar söylediklerimi umursamadan uyku pozisyonuna geçer diye düşünüyordum, beni şaşırtıyordu. “Bana ne olacak? Ne olacağını ya da daha doğrusu ne olacağımı bile bilmiyoruz!” “Onunla gidelim. Bizim gibilerin olduğu özel bir kurumda çalışıyor.” Dudaklarımın arasından benden izinsiz firar eden cümlelerle kız kardeşimin gözleri irileşti. Bana ne oluyordu böyle anlayamıyordum. Sanki zihnimi başka bir el yönlendiriyordu da ne söyleyeceğime ve yapacağıma o karar veriyordu. “Delirdin mi?” Gonca yalnızca ikimizin olduğu odada sanki bizi bir başkası duyabilirmiş gibi tedirginlikle sağına soluna baktıktan sonra öne doğru eğildi. “Evden mi kaçacağız?” Bunun mantıklı bir fikir olduğunu savunmuyordum ama evde kalırsak Volkan’ın da dediği gibi yakın bir zamanda ortaya çıkacak gücüyle tehlikeye girecek olan kişi ben değil, o olacaktı. “Anneme anlatırsak bizi ne kadar ciddiye alacak sence? Burada seni korumaya çalışıyorum! Onlara ne yaptıklarını biliyorsun, internette herkes bahsediyor. Orada Koruyucuları güvenceye alıyorlar.” Gonca gözlerini çekinceyle kaçırdı. Elbette biliyordu, saatlerce o telefonda gezinip de görmemesi imkânsızdı. Koruyucu denilen doğuştan bir güçle doğan insanları toplumun huzurunu bozdukları gerekçesiyle basına yansıtmadan ortadan kaldırıyorlardı. Sözde yenidünya düzeni dedikleri şey buydu. Güçle doğarsan insan haklarına dair hiçbir şeyin senin üzerinde bir etkisi olmuyordu. Çoğunluk görüldüğü yerde idam edilirken bazıları bilim insanlarının deney faresi oluyordu. Bunu, o insanların bazen aileleri, bazen arkadaşları, bazen de konudan tamamen bağımsız insanlar internette yayınlıyorlardı. Hesapları erişim engeli yemeden hemen önce. “İnternette anlatılan her şey doğru değildir.” Kardeşimi tanıyordum gözlerime bakmadan söylediklerine kendisi bile inanmıyordu. Çünkü içten içe o da bunu biliyordu. Liseye yeni başladığımızda bir gün sıra arkadaşı midesinin bulandığı gerekçesiyle tuvalete gitmiş ve biz onun gecikmesi gerekçesiyle tuvalete gittiğimizde kızdan hiçbir iz bulamamıştık. Birkaç gün sonra herkes sanki o kız hiç var olmamış gibi davranmış, kaybolmasını göz ardı etmişlerdi. Aynı kız kaybolmasının bir hafta öncesinde ağlayarak Gonca’ya toprağa dokunduğunda onu hareket ettirebildiğinden bahsetmişti. “O yüzden mi bir ay boyunca saçma sapan üçüncü sınıf haberlerde gördüğün bir yıl boyunca elektriklerin kesileceğine dair okudukların yüzünden erzak toplayalım diye başımızın etini yedin?” İmayla söylediklerim üzerine gözlerini devirdi. “Her an gerçekleşebilir.” Konuyu daha fazla dağıtmasına izin vermeden ellerini tuttum. “Gitmeliyiz, Gonca. Annemi ablamdan sonra bu halde bırakmak en az senin kadar benim de içime sinmiyor ama başka seçeneğimiz yok. O da kızının yokluğunu ölüsüne tercih ederdi.” Gonca dakikaların ardından ilk defa doğrudan gözlerimin içine baktı ve gözlerinin içindeki ikilemi görmeme izin verdi. Olayın ciddiyetinin o da farkındaydı. Yine de bu kadar ciddi konuşma ona yetmiş olacak ki dudakları zorlukla iki yana doğru kıvrıldı. “Darp raporu alıp sana dava açacağım haberin olsun.” Yataktan kalkmadan hemen önce bende ona karşı gülümseyerek göz kırptım. “Neyin darbı? Vücudun sapasağlam,” Yanağından bir makas aldım ve gardıroptaki sırt çantama yöneldim. “Turp gibisin maşallah.” Arkamdan Gonca’nın homurdandığını duysam da sırıtmak dışında bir tepki vermedim. “Hih,” Kız kardeşimin telaşlı sesiyle içine kıyafetlerimi koyduğum çantayı yere bırakıp arkamı döndüm. “Üniversite sınavı ne olacak?” Gözlerimi devirip tekrar çantayı doldurmaya devam ederken Gonca’nın serzenişleri kafamda toparladığım düşüncelere çomak sokuyordu. “Ben boşuna mı çalıştım o kadar! Dershaneye ne kadar para ödedik haberin var mı, senin? Senin Volkan denen herife attığın tripler yüzünden annemin bir yıllık maaşının yarısını dershaneye yatırdık! Ne olurdu sanki biraz erken söyleseydin!” Başımı iki yana sallayarak Gonca’nın sesini duymazdan gelmeye çalıştım. “Hanımefendi değeri anlaşılsın diye iki yıl boyunca küsme barışma oyunu oynamış, resmen.” Arkamı dönüp ters gözlerle Gonca’ya baktığımda o hâlâ üzerindeki gecelikleri çıkartırken huysuzlanmaya devam ediyordu. Başını kaldırıp bana bakma zahmeti gösterdiğinde ters gözlerimi görünce gözlerini irileştirerek omuz kısmı hâlâ kanlı olan geceliğini sandalyenin üzerine bıraktı. “Ne? Yalan mı söylüyorum?” “Haklısın, Gonca ama inan bana biraz daha bağırırsan annem uyanacak ve haksız olan taraf sen olacaksın.” Kız kardeşim kahverengi gözlerini kırpıştırıp zaten karışmış olan saçlarını elleriyle dağıttı ve özür dilercesine bana baktı. Başımla hazırlanmasını işaret ettiğimde beni gözlerini kırpıştırarak onayladı ve kendi sırt çantasına yöneldi. “Ya annem uyanırsa?” Yanımda çantasını hazırlarken bu sefer fısıldayarak konuşan kardeşime ters bir bakış attım. Annemin uyanması şuan gerçekleşebilecek en büyük aksilikti ve buna bir çözümüm yoktu maalesef. Kız kardeşim gözlerimden anlaması gerekeni anlamış olacak ki çantasını hazırlamayı bitirene kadar bir daha konuşmadı. “Hazırım ben.” Başımı kaldırıp üzerindeki bordo tişörtü ve siyah kot pantolonuyla tek koluna asmış olduğu çantasıyla ayakta dikilen kardeşime baktım. Telefonumu sırt çantasının ön gözüne yerleştirdikten sonra sırt çantasının kollarını omuzlarıma geçirdim. Masada Gonca’nın yazmış olduğu notu alıp kız kardeşime başımla bir işaret verdim. Pembe kalp şeklindeki yapışkan not kâğıdını odanın kapısının dışına yapıştırdıktan sonra kapıyı yavaşça kapattım ve peşimde Gonca’yla ağır adımlarla dış kapıya ulaştım. Arkamı dönüp kız kardeşime baktığımda Gonca’nın kahverengi gözleri telaş içinde koridorun sonundaki annemin kapısında oyalanıyordu. Destek vermek istercesine elimi kardeşimin omzuna koydum ve dikkatini kendime çevirdim. “Geri geleceğiz.” Bu yaptığım doğru muydu, bilmiyordum. Tek bildiğim annemin üzülmesi ve kız kardeşimin başının ölümcül bir belaya girmesi arasında bir seçim yapmam gerektiğiydi. Ben doğru olanı yaptığıma inandığım sürece sorun yoktu. Gonca içini çekerek başıyla beni onayladığında anahtarımı aldım ve dış kapının kulpunu gürültü çıkarmamaya özen göstererek aşağı indirdim. Kendimizi zorlukla dışarıya atıp temkinli hareketlerle kapının kulpunu indirirken ikimiz de gürültü çıkarmayalım diye birbirimizi göz ucuyla kontrol ediyorduk. Kapıyı tamamen kapattıktan sonra Gonca derin bir nefes alarak bana doğru döndü. “Ne yapıyoruz şimdi?” Dudağımı ısırarak merdivene doğru baktım. Volkan zaten beni daha yakından takip edebilmek için bu binadan bir daire tutmuştu. Bir alt katımızda oturuyordu fakat sadece gündüzleri buraya gelip geceleri merkeze gidiyor olabilirdi. Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Gonca’ya başımla merdivenleri işaret edip aşağıya doğru inmeye başladığımda o da peşimden geliyordu. Her basamağı geçtiğimde kalbime saplanan ağrı daha da büyüyor ve dayanılmaz bir hale geliyordu. Bacaklarımın titremesini zorlukla engelleyerek alt kata ulaştığımda Gonca karşılıklı dört daireden hangisine yöneleceğimi bilmediği için öylece ayakta dikiliyordu. İçimi çekerek “52” numaralı daireye yöneldiğimde ikizim sabırsız adımlarla bir adım arkamdan yürüyordu. Derin bir nefes alıp parmağımın ucuyla hafifçe zile dokunduktan sonra birkaç adım geri çıkarak Gonca’nın arkasına geçtim. Gonca şaşkınlıkla arkasında kalan bana bakarken kolumdan tutup beni tekrar öne doğru itekledi. “Ne yapıyorsun sen?” Kısık sesine hiddetini sığdırarak söyledikleriyle yavaş adımlarla tekrar arkasına geçtim. “Bugün onunla yeterince değişik muhabbetlerde bulundum. Sen konuş!” Bence haklıydım. Şu kapıdan üzerinde sadece pantolonla filan çıkarsa arkama bakmadan kaçardım, örneğin. Uykulu gözlerini görmeye bile dayanamıyordum ki. Ama biz akıllılar gecenin üçünde çocuğun kapısına dayanmıştık, elbette uykulu olacaktı. “Onu tanımıyorum bile!” Gonca’nın beraberinde onaylamazcasına başını iki yana sallayarak tıslarcasına konuşmasıyla sıkıca sırt çantasına tutundum ve o sinirle daha beni tekrar kolumdan tutup önüne süremeden kapının açılma sesi boş koridorda yankılandı. Yutkunarak dizlerimi hafifçe kırdım ve sanki görünmeyecekmişim gibi kardeşimin arkasına saklanmaya çalışma çabalarına girdim. Kulağıma çalınan erkek sesiyle dikkat kesildim. “Evet?” Sıçtık. Bu Volkan’ın sesi değildi. Herifin birinin kapısını gecenin üçünde çalıp büyük ihtimalle uykusundan uyandırmıştık. Şuan ona Volkan diye birini aradığımızı ve yanlış yere geldiğimizi söylersek bizi kesin fahişe zannederdi. “Biz Vol-” Kız kardeşimin arkasından elimi uzatıp ağzını kapattığımda kelimeleri avucumun içinde boğuklaştı. Arkasından çıkıp karşımızda bize mavi gözlerinin üzerindeki tek kaşı havada bakan soğuk yüz ifadesiyle genç oğlanla karşı karşıya geldiğimde dumura uğradım. Eh, en azından orta yaşlı bir aile babası filan değilmiş. Gonca bana ters ters bakarken oğlanın havalanan kaşı beni görmesiyle geri inerken mahkeme duvarı gibi olan suratı da biraz olsun yumuşamıştı. Biz daha gitmeye yeltenemeden kapıyı biraz daha aralayıp arkasına döndü. “Volkan! Misafirlerin var!” Gonca’yı kolunu tutmuş çekiştireceğim esnada çocuğun söyledikleriyle olduğum yere çakıldım. Kapıdaki çocuk donakalmış yüzüme bakıp ifadesiz bir yüzle kapıyı kapatmadan içeri geçtiği esnada olduğumuz yerde heykel gibi dikilen bize dönüp başıyla onu takip etmemizi işaret etti. Gonca bana dönüp omuzlarını silktikten sonra sorgulamadan ayakkabılarını çıkarmaya başladığı esnada ben çatık kaşlarla karşımdaki oğlanın yüzünü inceliyordum. Yerimden kıpırdamadığımı fark eden genç adam sıkıntılı bir nefes verdi. “Korkma, Yonca.” Adımı söylemesiyle havalanan kaşlarıma aldırmadan devam etti. “Volkan’ın arkadaşıyım, seni senin sandığından daha iyi tanıyorum.” Beni rahatlatmak için söyledikleriyle derin bir nefes alarak çoraplarıyla birlikte kapının eşiğinde beni bekleyen kardeşimin ardından içeri geçip arkamda kalan kapıyı kapattım. Siyah saçlarını parmaklarının ucuyla geriye doğru tarayıp bize başıyla salon olduğunu tahmin ettiğimiz odayı gösterip ilerlememizi işaret eden adamın ardından ilerledik. Konuşmayı sevmiyordu sanırım ya da gecenin üçünde onları rahatsız ettiğimiz için bize karşı önyargılı da olabilirdi. Yüzünden Volkan ile yaşıt oldukları anlaşılıyordu ama kesinlikle Volkan’dan daha heybetliydi. Volkan’ın bir koltuk takımı ve bir televizyondan oluşan mütevazı salonuna geçtiğimizde Gonca ben oturur oturmaz hemen yanıma sindi. Genç adam tekli koltuklardan birine kurulurken koyu mavi gözleri bizde ve sırt çantalarımızda oyalandı. Tek kaşını kaldırarak bana baktı ve mimikleri olduğunu kanıtlayarak dudağının bir kenarının yukarı doğru kıvrılmasına izin verdi. “Demek sonunda ikna oldun, ha?” Başımla hafifçe onu onayladığımda yüzündeki sırıtış az da olsa büyüdü. Gözlerini Gonca’ya doğru çevirip çenesiyle onu işaret etti. “Ya sen? Gücün ortaya çıktı mı?” Gonca başını ağır hareketlerle iki yana salladı. Oğlan başını iki yana sallayarak alayla sırıttığında Gonca ile kısa bir süreliğine bakıştık. Kız kardeşim ondan beklenmeyecek bir cesaretle koltukta kendisini öne doğru çekti. “Ya sen? Gecenin bu saatinde Volkan’ın evinde ne işin var?” Kardeşimin yüzündeki aşağılayıcı gülümsemeye atabileceğim en tuhaf bakışı attıktan sonra arkama yaslandım ve aralarından çekilmeye karar verdim. Çocuğun yüzünde Gonca’nın atarlı hareketleri onu eğlendiriyormuş gibi bir ifade vardı. “Hakaret sayarım, Volkan benim en iyi arkadaşım.” O da kendisini koltukta öne doğru iteleyerek Gonca’ya doğru eğildi. “Fatih Atakul.” Yüzündeki mimiksiz ifade bir kere daha yavaşça kayboldu ve yerini yeniden ufak bir sırıtışa bıraktı. “Baş Su Koruyucusu.” Gonca gözlerini devirerek arkasına yaslandığı esnada artık pes edeceğini düşündüğümde tekrar oturduğu yerde dikleşti. “Gonca Çevik,” Onun da dudaklarında bir sırıtış peyda oldu. Bu aşağılık yerde benim anlamadığım ne oluyordu? “Ne olduğumu bilmiyorum ama su gibi basit bir şey üzerinde kontrolüm olmadığına eminim artık.” Yüzüne sahte bir tebessüm kondurup arkasına yaslandı. Bu kızın nesi vardı? Herifi tanımıyordu bile neydi bu atar giderin sebebi? Gözlerimi yan tarafımdaki tekli koltukta oturan Fatih’e doğru çevirdim. Yüzünde oldukça sakin ve Gonca’nın aksine anlayışlı bir ifade vardı. “Volkan birazdan gelir, yeni hayatınıza hoş geldiniz.” Bakışlarının altındaki imayla birlikte başka bir şey söylemeden ağır adımlarla salondan ayrılırken çatık kaşlarla arkasından bakakaldım. “Ne garip çocuk…” Mırıldanmam üzerine Gonca başıyla beni onaylarken gözünün ucuyla Fatih’in az önce çıkmış olduğu kapıya baktı. “Hepsi böyle midir, sence?” Başımı ona doğru çevirdim ve omuzlarımı silktim. Ben öyle değildim sonuçta. Volkan da öyle değildi. Gerçi Volkan’ın ne olduğu da belli değildi. Uzaydan geldim dese bile şaşırmayacaktım artık. Lafımın üstüne olmasa da düşüncelerimin üstüne salonun kapısından içeri giren iyi insan Volkan’ın neyse ki üzerinde bir tişört vardı da evden apar topar kaçmak zorunda kalmamıştım. Yüzünde adeta “Ben biliyordum!” ifadesiyle bize doğru yürürken ve imalı imalı bana bakarken de epey eğleniyordu, hayvan herif. “Kızlar,” Fatih’in az önce kalkmış olduğu koltuğa bu sefer o yerleşirken bakışları bende değil de çoğunlukla Gonca’nın üzerindeydi. “Sizi bu saatte buraya getiren ne?” Ya, nasıl da masum masum konuşuyordu sanki gecenin birinde hiç bana vicdan yaptıran o değilmiş gibi. Madem o yüzüme bakmıyordu bende onun yüzüne bakmama kararlılığıyla çantamı sırtıma aldım ve ayağa kalktım. Gözlerim hâlâ salondaki avizenin üzerinde oyalanırken bir yandan da Gonca’yı ayağa kalkması için hafifçe dürttüm. Bekâr evinde avizenin işi neydi? “Sen onu daha iyi bilirsin, Volkancığım.” Bu halılar da ne kadar da küçüktü böyle. Hiç koymasaydın Volkan. “Yonca,” Gonca çantasını sırtına alırken dirseğiyle benim dirseğimi dürttü. “Ne oluyor?” Kız kardeşimin kulağına doğru eğilirken gözlerim kollarını göğsünde bağlamış ters ters bana bakan Volkan’ı es geçti. “Sana onunla sen konuş demiştim.” Fısıldayarak söylediklerim üzerine Gonca hafifçe geri çekildi. “Öyle yapmak üzereydim ama bir anda ayaklandın ve konuşmama fırsat vermedin.” Haklıydı aslında ama yine de bunu yüzüne söyleyerek onu haklı çıkartacak değildim. Açıklama yaparak daha fazla vakit kaybetmek yalnızca bizim zararımıza olurdu. Sakin tutmaya çalıştığım ifademi takındığım yüzümü Volkan’ın ifadesiz yüzüne doğru çevirdim. “Kabul ediyoruz. Merkeze gelmeyi.” Volkan’ın kaşlarından biri alayla havalandı. Yüzünde yine o çokbilmiş ifade ortaya çıkarken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Bir insan bende nasıl aynı anda hem hayranlık hem de sinir duygularını aynı anda uyandırabilirdi? İşte bunun cevabı beyefendideydi. “Pekâlâ, yani şimdi mi gitmek istiyorsunuz?” Başımı çevirerek sorarcasına Gonca’ya baktığımda kız kardeşim omuzlarını silkerek yüzünde anlaşılmaz bir sinir ifadesiyle Volkan’a doğru döndü. “Keyfimize gecenin üçünde sizi rahatsız edecek değiliz, herhalde. Ya şimdi, ya hiç.” Gonca’ya gece gece ne olmuştu orasını bilmiyordum ama üslubu hariç bir yerde de haklıydı. Kararımızı çoktan vermiştik zaten şu dakikadan sonra bizi oyalamasının bir anlamı yoktu. Volkan kendisine edilen ters lafları umursamadan omuzlarını silkti. “Tamam, o zaman,” Koltuktan kalkıp yanımızdan geçti ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. “Gidelim.” Yanımda dikilen Gonca’ya baktığımda bir şey söyleme zahmetine girmeden Volkan’ın ardından yürümeye başladı. Dış kapının yanına geldiğimizde Volkan çıkmadan önce eliyle bizi durdurdu. Eliyle ceplerini yokladıktan sonra bir araba anahtarı çıkarttı ve ardından boştaki eliyle kapıyı açarak çıkmamızı işaret etti. Gonca’nın ardından boş koridora çıktım. Volkan ardımdan kapıyı çekerek çıkarken gözlerim kilitlemediği kapının üzerinde oyalanıyordu. “Fatih içeride, bir şey olmaz.” Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış gibi konuşmasıyla gözlerimi kırpıştırıp başımı sallayarak onu onayladığım esnada kız kardeşim kollarını kavuşturmuş ayağıyla ritim tutarak büyük ihtimalle birbirimizle bakışmayı kesmemizi bekliyordu. Volkan kendisine ters ters bakan Gonca’ya göz ucuyla baktıktan sonra sıkıntıyla içini çekti ve başıyla asansörü işaret etti. Asansöre binerken aynaya bakıp da rezil halimi görmemek için büyük bir çaba harcadıktan sonra sırtımı aynaya vererek hemen karşımda beni baştan aşağı inceleyen Volkan’la birkaç saniyeliğine bakıştıktan sonra gözlerimi kaçıncı katta olduğumuzu gösteren ekrana diktim. Can sıkıcı sessizliği kız kardeşim bozdu. “Arkadaşın gelmiyor mu?” Bunu ben de merak ediyordum. Volkan akademiden hep görev dışında çıkmadıklarından bahsediyordu. Onun zaten hâlihazırda artık benim sayemde bitmiş olan bir görevi vardı. “Fatih mi?” Volkan kendi kendine hafifçe güldü. “Uykusunu yarıda böldükten sonra bir de onu bir yerden bir yere mi götüreceğiz? Sabah uyandıktan sonra kendisi gelir o.” Gonca ile kısa bir süre bakıştıktan sonra kız kardeşim yalnızca başıyla onayladı ve tekrar sessizliğe büründü. Sayılar birbirlerini sırayla geçerken ekran en sonunda “-1” yazısında asansörle birlikte duraksadı. Volkan yüzünü kapıya doğru dönerek peşinden giden bizimle birlikte otopark katına açılan kapıdan dışarıya çıktı. Basık ve boğuk bir havaya sahip küçük, loş otoparkta sütunların aralarından arabaları es geçerken otoparkın bir köşesine doğru ilerlemeye devam ettik. Volkan, kırmızı, belki birkaç yıl öncesine ait modelde spor bir arabaya doğru ilerlerken cebinden anahtarını çıkartıp tuşuna bastığında araba farları eşliğinde açıldı. O, sürücü koltuğuna yerleşirken Gonca çantasını kollarından çıkartıp arka koltuğa yerleşmeden önce bana başıyla yolcu koltuğunu işaret etti. Volkan’ın yanındaki yolcu koltuğuna yerleşirken çantamı ayaklarımın ucuna doğru itekleyip kemerimi taktım ve arabanın çalışmasını beklerken arkama yaslandım. Volkan’ın anahtarı kontağa takıp çevirmesiyle araç motorun çalışmasının etkisiyle hafifçe titremeye ve birkaç saniye içinde hareket etmeye başladı. Yanağımı cama yapıştırıp karanlığın içinde nereye gittiğimizi anlamaya çalıştığım ama başarısız olduğum ayrıca şehir dışına çıktığımızı düşünmeme sebep olacak kadar uzun bir sürenin ardından içimi çektim. Hâlâ doğru kararı verip vermediğimden şüpheliydim. Volkan’ın anlattığı akademiyi birkaç kere araştırma gafletinde bulunmuş ve her seferinde elimde bir hiçle araştırmayı bırakmıştım. Kimsenin böyle bir kuruluştan bahsettiğini ne duymuş ne de görmüştüm. Kendi başımı belaya sokma tehlikem olsa umurumda bile olmazdı ama işin içinde Gonca olunca olayları riske atma şansım sıfırlanıyordu. Göz ucuyla şişkin gözaltlarıyla yola odaklanmış direksiyonu sıkı sıkı kavramış Volkan’a baktığımda sebepsiz yere yine her ikileme düştüğümde olduğu gibi içimdeki tüm endişelerin uçup gittiğini hissettim. O Volkan’dı. Beni tehlikeye atmamıştı, atmazdı da. Nereden bildiğimi ben de bilmiyorum ama ona güveniyordum işte. Karşımdaki saçları dağılmış, uykulu adamı izlerken gözlerim benden habersiz dudaklarımda peyda bulmuş tebessüm eşliğinde ağır ağır kapandılar. *** “Yonca,” Kulaklarımdan tüm vücudumu uyarmak istercesine zihnime doğru süzülen yumuşak sesle birlikte yavaşça göz kapaklarımı araladım. “Uyan hadi.” Zihnim henüz sesin nereden geldiğini algılayabilecek seviyede değilken sağ omzumda hissettiğim dokunuşla başımı uyuşuk hareketlerle sağ yanıma doğru çevirdim. Doğrudan gözlerimin içine bakan bir çift kahverengi gözle karşılaştığımda şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım son yaşadıklarım bir bir zihnime doğru süzülürken oturduğum yerde hafifçe dikleştim. “Geldik mi?” Uykudan yeni uyandığım için kısık çıkan sesime ve melül melül bakan gözlerime karşın Volkan gözlerini kısarak hafifçe güldü. “Geldik.” Yolcu koltuğunun kapısından içeri doğru eğildiği ve daha fazla yaklaşma riskini göze alamadığım için ancak bu kadar dikleşebiliyordum. Kahverengi gözleri içimde gelgit etkisi yaratmak istercesine santim santim yüzümün her yerinde oyalandıktan sonra kendisini hafifçe geriye doğru çekti. Yüzünü geri çekmesiyle birlikte tuttuğumu fark etmediğim nefesimi verirken kendime gelmemi sağlayan şey Volkan’ın arkasından gelen kız kardeşimin sesi oldu. “Yonca Hazretleri, size zahmet olacak ama umarım bugün arabadan inebilirsiniz.” Gonca’nın sitemi üzerine kıvrıldığım yerde iyice doğruldum ve uyuyakalırken üzerimde olmadığına emin olduğum ceketle bakışırken bacaklarımı kapıdan aşağıya doğru sarkıttım. Kendimi ileri doğru iterek arabadan inerken arkamdan arabanın kapısını kapattım ve kız kardeşimin göz devirmeleri eşliğinde ceketini Volkan’a geri uzattım. Etrafta indiğim araç dışında bir sürü arabanın olduğu açık bir otoparktaydık. Sabah güneşi doğrudan yüzüme vuruyor gözlerimi kısmama sebep olacak bir rahatsızlık yaratıyordu. “Hâlâ Ankara’da mıyız?” Ceketi üzerimden atmamla birlikte beni çepeçevre saran sabah soğuğundan kendimi korumak için kollarımı vücuduma sardım. “Elbette,” Gonca’nın gözlerini devirmesiyle birlikte arkasını dönerek otoparkta yürümeye başlamasıyla Volkan sıkıntılı bir nefes verdi. “Arkadaşın dikkatimizi dağıtmak için bizi saatlerdir Ulus’taki ara sokaklarda gezdiriyor ama yemezler canım.” Şaşkınlıkla irileşmiş gözlerimi Volkan’a çevirdiğimde karşımdaki adam sıkıntıyla yüzünü avucunun arasına alıp sıvazladı. “Bir sus artık kızım, be! Yol boyu rahat vermedin. Senin yüzünden karıştırdım yolları.” Arkası dönük bir şekilde önümüzde ilerleyen kardeşim bir anda duraksadı ve yüzündeki kesinlikle hayra alamet olmayan ifadeyle arkasını döndü. “Dört saat boyunca mı?” Tiz çıkan sesiyle Volkan yüzünü buruşturdu ve üzerine doğru gelen kız kardeşime karşı teslim olurcasına ellerini kaldırdı. “Benimle dalga mı geçiyorsun?” “Tamam, sustum.” Bence de Volkan, Gonca gözlerinden ateş saçarken verilecek en doğru karar geri çekilmekti. Eliyle bize karşımızdaki binayı işaret edip yürümeye başladı. Volkan önden bize liderlik edip yürürken Gonca yavaşladı ve benim yanımda yürümeye başladı. “Bu iyi değil, Yonca.” Yan gözle kız kardeşime bakarken bir yandan da bizi duyup duymadığını anlamak için Volkan’ı kontrol ediyordum. “Sen uyurken birileriyle konuştu.” “Hep birileriyle konuşuyor, amirleriyle.” Kız kardeşim inanmadığını belirtmek istercesine gözlerini devirdi. “Nereye gittiğimizi sana söyledi mi?” Göz ucuyla ceketinin cebinden telefonunu çıkartıp yine birileriyle konuşan Volkan’a baktım. “Akademi’ye.” Bir mırıltı halinde çıkan sesimle konuştuğumda Gonca’nın derin bir nefes aldığını duydum. “Burası bir şirketin otoparkı, Yonca.” Gözlerimi bu defa da ilerlediğimiz şirket binasına çevirdiğimde Gonca’nın kendi kendini onaylayan mırıltısı kulağıma ulaştı. “Dinle,” İlerlerken elimle onu durdurdum. “Eğer ki içeride bir sıkıntı çıkarsa ve yalan söylediğini anlarsam orayı dilersen mahşer yerine çevir seni durdurmayacağım. Ama izin ver önyargılı olmadan önce sadece bakalım.” Gonca bir yere kadar haklıydı. İçimden bir ses Volkan’a körü körüne güvense de benim de kardeşim gibi hâlâ endişelerim vardı ve söylediği gibi burası pek de bir akademiye benzemiyordu. Gonca başıyla ağır ağır beni onaylarken adımlarımı hızlandırıp telefonunu tekrar cebine yerleştiren Volkan’ın adımlarına yetiştim. En azından onu dinlemek zorundaydım. “Volkan?” Konuşmamla birlikte otoparktan çıkıp büyük şirket binasının önüne geldiğimiz esnada gözlerimi yüzünü bana doğru çeviren Volkan’ın yüzünde dolaştırdım. “Akademi burası mı?” Tamamen camlarla çevrili binanın en tepesinde yazan “Karakan ŞTİ.” Tabelasını gösterdim. Volkan gözlerini bir gösterdiğim tabelaya bir de benim gözlerime çevirdikten sonra kaşları anlayışla havalandı. “İçeri geçelim.” Tek söylediği bu olduğunda kaşlarım çatıldı. Arkamı dönüp peşimizden gelen kardeşime elimle yanıma gelmesini işaret ettim. Gonca adımlarını hızlandırıp yanıma geldiğinde elimle elini sıkıca kavradım ve güven vermek istercesine bir kere sıktım. Şirketin kapısına yaklaştığımızda Volkan önden gidip kapıyı bizim için açtı ve içeri önden girmemizi sağladı. Giriş katı oldukça sadeydi. Bir asansör, camların önüne yerleştirilmiş birkaç bitki ve resepsiyon masasının önündeki koltuklar dışında pek bir şey yoktu. Volkan bizi doğruca resepsiyona yönlendirdiğinde masanın arkasındaki koltukta elinde bir kitapla oturan kızıl saçlı genç adam hâlâ bizi fark etmemişti. Volkan elini hafifçe belime sürterek bizi yavaşlattı ve önümüze geçerek kollarını resepsiyon masasına dayadı. “Demek ayak işleri bugün sende.” Alaylı çıkan sesiyle görevli çocuk başını elindeki kitaptan kaldırdı ve şaşkınlıkla irileşmiş ela gözlerini Volkan’a dikti. “Volkan?” Kitabını masadaki bilgisayarın önüne yerleştirdikten sonra ayaklandı ve masanın arkasından çıktı. “Sonunda bitti mi?” Kollarını Volkan’ın omuzlarına sardı ve sıkıca sarıldı. Volkan’dan ayrıldığında en sonunda bizi fark edebildi ve ela gözleri benim gözlerimi buldu. “Bitmiş.” Volkan’ın bir şey söylemesine izin vermeden kendi kendini cevaplayan genç adam bize doğru birkaç adım attı. “Yonca,” İsmimi söyleyerek bana doğru elini uzatmasıyla gözlerimi kırpıştırdım. “Kenan Öztekin.” Bana uzattığı elini sıktığımda Kenan bu sefer de Gonca’ya döndü. Bir anlığına olduğu yerde sendeledi ve göz bebekleri irileşti. Sanki kendini kontrol edemiyormuşçasına yumruğunu sıkıp gözlerini yumduktan sonra dudakları zorlukla aralandı. “Ateş…” Kenan’ın az önceki samimi sesinin aksine şuan ki sesi sanki ona ait değilmiş gibi çıkmıştı ve gözleri farklı bakıyordu. Sanki rengi… Siyahtı. Kaşlarımı çatarak Volkan’a baktığımda o da aynı şekilde arkadaşına bakıyordu. “Kenan?” Kenan başını iki yana doğru sallayarak kulaklarını elleriyle kapattıktan sonra hızlı bir hareketle başını Volkan’a doğru çevirdi, gözleri şimdi yine eski rengine dönmüştü. “İyi misin?” Kenan tek kaşını kaldırarak Volkan’a baktı. “Ne olduğunu öğrenebildiniz mi?” Volkan başını iki yana salladığında Gonca boş gözlerle etrafına bakınıyordu. “Ona ne oldu?” Sessizleşmiş kız kardeşimi işaret ettiğimde Kenan başını tekrar Gonca’ya çevirdi. “Ben… Özür dilerim.” Çatık kaşlarla karşımdaki kızıl saçlı oğlana bakarken o gözlerini hâlâ Gonca’dan ayırmamıştı. “İçimdeki dürtüyü engelleyemedim ona Baş Koruyucuyu göstermemeliydim.” Neden bahsediyordu bu adam? Az önce Gonca’ya yöneldiğinde bir farklılık hissetmiştim ama Baş Koruyucuyu göstermek ne demekti? Volkan sarhoş gibi olduğu yerde sendeleyen ve sağına soluna yüzündeki aptal sırıtışla bakan kardeşime yöneldi ve koluna girip onu asansöre doğru yönlendirdi. Peşlerinden ilerlerken Kenan arkamızdan seslendi. “On dakikaya kadar geçer.” Volkan onaylamazcasına başını iki yana sallayıp Gonca’yı adeta asansöre sürüklercesine attıktan sonra kız kardeşim asansörün bir köşesine kollarını kavuşturarak çöktü. Volkan burnunu baş ve işaret parmağının arasına alıp gözlerini yumduğu esnada Gonca kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor çözdüğü kollarından birinin işaret parmağıyla havaya bir şeyler çiziyordu. Eliyle otuz katı işaret eden tuş panelinin altındaki boş yeri yokladıktan sonra parmağıyla bir yere basarak ortaya çıkarttığı üzerinde “A” yazan anahtar deliğine cebinden çıkarttığı anahtarı yerleştiren Volkan Gonca’nın kendi kendine mırıldandığı küfürleri pek de umursuyor gibi durmuyordu. “O ne?” Anahtarı çevirirken bana doğru döndü ve göz kırptı. Asansörün ışıkları bir anlığına sönüp tekrar yandıktan sonra aşağıya doğru normal hızı olmadığına emin olduğum bir hızla hareket ederken kafası yerinde olmayan kardeşim bile içgüdüyle bir yere tutunmuştu. Asansör Volkan’ın eli cebinde tepkisizce ayakta durduğu birkaç saniyenin ardından durduğunda Gonca kahverengi gözlerini irileştirip komik bir yüz ifadesiyle asansörün kapısına dikti. Eğilip onu yerden kaldırmaya yeltendiğimde beni ittirip kollarını kendi vücuduna sardığında sıkıntıyla bir nefes verdim. Çocukken de böyle yapıyordu ve annemi delirtiyordu. “Gonca,” Elini tutmaya yeltendiğimde elinin tersiyle beni ittirdi. “İnmemiz gerek kardeşim.” Omuzlarını silkerek oturduğu yere iyice sindiğinde sonunda Volkan’ın tepesini attırmış olmalıydı ki asansörün kapısı açıldığında Volkan kollarını sıvamış kardeşime doğru ilerliyordu. “Volkan, naber?” Kapının dışından gelen sesle Volkan derin bir nefes alarak duraksadı ve arkasını döndü. Başımı eğerek Volkan’ın sırtının ardında kalan kapıyı görmeye çalıştım. Kızıl saçları omzuna dökülen bir kız başını eğmiş yeşil gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. Kızın yüzünde beni gördüğü anda bir sırıtış peyda oldu. “Naber Yonca?” Sabahtan beri tanımadığım herkesin bana adımla seslenmesi yetmiyormuş gibi şimdi de tanımadığım kızın teki halimi hatırımı soruyordu. Kız bir saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırırken sakin adımlarla Volkan’ı es geçip benim yanıma doğru ilerledi. Yeşil gözleri yerde ters bakışlarla etrafa bakınan kardeşime değdiğinde beni de es geçerek Gonca’nın önünde diz çöktü. Gonca’nın kahverengi gözleri hâlâ bizim dışımızda her yerde oyalanırken kız iki elinin de işaret ve orta parmaklarını birleştirerek kardeşimin şakaklarına yerleştirdi. Ben daha ne yaptığını soramadan Gonca’nın gözleri irileşti ve kahverengi gözlerini karşısındaki kızın yeşil gözlerine dikti. Kız ellerini kucağında toplarken Gonca yüzündeki anlamsız ifadeyle nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Asansörün aynasının önündeki demir tırabzanlara tutunarak ayağa kalktığında kız da onunla birlikte ayağa kalktı. Gonca hâlâ nerede olduğunu anlayamamış bir bana bir de Volkan’a bakarken kız ona göz kırptı. “N’aber Gonca?” Gonca bir cevap vermeden ters ters kıza bakarken kız hâlâ ona gülümsüyordu. Kız kardeşim sırt çantasını kollarından çıkartıp kucağına aldı ve benim yanıma geldi. Volkan kapısını tuttuğu asansörden dışarı çıkarken biz de peşinden çıktığımızda Gonca şakaklarını ovuşturuyordu. “Ne oldu az önce?” Etrafta koşuşturan doktorların ve mühendislerin arasından yürürken Volkan hafifçe sırıtarak dirseğiyle Gonca’nın dirseğine vurdu. “Bilge sana birazcık dokundu sadece, abartma.” Gonca gözlerini devirip hâlâ parmaklarıyla şakaklarını ovarken ofladı. Önümden geçen gözlüklü bir genç az daha bana çarpacağı esnada Volkan onu gömleğinden yakaladı ve yönünü değiştirdi. “Başım çatlıyor.” Şikâyet eder gibi çıkan sesiyle Volkan’ın sırıtışı büyüdü. Bu çocuk kardeşimin acı çekmesinden zevk filan alıyordu da benim mi haberim yoktu? “Çocuk gibi davranmandan iyidir.” Volkan ikimizin arasında yürürken ona doğru döndüm. Etraftaki koşuşturma beni bile germişti. Her günümüz böyle koşarak mı geçecekti? “Orada ne oldu? Resepsiyonda?” Volkan kaşlarını kaldırarak yüzünü normal tutmaya çalışmak için kendisini epey zorladı. “Kenan kontrolünü kısa bir anlığına kaybedip Baş Koruyucunun ortaya çıkmasına sebep oldu, o kadar. Gonca henüz gücünü elde edemediği için içeride bir şeyler onu zorladı.” Göz ucuyla yan tarafımızda etraftaki kargaşaya yüzünü buruşturarak bakan kız kardeşime baktım. Bazen ben de kontrolümü kaybedebiliyordum. Baş İyileştirici tehlike arz etmese bile vücudumun başka bir zihnin etkisi altında olması bile rahatsızlık vericiydi. “Ben hiçbir şey hissetmedim,” Madem Gonca’yı bir şeyler zorlamıştı benim de kontrolümü kaybetmem gerekmez miydi? “Ve ben de kontrolden çıkabiliyorum, Volkan.” Volkan gözlerini devirip bana doğru döndü. “O kadar çok şey gördüm ki inan bana senin kontrolden çıkmış halin bile Fatih’in kontrolden çıkmamış halinden daha tehlikeli olamaz.” Resmen gücüm gözlerimin önünde küçümseniyordu. Umurumda değildi. Yaralanıp peşimde koştuğu zaman görüşecektik. Laboratuvarı andıran geniş alanın bir ucundan diğer ucuna Volkan’ın önderliğinde yürüdüğümüz süre boyunca kollarımı göğsümden ayırmamıştım. Dev bir daireyi andıran masalarla ve bilgisayarlarla dolu geniş ofisin karşı duvarına ulaştığımızda başka bir asansörle daha karşılaşmamız üzerine Gonca sağ elinin avucuyla alnına vurdu. “Aşağıya indik ve şimdi tekrar yukarıya mı çıkacağız?” Volkan gerçekten sabırlı bir insan olmalıydı ki gecenin üçünden beri her şeye bir kulp takan kardeşimi anlayışla karşılayabiliyordu. “Evet.” Başka bir şey söylemeden ve oflayan kardeşime aldırmadan asansörün tuşuna bastığı esnada sırtımdaki çantayı çıkardım ve ayaklarımın dibine koyup asansörün gelmesini bekledim. Asansörün geldiğini belirten zil çaldığında Volkan bana fırsat vermeden çantamı kendi sırtına astı. Kapının açılmasıyla omuzlarına astığı siyah pelerinle sarışın genç bir oğlan asansörden indi. Yirmi birinci yüzyılda pelerin modaya biraz ters kaçıyordu tabi ama herkesin kendi kararıydı. “Hoş geldin, Volki.” Oğlan haylaz parıltılarla süslü yeşil gözlerini Volkan’a dikti. Onunla tokalaştıktan sonra bana döndü. “Siz de hoş geldiniz, kızlar.” Volkan’a başıyla bir selam verdikten sonra Gonca’ya gözünün ucuyla bile bakmadan kalabalık salonda yürümeye başladı. Kız kardeşim giden oğlanın ters ters arkasından bakıp gözlerini devirirken asansöre bindik. Volkan üzerinde “A1” yazan tuşa bastığında kapılar kapandı ve birkaç saniyenin ardından asansör durduğunda tekrar açıldı. Volkan dışarı çıkıp labirenti andıran daire şeklindeki bir koridora yöneldiğinde biz de peşinden ilerliyorduk. Koridorda sağlı sollu yerleştirilmiş numaralı odaları teker teker geçtikten sonra “1707” numaralı bir odanın önünde duraksadı. Kapıyı hafifçe tıklattıktan sonra araladı ve içeriye girmemizi işaret etti. Kapının hemen yanına yerleştirilmiş portmantoyu es geçip ilerlediğimizde bir salonu aratmayacak genişlikte iki tane ranza, ranzaların ortasındaki bir koltuk, geniş bir kitaplık ve dört tane çalışma masasıyla birlikte bir televizyonu içeren odanın ortasına kadar ilerledik. Ranzalardan birinin alt katında elindeki kitabı içine düşecekmiş gibi okuyan kıvırcık kız bizim geldiğimizi fark edince kitabını isteksizce kapattı ve başını kaldırıp hemen ardımızdan odaya girmiş Volkan’a baktı. “Yerleri yeni silmiştim!” Arkamı dönüp ayakkabılarıyla odaya girmiş Volkan’a baktığımda Volkan başını onaylamazcasına iki yana salladı. “Ben bir üst katta kalıyorum. ‘1807’ numaralı oda. Burayla aynı hizada kalıyor.” Bana bakarak söyledikleriyle başımı salladım. Gonca çoktan camın önüne yerleştirilmiş çiçekleri incelemeye başlamıştı bile. Volkan bana göz kırpıp çantamı önünde durduğumuz ranzanın kenarına yasladıktan sonra gerisingeri odadan çıktı ve arkasından kapıyı kapattı. Yatağında uzanan kıvırcık kız başını bize doğru çevirecek şekilde yönünü değiştirdi. “Eslim,” Sırıtarak konuşmasıyla Gonca ona doğru döndü. “Siz de Volkan’ın iki yıldır getirmeye çalıştığı…” “Yonca,” Kendimi gösterdikten sonra işaret parmağımı kardeşime doğrulttum. “Gonca.” Kız yatakta omuzlarını silkerek doğruldu. Kahverengi gözleri ikimizin üzerinde oyalanıyor, kıvırcık saçları bukleler halinde sekizgen çerçeveli gözlüğünün önüne düşüyordu. “Memnun oldum. Ee, gücünüz filan mı var, yoksa çok mu zekisiniz?” Galiba sonunda gerçekten bizi tanımayan biriyle karşılaşmıştık. “İyileştiriciyim.” Eslim dudaklarını büzerek takdir edercesine başını salladıktan sonra çantasındakileri girişteki koridora yerleştirilmiş gardıroba dizmeye başlamış kardeşime doğru döndü. “Birileri konuşmayı pek sevmiyor, sanırım.” Gonca ellerini beline yerleştirerek arkasını döndü. Hayır, o konuşma kotasını Volkan’ı sinir ederken bitirmişti. “Ne olduğumu bilmiyoruz.” Kız omuzlarını silkerek iki ranzanın ortasına yerleştirilmiş koltuğa otururken parmağını şıklattı ve televizyon açıldı. Şaşkınlıkla açılmış gözlerimi televizyona çevirirken kız sırıtmakla yetindi. “Olur, öyle şeyler.” Televizyondaki kanallar Eslim göz kırptıkça değişirken o konuşmaya devam ediyordu. “Bilge ile birlikte kalacağız. O da Akıl Koruyucusu. Biraz değişik ama oldukça tatlı bir kız. Benim yaklaşık yarım saat içinde derslerim başlayacak. Sizin de programınız birkaç gün içinde gelir, dinlenmenize bakın.” İlgisini çeken bir şey bulamamış olacak ki parmağını şıklatarak televizyonu tekrar kapatırken ayaklandı ve lavaboya doğru ilerledi. Pijamaları ve terlikleriyle banyoya girerken Gonca arkasından kıza bakıyordu. Eslim kapıyı ardından kapattıktan sonra kardeşim ona baktığımı görünce dudaklarını kıpırdatarak ses çıkarmadan “Volkan’dan iyi.” Dedi ve sırıtmama sebep oldu. Volkan’ın ranzanın hemen yanına bırakmış olduğu sırt çantamı alarak Gonca’nın yanına ilerledim ve onun eşyalarının yanına kendi eşyalarımı yerleştirmeye başladım*** İlk günüm saatler öğle arasını gösterene kadar oldukça sıkıcı geçmişti. Gonca ile birkaç saat boyunca ortalığı toplayıp odaya yerleşmemiz bittiğinde kapı tıklatılmış ve asansörde karşılaştığımız pelerinli sarışın çocuk halihazırda kapalı olan telefonlarımızı alıp geri gitmişti. Pelerini çıkartmıştı en azından. Bu süreçte yine sadece bana bakarak konuşmasıyla Gonca’yı da çıldırma raddesine getirtmişti tabi. Kız kardeşim de çözümü oğlan telefonları geri getirdiğinde yorganının altına girip uyuyormuş gibi yapmakta bulmuştu. Volkan’ın telefonlarımıza attığı genel programda bu saatlerde tüm çalışanların öğle arasına girdiği yazıyordu. Bir süre gidip gitmemek konusunda ikileme düştükten sonra ikimiz de beklemeye karar vermiştik. Gonca acıktığıyla ilgili huysuzlanmaya başladığında kapımız yine çalındı. İkizim yine ranzanın alt katına ilerleyip kendisini yatağa adeta fırlattığında başımı onaylamazcasına iki yana salladım. Ayağımdaki terlikler çıplak zeminde tıkırtılar çıkartırken kapıya doğru ilerledim ve kulpunu indirerek araladığım demir kapının arasından dışarıya baktım. Kucağındaki tablete sarılmış, minyon yapılı, çekik mavi gözlerinin üzerindeki gözlüğü burnuna düşmüş orta yaşlı bir kadın içten bir tebessümle bana bakıyordu. “Merhaba,” Kadının konuşmasında anlaşılan hafif aksana aldırmadan gülümsedim. “Beni Volkan gönderdi, öğle yemeği için size eşlik etmeye geldim.” Volkan’ın niye kendisinin gelmediğini düşünmeyi sonraya erteleyip başımla kadını onaylayarak beklemesini işaret ettim. Tekrar içeri girip ranzaya doğru ilerlediğimde Gonca’nın dışarıdan bakan birinin cidden uyuduğunu düşüneceği bir pozisyonda yatakta uzandığını gördüm. Elimin tersiyle kafasının arkasına sertçe vurduğumda inleyerek yatakta doğruldu. “Acıktım diye sızlanıyordun, kalk hadi yemeğe gidiyoruz.” Gonca homurdanarak ayaklandıktan hemen sonra hızlıca ayağındaki terlikleri ayakkabılarıyla değiştirmeye başlamıştı bile. Yanına gidip terliklerimi çıkartırken dirseğiyle dirseğimi dürttü. “Burası o kadar da fena değilmiş.” Konuşması üzerine sırıttım. Dışarıda ölme tehlikemiz vardı fakat burada güvendeydik bizim gibilerle beraber. Aklıma Gonca’nın ya da benim bir deney tahtası olmamız düşüncesi her düştüğünde içimi bir ürperti kaplıyordu. “Bu sefer de ablam bizi bekleyiversin, fena mı?” Gonca hafifçe gülerek ayaklandıktan sonra ardından ben de ayağa kalktım. Tam kapatmadığım kapının önünde bizi bekleyen kadının yanına gidip kapıyı kapattıktan ve Eslim’in ikimize de verdiği anahtarla kapıyı kilitledikten sonra bizi koridorun sonuna yönlendiren kadının peşinden ilerledik. “Burası epey büyük çaplı bir şirket, akademi ya da her ne demek istiyorsanız,” Çekik gözlü kadın ara ara tabletini kontrol ederken bize yanlarından geçtiğimiz odaları işaret etti. “Her katta yüzlerce insan kalıyor. Koruyucular, doktorlar, mühendisler, askerler, polisler hatta bir itfaiye takımı bile var. O yüzden her katta bir yemekhane bulunuyor. Ayrıca spiral olarak dizayn edilmiş her katın ortasında dinlenme alanları, sinema, tiyatro ve birçok sosyal aktivite merkezi bulunuyor. Atölyeler ve laboratuvarlar en üst katta. Fiziksel gelişim atölyeleri onun bir alt katında. Beş kat boyunca yatakhaneler bulunuyor. Öğrenciler bu katta, bir üst katta görevlendirme alabilecek öğrenciler, onun üstü benim katım yani iyileştiricilerin ve nadir da olsa gücünü kontrol edebilen birkaç koruyucunun, dördüncü kat diğer mesleklerin odaları. Yöneticiler ise yatakhanelerin en üst katında. Yatakhanelerin alt katında ise gelirken görmüş olduğunuz laboratuvar bulunuyor.” Başımla kadını onayladığımda koridorun sonuna yaklaşmıştık. “İsmim Havva, buradaki İyileştiricilerin her şeyini ben ayarlıyorum.” Bana bakarak göz kırptı. “Baş İyileştirici olduğun için ek muamele bekleme.” Sırıtarak söyledikleriyle hafifçe gülümsedim. “Nereden geldiniz?” Havva Abla Gonca’nın sorusunun üzerine hafifçe gülümsedi. “Kazakistan.” Şaşırmamıştım. Avrupa ülkelerinde başlayıp güya tüm Dünya’ya yayıldığı söylenen güç sahibi insanlar yine Avrupa’da idam edilmeye başlandığı ve bizim ülkemizde hâlâ bir yasa olmadığı için Türk ülkelerindeki koruyucu nüfusu diğer ülkelere göre çok daha fazlaydı. Bazıları Osmanlı Döneminde dahi soyumuzun var olduğunu savunuyordu. Gonca Havva Abla’yı başıyla onayladığı esnada bir tezgâh ve bolca masadan oluşan çoktan tıka basa dolmuş yemekhaneye gelmiştik. Havva Abla bizi önündeki kuyruk azalmış olan tezgâha yönlendirdiğinde önümüzdeki insanların sıra onlara geldiğinde önlerindeki bir makineye kart bastıklarını gördük. Havva Abla kendi kartını çıkartırken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. “Fiziksel derslere başladıktan sonra ikinize de sizden kıdemli herhangi bir eğitmen atanacak. Çoğunlukla tek bir eğitmeniniz olmayacaktır. Ayrıca birer tane de diyetisyeniniz olacak ve size bu kartlardan çıkartacağız. Ne yiyeceğinizle ilgili bilgileri bu kartlara yükleyecekler ve siz de kartınızı okuttuğunuzda mutfaktaki sisteme düşecek yemeğinizi ona göre verecekler.” Sıra ilerlerken yanımızdan geçen iki kızın konuşması kulaklarıma çalındı. “Bu herif benden cidden nefret ediyor olmalı! Haftanın beş günü sebze yemek zorunda bırakıyor beni.” “Seni sevdiğini biliyorsun kötülüğünü istese bu kadar fit olamazdın.” Kızları dinlediğimi fark eden kız kardeşim yanıma yaklaştı ve kulağıma doğru eğildi. “Ben fit olmak falan istemiyorum, yemek yemek istiyorum.” Dudaklarımı bükerek omuzlarımı silktiğimde Gonca kollarını kavuşturarak önüne döndü. Galiba buranın fena olmadığıyla ilgili fikirlerini baştan değerlendirmeye başlamıştı. Sıra bize geldiğinde Havva Abla aşçıya burada yeni olduğumuzu ve henüz kartımızın çıkmadığını söylediğinde bugünlük istediğimiz yemeğin alınmasına izin verildi. Gonca kendi tepsisini doldurması yetmiyormuş gibi bir de aldığı her şeyden iki tane isteyip benim tepsimi de dolduruyordu. İtiraz etmeye kalkıştığımda da ben yemezsem kendi yiyeceğini söyleyerek beni susturmayı başarıyordu. En sonunda oturabileceğimizi söylediğinde yüzümde gördüğü bir şey üzerine tek kaşını kaldırarak sorarcasına başını iki yana salladı. İçimi çektikten sonra başımla yürümesini işaret ettim. Masalardan birine doğru ilerlediğimiz sırada etraftaki insanların üzerimde hissettiğim bakışlarıyla rahatsız oldum ve kardeşime biraz daha yaklaştım. “Neden bize bakıyorlar?” Gonca iyice dikleşip göğsünü kabartarak yürümeye devam etti. “Herkes bizi tanıyor, buralarda epey ünlüyüz anlayacağın.” Gözlerimi devirdiğim esnada kendi tepsisiyle bizim arkamızdan gelen Havva Abla hafifçe kıkırdadı. “Buranın çoğunluğu İyileştiricilerden oluşuyor. Baş İyileştiriciyi merak ediyorlar.” Gonca burnunu kırıştırıp omzuyla beni dürttü. “Ünlü olan senmişsin.” Hafifçe gülerek ona doğru eğildim. “Eminim seninle de ilgili merak edebilecekleri bir gücün ortaya çıkacaktır.” Gonca gözlerini devirerek boş gördüğü dört kişilik bir masaya otururken ağır tepsisini masaya bıraktı. O kadar şeyi de nasıl yiyecekse zaten. Maymun iştahlılık yapıyordu. “Söylesene, Havva Abla,” Çatalına batırdığı bir patatesi rastgele havada sallarken konuşan kardeşime kirpiklerimin altından baktım. “Hangi Baş Koruyucular geldi şu ana kadar? Ne eksik yani sizde?” Kendi kendime sırıtarak masada öne doğru eğildim. “Niye kendini ona göre mi ayarlayacaksın?” Gonca bana ters ters bakmakla yetindikten sonra tekrar Havva Ablaya döndü. Kadın dudaklarını ısırarak düşünmeye başladı. “İlk gelen Fatih oldu, Su Koruyucusu, Eslim oda arkadaşınız, Elektrik Koruyucusu aynı şekilde Bilge de oda arkadaşınız, Akıl Koruyucusu, bugün girişteki nöbetçimiz Kenan Baş Ses Koruyucusu, Gölge, Işık.” Gonca hevesli bir şekilde masada öne doğru eğildi. “Hava? Toprak?” Havva Abla dudaklarını birbirine bastırarak arkasına yaslandı. “Kim olduklarını biliyoruz. Çoktan güçleri ortaya çıktı.” Havva Abla konuşmaya başlamamızın ardından ilk defa oldukça isteksiz görünüyordu. Sanki bu konuyu konuşmak onun canını sıkıyormuş gibi. “Senin dışında gücü henüz belli olmayan bir melez daha var. Sıkma canını.” Bunları söylese de sanki Gonca’ya değil de kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ağzımın ucuna kadar gelen bir gücü söyleyeceğim esnada geri yuttum. Gonca’nın kendisini yiyip bitirmesi şuan ihtiyacım olan son şeydi ama sabah Kenan denen çocuğun ağzından ne çıktığını anlamayacak kadar da aptal değildim. Yine de önemli olan yüzünü önündeki yemeklere umursamazlıkla çevirmiş olan kardeşimin hâlâ hayatta olabiliyor olmasıydı ki eğer o çocuk haklıydıysa buraya gelmeseydik Gonca’nın yeni Dünya şartları altında yaşaması imkânsız olurdu. Önümdeki yemeklere iştahsızlıkla bakarak kaşığımı isteksizce tabağımdaki pilava daldırırken Gonca’nın yanındaki boş sandalyenin dolmasıyla dikkatim çelindi. Başımı kaldırıp Gonca’nın ters ters baktığı Fatih ile göz göze gelmemle Havva Abla’nın ayaklanması bir oldu. “Fatih,” Alelacele tepsisini toparlarken bir yandan da tabletini koltuk altında tutmaya çalışıyordu. “Başkan beni aradı. Acil. Kızlara merkezi sen gezdirirsin.” Bu duruma karşı gözle görülür bir şekilde memnuniyetsizliğini belli eden kardeşim ayağa kalktı ve Havva Abla’nın yanına doğru ilerledi. “Bende sizinle geleyim mi?” Havva Abla şoka uğramış gibi bir kız kardeşime bir de oturduğu sandalyede keyfinden ödün vermeyen Fatih’e bakıyordu. Kadının konuşamadığını fark edince Gonca’ya doğru döndüm. “Saçmalama da otur aldığın yemekleri bitir.” Gonca bir bana bir de Havva Abla’ya bakarken umutsuzca düşük omuzlarıyla bu defa benim yanımdaki boşalan sandalyeye doğru ilerledi ve karşısında kalan tepsiyi kendi önüne çekti. Havva Abla koşar adımlarla yemekhaneden ayrılırken Fatih göz ucuyla önündeki yemeklere gömülmüş kız kardeşime bakıyordu. “Seninle işimiz var.” Gonca ağzı salata doluyken başını kaldırdı ve ters ters çocuğa bakmakla yetindi. Lokmasını yuttuktan sonra tekrar tabağına dönerken konuşabildi. “Bizim bir işimiz filan yok.” Fatih gülerek arkasına yaslanırken bu defa bana döndü. “Odaya yerleşebildiniz mi?” Başımı onaylarcasına sallayıp yanımda kaşığını hiddetli bir şekilde tepsisine vuran kardeşimi dirseğimle dürttüm. “Evet, Eslim yardımcı oldu.” Fatih onaylarcasına başını sallayıp masada öne doğru eğildi ve gömleğinin kollarını kıvırmış olduğu kollarını masaya yasladı. “Kardeşinin benimle bir işi yokmuş ama iletmek isteyebilirsin,” Başını yavaş bir hareketle ağzındaki tatlıyı yutmaya çalışan kardeşime doğru çevirdi. “Onun programını ben hazırlıyorum. Benimle konuşmalarına dikkat etse iyi olur.” Bu sözlerinin üzerine hedef olan ben olmasam bile zorlukla yutkunmuştum. Gonca ise yediği şey her ne ise boğazına kaçırmayı başarıp deli gibi öksürmeye başlamıştı. Öksürmesi arada ettiği küfürleri tam olarak örtemediği için ne dediği net bir şekilde anlaşılıyordu. Fatih yüzündeki umursamaz ifadeyle ayağa kalkarken bir bana bir de kardeşime baktıktan sonra ağır adımlarla bize doğru yaklaştı. Hâlâ öksüren Gonca’nın sırtına birkaç kere pat pat vurduktan sonra elini kız kardeşimin omzuna yerleştirdi. “Seninle daha çok işimiz var, ölmek için daha iyi sebepler bulabileceğine eminim,” Gonca omzunu hiddetle geri çekerken öksürüklerinin şiddeti azalıyordu. “Eğer doyduysanız gezmeye başlayalım.” Gonca’nın bir şey söylemesine fırsat vermeden başımla onu onayladığımda eliyle önden ilerlememizi işaret etti. Başımıza daha neler gelecekti bilmiyordum ama hayatımızın bir günde değişmesinin verdiği yorgunluğu Gonca'nın gözlerinden net bir şekilde okuyabiliyordum. Daha her şeyin başındaydık... Ana karakterimiz Yonca Çevik, buyruuun ❤️🩹❤️🩹❤️🩹 Gonca'nın gücüyle ilgili fikirler👉 Sizi çoook seviyorumm👻👻👻 💘Oy ve yorumlarınızı şu garip kuldan esirgemeyinn 💘 |
0% |