Herkese merhaba,
Bol bol gülüp eğleneceğimiz, herkese anlatacağınız ve ciddi ortamlarda gülmekten çekindiğiniz için okuyamayacağınız bir kitaba hoş geldiniz...
Şuraya bir başlama tarihinizi alabilir miyim? Tam şuraya 👉
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen. Sizi seviyorum, iyi okumalar...
1:Double Eşek Şakası
İnceden bir ses yükselerek kulağıma ulaştı. Bu ses, bu ses... Uykuların katili, güzel rüyaların düşmanı, sıcak yataklardan ayrılma vaktini bildiren alarm sesiydi. Elimi rastgele yatağımın yanındaki komidinin üzerine attım ve bir iki aramada telefonumu bulamayınca gözümün birini açıp telefonu alıp alarmı erteledim. Telefonu rastgele yatağa bıraktıktan sonra uyumaya devam ettim.
Aradan ne kadar geçti bilmiyorum ama alarm bir kez daha çaldı ve ben bir kere daha erteledim. Bunu bir kısır döngü haline getirip üç-dört kez daha tekrarladım ve en sonunda alarmdan bıkıp kapattım. Pikeyi kafama kadar çekip büyük bir rahatlıkla uyumaya devam ettim.
Uykunun sıcak kollarına atlamıştım ki bu sefer odamın kapısı açıldı ve biri bağırarak bana seslendi. Bağıran kişi canım ikizimdi.
Salmıyorlar ki rahat rahat uyuyalım be kardeşim...
"Allah'ım daha yataktan çıkmamış. Annemin haklı olduğunu bilmem kaçıncı kez anlıyorum şu an." diye söylenerek yanıma geldi.
"Göksu kalksana hadi. Annem seni uyurken mi doğurdu da bu kadar çok uyuyorsun diyeceğim ama aynı anda doğduk, ben senin kadar uyumuyorum." Uyu kardeşim tutan mı var? Ne zaman bu dünya uyuma günü? Bir an önce gelsin de rahatça uyuyalım.
"Rahat bırak beni uyuyacağım ben." dedim. Tabii yüzümü yastığa gömdüğüm için ne dediğim anlaşılmamıştı.
"Bugün günlerden Pazartesi ve bil bakalım saat kaç?"
"Saat şu an hiç ilgimi çekmiyor." dedim uyku akan bir sesle mırıldanarak.
"Saat sekiz buçuk ve bugün Pazartesi." dediğini duydum.
Açılmaya başlayan bilincim dediklerini algılamaya başladı. Bugün Pazartesi ve saat sekiz buçuk mu? Bugün ilk ders saat dokuz da Erdal Hocanın'dı. Hemen Erdal Hocanın dediği bir söz geldi aklıma; dersime bahane fark etmeksizin geç gelene affim yok. Kendisi çok disiplinli bir hocaydı ama bende iflah olmayarak gideceğim her yere geç kalırdım. Aman ne güzel uyum...
İyice açılan bilincim olanları kavrayınca yataktan ışık hızında kalktım. Bir taraftan dolabımı açıp kıyafet ararken bir taraftan da Göknil'e söyleniyordum. "Ya insan bir uyandırır ya? Bir de özellikle sana dedim ki Pazartesi sabahları gerekirse beni vinçle kaldır."
Lanet gelsin Pazartesi sendromuna ya gerçekten. Dolabı tabiri caizse altını üstüne getirdikten sonra kısa siyah tişörtü alıp giydim. "Ben ne yaptım be? Annem tercihleri yaparken boşuna dememiş aynı yeri yazın diye. Kadın malını tanıyor ki baştan uyarıyor." diyerek o da bana çemkirdi. Tamam kabul uykuya aşık bir insan olabilirim ama şu an daha knemli islerim var mesela dersime geç kalmak gibi.
Siyah bol paça pantolonumu elime aldığımda Göknil, "Saat sekiz buçuk hızlı olursan yetişirsin." diyerek desteğini verip odamdan çıktı. Hızlıca pantolonumu giydim.
Makyaj masamın önüne gidip hızla saçımı taradım. Makyaj yapmaya vaktim olmadığı için siyah kol çantamın içine kapatıcı, allık, rimel eyeliner, ruj koydum. Cüzdanımı ve telefonumu da koyarak çantamı hazırladım. Bir iki fıs parfüm sıktıktan sonra masanın üzerinde duran ajandamı ve çantamı alarak odadan çıktım. Lavaboya girip yüzümü yıkadım ve kenarda asılı duran havlu ile kuruladım. Normal bir insan bunu ilk uyandığı zaman yapar ama ben normal bir insan değilim şu an iki ayağı bir pabuca giren bir insanım.
Vestiyerin önünde duran ayakkabılardan siyah olanını giydim. Bugün yastaymışım gibi baştan aşağı siyah oldum zira derse yetişemezsem gerçekten yasta olacaktım. Erdal Hocanın gözüne bir kere battı mı kralı bile gelse kimse kurtaramazdı.
Ben Göksu Dere. Yirmi bir yaşında ve Ankaralıyım. İstanbul'da Halkla İlişkiler ve Reklamcılık okuyordum. Küçük bir dükkanda kıyafet satarak bizi büyüten babam Göktuğ Dere, çok anlayışlı bir babaydı. Annem Güzide Dere, ev hanımıydı ama babama destek olmak için evde elbise ve el işi işleri yapıyordu.
İki tane abim ve ikizim vardı. Abilerimin büyüğü Gökhan Dere 25 yaşında, Gastronomi mezunu. Antalya'daki bir otel de aşçı olarak çalışıyordu. İki ay önce aile içinde nişanını yapmıştık. Nişanlısı Gökçe Duman, avukattı ve çok iyi bir kadındı.
Küçük abim 22 yaşında ve Ankara'da son sınıf beden öğretmenliği okuyor. Kendisi çok sportif bir vücuda sahip bakanların dönüp bir daha baktığı bir kişiydi. Aramızda bir yaş olmasına rağmen ona adıyla hitap edip sinirlendirirdim. Yani evin kedisi ve köpeği gibiydik, dalaşmadan duramıyoruz.
İkizim Göknil Dere. Hukuk okuyordu. Tercih yapacağımız zaman annem ve babam aynı yeri yazarsanız size ev kiralarız deyince ikimizde İstanbul'daki okullardan tercih yapmıştık. Beraber 2+1 ev tutmuştuk ve yarı zamanlı işler bularak okuldan çıkınca çalışıyorduk. Kendi masraflarımızı gidermeye öğrenmiştik. Şahsen ikizimle aynı evde yaşamak büyük bir rahatlıkla çünkü bütün işleri ona kitleyip ben rahat rahat oturuyordum. Bu yüzden bazen saç baş kavga etmişliğimiz bile vardı ama iyi ki de onunla ayrı eve çıkmışız.
Evden çıktığımda otobüs durağına koşarak ilerledim. Allah'tan evim okula yakında otobüsle kısa sürede gidebiliyorum. Şansım bugün yanımda olmuş olacak ki bileceğim Otobüs durakta yolcu alıyordu. Hemen otobüse binip cüzdanımdan akbilimi çıkarttıp okuttum ve arkalara doğru ilerleyip yaşlı bir teyzenin yanına oturdum.
Zamanımı değerlendirmek için çantamdan kapatıcımı çıkarıp telefonumu bakarak göz altlarıma sürüyordum ki yanımdaki teyzenin bana baktığını fark ettim.
Teyze dayanamayarak, "Yavrum sürmeyin şu şeyleri yüzünüze, gözünüze hasta olacaksınız sonra." dedi.
Teyze öyle bir söylemişti ki elimdeki kapatıcıyı kapatıp çantama koydum. Rimelimi aldım bu sefer kapağını açıp sürecekken yine teyze, "Kızım sürme diyorum sana şu şeyleri. Ya gözüne girse onun ucu güzelim gözlerin mahvolacak."
Normalde rimeli çok güzel sürerdim ama teyze böyle söyleyince vana anlık bir korku geldi ve rimelide kapatıp çantaya koydum. Bu sefer şeftali tonlardaki rujumu aldım. En azından dudaklarıma renk gelsin.
Makyaj düşmanı teyze bu sefer elimi tutarak beni durdu. "Dudakların kendi renginde ne güzel bak hâlâ daha bir şeyler sürmeye çalışıyorsun. Onu dudaklarına sürdükten sonra su içerken, yemek yerken yutacaksın vücudunu zehirleyecek ne gerek var. Bak duru gibi güzelliğin var sürme yüzüne bir şey." dedi.
Makyaj yapmadan evden çıkamayan ben 0- makyaj düşmanı teyze 1.
Bir iki dakika sonra üniversitenin önünde duran otobüsle yerimden kalkıp otobüsten indim. Zaman depar vaktidir diyerek giriş kapısından girer girmez koşmaya başladım.
Lisede katıldığım koşu yarışlarının meyvesini şimdi yiyeceğimi hiç düşünmezdim. Fakülteye girdikten sonra amfiye doğru son sürat koşmaya devam ettim. Allah'ım sen bu deparlarımı boş çıkartma. Bolca amin.
Amfinin olduğu koridora giriş yaptıktan sonra önümde amfiye doğru ilerleyen Erdal Hoca'yı gördüm. Aman hocam ne yapıyorsunuz? Siz beni dersinizden bırakmaya yemin mi ettiniz?
Hızımı artırıp son sürat Erdal Hocanın yanından geçip amfiye giriş yaptım ve arka sıralardan birine oturdum.
Nefesimi düzene koymaya çalışırken, en büyük eğlencesi benimle uğraşmak olan ve maalesef arkadaşım olan Mert ve Müjde yanıma geldi.
"Biriliri yine geç kalmayı başarmış." dedi Mert. Ve Müjde'de acı gerçeği ekledi, "Hem de Erdal Hocanın dersine." dedi.
Biri sağıma biri soluma yerleşti. En efkarlı halimle, "Susun ya ben iflah olmaz bir insanım. Resmen koridorda hocanın yanından depar atarak geçtim. İnşallah benin olduğumu anlamamıştır." dedim. Eğer benim olduğumu anladıysa halim yamandı, perişandı.
Mert bu halimle hunharca dalga geçecekken amfiye giren Erdal Hocayla susmak zorunda kaldı. İyi de oldu.
Yaklaşık bir saat süren ders sonunda bitmişti. Erdal Hocaya yakalanmamanın mutluluğu ile oturduğum sıradan ayağa kalkıp eşyalarımı topladım. Yanımda Mert ve Müjde'yle çıkışa doğru ilerlerken arkadan biri ismimi seslendi. "Göksu Dere, yanıma gel." Bu ses Erdal Hocanın sesiydi. Hay ben şom ağzıma ve şansıma...
İçimden dualar ederek arkama döndüm ve son derece mantıklı o soruyu sordum. "Bana mı dediniz hocam?"
Erdal Hoca kısa bir an amfiye göz gezdirdi, sonra tekrar bana döndü. "Senden başka Göksu Dere göremiyorum." diye o da mantıklı cevabını söyledi.
El mahkum yavaş adımlarla yanına doğru giderken Mert'in sesini duydum. "Merak etme helvanı fıstıklı yapacağız. Ben senin yerine de bol bol yerim."
Ters bakışımla ona baktım ve ilerlemeye devam ettim. Erdal Hocanın yanına gittiğimde, "Buyurun hocam?" dedim.
"İnsanlar uyumadan önce neden alarm kurarlar?" diye sordu.
"Anlamadım?" diyerek mantıklı sorularıma bir yenisini ekledim.
"Soru basit aslında." dediğinde mecburen sorduğu soruya cevap verdim.
"Erkenden kalkıp gidecekleri yere geç kalmamak için." dedim.
"Sen en son ne zaman alarm kurdun?" Hocam konuya direk girseniz bana ecel terleri döktürmeseniz. Yine el mecbur cevap verdim. "Dün akşam uyumadan önce."
Sonunda asıl konuya giriş yaptı. "Peki sen bugün neden geç kaldın?"
Ne desem? Nasıl desem? Ben alarmı en az beş kez erteledim diye. Yarım saat içinde hazırlanıp bir de otobüse yetişip geldiğimi. Tabiki de bunu söyleyip kendimi daha fazla rezil etmeyeceğim.
"Ben geç kalmadım ki hocam. Ben amfiye girdiğimde siz daha gelmemiştiniz." dedim.
"Yanımdan bütün koşuculara taş çıkartacak derecede koşup gittiğin için olabilir mi?" dediğinde kendimi rezil mi etseydim diye düşündüm. En azından öyle daha az rezil olurdum.
Gözlerimi amaçsızca etrafta dolaştırdım. İnkarı bırakıp kabul ettim. "Olabilir." dedim.
Erdal Hoca arkasındaki masadan dosyaları aldı ve yanımdan uzaklaşmadan şunları söyledi. "Koşucu olacaksan yanlış yerdesin. Gözüme batmanı tavsiye etmem." dedi ve gitti. Tavsiyeniz uyacağıma emin olabilirsiniz hocam zira ben de o göze batmak istemem.
Derin ve rahat bir nefes alarak boşalan amfide çıktım kapının önünde beni bekleyen Mert ve Müjde'nin yanına ilerledim.
"Ölü müsün, diri mi?" diye soran Mujde'ye, "Yıkılmadım ama ayakta da değilim." diyerek durumumu bildirdim.
Mert araya girerek, "Bir dahaki derse yarım saat var. Hadi karşıdaki kafeye gidip kahve falan içelim. Hem senin durumunla biraz da orada dalga geçeriz." dedi. Müjde'yle benim arama geçip kollarımıza girerek bizi yönlendirdi.
Bende ona söylenmekle meşgulüm. "Sen ne biçim arkadaşsın be? Teselli vereceğine utanmadan bir de dalga geçeceğim diyorsun."
"Tatlım ben arkadaşlarının yanlışlarıyla dalga geçip sonra aynı yanlışları kendi yapan bir arkadaşım."
"Gülme komşuna gelir başına sözünü sen arkadaşa uyarlayıp, gülme arkadaşına gelir başına yapmış yani." dedi Müjde.
"Keşke yapmakla kalsa. Bu o sözün vücut bulmuş hali." dedim.
Üniversitenin karşısında olan kafeye gelip cam kenarında bir masaya oturduk.
Yanımıza bir garson gelerek, "Hoş geldiniz, ne alırsınız?" diye sordu. Bolca şans, biraz akıl, biraz da fikir... Demek vardı ama burada da kendimi rezil etmek istemedim.
"Ben latte istiyorum." dedim. Benden sonra Mert, "Ben Ice Americano istiyorum ona da latte getirebilirsiniz." diyerek kendi siparişini ve Müjde'nin siparişini de vermişti.
Yanımızdan uzaklaşan garsondan sonra, "Sen benim ne içeceğimi nereden biliyorsun? Benim canım belki başka bir şey istiyor, bir de benim yerime sipariş veriyorsun." diye Mert'e kızdı Müjde.
Haklıydı onun ne içeceğini nereden biliyordu? Tamam üç senedir arkadaş olabiliriz ama ben bu kadar tanımıyorum Mujde'yi. Yoksa düşündüğüm şey olabilir mi? Yoksa müjdeli bir haber mi geliyor? İma dolu bakışlarımı ikisini de taradı. Çatık kaşlı Müjde'den çok ümidim yoktu ama Müjde'ye baktığında gözlerinin içi bile gülen Mert'ten çok umutluyum.
"Ne çemkiriyorsun kızım. O kadar yıllık arkadaşız bir zahmet ne sevdiğini bileyim." dedi Mert.
Düşündüğüm şeylerden emin olmak için konuya ben de dahil oldum. "Ben ne seviyorum mesela erkek kankam?"
Bana döndüğünde yüzümde imalı bir gülüş vardı. Bu gülüşüm sebebini anladığındaysa kısık sesli bir küfür mırıldandı ama durumu batırmamak için aklına ilk gelen şeyi söyledi. "Çay." dedi.
"Sallamadan önce bir dua etseydin belki tutardı. Ben çay sevmem zorunda kalmadığım sürede içmem." dedim.
Tekrar şansını denedi. "Türk kahvesi?"
"Sınav zamanları uyumamak için evet geri kalan günlerde hayır. Yani istisnalar kaideyi değiştirmez. Onu da çok sevmiyorum."
"Zıkkımın kökü suyu. Onu sever misin?" dedi hafif sinirlenerek.
"Onu da sevmem." dedim inadına. "Üç sene boyunca o kadar mesaimiz oldu benim ne sevdiğimi bilmiyorsun ama Müjde'ninkini çok iyi biliyorsun. Neyse Yüce Rabbim'in hikmetinden sual olunmaz. Neyseee." diyerek son kısmı imalı bir şekilde söyleyerek onu daha çok sinir ettim.
Onu köşeye sıkıştırdığım ve bir şeyleri anladığımı bildiği için kısık sesli bir küfür mırıldandı. Siparişlerimiz geldiğinde sessizce bir iki yudum aldık.
"Ee sen anlatsana Erdal Hoca ne dedi?" diye sordu Mert. Derbeder bir halde, "Derse geç kaldığım için yanından koşarak geçmiştim ya benim olduğumu anlamış. İnsanlar neden alarm kurarlar diye sordu. Ben de dedim ki; insanlar gidecekleri yere geç kalmamak için alarm kurarlar. Sonra ne dedi biliyor musunuz?" diye kısa bir an durarak onlara baktım.
"Ne dedi?" diye soran Müjdeydi.
"Sen en son ne zaman alarm kurdun dedi. Dün akşam uyumadan önce dediğimdeyse, bugün neden geç kaldığımı sordu. Bence hepiniz benim savunmamı merak ediyorsunuz."
İkisinin de ilgisini çektiği için konuşmadan beni dinliyorlardı. Onları fazla bekletmeden rezil oluşumu anlatmaya devam ettim. "Hocam ben geç kalmadım ben amfiye girdiğimde siz daha gelmemiştiniz dedim. İşte tam bu noktadan sonra rezil oluyorum Hoca dedi ki; yanımdan bütün koşuculara taş çıkartacak derecede koşup gittiğin için olabilir mi? O anda yerin dibine girme isteğini anlatamam. Birde koşucu olacaksan yanlış yerdesin, gözüme batmanı tavsiye etmem dedi. Of var ya bir kere daha geç kalırsam dilinden kurtulamam." dedim kendi halime daha çok üzülerek.
Tabi benim aksime gülenler de vardı. İkisi de gülerken konuşan Mert oldu. "Geçmis olsun sana. Bir yıldız gibi kayman tek bir hataya bakıyor. Ola ki o hatayı yaptın kara deliğin dibini boylarsın." Durumumu evrensel olarakta özetlenmişti. Bundan sonra kendime alarm kombosu kurmam gerekecekti.
"Ya cidden siz ne biçim arkadaşsınız benimle birlikte durumuma ağlayacakken gelmiş biriniz benimle dalga geçiyor diğeriniz gülüyor. Arkadaşların yüz karasısınız." dedim sinirle.
Mert gülmeye devam ederken, "Öyle deme ben arkadaşlık görevimi yerine getiriyorum." dedi.
"Neymiş o görev?"
"İyi bir arkadaş olup, arkadaşımın yaptığı salaklıklara gülüp dalga geçiyorum."
"Aman ne iyi arkadaş. Her eve lazım cidden." dedim sonra imayla ekledim. "Neyse benim de dalga geçeceğim zamanlar gelir o zaman geldiğinde de çok iyi bir arkadaş olarak seninle bol bol dalga geçeceğim. İşte o gün geldiğinde bugünü hatırla ve de ki; öyle dalga geçilmez böyle dalga geçilir."
Müjde anlamasa da Mert ne demek istediğimi anlamıştı. Anladığını ettiği kısık sesli küfürden anlamıştım çünkü beni az çok tanıyorsa dediğimi yapacağımı bilir. Zamanı geldiğinde çok eğleneceğiz...
Müjde daha ılımlı yaklaştı. "Tamam canım sıkma canını. Dünyanın sonu değil ya hallederiz, bundan sonra daha dikkatli olursun."
"Atma o zehirli oku ya. 'Dünyanın sonu değil ya hallederiz' diyince bana bir rahatlama geliyor hiç bir şeyi umursamıyorum." dedim. Ben stresli bir zamanda ufacık rahatlayınca ipin ucunu öyle bir bırakıyorum ki yakalayabilene aşk olsun.
"Göksu sen de teselli beğenmiyorsun ama balım." dedi Müjde ne diyeceğini bilemez bir halde.
Tam bu sırada araya Mert girdi, "İşte bu yüzden teselli vermeyeceksin dalga geçeceksin." dedi. Yok mu bir boks eldiveni falan şu çocuğun ağzının ortasına bir tane vurayım. Boks eldiveni şart elimi seviyorum hasar almasını istemem.
Konuyu kapatmak için, "Tamam ya paniğe mahâl yok ben halledeceğim. Yaparım ben ya. Hem ne kadar zor olabilir ki sabahın köründe kalkıp, sıcacık yatağını bırakmak?" dedim.
Yine araya Mert girdi, "Dedi ve yarın sabahta geç kaldı." diyerek azıcık olan motivasyon kaynağımı da elimden aldı.
"Sen bir sussana ya. Kız ne güzel kendini motive ediyor sen ne diye kızı bozuyorsun ki." diye ona kızdı Müjde. Konuş kız ballı lokumum.
"Ne kızıyorsun ya. Siz bak ikiniz koalisyon olup beni dışlamaya başladınız. Yakında depresyona gireceğim. Nerede Yiğit? Derse de gelmedi zaten çağır onu bundan sonra onunla takılacağım siz de görün." dedi ciddi ve tripli bir halde.
Yiğit benim sevgilim oluyordu. Aslında son günlerde çok sevgili gibi değildik çünkü kendisini aradığımda genellikle ulaşamıyordum. Beş ay önce sevgili olmuştuk ve o zamanlar güzeldi. Beraber sinemaya giderdik, bazen arkadaşlarımızla bazen ikimiz kahve içmeye gelirdik. En azından o zaman aradığımda ya da mesaj attığım da ulaşabiliyordum. Şimdiyse o bile yoktu. Bende bir yerden sonra aramayı da mesaj atmayı da bırakmıştım.
"Bana hiç sorma, benim kendisinden en ufak bir fikrim bile yok." dedim.
"Siz nasıl sevgilisiniz lan? İkinizin de birbirinden haberi yok. Benim sevgilim olsa her saat başı arar nerede olduğunu öğrenirim." dedi hayretle.
Kahvemden bir yudum aldım. Masada çok ilginç bir şey varmış gibi masaya bakıyordum. "Belki de çoktan bitti." dedim kendi kendime konuşur gibi.
Müjde, "Sen niye hep bu kızın moralini bozuyorsun ki. Her zaman birbirlerinden haberleri olacak diye bir şey yok. Ayrıca senin bu yüzden sevgilin yok, her saat başı arayan hir sevgilim olsaydı çoktan ayrılmıştım." diye kendi fikrini belirtti ama ben onları dinlemiyordum artık. Kahvemi içerken ilişkimizi sorgulamaya başladım. Mesela ayrılsak üzülür müyüm? Şu anda da çok sevgili gibi değildik o yüzden bence bir şey fark etmeyecekti. Üzülür müyüm diye kendime sorduğumdaysa cevap beklemediğim kadar netti. Hayır, üzülmezdim. Peki cevap bu kadar netken neden zorluyordum ya da neden hâlâ sevgiliydik? İşte bunu bilmiyordum.
Kendi düşüncelerime dalmışken yanımdaki sandalye geriye doğru çekildi ve biri yanıma oturdu. Baktığımda Yiğit'in geldiğini gördüm.
Mert, "Sen yaşıyor muydun lan? Biz de tam senden bahsediyorduk." dedi. İyi insan lafın üzerine mi demeli ya da tam tersi olanı mı?
Mert'i umursamadan bana yaklaştı yanağımı öpecekken kafamı cama çevirdiğim için öpemedi. Neden bilmiyorum ama rahatsız olmuştum.
Yiğit "Bir sorun mu var?" diye sorduğunda bu sorunun bana olduğunu biliyordum.
"Yok." diye geçiştirme bir cevap verdim.
Fazla üstlemedi. Az önce Mert'in dediğine itafen, "Benden neden bahsediyorsunuz ki?" diye sordu.
Mert parmağıyla Müjde'yi ve beni işaret parmağıyla göstererek, "Bu ikisi koalisyon olup beni dışlıyorlar. Bundan sonra ikimiz birlikte takılıyoruz ve bizde onları dışlıyoruz." dedi.
"İlgiye mi ihtiyacın var kardeşim ne bu tripler?" dedi Yiğit'de alayla.
Yiğit'in aksine Mert ciddiydi, "İhtiyacımı giderecek misin?" diye sordu.
Yiğit, "Lan bir siktir git. Deli misin nesin?" dedi tersleyerek.
Mert'te gözlerini devirdi. "Ne fesatsın lan sen. Ben o anlamda mı dedim?"
Onların konuşmasını bölen Müjde oldu. "Gençler bir sonraki derse on dakikadan az kaldı. Gidelim hadi."
Yavaştan ayaklanmaya başladık. Çantamı koluma taktığımda Müjde yanıma gelmiş ve koluma girmişti. Biz önden, Mert ve Yiğit'de arkamızdan geliyordu.
Kasaya geldiğimizde çantamdan cüzdanımı çıkarttım. Arkadan Yiğit'in sesini duydum. "Ben öderim siz zahmet etmeyin." dedi. Onu umursamadan çıkarttığım parayı kasadaki kıza uzattım. "Bir tane latte." dediğimde kız güler yüzlü bir halde parayı aldı.
Arkama döndüm. "Kendi içtiğim kahvenin parasını kendim veririm. Sen zahmet etme." dedim.
Önüme döndüğümde Müjde'de parasını ödemişti. Kol kola Müjde'yle dışarı çıktık. "Ben ne yaptım şimdi?" diyen Yiğit'in sesini duydum. Çok bir şey yapmadım canım ya aradığımda açmadın, mesaj attığımda geri dönmedin. Şimdi bir zahmet kendi kahvemin parasını kendim ödeyeyim.
Üniversiteye dönerken Müjde arkamızda kalan erkeklere kontrol etti ve bana döndü. "Anlat bakayım?"
Kaşlarımı çattım, "Neyi?" diye sorduğumda bana gözlerini devirdi. "1.Dünya Savaşının nasıl çıktığını?" dedikten sonra asıl konuya girdi. "Sizin Yiğit'le aranız mı bozuk?"
Derin bir of çektim. "Çok mu belli?"
"Size bakan bir insan kör ve sağır değilse aranızdaki buzları pardon buz dağlarını görür." dedi abarttıyla. "Anlat hadi ne oldu?"
Anlatmazsam beni bırakmayacağını bildiğim için anlatmaya karar verdim. Hem belki rahatlarım. "İlk zamanlardaki gibi değiliz. O zamanlar ya baş başa ya da sizinle birlikte bir şeyler yapıyorduk. Ben aramasam o arıyordu, o aramasa ben arıyordum ama şimdi öyle değiliz. Bırak baş başa bir şeyler yapmayı şimdi ben aramasam mesaj atmasam aklına bile gelmeyeceğim yani o derece. Sevgili gibi değilde arkadaş gibiyiz. Karşıdan biri önce ilk zamanlarımıza baksa sonra da şimdiki halimize baksa der ki bunlar ayrılmış."
Beni dinledikten sonra kendi yorumunu yaptı. "Valla ne yalan söyleyeyim ben öyle düşündüm. Ayrıldınız bize haber vermediniz zannettim."
"Bu gidiş onu gösteriyor." dedim.
"Peki ayrıldığında ne hissedersin? Üzülür müsün?"
"Bunu ben de kendime sordum ve cevap üzülmem oldu biliyor musun? Baksana çokta sevgili gibi değiliz. Ayrılsak netliğe kavuşacak yani." dedim.
Kolumu sıvazladı. "Bu senin hayatın seçimlerine, kararlarına karışacak değilim ama şunu söylemek istiyorum. Mutlu etmeyen ilişki insanı yıpratır bunu unutma. Ne karar verirsen ver ben senin hep yanında olacağım." dediğinde ona daha sıkı sarıldım. Bu devirde iyi arkadaş bir nimetti. Sizi anlayan, sizi tanıyan ve her kararınız da arkanızdan da olan bir arkadaş alınmış en güzel hediye gibiydi.
Üniversitenin bahçesine girerken neşeyle, "O zaman kötüyü düşünmeyi bırakıyoruz ve pozitife doğru yöneliyoruz." dedi.
"Nasıl olacakmış o?"
"Cumartesi günü meditasyon yapmaya gidiyoruz. Benim arada sırada gittiğim bir yer var. Derslerini genelde çimenli alanlarda yapıyor oraya gideriz. Temiz hava alıp kafamızı boşaltılırız. Fena mı olur?" dediğinde çok hevesli görünüyordu. Ben onun kadar hevesli olmasam da belki iyi gelir düşüncesiyle teklifini kabul ettim.
"Tamam gideriz." dediğimde bana sarıldı. "Kimin arkadaşı bu?" diye daha sıkı sarıldı.
Biz hızımızı alamayıp dedikodu yapa yapa yürürken erkekleri bayağı arkada bırakmıştık.
"Ee hep benden konuştuk biraz da senden konuşalım. Senin hayatın nasıl gidiyor, yok mu birileri?" dedim. Hazır erkekler arkada kalmışken bir ağzını aramak istedim. Bariz bir şekilde belli olan Mert'in Müjde'ye karşı olan hisleri vardı. İkisi de benim arkadaşım ve ikisinin de mutlu olmasını isterim. Bu konuda üzerime düşen ne kadar çöp çatanlık varsa yapabilirim. Benimki biraz terzi kendi söküğünü dikemez hesabı oldu ama neyse.
Nazlı nazlı, "Var aslında biri ama kesin bir şey olamadan söylemek istemiyorum." dedi.
Şüpheyle gözlerim kısıldı. "Benim neden haberim yok acaba? Kim bu 'gizemli biri'? Tanıyor muyum? Hiç belli de etmiyorsun. Biraz anlat ya." diye ısrar ettim.
"Bu sefer kesin bir şey olmadan söylemek istemiyorum." dedi.
"Nazar değmesinden mi korkuyorsun yoksa?" diye sordum. Sonra kendimi düşündüm, "Ben içtiğim suyu bile anlatıyorum acaba bana da mı nazar değiyor? Yoksa bu bahtsızlığımın bir açıklaması olamaz." diye bir öz eleştiri yaptım.
"Ya biliyorsun daha önceden olanları bu sefer kesin bir şey olmadan söylemek istemiyorum. Sonradan üzülmektense emin olarak hareket etmek istiyorum ama sana şunu söyleyebilirim tanıdığın biri değil. Belki görmüşsündür ama birebir konuşmuşluğunuz yoktur." diye küçük bir spoi verdi.
Mert'in hisleri benim tahmin ettiğim gibiyse ve Müjde'de hoşlandığı çocuktan emin olup bir hareket ederse Mert çok üzülecekti. Kavga etsekte Mert arkadaşımdı ve onu da en az Müjde kadar seviyordum bu yüzden ikisinin de üzülmesini istemem. Umarım ikisi içinde en hayırlısı neyse o olur.
"Okuldan biri yani?" diye bir tahmin yürüttüm.
"Evet ama başka bir şey söylemem." dedi net bir şekilde.
"Tamam tamam başka bir şey sormayacağım. Hayırlısı neyse o olsun." dedim kararına saygı duyarak.
Amfiye girdiğimizde peşimizden Mert ve Yiğit'de gelmişti. Konuşmaya fırsatımız olmadan hoca da gelmişti ve uzun soluklu bir derse giriş yapmıştık.
Ders bittiğinde hoca amfiden çıkmıştı. Arka sıramızda oturan Mert'in sesini duydum. "Allah'ım buna yaşamak denirse, evet yaşıyorum ama buna yaşamak denilmemeli, denilemez, denilmesi teklif dahi edilemez."
Çantasını toplayan Müjde, "Abartma ders boyunca uyudun. Horlama sesinden bir ara hoca bu tarafa baktı. Allah'tan kalabalıktı da fark edilmedin." dedi. Bu doğruydu hatta Mert kafasını ceketini koyup uyuduğu için yüzünde ceketinin izi çıkmıştı. "Ben abartmayayım da kim abartsın bir saat boyunca rahatsız bir pozisyonda uyudum. Ona da uyumak denilmez bu şerefsiz telefonunu masanın üzerine bırakmış. Bir sürü bildirim geldiği için telefonu titreşip durdu. Beynim kafatasımın içinde erik dalı açıp oynuyordu senin yüzünden." dedi sinirle Yığit'e dönerek.
Benim mesajlarıma dönme zahmeti göstermeyen adamın telefonuna üst üste bildirim geliyor. Yiğit'e baktığımda sağ eliyle sol bileğini ovuşturuyordu. Küçüklükten beri insanların hareketlerini izlerdim. Kimin hangi hareketi ne hissettiğinde yaptığını gözlemlemiştim. Yiğit'de bu hareketi genelde köşeye sıkıştığında ve stresli olduğu zamanlarda yapıyordu.
"Ya ne bildirimi olacak. İndirimde olan eşyaların bildirimi geliyor. Bildirimleri sessize almayı unutmuşum." dedi.
"O bildirimlerin sesi hiç açılmıyor ki." dedim ima ederek.
Yiğit ona söylediğimi bildiği için, "Anlamadım?" diye sordu.
Net bir şekilde konuşmaya karar verdim bu sefer. "Diyorum ki ben aradığımda ve mesaj attığımda geri dönmüyorsun. Döndüğünde de çok geç dönüyorsun. Herhalde bildirimlerinin sesi kapalı olduğu içindir."
"Duymamışımdır yoksa cevap verirdim biliyorsun." dedi saçma bir savunma yaparak.
"Yoo bilmiyorum ama benim de duymayacağım zamanlar gelir." dedim.
Uyku sersemi olan Mert bir taraftan esnerken, "Ne oldu ya? Ortalık bir anda gerildi." dedi.
Müjde topladığı çantasını koluna takarken, "Sanki fitili sen ateşlememiş gibi konuşuyorsun bir de." dedi Mert'e kızarak.
"Ben ne yaptım şimdi?" diye şaşkınca bize bakıyordu.
"Sen bir şey yapmadın." dedim Mert'e. Çantamı koluma taktıktan sonra, "Ben eve gidiyorum. Yarın görüşürüz." dedim.
Müjde'de çantasını alıp yanıma geldi. "Otobüs durağına kadar beraber gidelim."
"Tamam. Sen gelmiyor musun?" diye Mert'e döndüm.
"Yok benim bir işim var." dediğinde ısrar etmedim.
Yiğit'e bilerek sormadım çünkü içimde sormak gelmedi. Artık ne yaptığıyla ilgilenmiyorum.
Müjde'yle birlikte çıkışa doğru ilerledik ve amfiden çıktıkt . Normalde bu kadar sessiz durmazdık ama bu sefer ikimizden de ses çıkmamıştı.
Durağa geldiğimizde boş olan banka oturduk. "Siz Mert'le neden hep kavga ediyorsunuz?" diye sordum.
"Bilmiyorum. Bir araya geldiğimizde tartışmadan duramıyoruz." dedi. Gerçekten öyleydi ne zaman yan yana gelseler tartışmadan en fazla beş dakika duruyorladı.
"Biraz daha sakin olsanız bence hiçbir sorun kalmayacak ." diyerek kendi fikrimi söyledim.
"Bunu deneyeceğim ama başarılı olabileceğimi sanmıyorum." dediğinde gülüyordu.
Otobüsün geldiğini gördüğümde ayaklanmadan önce, "Biriniz ateş diğeriniz barut. Yan yana geldiğinizde alev almadan duramıyorsunuz." dedim.
"Benim alevim can yakar ama." dediğinde başka bir konudan bahseder gibiydi.
Bunun üstüne konuşamadan otobüs durağa gelmişti. Müjde'yle vedalaştıktan sonra otobüse bindim.
***
Sonunda eve gelebilmiştim. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra salona girdim. Çantamı koltuğa firlattıktan sonra bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım.
"Göknil." diye seslendiğimde ses çıkmamıştı. Daha gelmediğini düşünerek odama ilerledim. Üstüme rahat bir şeyler giyerek yemek hazırlamaya karar verdim.
Odamın önüne geldiğimde kapıyı açtım ve gördüğüm manzara beni çok büyük bir şoka soktu.
"Bu ne?" dediğimde arkamdan bir ses bağırarak, "Şakalandın!" dedi. Bu ses Göknil'e aitti.
Evet ilk bölümün sonuna geldik...
Nasıl buldunuz?
Hikaye ile ilgili ilk düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım.
Sizi seviyorum, kendinize dikkat edin❤
Bir sonraki bölümde şakalanmak üzere...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |