2. Bölüm

Bela Geliyorum Dedi

ışıl karaermiş
isilkaraermis

Yeni bölümle herkese merhaba,

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen. Sizi seviyorum, iyi okumalar...

2:Bela Geliyorum Dedi

"Şakalandın!" dedi. Bu ses Göknil'e aitti.

Gördüklerimin gerçek olduğunu düşünmek istemiyordum. "Bu ne?" diye bir tepki verebildim en sonunda.

"Şaka!" diyen Göknil'e döndüğümde daha büyük bir şoka girdim çünkü arkasında beş kişi vardı.

Kapının önünde kamerayla bizi videoyaya alan adamı görünce sinirim daha da arttı.

"Bunlar kim Göknil? Bu adam neden bizi çekiyor? Bir açıklama yap artık." dedim.

"Ben sana bir şaka yapmak istedim ve bu ekipte benim yerime şakayı planlayıp yaptılar." diyerek açıklamasını yaptı.

"Şakaya gülünür ben gülüyor muyum?"

Göknil, "Bence gülmelisin." dedi bütün rahatlığıyla.

"Göknil sen ne saçmalıyorsun? Makyaj malzemelerimi kırmışsınız. Ben onların hepsine kendi çapımda bir servet ödüyorum. En sevdiğim rujumu ekmek doğrar gibi doğramışsınız. Hadi onu geçtim yatağımın üzerinde bir köpek var ve sen benim köpekten korktuğumu biliyorsun." dedim sinirle.

Küçükken yaşadığım bir köpek vakasının sonra köpeklerin yanından bile geçmiyordum. Çok iyi hayvanlardı ama maalesef korkuyordum. "Yavru bir köpek o dişleri bile daha kesmiyor." Olabilir ama korkuyorum yani ne yapayım.

"Hadi onu da geçtim." diyerek bir sonraki konuya geldim. "Duvarı boyamışsınız ve biz kirada oturuyoruz farkındasın değil mi? Ev sahibi duvara yapmış olduğunuz bu sanatı görse ne der çok merak ediyorum."

"Bence hoşuna gitmeli renksiz evine renk kattık." Bu rahatlığın nedeni ne çok merak ediyorum.

Hâlâ videoyaya çeken adamı görünce üzerine yürüyüp kolundan tutum ve dışarıya sürüklemeye çalıştım ama başarısız oldum. Muhtemelen benden üç-dört yaş büyüktü ve spor yapıyor olmalı ki bayağı yapılı bir vücudu vardı. "Çıkın evimden!"

Kameraman nazik bir şekilde kolunu benden kurtardı ve benden uzaklaştı. "Lütfen bana dokunmayın. Benim sevgilim var."

Kaldı mı ya bu devirde böyle sadık erkekler?

"Sana dokunmamı istemiyorsan çık evimden. Kapat şunu da." dedim. Böyle söyleyince bir tuhaf oldu ama sinirli olduğum için bunu düşünecek değildim.

"Ben işimi yapıyorum." diye kendini savunan kameramana hemen cevabı yapıştırdım. "İşin, bizim aile içi tartışmalarımızı çekmek."

Kameraman cevap veremeden arkadan kumral bir adam öne çıktı. "Onun işi bizim planladığımız şakaları çekmek. Varsa başka bir sorun cevap verebilirim."

"Var." dedim sinirle. "Evimden ne zaman çıkıp gideceksiniz? Eğer siz gitmezseniz polis çağıracağım."

Karşımdaki ukala adam rahatlıkla, "Çağıramazsınız, çağırsanızda bize bir şey yapamazlar çünkü biz kardeşinizle bir sözleşme yaptık ve şakayla ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmiyoruz şu an burada da kardeşinizin misafiri olarak bulunuyoruz." dedi.

Göknil'e baktım. "Gerçekten sözleşmemi imzaladın?" Kafasını aşağı yukarı sallayınca gözlerimi kısarak Göknil'e baktım. "Hain Kostak."

 

Göknil'i bırakıp karşımdaki adama döndüm. "Misafirsiniz öyle mi?" diye sordum ciddiyetle.

Bütün rahatlığıyla, "Evet." dediğinde hemen lafı yapıştırdım. "Misafirliğin kısası makbuldür. Hadi yallah." diyerek ellerimi tavuk kovalar gibi salladım.

Arkadan bir erkek, "O hasta ziyareti değil miydi?" deyince bu sefer ona döndüm.

"Misafirliğiniz hasta ziyaretine doğru kayıyor çünkü sizin yüzünüzden akıl hastası olmama çok az kaldı. Yani bu durumda da size yol gözüktü." dedim.

Araya Göknil girerek beni makyaj masamın sandalyesine oturttu. "Öncelikle bir sakin ol."

"Nasıl olacakmış o?"

"Burada gördüğün hiçbir şey gerçek değil çünkü. Bak şimdi," diyerek boyalı duvarın önüne gitti ve bir şeyler yaptıktan sonra duvarın üzerinden streç filme benzer bir şey kaldırdı ve temiz duvar ortaya çıktı. "Gördüğün gibi duvar tertemiz." dedi.

"Duvar temiz ama makyaj malzemelerim kırık onu ne yapacağız." dediğimdeyse. "Hayır kırık değiller. Makyaj masandaki ikinci çekmeceyi aç." dediğinde uzanıp çekmeceyi açtım ve sağlam makyaj malzemelerim ortaya çıktı. Ben bunun şokunu yaşarken Göknil açıklama yapıyordu. "Ekip gelirken şaka için kullandıkları ve seninkilerin birebir kopyası olanları getirdi." Makyaj malzemelerimin sağlam olduğu için mutluydum.

"Peki bu yavru köpek o da maket falan mı?" diye sordum. Göknil söyleyip söylememek arasında gelip giderken söylemeye karar verdi. "Maket falan değil. Ben onu üniversite de güvenlik kulübesinin yanında buldum. Annesi ve kardeşleri ölmüş ona da güvenlik kulübesinde güvenlik bakıyormuş. Okul yönetimi güvenlik kulübesinde köpeğin bakılmasına karşı çıkınca adam ne yapacağını bilemedi ben de sahiplendim. Okuldan sonra veterinere götürdüm gözünde bir problem vardı hem de genel bir kontrol yaptılar. Birazcık zayıfmış ama ben ona çok güzel bakarak onu sağlıklı bir hale getireceğim. Köpeği sahiplendiğimi de sana şaka ayağıyla söyleyecektim." dedi.

Köpeğin yanına gidip nazikçe başını okşadım. Uykudayken çıkardığı mırıltı gibi sesler insanın içini rahatlatıyordu.

Arkadan Göknil, "Bizimle kalacak değil mi?" dediğinde, "Saçmalama." dedim.

"Ya neden öyle diyorsun lütfen bizimle kalsın. Bütün bakımını ben üstlenirim lütfennnn." diye darlamaya başladı.

Köpeğin başını okşayarak devam ederken, "Saçmalama tabii ki bizimle kalacak." dedim.

Rahatlayarak bir nefes verdi. "Öyle desene ya kalbime iniyordu."

Omuz silktim. "Hep siz mi şaka yapacaksınız? Biraz da ben yapayım." dedim. Köpeğin uyanmaması için başını okşamayı bıraktım.

Her şeyim yerli yerinde ve sağlam olduğuna göre bir sorun kalmamıştır diye düşünüyordum ki çalışma masamın üzerindeki faciayı görene kadar.

Doğru gördüğümden emin olmak için gözümü kapattım ve bir kaç saniye bekledim. Gözümü tekrar açtığımda gördüğüm manzaranın gerçek olduğunu anladım.

An itibariyle vücuduma ikinci bir sinir dalgası yükleniyor...

Çalışma masamın yanına gidip kahve dökülmüş olan kağıtları aldım. "Bunu kim yaptı?"

Teslim tarihi yarın olan ve benim dün akşamdan bitirip sağ salim bir şekilde masamın üzerine bıraktığım ödev kağıtlarının üzerine kahve dökülmüş. Bembeyaz olan kağıtlar kahverengiye dönmüş.

Arkada duran sarışın kız, "Be-" diyordu ki az önce benimle konuşan ukala adam araya girerek kızın lafını kesti. "Bizden biri değil." dedi kısaca.

Alaycı bir şekilde, "Siz yapmadıysanız geriye tek seçenek Göknil kalıyor ama o da kahve sevmez ve içmez. Göknil'i de elediğimize göre o zaman kesin benim odamın tavanı kahve damlatıyor. Değil mi?" dedim.

"Size kendimizi inandırmak zorunda değiliz. Bizden biri değil." dedikten sonra arkadakilere dönüp, "Ekip toplanan burada işimiz bitti." dediğinde kolunu tutup onu durdum.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bu ödevin teslim tarihi yarın. O kadar eminim ki içinizden birinin kahveyi döktüğüne şimdi de elinizi kolunuzu sallayarak gidemezsiniz."

"Az önce gitmemizi istiyordunuz şimdi kalmamızı bence siz ne istediğinizi bilmiyorsunuz." dedi dalga geçer gibi.

"Ödevimi mahvedip sonra da gitmenize izin verecek değilim. Bana bunu kimin yaptığını söylemezseniz başınıza bela olurum." dedim tüm ciddiyetimle.

Ukala bir tavırla, "Başımıza bela olmadan önce ödevinizi teslim etmeniz gerekiyor. Bence bizimle uğraşmak yerine şimdi ödevinizi yapmaya başlarsanız yarına kadar yetiştirebilirsiniz." dedikten sonra kolunu benden kurtarıp diğerlerinin yanına gitti. Eşyalarını topladıktan sonra evi boşalttılar. Benim de adım Göksu’ysa onları canından bezdirene kadar darlayacaktım.

Göknil'le yalnız kaldığımızda suçlu olduğu için kenarda bekliyordu.

"Ben bir bez getirip masanı temizleyeyim." dedi ve kaçar gibi odamdan çıktı.

Geri geldiğinde elinde bir bez vardı. Masayı silmek için yöneldiğinde onu durdurup elinden bezi aldım. "Ben hallederim."

"Küs müyüz?" diye sordu çekingen bir sesle.

Ne kadar sinirli ve kızgın olsam da o kalbini kırmak isteyeceğim son kişi bile değildi. Bu yüzden ağzımdan çıkan her kelimeyi özenle seçtim.

"Sence?" dedim.

"Ben özür dilerim. Şakayı planlarken hiçbir eşyana zarar gelmeyecekti. Bu nasıl oldu anlamdım?" dedi.

Masayı silince ona döndüm. "Sana küsmememi mi istiyorsun?"

"Evet. Bunun için ne istersen yaparım." dediğinde yüzümdeki haylaz gülüşle ona baktım.

"Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda keyfim yerine gelmeye başladığı için gülmeye devam ettim.

"Sorduklarıma cevap verirsen barışırız. Sen bu ekiple nasıl iletişime geçtin?" diye sordum ilk önce.

"İlk önce sosyal medya da gördüm. İnsanlar, şaka yapmak istedikleri kişi hakkında onlara bilgi veriyor onlarda sonra şakayı planlayıp videyoya çekip internette yayınlıyorlar. Sonra görüşmek için Etiler'de ofisleri var oraya gittim."

"Tam olarak adresi hatırlıyor musun?"

"Evet, hatırlıyorum istersen yazabilirim." dedikten sonra çalışma masamın çekmecesinde not defteri çıkarıp yazdı.

"Bir şey daha soracağım. Benimle konuşan o ukala adamın adını biliyor musun?"

"Akın Aktürk." dedi.

Demek adı Akın. Çok eğleneceğiz ukala Akın Bey hiç şüpheniz olmasın.

Göknil, "Neden sordun ki?" dedi.

“Hiç öylesine." dedikten sonra masayı sildiğim bezi eline tutuşturdum ve daha fazla bir şey demesine izin vermeden odadan çıkardım. Arkasından, "Ben ödevimi yetiştirmeye çalışacağım yemeğe beni bekleme." dedim.

Yarın için kafamda şimdiden planlar oluşmaya başladı.

***

Sabahları ard arda alarm kurup yine de uyanamayan ben bu sabah alarmın ilk çalışında uyandım.

Ödevimi dün gece iki de bitirmiştim ve şu anda beş saatlik uykuyla duruyordum ama yıkılmadım ayaktayım ama sen gel bir de bana sor nasıl ayakta olduğumu der vaziyette duruyordum.

Kalktığımdan beri esnemekten ağzım yırtılacaktı neredeyse. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra Göknil'in kendini affettirmek için hazırladığı kahvaltıyı yemiştik birlikte. Şimdi de odamda hazırlanıyordum.

Buz mavisi kot pantolonun üzerine, mavi üzerinde ince beyaz çizgileri olan bir gömlek giymiştim. Gömleğin ilk iki düğmesini açık bırakıp, kollarını da iki kez katladım. Annemin doğum günümüzde Göknil'le bana takım olarak aldığı hayat ağacı kolyemi ve bilekliğimi taktım. Bilekliğimin yanına saatte taktıktan sonra saçlarımı yapmaya başladım. Saçlarımı iri dalgalar halinde yapıp açık bıraktım.

Hızlıca hafif bir makyaj yaptıktan sonra parfüm sıkıp, çantamı ve dün akşam bitirdiğim ödevi alarak odamdan çıktım.

Kapının yanında beyaz spor ayakkabılarımı giyerken Göknil'de hazırlanıp yanıma gelmişti.

Kendisi bir avukat adayı olduğu için ortalıkta blazer ceketlerle geziyordu. Mavi bol kot pantolonun üzerine beyaz vücuduna tam oturan crop giymişti, onun üzerinde gri bir blazer ceket giyip kombinini siyah çantayla bitirmişti.

"Bu sabah sende bir haller var ama ben anlayamadım. Sabah top patlasa uyanmayan sen bu sabah hemen kalktın. Başımıza taşlar mı yağacak ne?" diye sordu şaşkınca.

Hiçbir şey belli etmeden, "Yapacak önemli işleri olunca insan erkenden kalkıyormuş." dedim.

O zaman yapılacak önemli işleri sıralıyorum;

1-Ödevimin başına bir kahve vakası daha gelmeden teslim etmek.

2-Kabak tadı vermeye başlayan toksik ilişkimi bitirmek.

3-Dersim bittikten sonra Etiler'e gidip o şaka ekibinin ofisini basmak.

4-Ukala Akın Bey'in başına bela olup hayattan bezdirmek.

Ve huzura eriş, mutlu son.

Göknil, "Neymiş önemli işler?" diye sorduğunda, "Hiççç öyle sıradan şeyler aslında." dedim uzatarak. Gerçeği söylersem beni vaz geçirmeye çalışacaktı bir kere gaza gelmişim bu saydıklarımı yapmadan durmam.

"Öyle diyorsan. Dersin bittikten sonra dışarı da gezelim biraz havamız değişir."

"Benim bugün çok işim var ama Müjde hafta sonu yoga ayarlamış müsait olursan ona gideriz." dedim.

"Tamam olur." diyerek kabul etti. Beraber evden çıktık otobüs durağına geldiğimizde yollarımız ayrıldı çünkü benim bineceğim otobüs gelmişti. Vedalaştıktan sonra otobüse bindim.

Yine bir makyaj düşmanı teyzeye denk gelmemek için oturacağım yeri özenle seçtim. Muhtemelen liseye giden genç bir kızın yanına oturdum.

Kulaklıkla müzik dinleyerek geçirdiğim yolculuktan sonra okula nihayet gelebilmiştim.

Fakültenin bahçesinde tek başıma yürürken etrafımdaki insanları inceliyordum. Bahçe ikişerli veya üçerli gruplar halinde gezenlerle doluydu.

Kafamı çevirip sağ tarafa baktığımda fakültenin arkasına doğru ilerleyen iki kişi dikkatimi çekti. Miyop olduğum için gözlerimi kısarak baktım. Miyop olup ısrarla gözlük takmayan kulübünün başkanı olabilirim. Erkek olanı birine benzettiğim için ve anlık olarak içimde oluşan dürtüyle onları takip etmeye başladım.

Fakültenin arkası genelde tenha olurdu ve sevgili çiftlerin bir numaralı buluşma alanıydı. Takip ettiğim kişiler ileride gözüken banka gidip oturdular.

Uzaktan göremiyorum, yakınlarına gitsem biri görüp 'sen niye onları izliyorsun' diye sorabilirdi.

Hemen beynim bir çözüm yolu üretti. Telefonumu çıkarıp sanki telefonla oynuyormuş gibi yaparak kamerayı açtım ve çaktırmadan onlara doğru tuttum. İki parmağımı ekranın üzerinde oynatarak görüntüyü büyüttüm.

Erkek yan bir şekilde dönüp kıza bir şeyler anlatırken telefonun ekranından dikkatle yüzüne baktım.

Ohaaaa!

Hem de ohalar ohası!

Bu Yiğit'ti!

Kızın dibine girmiş gülerek bir şeyler anlatıyordu. Demek beni aldatırsın ha Yiğit. Tamam toksik ilişkiydi bizimki de keşke aldatmak yerine gelip ayrılmak istediğini söyleseydi. Şerefsiz Yiğit! Yiğit olamamış Yiğit!

Kız da ondan tarafa doğru dönünce aralarında bir milimden az kalmıştı.

Bu kızın adını hatırlayamadım ama fakültede popüler olduğunu biliyordum. Herkesin peşinde koştuğu ama kimseye söz de yüz vermeyen tiplerdendi ama geçenlerde Müjde'nin anlattığına göre okulun bir ifşa sayfasında hakkında dört tane erkekle aynı anda flört ettiğine dair paylaşım yapılmış.

Neydi bu kızın adı ya? Adı dilimin ucunda Müjde söylemişti. Şeyda? Yok bu değil. Ya da bananeyse adından, gözümün önünde aldatılıyordum düşündüğüm şeye bak.

O zaman toksik ve aldatan erkekler had bildirme vakti. Kafamın içinde kendime bir mehter marşı açtım ve olay yeri polisi gibi yanlarına ilerledim.

Kız önüne dönmüştü, Yiğit'te yandan ona bakarak bir şey anlatıyordu. Arkalarından ilerlediğim için beni fark etmemişlerdi. Saçma ama şu an canımın aşırı derece de yapmak istediği şeyi yaptım. Gittim arkasından Yiğit'in kafasına okkalı bir tokat çaktım.Boş bulunduğu için kızın üstüne düştü.

"Ne oluyor lan?" dedi panikle.

"Selam canım. Bir şey yok ya kafanda büyük, iğrenç ve pis bir böcek varmış onu öldürdüm." dedim.

Şaşkınlıkla, "Hassiktir lan!" dedi benim sesimi duyunca.

"Aynen canım ondan." dedim soğuk bir tavırla ve ekledim. "Evet, görüyorum ki yediğiniz haltların tırmalama zamanı gelmiş. Anlatın bakalım gençlik ilişkiniz kaç haftalık oldu? Yoksa aylık mı demeliyim?"

Yiğit, "Sen nereden? Nasıl?" diye bir şey geveledi ağzında.

Kafasına çok mu sert vurdum acaba? Olan beyin nöronlarını da ben almış olmayayım?

"Ögrenmeyeceğimi mi zannettin? Gerizekalı, adam gibi ayrılmak istediğini söyleseydin paçana yapışıp olmaz mı diyecektim. Sen adam gibi ayrılmak yerine şerefsiz gibi aldatmayı seçtin." dedim sert bir sesle.

Kızın yanından kalkıp bana doğru gelmeye başladığında elimi havaya kaldırıp onu durdum. "Bir dinlesen..." diyecekken lafını ağzını tıktım.

"Beni nasıl aldattığının teferruatını dinlemeyeceğim. Şeyda'yla size mümkünse benden uzakta mutluluklar dilerim."

Sarışın kız, "Benim adım Şeyda değil, Şeyma." dedi.

Yapmacık bir şekilde güldüm. "Sence şu an tek sorunumuz senin adın mı? Seni sevgilimle pardon düzeltiyorum eski sevgilimle dip dibe bastım. Ama size bir şey itiraf edeyim. Yüzyıl böyle uyumlu çift görmedi, tencere‐kapak gibisiniz biriniz şer..." derken lafımı yarıda kestim.

"Neyse sizin için ailemden aldığım terbiyemi bozmayacağım." Kıza dönüp, "Benim eski köpeğimi sen sahiplenmişsin madem tasmasını sıkı tut çünkü sever o başka kapılara salyasını akıtmayı." dedikten sonra gidiyordum ki arkadan Yiğit'in sesini duydum.

"Ayıp oluyor ama sonradan pişman olursun."

Büyük bir kahkaha attım. "Asıl ayıp ne biliyor musun? Senin bu dünyaya gelmiş olman, başlı başına bir ayıpın vücut bulmuş hali. Merak etme bu arada yaptıklarımdan pişman değilim aklım sizi tüm okula ifşalayamamakta kaldı ama ben sizin gibi değilim. Seni bulan sevinmesin, kaybeden üzülmesin. Hadi kendiniz gibi gün geçirin." İyi günler demek bunlara fazlaydı. Arkamı dönerek onlardan uzaklaştım. "Biri şeytanın sol bacağı öteki de sağ bacağı." dedim kendi kendime homurdanarak.

O kızın platin sarısı saçlarını elime dolayıp yolmak vardı da neyse. Benim de saçım bal köpüğü renginde boyalıydı ama benim ki daha güzel duruyordu. Gerçi aslında baktığında kızda da suç yoktu. O gerizekalı Yiğit adı gibi yiğit ve adam gibi adam olsaydı dönüp bakmazdı. Allah'ım ben bunu çöp kutusundan mı seçtim, Ya Rabbim?

Kendi iç dünyamda hâla olayı muhakeme ederken fakülteye girip amfiye doğru ilerledim.

Dersin başlamasına yirmi dakika vardı. Amfiye girdikten sonra orta sıralardan birine gidip oturdum. Çantamı masanın üzerine bırakırken kapıdan giren Mert dikkatimi çekti. Etrafı inceleyerek bizden birini arıyordu galiba beni görünce yanıma doğru ilerledi. Siyah kot pantolonun üzerine, beyaz bir tişört giymişti.

"Başımıza taşlar mı yağacak yoksa dünyanın sonu mu geldi?" dediğinde boş boş ona baktım.

"Ne saçmalıyorsun acaba?" dedim.

Yanıma oturduğunda, "Ne mi saçmalıyorum? Kızım sen ilk defa geç kalmamışsın hatta erkenden gelip yerine yerleşmişsin. Kesin başımıza bir olay gelecek." dedi.

"Tövbe de gerizekalı zaten dertten sıkıntıdan belimiz doğrulmuyor." dediğimde merakla bana baktı.

"Benim bilmediğim ne oldu ki?"

Normal bir şeyden bahsediyormuşum gibi, "Gerizekalı Yiğit beni aldatıyormuş." dedim.

"Neee?" dedi hafif bağırarak.

Bize dönen bir iki kişi yüzünden koluna vurdum. "Sessiz olsana, senin yüzünden herkes bize bakıyor."

"Vay şerefsiz..." dedi şaşkınlıkla. "Sen bunu nasıl öğrendin?" diye sordu.

Olayı kısa bir özet geçtim. "Sabah okula geldiğimde arka bahçeye doğru ilerleyen bir çift gördüm ve dikkatimi çekti. İçimden onları takip etmem gerekiyormuş gibi geldi. Peşlerinden gittiğimde dip dibe konuşuyorlardı."

"Koynumuzda resmen yılan beslemişiz de haberimiz yokmuş. Kız kim peki?" diye sordu.

"Ne fark eder ki? Sonuçta aldattı mı, aldattı. Kızda da suç yok aslında biliyor musun? Adam gibi adam olsaydı gözü sağa sola kaymazdı. Haksız mıyım?"

Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı."Haklısın. Sonra ne yaptın peki?"

"Bunları bir güzel bastım. Sonra da en kralından lafımı sokup buraya geldim." dedim. Sonra hissettiklerimi söyledim. "Üzülmüyorum biliyor musun? Bizim ki çoktan bitmişti. Belki de hiç başlamamıştı. Temelli sağlam olmayan ilişkinin üstüne kat çıkmaya çalıştık yani anlayacağın boşa kürek çekmek ve zaman kaybından başka bir şey değildi."

"Belki de senin için böylesi iyidir." dedikten sonra hemen ekledi. "Sen laflarınla dövmüşsün bir de ben bir iki yumruk atayım. İçim rahatlar."

"Tabii ki hayır öyle bir şey yapmayacaksın. Konu kapandı ve daha fazla uzamasını istemiyorum, tamam mı?" dedim ona dönüp.

İstemeye istemeye, "İyi tamam. Böyle de hiç olmadı. Kankama yamuk yapanı dövmeyeceksem ben niye varım?" dedi.

Güldüm. Erkek kanka dediğin böyle olur.

Konuyu değiştirdim."Sen beni bırakta sen anlat biraz da bakayım. Dün kafe de olanlar neydi öyle?"

Oklar kendine dönünce gerilmişti. "Nolmuş ki? Ben hiç hatırlamıyorum sanırım B12'im eksik."

Böyle davrandıkça şüphelendiğim şeyler netliğe kavuşuyordu ama anlatması için biraz baskı uygulamam gerekiyordu bende iyi bir arkadaş olarak gerekeni yaptım. "Burdan sana bir çarparım B12'in eksilmez direkt yok olur. Benim anladığımı biliyorsun anlat işte. Yorma."

"Öfff hani sen miyoptun etrafında olanları göremiyordun. Bizi mi kandırıyorsun yoksa?"dedi şüpheyle.

Gözlerimi devirdim. "Miyop olmam etrafımda dönen entrikaları ve aşk sinyallerini almama engel değil ayrıca sağır sultan bile gelse senin bu tavırlarından anlar."

Kendine baktı kısaca. "Ne varmış ki bende? Çok mu belli ediyorum."

Tekrar gözlerimi devirdim. Erkekler bazen eksik kromozomlu oluyorlardı.

Dosdoğru bir şekilde gerçeği söyledim. "Malsın." dedim.

Ters ters bana baktı. "Ayıp oluyor ama ha." dediğinde konuya açıklık getirdim.

"Aşık olan her insan mala döner. Ne yapacağını bilemez, eli ayağına dolaşır ve en önemlisi aşık olduğu kişinin gözünün içine bakar. Bakayım..." dedim ve kısa bir an onu süzdüm. "Sende de bunların hepsi mevcut. Anlat işte sende rahatla bende rahatlayayım."

Allah'ım terzi gibiyim. Milletin söküğünü dikiyorum kendime gelince tık yok.

"Biliyor musun ben ilk görüşte aşka inanmam. Aşk değildir o hoşlantıdır. Aşk bu kadar basite indirgenecek bir şey değil. Aşkın kalbine yavaş yavaş dokunması gerekir. Sen fark etmeden seni o kişiye görünmez bir iple bağlar. Bana da tam böyle." dediğinde asıl konuya giriş yaptığımızı anladım.

Bölmeden anlatmasını bekledim. "Üç yıldır birlikteyiz ve az çok birbirimizin her halini gördük ama ben ona son bir yıldır farklı bakıyorum. Mesela neyi sevip sevmediğini öğrenmeye çalışıyorum. Onu kıracak bir şey yapamayacak gayret ediyorum. Onunla konuşurken söylediklerimi iki kez düşünüyorum. Kendimi hep onu incelerken buluyorum onunla ilgili yeni bir şeyler öğrenebilir miyim diye?"

Yüzünde oluşan tebessümden haberinin olduğunu düşünmüyorum. "Saçlarını en çok düz kullanmayı sever. Güzel olacağım diye rahatından ödün vermez. Aklına bir şey koyduysa önünde ne kadar engel olursa olsun hep çabalar ve istediğini yapınca ondan mutlusu yoktur. Birine üzüldüğünde ya da kırıldığında konuşmaz kendi iç dünyasına çekilir. Kızgın olduğunda o ortamdan uzaklaşır çünkü sinirini atması gerekir. Ya karşısındaki zarar vermesi gerekir ki bunu asla yapmaz, ya ortalığı dağıtması gerekir ki ortam müsait değilse bunu da yapmaz ya da yalnız kalacağı bir yere gidip ağlar. Ağladığında da benim canım acıyor. Laf olsun diye söylemiyorum gerçekten sanki biri kalbimi avuçları içinde sıkıyormuş gibi geliyor." dedi ve durdu.

"Aşk insanı gerçekten mallaştırıyormuş." dediğinde istemsiz güldüm.

Elimi omzuna koyarak, "Kendine haksızlık etme o mallık sen de her zaman vardı." dedim.

"Burada sana içimi acıyorum sen bana ne diyorsun? Hiç iyi bir arkadaş değilsin." dedi kınayıcı bir şekilde.

"Kimden öğrendiysem artık." dedim. Tersçe bakınca daha fazla uzatmadım ve merak ettiğim bir detayı sordum. "Peki bu kadar seviyorsun..." diyecekken lafımı kendisi bitirdi. "Neden duygularını ona söylemedin?"

"Evet. Belki kabul eder." dedim.

"Belki," dedi ve güldü ama bu gülüş neşeli bir gülüş değildi. "Belki kabul eder, belki kabul etmez. Bu ikinci şık gerçek olursa bunu kaldırabileceğimi sanmam. Şu an arkadaşız ve konuşuyoruz on lafımızdan dokuzu birbirimize laf sokmak olsa da konuşuyoruz. Ben duygularımı söylersem ve kabul etmezse aramızdaki arkadaşlık bağı da kopacak ve benden uzaklaşacak buna dayanamam. Ben onu uzaktan sevmeye alıştım." dedi masaya koyduğu ellerine bakarak.

Güzel seven insanlar üzülmek zorunda mıydı? Elimde bir sihirli değnek olsa ikisini de mutlu edebilsem keşke. İkisi de benim en yakın arkadaşımdı ve hiçbirini birbirinden ayırmıyorum. Bu hikayenin sonunda birinin üzülmesini istemem.

Acı ama gerçek olan bir şeyi söyledim. "Bunu duymak hoşuna gitmeyecek ama söyleyeceğim. Peki ya kalbini başkasına kaptırırsa?"

Aniden bana döndü hatta o kadar hızlı döndü ki boynu kırılacak sandım. "Bildiğin bir şey mi var? Neden böyle bir şey söyledin ki birden bire?"

Müjde'nin dün bana güvenerek anlattığı şeyleri söylemeyecektim. Hem bu Müjde'nin güvenini sarsar hem de duyacakları Mert'i üzer.

Panik halini yatıştırmak için, "Ben sadece ihtimal dahilindeki şıkları dile getiriyorum." dedim.

Dost olmak çok kötüydü. Kim demiş ki; dost acı söyler diye zaten?

"O zaman ölmem belki ama yaşamam da. Duygusuz insanlar tam olarak yaşamaz çünkü."

Tam konuşacaktım ki kapıdan giren Müjde ile susmak zorunda kaldım. Nefes nefese gelip sağ tarafıma oturdu.

"Ah sonunda yetiştim. Hoca geç kalmasaydı yetişemiyordum." dedi.

Hoca geç mi kalmış? Bileğimdeki saate baktığımda hocanın on beş dakika geç kaldığını gördüm. Konuşmaya o kadar dalmıştık ki saatin farkında bile değildik.

Ortamı neşelendirmek için, "Benim geç kalma özelliği sana yüklenmiş herhalde." dedim Müjde'ye.

"Sorma dün sana teselli verirken bu sabah alarmı kapatıp geri yattım ama o kadar güzel uyumuşum ki pamuk gibiyim resmen. Sen nasıl geç kalmadın?"

Bilmiş bir tavırla, “İnsan kendine bir hedef belirlediği zaman o hedef için sabahın köründe kalkmaya razı geliyormuş.” dedim. Benim hedeflerde malum biraz kaoslu olunca daha da bir şevkle uyandım sabah.

Müjde’yle, Mert şaşkınca bana bakıyordu. “Allah Allah neymiş o hedefler çok merak ettim.” dedi merakla Müjde.

Önemsiz bir şeyden bahseder gibi, “Önemli bir şey değil canım. Eğitim hayatımla ilgili öyle hedefler işte.” dedim. Onlara dün yaşananları anlatıp, bugünde intikam için ofislerini basacağım söyleseydim beni vazgeçirebilirlerdi. Tercihim haltı yedikten sonra anlatmaktı.

Biz gülerek sohbet ederken şeytan yüzlü Yiğit kapıdan girdi. Yanımda oturan Mert, “İzin verseydin şuna en sağlamından bir yumruk atıp yüzünü dağıtsaydım.” dediğinde onu durdurdum.

“Boşver.” dediğimde Müjde, “Ne oldu? Birden bire neden kinlendiniz?” diye sordu. Az önce Mert’le konuşurken o daha gelmediği için olanlardan haberi yoktu.

Kısaca, “Beni aldattı ve bende ayrıldım.” dedim. Müjde’nin şaşırmasına fırsat kalmadan hoca geldi.

Ders bitene kadar kimse konuşmadı. Ders bitince kantine gidip kahve aldıktan sonra Müjde’nin ısrarları üzerine aldatılma vakamı bir de ona anlattım. Anlattıktan sonra bir posta da Müjde’yle Yiğit’e sövdükten sonra dün gece hazırladığım ödevimi teslim ettim. Ondan sonra da tekrar ders için amfiye gittik. Bugün okulda geçirdiğim zamanın çoğu böyle geçmişti. Derslerimin hepsi bitince Mert ve Müjde’yle vedalaşıp otobüs durağına gittim.

Şimdi hedef kontrolü yapıyorum;

1-Ödevimin başına bir kahve vakası daha gelmeden teslim etmek ✅

2-Kabak tadı vermeye başlayan toksik ilişkimi bitirmek ✅

Hedef iki biraz beklenmeyen şekilde olsa da onu da gerçekleştirdiğimize göre sıra hedef üçteydi.

3-Dersim bittikten sonra Etiler’e gidip şaka ekibinin ofisini basmak.

O zaman hedef üçe doğru gidelim. Etiler’e giden otobüs gelince bindim ve dün akşam Göknil’in yazdığı adrese gittim.

Kağıtta yazan adrese geldiğimde otobüsten indim ve etrafa bakarak kontrol ettim. Ofisi bulduğumda avına kavuşmuş aslan mutluluğu ile hedefime ilerledim.

Dönen kapıdan geçtikten sonra asansöre bindim ve Göknil’in kağıda yazdığı kat numarasına yani on sekizinci kata bastım.

Asansör yukarıya doğru çıkarken asansörün aynasından kendime baktım. Saçlarımı düzelttikten sonra omuzlarımı kaldırarak öz güvenle kendime baktım. Siz daha kime bulaştığınızı bilmiyorsunuz oğlum. Size bulaşıcı hastalık gibi bir bulaşayım da görün gününüzü.

Asansör on sekizinci kata çıktığında durdu ve kapıları açıldı. Dik omuzlarım ve kendinden emin adımlarımla birlikte ilerlerken önüme gelen kumral bir kız yüzünden durmak zorunda kaldım.

Kız donuk bakışlarıyla bana bakarken ifadesiz bir şekilde, “Kime baktınız?” diye sordu.

Kısa bir cevap vererek, “Akın Bey’e.” dediğimde göz devirdi. Kızın tavırları yavaş yavaş sinirimi bozmaya başladı. Buradakiler hepsi ayrı bir cins sanırım çünkü az önce yanımdan geçen genç bir çocuk kendi kendine bir şeyler mırıldanarak uzaklaştı. “Hadi canım! Burada kaç tane Akın Bey var biliyor musunuz?” dediğinde boş bulunarak, “Kaç tane?” diye sordum.

Bu sefer daha büyük bir şekilde göz devirdi. “Burada durup değerli vaktimi bu konuyu tartışmak için mi harcayayım, bunu mu istiyorsunuz?” Sanırsınız cumhurbaşkanı falanda yani ben değerli vaktini boşa harcıyorum. “Soyadı ne?” dedi döver gibi. Bende sert bir sesle, “Akın Aktürk.” dedim.

“O halde şansınıza küsün kendisi az önce çıktı.” Bende şans yok ki küseyim. Fakirin ekmeği umut diyerek son çırpınışlarımı yaptım. “Kendisinin benim geleceğimden haberi vardı. Son anda işi çıkmış olmalı. Acaba onu bekleyebileceğim bir yer var mı? Bir daha git gel yapmak istemiyorum.”

“İyi. Şu köşeden dön sağ taraftan ikinci odaya gir. Odasında bekleyin o zaman.” dedi. Bir de dövseydin canım ya. Yalanımın ortaya çıkmaması için konuşmayı çok uzatmadım. En yapmacık ve sevimli halimle, “Tamam, teşekkür ederim.” dedim ve tarif ettiği odaya doğru ilerledim.

Koridorda yürürken bir kaç kişinin bakışı bana dönse umursamadan ilerledim. Kızın tarif ettiği odaya geldiğimde kapıyı açtım ve kendi odammış gibi büyük bir rahatlıkla içeriye girdim.

Kapıyı kapattıktan sonra odayı incelemeye başladım. Kapının karşında orta boy ahşap bir masa, masanın üzerinde bir laptop ve kağıtlar vardı. Masanın sağ tarafında pencere, beyaz iki tane deri koltuk ve bir sehpa vardı. Masanın sol tarafı ise eğlence alanı olarak düzenlenmişti. Bir televizyon ekranının karşısında iki tane puf koltuk vardı ve sanırım bu alanı oyun oynamak için kullanıyorlardı. Bir köşede ise boks torbası ve bir kaç spor aleti vardı.

Masanın başındaki dönen sandalyeye ilerlerken aklımdaki çılgın düşünceleri zapt edemiyordum. Kum torbasını mı patlatsam? Yoksa masanın üzerindeki kağıtları yırtıp üzerine kahve mi döksem? Yoksa deri ve beyaz koltukları mı boyasam? Ya da bunların hepsini bir arada yapıp duble bir delirtme mi yapsam?

Dönen sandalyeye oturduktan sonra ayaklarımı masanın üzerine uzattım hafif hafif sağa sola sallandım. Gıcık herifin sandalyesi rahatmış.

Yakalanmadan buradan çıkmak için oyalanmadan sandalyeden kalktım ve kum torbasını yanına ilerledim. Sanki Akın’ın yüzü varmış gibi ters bir bakış attım. Sağ elimi yumruk yaptım. “Bu benimle üstten üstten konuşup, ödevime kahve döktüğünüz için.” dedim ve sağlam bir yumruk attım. Kum torbası yerinden minicik oynarken elim sanki taşa yumruk atmışım gibi acımıştı.

Lanet adamın her şeyi tuzak gibiydi.

Kum torbasına olan sinirimden dolayı tekrar masanın yanına gittim ve masanın üzerinde kalemlikte duran makası aldım. Kum torbasını yanına geri döndüğümde elimdeki makası acımadan kum torbasına sapladım. Kolum yorulduğunda bir adım geri çekilip eserime gururla baktım. Bazı yerler tam patlamamıştı ama kesik olan bazı yerlerden yere kum akıyordu. Tablo yorumlayan bir sanatçı gibi eserimin karşısında kendi yorumumu yaptım. “Sanatçı burada öfkesini dışa vurarak kendini rahatlattı ve bundan bir gram bile pişman değil.”

Masanın yanına geri döndüm ve kalemlikteki bütün kalemleri alıp deri koltuğa oturdum. Bu koltuk birazdan yapacağım hiçbir şeyi hak etmiyor ama bazı nefretsel ve intikamsal durumlar nedeniyle bu duruma üzülemiyordum. Rastgele koltuğa siyah tükenmez kalemle bir çiçek çizdim. Sonra bir ağaç, bir kuş, bir ev, bulut, güneş derken sadece boş bir yer bırakarak geri kalan kısımları resimlerle doldurdum. Koltuğa en vurucu darbemi kırmız tükenmez kalemle yaptım. Koltuğun boş olan yerine şunu yazdım; Bela Geliyorum dedi ve geldi. (Bundan sonra bulaştığın insanlara dikkat etmeni tavsiye ederim:))

Koltuktan biraz uzaklaşıp eserime baktım gayet güzeldi. Koltuktan uzaklaşıp sıradaki hedefime ilerledim. Masanın üzerindeki kağıtlara. Hedefime ulaşınca elime bir iki tane kağıt alıp incelemeye başladım. En sonunda benim ödevimden daha önemli olmadığı kanısına vararak yırtmaya başladım. Elimdeki kağıtlar bitince yenisini alıp devam ettim. Küçük bir yığın olarak masanın üzerinde duran yırtılmış kağıt parçaları vardı.

Şimdi bunların üzerine kahve dökmek vardı ama elimde kahve mevcut değildi maalesef. Onun yerine camın kenarındaki sehpanın üzerindeki su şişesine ilerleyip aldım. Geri döndüğümde suyun kapağını açtım ve azar azar kağıtların üzerine döktüm. Yeterince işlendiğini kanaat getirdiğimde suyun kapağını kapatıp kenara koydum. Masanın kenarından akan suyu görmezden gelerek masanın bir köşesinde kalan ajandayı aldım. Boş olan sayfalardan birini kopardım ve kalemlikten bir kalem alıp buraya da bir not bıraktım.

Not: Kahvem olmadığı için kağıtları suyla ıslattım. Umarım kağıtlar önemli değildir ya da banane umarım önemlidir.”

Yazdığım notu ajandanın üzerine bıraktım ve yakalanmadan gitmek için çantamı alıp, saçımı başımı düzelttikten sonra odadan çıktım.

Geldiğim koridordan ilerlerken az önce karşılaştığım kumral kız tekrar karşıma çıktı.

Yine donuk ve ifadesiz bakışlarla bakarken, “Ne oldu beklemekten sıkıldınız mı?” dedi.

“Yok. Benim bir işim çıktı o yüzden gitmem gerekiyor.” dedim aklıma gelen ilk yalanı söyleyerek. Kız şüpheyle bana baksa da uzatmadı. “İyi.” dedi ve yanımdan uzaklaştı. Kızı umursamadan asansöre ilerdim ve tuşuna bastım. Asansör kapıları açınca bindim ve zemin kata bastım. Asansör inmeye başlarken Akın’ın odayı gördükten sonraki yüz ifadesini düşünüp daha çok keyfim yerine geldi.

Ben demiştim ama başınıza bela olurum dedim beni dinlemediler. Sonuç olarak bela geliyorum dedi ve geldi.

Bir sonraki bölümde görüşürüz ❤

Bölüm : 02.09.2024 16:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ışıl karaermiş / ŞAKALANDIN / Bela Geliyorum Dedi
ışıl karaermiş
ŞAKALANDIN

31 Okunma

4 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...