
Herkese merhaba,
Sekizinci bölüme hoş geldiniz.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.
Keyifli okumalar...
8:Akışa Bırak, Anı Yaşa
Dün karakoldan çıktıktan sonra yanlışlıkla başka bir suça daha karışmamak için doğruca eve gittik. Abim eve geldiğimizde bile Akın’ın yaptığı mangal teklifine söylenmeyi bırakmamıştı. Abime göre mangalın tek amacı karşılıklı barış imzalamak değildi. Akın’ın telefon numaramı istemesi üzerinede bir sürü söylenmişti.
Kafasında senaryolar kuruyor sonra bunlara inanıyor ve olmayan varsayımlarına inanarak bize söyleniyordu.
Akşam olduğunda Fenerbahçe'nin maçı olduğu için bizi azat ederek kendi halinde maçını izlemişti.
Elimiz boş gitmeyelim diye bizde Göknil’le mutfağa girmiştik. İkimiz de mutfakta o kadar iyi olmadığımız için Göknil hazır yufkadan börek yapmıştı bende tarifini internetten bulduğum kolay elmalı kurabiye yapmıştım. Mangalla elmalı kurabiye ne alaka diyebilirler fakat amaç eli boş gitmemekti. Çokta umurumda değildi açıkçası beğenmeyen yemesin. Hazırladıklarımızı paketledikten sonra odalarımıza çekilmiştik.
Sabah uyandığımızda kısa bir kahvaltı faslından sonra herkes yavaş yavaş hazırlanmaya başlamıştı. Normalde elbise fazla sevmememe rağmen bugün elbise giymek istemiştim.
Geçen ay aldığım ama giymeyip dolabın bir köşesine bıraktığım beyaz elbiseyi giyecektim. Ayak bileklerimin biraz üzerine gelen elbisenin sağ dizinden başlayan yırtmaçlı vardı. Kare yaka, balon kol yazlık elbisenin üzerinde minik minik sarı papatyalar vardı.
Elbiseyi giydikten sonra saçlarımı dalgalı bir şekilde yaptıktan sonra hafif bir makyaj yapıp takılarımı da taktım. Son olarak annemin hediyesi olan kolyeyi de takıp, parfümümü de sıktıktan sonra odamdan çıktım.
Kapıyı açar açmaz abimle karşılaştım elleri belinde, kaşları çatık, gözleri kısık bana bakıyordu.
Kafamı salladım ‘ne var’ der gibi. Aynı şekilde o da bana kafasını salladı ‘sende ne var’ der gibi. Bu döngü kısa bir an sürdü. En sonunda dayanamayıp, “Ne oldu ya? Kapının önünde dikilmişsin zebani gibi.” dediğimde hemen konuşmadı. Kısa bir an üzerimdekilere baktı.
Pozisyonunu bozmadan, “Girdin odaya bir saat çıkmadın? Bunun için miydi?” dedi beğenmeyerek.
Ona aldırmadan, “Evet bunun içindi. Ayrıca sen niye benim kapımın önünde bekliyorsun?” dediğimde burun kıvırarak, “Bir saatten beri seni bekliyoruz içeride. Süsün bittiyse çık artık şu odadan da gidelim şu mangala hemen bitsin.” dedi. Daha gitmeden geri dönmenin derdine düşmüştü.
“Süsüm bitti gidebiliriz.” dediğimde ters ters bana bakarak, “Pekte heveslin maşallah.” dedi. Cevap verince bir saat susmayacağını bildiğim için salona gittim.Salon boştu. Peşimden gelen abime, “Hani bir saattir beni bekliyordunuz? Göknil çıkmamış odasından daha.” dedim.
Koltuğa oturdu. “Ben bu kadınların süslenme merasimlerini hiç anlamıyorum ama biraz daha hazır olmazsanız gitmekten vaz geçeceğim.”
Göknil’in odasına doğru ilerlerken bir taraftan da abime laf yetiştiriyordum. “Siz erkekler gibi bakımsız bir şekilde ortada gezmektense, bir saat süslenmek daha iyidir. İyi ki kadınlar, yaşasın kadınlar!” Göknil’le koridorda karşılaşınca odasına gitmeme gerek kalmamıştı.
“Siz neyi tartışıyorsunuz yine?” diye sorduğunda elimi havada sallayıp, “Aman bilmiyor musun bizim her zamanki halimiz.” dedim. Daha fazla gecikmeden dün hazırladığımız yiyecekleri de alarak evden çıktık.
Abimin telefonuyla ilgilenirken bana döndü. “Senin arkadaşların mı ne varmış herhalde onlara da çağıracakmışsın. Akın Bey öyle arzu ettiler.” dedi son cümlesini de iğneleyici bir tonda söyledi. Akın, abime mesaj atmış olmalıydı. Abim, Mert ve Müjde’yle tanışmadığım için onları bilmiyordu. Yolda giderken ikisine de mesaj attım.
Abim önderliğinde Akın’ın gönderdiği konuma gelmiştik. Tek katlı, bahçeli bir eve gelmiştik. Bahçe kapısından geçerken bizi Aslı karşılamıştı. Güler yüzüyle, “Hoş geldiniz.” diyerek bizi karşıladı.
“Hoş bulduk. Geç kalmadık umarım.” dediğimde eliyle bahçenin arka tarafını gösterdi. “Yok yok. Bizimkiler kavga etmekten yeni yeni başlayabildiler hazırlamaya.”
“Ne kavgası?” diye sordu abim. Meraklı Melahat.
“Kimin mangalı daha iyi yaktığı kavgası. İsterseniz geçelim oraya.” diyerek bizi yönlendirdi. Arka tarafa doğru ilerlerken abim böbürlenerek, “Kavga etmelerine gerek yok beceremiyorlarsa ben yapabilirim.” dedi.
Koluna girerek sessizce konuştum. “Bakıyorum da ortama hemen ayak uydurdun.”
“Buraya kadar geldik aç dönmek isteme-“ Abim bir yere bakarken cümlesi havada asılı kaldı. Baktığı yere bende baktım ve bir adet Zeynep gördüm. Askılı tereyağ sarısı bir elbise giymişti. Yaza uyum sağlayan elbisesinin altında da rahat etmek için sandalet giymişti.
Abimin bakışlarına itafen, “Ağzını kapat ağzını.” dediğimde nihayet kendine gelebilmişti. “Ağaç.” dedi bir an o da ne dediğini anlamayarak. “Ne ağacı olduğunu anlamaya çalışıyordum da.”
“İstersen yanına git daha detaylı bak, anlayamamışsındır ne ağacı olduğunu.” Şaka ekibinin yanına geldiğimizde susmuştuk.
Akın, Kenan ve Bertan yanan mangalın başında dururken Zeynep hazırladıkları yiyecekleri bahçedeki masaya taşıyordu. Betül’de masada oturmuş telefona bakıyordu.
Bizi ilk fark eden ve diğerlerinin de dikkatlerini üzerimize çeken kişi Bertan olmuştu. “Ooo belalı kardeşler gelmişler. Affet abla ceket giymediğim için önümü ilikleyemiyorum.” dediğinde gözlerimi devirdim. Allah’tan nezarette biraz vakit geçirmiştim yani.
Takılmadan onun şakasına ayak uydurdum çünkü kötü niyetle söylemediğini az çok biliyordum. “Bu seferlik affediyorum bir daha olmasın.”
Herkes bu diyaloğa gülerken ortamın neşesini kaçıran kişi yine aynıydı. “Sen bir de yaptığınla övünüyor musun? Pes doğrusu! Akın olmasaydı sen oradan kurtulamazdın.” Bunu söyleyen Betül’den başkası değildi.
Söylediklerine takılıp sorun çıkarmak yerine alayla karışık, “O zaman iyi ki var Akın. Alkış!” dedim. Bertan ve diğerleri ban uyup alkışlarken bize uymayan iki kişi vardı. Biri abim, biri Betül. Abimin Akın’dan hoşlanmadığı bir gerçekti.
Betül istediği verimi alamadığı için, “Bu kadar rahatlık pes doğrusu. İnsan abisinin yanında çekinir.” dediğinde Akın’ı sinirlendirmeye başlamıştı. “Betül yeter artık!” diye uyardı Akın.
Abim, “Bir dakika şu konuya bir netlik kazandıralım. Ben onun çekineceği ve benden korkacağı biri değilim. Ben onun abisiyim ve kardeşlerimin her zaman yanındayım.” dedi. Helal be sana. Kardeşini de kendi ezer, kimselere ezdirmezmiş.
“Siz kardeşinizin yaptıkları şeyleri biliyorsunuz yani?”
“Evet.”
Ben girdim araya, “Tatlım hakkımda merak ettiklerin varsa abime sorabilirsin çünkü sandığının aksine ondan bir şey saklamıyorum.” dedim.
Akın bu duruma el atıp, Betül’ü uyardı. “Betül sorun istemiyorum.” Bunun üzerine Betül bir şey söyleyemedi. Betül dışında herkes tarafından hoş karşılandık. Herkes birbirine ve ortama o kadar hızlı uyum sağladı ki abim bile Akınların yanına gitti. Akın, Kenan, Bertan ve abim mangal başındayken Göknil ve bende kızlara yardım etmek için mutfağa gittik. Mutfakta Aslı ve Zeynep’ten başka bir kız daha vardı ve ben bu kızı yeni görüyordum.
Sarıya çalan kumral saçları orta boydaydı. Bizim geldiğimizi duyunca bize döndüğü zaman yüzünü görebildim. Açık kahve gözleri, düzgün ve bakımlı bir yüzü vardı. Güler yüzle bize bakarken, “Siz Şaka ekibi mağdurları olmalısınız. Kenan sizden bahsetmişti.” diyerek sohbeti başlattı. Anladığım kadarıyla Kenan’ın sevgilisiydi.
Zeynep bizi tanıştırmak için, “Nihal, Kenan’ın sevgilisi. Göksu ve Göknil’de bizim şaka yaptığımız kızlar. Ayrıca ikizler.” dedi.
Gülerek, “Bu şaka ekibi sizi de sinir krizlerine soktu mu?” dedi.
Kendimi göstererek, “Daha çok beni çünkü bana şaka yaptıran kardeşimdi.” dedim.
“Seni o kadar iyi anlıyorum ki Kenan'la bende bir buçuk yıl önce tanıştık. Nasıl tanıştık biliyor musun?” Cevap vermemi beklemeden anlatmaya devam etti. “Arkadaşım bana şaka yapmak için Kenan'lara başvurmuş bunlar benim evime gelip salonumu tavşanlarla doldurmuş. Doldurmuş derken abartmıyorum yirmi tane tavşan getirmişler. Küçükken ailemle hayvanat bahçesine gittiğimde tavşan beslemek isterken parmağımı ısırmıştı o gün bugündür tavşanlardan korkuyorum. Salonu öyle görünce çıldırdım. O sinirle Kenan’ın kamerasını kırmıştım.”
Geçmişe gitmiş gibi güldü. “Ne gündü ama. Yetmezmiş gibi birde beni ‘minik tavşanım’ diye kaydetmiş telefonuna.”
Güldüm. Anlaşılan tek kurban ben değilim. Nihal'le çabuk kaynaşmıştık. Erkekler dışarıda mangalı hallederken bizde mutfakta hazırlık yapıyorduk.
Aslı salata için domates doğrarken, “Ya bu mangal çok iyi oldu. İki taraf arasındaki buzların erimesini sağladı. Önceden ortalık gerilim hattı gibiydi bir kavga daha çıkacak diye aklım çıkıyordu.” dedi.
Zeynep'te ayran yaparken Aslı’yı onayladı. “Evet ya o kadar iyi oldu ki. Akın iyi ki sizi davet etmiş hem böylelikle herkes birbirini daha iyi tanımış olacak.”
Göknil’le ben getirdiğimiz börek ve kurabiyeyi servis tabaklarına alırken, “Açık konuşmam gerekirse size kanım ısındı keşke daha normal şartlar altında tanışsaydık.” dedim.
“Göksu bunu söylüyorsa gerçekten sizi benimsemiştir çünkü o insanlarla içli dışlı olmayı sevmez. Koskoca üniversite hayatını iki arkadaşlarıyla geçirdi ve başka arkadaş edinmedi.” dedi Göknil. Bu konuda haklıydı hayatıma giren çıkan insanlar olmuştu ama sadece benimsediğim insanların yanında kendim olabiliyorum.
Yeteri kadar ilgi odağı olduğum için konuyu farklı yere çektim. “Ya merak ettim bu ev kimin?”
Aslı cevap verdi. “Akın’ın evi. Ailesi Adana’da, tek yaşıyor burada.”
“Ekibin kurulma yıldönümünde hep burada mangal yaparız. Tuhaf ama bizim için gelenek gibi bir şey.” diye ekleme yaptı Zeynep.
Merakla, “Ne zaman kurdunuz bu ekibi ve kimin aklına geldi?” diye sordum.
“Dört yıl önce Akın kurdu. Akın ve Kenan daha önceden de arkadaşlar zaten ikisi sayesinde kuruldu. Akın çok karışmaz ama böyle daha çok arka plandaki sorunlarla ilgilenir.”
Gülerek, “Bunu tecrübe ettim.” dedim. Çünkü ona en büyük sorun ben olmuştum galiba.
Zeynep’in aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. “Bak şimdi aklıma geldi. Bu zamana kadar bir sürü insana gelen teklifler üzerine şaka yaptık ama hiçbirine Akın gelmedi. Sana yapacağımız şaka için geldi bir tek.” Doğru hatırladığından emin olmak için Aslı’ya sordu. “Öyle değil mi?”
Aslı’da şaşkınlıkla onayladı. “Sen söylerken düşündüm ama daha önce şaka yaparken gelmedi. Bir tek Göksu’ya geldi.” Bu beni neden heyecanlandırmıştı?
“Tesadüf.” dedim sadece.
İlgiyi benden almak isterken daha çok üzerime çekmiştim. Bu sefer hedef şaşmaması için direk Aslı’ya döndüm. “Sen Bertan’ın teklifini kabul ettin mi?”
Sıkıntıyla ofladı. “Etmedim ama hala peşimden dolanıp duruyor. Ya biz arkadaştık nasıl böyle bir şey hissetti bana karşı anlamıyorum.”
Mert ve Müjde’den sonra bir de listeye Bertan ve Aslı eklenmişti. Herkesin birer birer kısmeti açılıyordu maşallah.
Göknil’e bu konudan bahsettiğim için konuya hakim sayılırdı. Göknil, “Geçen internette gördüm araştırmaya göre arkadaşlıktan sevgililiğe dönen ilişkiler daha sağlam oluyormuş. Hatta evliliğe kadar gidiyormuş.” dedi.
Aslı ateş basmış gibi eliyle kendini yelledi. “Yani olsa bile nasıl olacak ki. Ben fazla panik o fazla rahat. İki zıt kutubuz.”
Kızlarla planlamış gibi, “Zıt kutuplar birbirini çeker.” dedik. Aynı anda söylediğimiz için güldük.
Aslı’nın bu konuda cesarete ihtiyacı olduğunu düşünerek, “Bence olup olmayacağını denemeden bilemezsin. Belki de siz birbirinizi dengeleyeceksiniz.” dedim.
Konuşarak mutfaktaki işimizi bitirdik. Hazırladığımız tabakları dışarıdaki masaya taşıdık. Erkeklerde bu arada mangalın başında kavga ederek etleri pişiriyorlardı.
İlk önce Mert sonra da Müjde geldi. İkisi de aralarındaki şeye bir çözüm bulamadığı için hala konuşmamayı tercih ediyorlardı. Yani daha doğrusu Müjde konuşmuyordu, Mert'te üstüne gidip sık boğaz etmek istemiyordu.
Mert erkeklerin yanına giderken, Müjde’de yanımıza oturdu.
Bertan bu işin ehli gibi eline aldığı maşayla etleri çevirirken bize döndü. “Ne bu haliniz ya üzerinize ölü toprağa atılmış gibi. Açın bir müzikte keyfimiz yerine gelsin.”
Akın kızarak Bertan’ın elinden maşayı aldı. “Çevirip durma lan şunları daha pişmediler.”
“Aman be sende her şeye kızıyorsun.” diyerek üste çıktı.
Berten eve gidip geldi. Elinde taşınabilir bir hoparlörle geri geldi. Telefonunu bluetooth ile hoparlöre bağladıktan sonra bir müzik açtı.
“Bu şarkı teklifime cevap vermeyen o kıza gelsin.” Aslı’ya bakıp mesajı yeterince açık değilmiş gibi, “Sana gelsin.” dedikten sonra şarkı arkada çalarken kendisi de söylemeye başladı.
Çok kararlısın kalbimi çıra gibi yakmaya, niye?
Duvar çekiyorsam yanıyorum için için, bitti işim.
Saklar mı yüreğin, yüreğimi içinin her yerinde?
Eski kelimeler döndürüyor başımı sen söylediğinde
Korkular, arzular
Nasıl başım dar bilsen şaşarsın, yâr
Her yerin kördüğüm
Dolaşık ipin ucunu bul çözeyim
Aslı gözlerini kaçırsa da Bertan inatla ona bakıyordu. Şarkının bu kısmını sesini yükselterek söylemeye devam etti.
Her ayrıntım sayıklıyor
Sükunetim deliliğimden
“Aşk yok olmak”, diyor biri
Yâr, ben yokum, yok zaten
Ayyaş ruhum sayıklıyor
Her zerrem sende çarpıyor
Aşk yok olmaksa şimdiden
Yâr, ben yokum, yok zaten
“Komşular şikayete gelirse ben yok edeceğim seni!” dedi Akın arkadan.
Bertan, Akın'ı umursamadan Aslı’nın yanına gitti bir cesaret elini ona doğru uzattı. Hepimiz onlara bakarken Aslı kararsız gözlerle bakıyordu.
Bertan inatla elini çekmezken Aslı en sonunda pes ederek Bertan’ın elini tuttu. Bu aşka bir şans vermeye karar vermişti. Bertan şaşkınlığını saklamadan bayılır gibi bir hareket yaptı. Hepimiz onun bu haline gülerken onları izliyorduk.
Bertan, Aslı’yı elinden tutarak ortaya çekti ve şarkıyı söyleyip dans etmeye başladılar.
Bertan elini Kenan ve Nihal'e doğru salladı. “Hadi hadi sizde gelin!” Burada ki tek çift onlar olduğu için onlarda dansa katılmıştı.
Bin çalıntı aşk tecrübesi bakıyordu gözlerime, ah
Soru soruyorsam tuzağına düşeceğim, bana günah
Saklar mı yüreğin yüreğimi içinin her yerinde?
Eski kelimeler döndürüyor başımı sen söylediğinde
Korkular, arzular
Nasıl başım dar bilsen şaşarsın, yâr
Her yerim kördüğüm
Dolaşık ipin ucunu bul çözeyim
Şarkı çalmaya devam ederken iki çift gülerek dans ediyorlardı. Geride kalan bizlerde gülerek onları izliyorduk.
Şarkı bittiğinde Bertan hemen Aslı’nın elini tuttu. “Bim bam bom çatlasın düşmanlar benimde artık bir sevgilim var.” dedikten sonra hepimize burun kıvırarak baktı. “Bundan sonra bekarlarla konuşamam. Siz böyle besbekar gezin ortalıkta.”
Akın girdi araya, “Lan oğlum evlenmiş gibi konuşma. Belki kız ileride senden bıkacak ayrılacak.” dediğinde Bertan umursamadı.
“Bir kere elimi tuttu artık ayrılmak falan yok. Ayrıca evlenmesek bile biz bak dikkatini çekiyorum biz ilk adımı attık. O ilk adımı atamayanlarda var.” dedi.
Akın ağzının içinden bir şey söyledi ama kimse anlamdı. Bertan dışında çünkü o Akın’ın inadına yapar gibi gür bir kahkaha attı.
Akın, “Orada duracağına buraya gel de şu etleri al.” dedi Bertan'a.
“Sevgilimin yanından ayrılamam. Bekar birini bul.” diyerek Aslı’yla birlikte köşedeki hamağa ilerledi. “Abartmasan mı acaba? Elini tuttum sadece teklifine bir şey demedim.” diyen Aslı’yı duydum.
“Ha elimi tutmuşsun ha evet demişsin aynı şey. Duygularımla oynamana izin vermem hanım.” diye cevap verdi. İkisi el ele bizden uzaklaşıp hamağa gittiler.
“Bizden sonra aşkını ilan eden bile mutlu mesut oldu. Biz yüzünü bile doğru düzgün göremiyoruz.” diyen Mert'i duyan sadece ben ve Göknil değildik. Müjde’de onu duydu ama bir şey demeden yerinde rahatsızca kıpırdandı.
Nihal bana seslendi. “Göksu masanın üzerindeki tabağı Akın’a götürür müsün? Ben mutfaktan köfteleri getireyim.”
Tam tabağı alacakken Betül benden önce davranarak tabağı aldı. “Sen otur. Ben götürürüm.” dedi.
“Sen duman kokusu sevmezsin ki. Mangalın yanına bile gitmezsin.” dedi Zeynep.
“Alt tarafı bir tabak götüreceğim abartma.” diyerek Akın’ın yanına gitti. Arkasından ters ters baktım. Yaptığını önemsememem gerekiyordu ama saçma bir şekilde sinirlerimi bozmuştu.
Tabağı Akın’a verdikten sonra özellikle bizim duymanızı ister gibi, “Bu mangalı her sene ekiple yapardık. Başka birilerini çağırmadan.” dedi.
Akın ondan tabağı alarak etleri koydu.
“Bu senede ben böyle olmasını istedim. Kimseyi burada zorla tutmuyorum rahatsız oluyorsan gidebilirsin.” Akın açık sözlülüğü karşısında bir şey diyemedi. Bize gönderme yapmak isterken kendi kuyusunu kazmıştı.
Akın’dan destek bulamayınca bu seferde duygu sömürüsü yapmaya başladı. “Bana neden böyle davrandığını anlamıyorum? Önceden böyle değildik biz.”
Diğerleri kendi hallerinde takılırken ben onları dinlemekten kendimi alamıyordum. Önceden böyle değildik biz derken? Daha mı samimiydiler yani?
“İddia ettiğinin aksine önceden de sana karşı böyleydim. Seninle arama koyduğum mesafe senin tavırların yüzünde. Farkında değil miyim sanıyorsun? Ne zaman insanların içine çıksak sanki sevgiliymişiz gibi imaj çiziyorsun. Her defasında yanlış anlaşılmayı düzeltmeye ve seni bu konuda uyarmama rağmen buna devam ediyorsun. Bu durum beni rahatsız ediyor. İnsanlara olmayan ve olmayacak bir şeyi lanse etmekten vazgeç.”
Akın ekleme yaparak, “Ayrıca burada onların gelmesinden rahatsız olan tek kişi sensin. Onlar gelince durmadan sorun çıkarıyorsun. Ben onlarla yeniden bir başlangıç yapıp, aramızdaki sorunları çözmek istiyorum.” dedi.
Betül bu konuşmayı sindirememişti. “Bunca zamanlık arkadaşlığımızı rağmen beni kovuyorsun öyle mi?”
Akın, “Sorun çıkarmaya devam edip onları rahatsız edecek davranışlarda bulunmaya devam edersen bana başka bir şans bırakmıyorsun.” dediğinde Betül sinirle ayağının tekini yere vurarak, “Bende giderim o zaman ama bu yaptığını da unutmam.” dedi ve Akın’ın yanından uzaklaşarak eve doğru ilerledi.
Nihal, Betül’ü görünce, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
“Kovulduğum yerde durmam.” dedi evin içine girerek.
Nihal anlamayarak Betül’ün arkasından bakıyordu. “Neler oluyor?”
Akın bıkkınlıkla burnundan bir nefes vererek, “Bir şey olduğu yok onunla bir konuşma yapmam gerekiyordu. Söylediklerim hoşuna gitmedi.” dedi.
Evden, bahçeye çıkan Zeynep’te şaşkınlıkla, “Betül çantasını alıp gitti.” dedi.
Aslı’nın yanında oturan Bertan cevap verdi. “Belli ki yine bir şeyleri çekememiş.” dedi ve konuyu dağıttı. “Hadi ya olmadı etler ben ve sevgilim acıktık.”
Akın sabır çekerek Bertan'a döndü. “Çok acıktıysan kalkta yardım et.” Bertan yardım etmeye yanaşmayarak, Aslı'yla konuşmaya devem etti.
Abim sıcaktan yanmış gibi elini yüzünün yakınında sallarken, “Su var mı? Hava çok sıcak.” dedi.
Zeynep, “Ben soğuk bir su getireyim.” diyerek içeri girdi.
Zeynep çok geçmeden eli boş geri geldi. “Damacanadaki su bitmiş yetmezmiş gibi sularda kesilmiş.”
“Gidip su alalım o zaman.” dedi Akın ardından Bertan'a döndü. “Bertan kalk su alıp gel hadi.”
“Ben niye gidiyorum ya?” diye söylendi.
“Çünkü ben mangalın başındayım, Kenan'ın da bileği sakat. Geriye bir tek sen kalıyorsun.”
“Yooo. Görkem var ya.” dedi Bertan biraz daha Akın’ın sinirleriyle oynayarak.
Akın ise misafirlikte çocuğunu kızan anneler gibi kaşlarını çattı. “Onlar misafirler. Misafiri su almaya mı gönderiyorsun lan?”
Abim girdi araya. “Sorun değil ben alır gelirim.”
“Bende geleyim seninle o zaman yolu gösteririm.” dedi Zeynep.
Abim ise anlayamadığım bir hevesle seve seve kabul etti. İkisi birlikte bahçeden çıkarak gözden kayboldular.
Abimler gittikten sonra Akın beni yanına çağırdı. “Göksu buruya gelir misin?”
Herkesin dikkati bana dönerken bakışlar altında oturduğum sandalyeden kalktım. Bir araya geldiğimiz her an kavga çıktığı için bana bakmakta haklıydılar. Ağır adımlarla Akın'ın yanına gittim. Yanına gelene kadar bana baktı.
“Ne oldu?” diye sordum.
“Aramızdaki sorunları hallettiğimizi düşünüyordum.”
“Ne alaka şimdi bu. Bunu söylemek için mi yanına çağırdın?” diye sorduğumda mangalla uğraşmayı bırakıp tamamen bana döndü.
“Çünkü ben aradaki buzları çözmeye çalıştıkça sen hep tetikte duruyorsun.”
Sağ elimi belime koyarak bende ona döndüm. “Demek ki bana böyle hissettiriyorsun ki seninle konuşurken beynim hep bir atak halinde.”
Bir adım yaklaştı ve başını aşağıya eğerek yüzlerimizi denk getirdi. “Benimle konuşurken beynini devredışı bırakıp,” dedi ve cümlesini tamamlamadan kısa bir süre gözlerimin içine baktı. Gözlerimin içine dikkatle bakarken anlamadığım bir şekilde heyecanlanmıştım. Gördüğü şeyden memnun olmuş gibi hafif bir tebessümle cümlesini tamamladı. “Kalbini devreye sokabilirsin emin ol o seni yanıltmaz.”
Ne diyeceğimi bilemeden öylece kaldım. “Ne demek şimdi bu?” diye sordum zar zor.
“Bu kadar atak halinde olma. Akışa bırak, anı yaşa.”
Kendimi kaptırmadan bir adım geri çekildim. “Tavsiye için teşekkürler.” dedim ve konuyu değiştirdim. “Beni ne için çağırmıştın?”
“Şu tabağı masaya götürür müsün diyecektim?”
Et dolu tabağa baktım. Bunun için mi çağırmıştı yani? Bana bakarken şaşkın halime alttan alttan gülüyordu.
“Tabağı masaya götürmem için çağırdın yani?” dedim soru sorar gibi.
“Evet. Sen ne zannettin ki?” diye sorduğunda saçma bir şekilde panik olmuştum. Panik olduğumu belli etmeden, “Sen ne zannetmemi bekliyordun ki?” dediğimde kafasını eğerek güldü.
“Böyle devam edersek çıkmaza gireceğiz.”
“Ben en iyisi tabağı götüreyim.” dedim ve tabağı elime alır almaz kaçar gibi gittim.
Masaya geldiğimde Müjde ve Mert'in arasında hararetli bir tartışma vardı.
Tartışmanın ortasına denk gelmiştim. Müjde sinirle, “Siz erkekler sevmenin ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Sizin bildiğiniz en iyi şey kalp kırmak, sonra da hiçbir şey yapmamışsınız gibi arkanızı dönüp gitmek. Siz gerçekten sevmek ne demek bilmiyorsunuz!” dedi. Müjde'nin hayatına giren erkekler onu hep üzdüğü için bütün erkekleri öyle sanıyordu.
Mert ne kadar kontrolünü sağlamaya çalışsa da Müjde’nin onu yanlış tanımasına sinirleniyordu.
“Ben mi sevmenin ne demek olduğunu bilmiyorum? Ben seni senin haberin yokken sevdim. Sana söylemedim çünkü benden uzaklaşmandan korktum. Korktuğumda başıma geldi. En azından önceden yüzünü görebiliyordum şimdi benim olduğum hiçbir yere gelmiyorsun, gelsen de yok sayıyorsun. Sence ben bunları hak ediyor muyum? Beni diğer erkeklerle de kıyaslayıp durma. Bugüne kadar seni incitecek bir şey yapmadım, bundan sonrada yapmam.”
İkisi de gittikçe yükseliyordu. Birbirlerini daha fazla kırmadan araya girdim. “Bence biraz sakin olalım. Sinirle yanlış şeyler söyleyip birbirinizi kırmayın.”
Müjde çantasını almışken, “Ben gitsem iyi olacak. Herkesten özür dilerim.” dedi.
Mert ayağa kalkarak, “Ben giderim, sen kal.” dedi Mert.
Akın yanımıza gelerek, “Kimse bir yere gitmiyor. Burada birbirimizi daha iyi tanımak ve güzel vakit geçirmek toplandık. Kişisel sorunlarınızı daha sonra çözersiniz.” dedi.
“Bence de öyle yapalım. Biraz birbirinizden uzaklaşın sakinleşin.” dedim uzlaşmacı olmaya çalışarak.
Akın erkekleri toplayarak tekrar mangalın başına döndü. Kızlarla da masanın etrafında toplanmıştık.
Müjde'nin de kendisini iyi hissetmesi için üzerine gitmeyerek başka konulardan konuştuk.
Görkem'den
Su almak için Zeynep'le evden çıkmıştık. Kaldırımda ikimizde sessiz bir şekilde yavaş yavaş yürüyorduk.Onunla konuşmak istiyordum. Onu tanımak istiyordum.
“Sessizlik yemini ettik herhalde?” dedim bir sohbet başlatmak için.
Çekingen bir tavırla, “Kusuru bakma lütfen. Ben ne diyeceğimi bilemedim.”
Onun hakkında istemsizce merak ettiğim birçok şey vardı. Merak ettiklerimi yavaş yavaş öğrenmek istiyordum.
“Bir şey soracağım sen herkese karşı böyle kibar ve nazik misindir?”
“Bu kötü bir şey mi?”
Gülerek, “Sen böyle kibar ve nazik konuşurken kendimi mahallede bağıra bağıra konuşun teyzeler gibi hissediyorum.” dedim. O doğuştan bir hanımefendi bense mahallenin delisi.
“Ben öyle hissettirdiğimi bilmiyordum, özür dilerim. Lütfen öyle hissetme.” Öylesine söylediğim bir şey için özür dilemesine dayanamayarak kolunu tutup onu durdum. Şimdi kaldırımda karşı karşıya duruyorduk.
“Sen herkesi kendinden fazla düşünüp, her şeye böyle alınıyor musun?”
Gözlerimin içine bakarken, “Bu kötü bir şey mi?” diye sordu.
“Gereğinden fazlası evet.” dedim ve ekledim. “Gereğinden fazla insanları düşünür ve her şeye alınırsın seni çok üzerler.”
“Üzüyorlar diye kendimi değiştiremem ki. Ben herkese karşı böyleyim.”
Tuttuğum kolunu bırakmadığımı fark ettim ama elimi geri çekmedim. “Kendini değiştirme ama seni üzmelerine de izin verme.”
“Bu dost tavsiyesi için teşekkür ederim.” Yutkundum. Hem de derince.
Dost?
Beni bir dostu, arkadaşı olarak mı görüyordu? Peki benim kalbim onu her gördüğünde niye hızlanıyor? Dilimin ucuna bir sürü kelime gelirken hiçbiri dışarı çıkmadı. “Rica ederim.” demekle yetindim.
Yüzündeki iç ısıtan tebessümüyle yolu göstererek, “Devam edelim mi?” diye sordu. “Edelim.” dedim kolundan elimi istemeyerek çekerek. Kaldırım boyunca yürümeye devam ettik.
“Göksu ve Göknil'in abisi gibi durmuyorsun. Aranızda çok yaş farkı yok herhalde?” diye sordu.
“Ben yirmi iki yaşımdayım. Göknil ve Göksu'yla aramda bir yaş var. Birde abimiz var. Gastronomi mezunu, yirmi beş yaşında, nişanlı. Dört kardeşiz yani.” dedim ellerim cebimde yürürken.
“Aynı yaştayız.” dedi ve ekledi. “Okuyor musun?”
“Beden öğretmenliği, son sınıf öğrencisiyim. Bir taraftan okurken bir taraftan da spor salonunda çalışıyorum.” dedim. Onun bana soru sormasından cesaret alarak bende ona soru sormaya başladım.
“Sen okuyor musun?”
“Bende son sınıf iç mimarlık okuyorum.” dediğinde hafifçe güldüm. “Şu an çok şaşkınım, beni de şakalamıyorsun değil mi?” dediğimde bana döndü.
“Neden ki?”
“Şaka videoları çeken birinin mimarlık okumasını beklemiyordum.”
“Niye mimarlık okuyacak kadar zeki durmuyor muyum?” dediğinde panikle olduğum yerde dikleştim. O anlamda söylemediğim bir şeye alınmasını beklemiyordum.
Ciddi yüzüne bakarken kendimi açıklamaya çalıştım. “Ben o anlamda söylemedim. Yani şaka videoları çekerken arka planda mimarlık okumana şaşırdım.”
Ciddi ciddi yüzüme bakarken bir anda gülmeye başladı. Şaşkınca onu izlerken gülüşlerinin arasından, “İşte bu şakaydı. Şakalandın!” dedi.
Yanlış anlaşılmadığım için derin bir nefes aldım. “Yanlış bir şey söyledim diye bir an kalbime iniyordu.”
“Sakin ol küçük bir şaka sadece.” dedi gülerek.
O sağa dönünce ben de döndüm. Biraz daha yürüdükten sonra, “İşte geldik.” dedi.
Orta halli marketti. Bakkal denilmeyecek kadar büyük, büyük bir market denilemeyecek kadar da küçüktü. ‘Ramiz Market' yazan tabela başlı başına büyük marketlere kafa tutuyordu. Marketin camına da içerik listesi yazılmıştı. Büyük tüp, küçük tüp, damacana su, beş litrelik su diye liste uzayıp gidiyordu.
Zeynep önden ilerlerken peşinden onu takip ediyordum. Kapının yanında kasa başında oturun orta yaşlı adam gözlüklerini takmış bulmaca çözüyordu.
“Kolay gelsin Ramiz amca.” diye içeri giren Zeynep'le adam kafasını bulmacadan kaldırdı.
“Sağ ol kızım, hoş geldin.”
“Hoş bulduk. Biz su alacaktık.” diye konuya girdi Zeynep.
“Tamam kızım. Hangisinden vereyim?” diye sordu kasanın başından kalkarak.
Bu esnada bana döndü. “Sence iki tane beş litrelik yeter mi?” diye sordu.
Öyle bir anda dönüp sorunca cevap veremedim. Mavi gözleri insanı içine çekiyor gibiydi.
Hafifçe kaşlarını çatarak, “İyi misin?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim.
“Beş litrelik yetmez. Damacana alalım.” dedim.
“Nasıl taşıyacağız onu?” diye sorduğunda bir anda gaza gelerek, “Sen değil ben taşıyacağım.” dedim.
Ayakta durup bizim karar vermemizi bekleyen adama, “Abi biz damacana alalım.” dedim.
“Tamam evladım.” diyerek rafların arasına yöneldi.
“Çırak da izin alacak günü buldu. Bizden geçmiş artık bu işler, yaşlandık.” diyerek giden adamın peşine takıldım. “Abi sen nerede olduğunu söyle ben alayım.” dedim.
“Olur mu oğlum müşteriye iş yaptırıldığı nerede görülmüş?”
Ben amcanın peşinde, Zeynep'te benim peşimden gelirken, “Olur, olur.” dedim.
Arka tarafa gelince sıra sıra dizilmiş damacanalar karşımıza çıktı. Ramiz amca birini almaya giderken onu durdurdum. “Ben alırım abi. Sen belini incitirsin.” dediğimde mahcup bir ifadeyle, “Sağ olasın evlat. Bu devirde sizin gibi iyi yetiştirilmiş gençlerin olması ne güzel.” dedi.
Sıra sıra dizili damacanaların birine yöneldim. Damacanayı kavrayıp, kaldırdım ama çok geçmeden geri yerine bıraktım. Hatırı sayılır bir ağırlığı vardı. Geldiğimiz yolu geri gideceğimizi düşünürsek akşama bel ağrısı kaçınılmaz sonum olacaktı.
Herkes bana bakınca yiğitliğe leke sürdürmemek için, “Tam kavrayamadım da o yüzden geri bıraktım.” dedim.
Ramiz abi gülerek, “Ah be oğlum ne kadar tez canlısın sen. Az bekleseydin ben sana onu taşıman için el arabası verecektim.” dedi.
“Ya ben taşırdım onu da bir an kavrayamadım.”
Ramiz amca el arabası getirmeye gitti çok geçmeden geri geldiğinde damacanayı arabanın içine yerleştirdim ve geldiğimiz gibi rafların arasından geri döndük.
Kasaya geldiğimizde Zeynep çantasını kurcalayarak cüzdanını çıkarttı. Ondan önce davranarak cebimden para çıkartıp Ramiz Amca’ ya verdim.
Zeynep kaşlarını çatarak bana döndü. Kaşlarını çattığında sinirli gözüktüğü sanıyorsa büyük yanılıyordu. “Ben ödeyecektim.”
“Ama ben ödedim.”
El arabasını bizim getirmemize gerek olmadığını, yarın alması için çırağını göndereceğini söylemişti Ramiz Amca. Ramiz Amcayla tokalaşarak dükkandan ayrıldık.
Kaldırımda ilerlerken, “Benim ödemem gerekirdi. Sonuçta biz sizi davet ettik. Hem su almaya geldin, hem de parasını sen verdin. Hiç olmadı.” dedi.
“Çok da güzel oldu. Ben varken hesabı sen mi ödeyeceksin?” dediğimde inanamayan gözlerle bana baktı.
“Yoksa sende ‘erkeğin yanında kadın hesap ödemez’ diye düşünenlerden misin?” diye sordu. Boyu benden kısa olduğu için konuşurken kafasını kaldırmak zorunda kalıyordu.
“Ne var ki bunda? Ben varken sana hesap ödetmem.” dedim rahat bir şekilde.
“Çok şey var! Biz eşitiz. Benimde ekonomik özgürlüğüm var ve bu suyun parasını benim vermem gerekiyordu.” dediğinde bu seferde ben ona inanamayarak bakıyordum. Bir suyun parasını ödedim diye tartışmayacaktık değil mi?
“Alt tarafı bir suyun parasını ödedim konu ne ara ekonomik özgürlüğe geldi?” dedim ona bakarak.
“Gelir.” Gerçekten bir suyun parasını vermeme kızmıştı.
Bana olan sinirinden olsa gerek hızlı yürümeye başladı. Uzlaşmacı olarak arkasından seslendim. “Bekle, anlaşabiliriz.”
Olduğu yerde durarak gelmemi bekledi. İki adımda yanına geldiğimde durdum ve yüzüne baktım. “Madem bir suyun parasını ödememe bu kadar sinirlendin o zaman şöyle yapalım. Sende bana bir kahve ısmarlarsın ödeşiriz.”
“Tamam, kabul. Az önce savunduğum konuda haklıydım ama çocuk kandırır gibi beni kandıramazsın.” dediğinde güldüm.
“Sende de keçi inadı varmış yalnız.” dedim. Sessiz sakin kızın içinden bir anda inatçı bir kız çıkmıştı.
“Haklı olduğum konuda inat ederim.” dediğinde güldüm. Kahve için sözleşmiştik ama eksik bir şey vardı. “Ben senden kahve sözü aldım ama biz nasıl haberleşeceğiz? Yani nerede, ne zaman?”
“Telefon numaramı vereyim mi ben sana?” dediğinde tekrar durdum. Cebimden telefonu çıkarıp açarak ona uzattım. Telefon numarasını yazarak kendini aradı, ondan sonra da bana geri uzattı. Telefonu kapatarak cebime koydum. Yola devam ettik.
Eve geldiğimizde erkekler mangalın başında kızlar masanın etrafında oturuyordu. Bizi ilk fark eden Bertan olmuştu.
İmalı imalı gülerek, “Bugünde Eros mesai yapıyor mübarek. Sağlı, sollu atıyor oklarını.” dedi.
Bertan’ın söyledikleriyle birlikte herkes bize döndü. Bertan rahat rahat mangalı yellerken bizimle uğraşmaya devam ediyordu. “Hayırlı olsun diyelim bari.” Zeynep utanırken yanakları kızarmıştı. “Nereden çıkardın bunu? Alt tarafı bir su aldık ve geldik.” dediğinde sanki aramızda hiçbir şey olamazmış gibi kesin konuşmuştu.
Berten mangalı yellemekten terlemiş gibi biraz da kendini yellemeye başladı. “Nereden mi çıkardım? Geldiğiniz anda ikinizin de yüzü gülüyordu.” dedi bir tespitte bulunarak. Ben bu konuda sessiz kalmayı seçerken Zeynep yanlış bir şey yapmışız gibi kendini aklamaya çalışıyordu. “Ne var ki bunda? İki normal insan gibi konuştuk ve güldük.”
“Tamam yahu, yoksa yok. Bizde hayırlı olsunu olduğunda deriz.”
Zeynep uyarı niteliğinde, “Bertan!” dedi. Aslı’da sevgilisine kızarak, “İzdivaç programı gibisin. Konuşarak ikna edemezsen ikisini bir çaya ya da kahve içmeye gönder.” dedi.
“İlişki deneyimime güvenerek diyorum ki bunlar kahve içmek için sözleşmişlerdir.”
Müneccim olabilir mi?
Aslı, Bertan'ın söylediği cümlede tek bir noktaya takılı kaldı. “İlişki deneyimin ha? Bunları bilecek kadar İlişki yaşadın yani? Az önce bahsettiğin Erosun okları var ya sana doğru geliyor ama kalbinden vurmak için değil!” dediğinde mesaj açık ve netti. Berten bizimle uğraşmaya son verdi çünkü nur topu gibi kendi başına sorun açmıştı.
Bertan, Aslı'ya dil dökmeye başlarken diğerleri çoktan sofrayı hazırlamıştı. Bizim konu arada kaynadığı için çaktırmadan suyu kenara bırakıp masaya geçtik. Herkesin dikkatinden kaçmıştık ama bir kişinin dikkatinden kaçmamıştık. “Hayırlı olsun demeli miyim abicim? Bana bu konuda nutuklar atarken kendin düştün galiba o derde.” diyen Göksu kısık sesle konuşarak tabağındaki eti kesiyordu.
O derde düşmüştüm galiba ama şikayetçi değilim. Düştüğüm en güzel dert.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |