Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@isimsizyazar

"Burası."

Egemenin arabası iki katlı bir villanın önünde durdu. Görünürde kimse yok, çevresi çok sakindi.

Egemene döndüm. "Görüşürüz." diyerek gülümsedim ve sarılmak için uzandım.

"İlk gününde başarılar." dedi ayrıldığımızda gülümseyerek.

Arabadan inip bahçe kapısına yaklaştığımda Egemen de uzaklaşmıştı. Evin geniş bir bahçesi vardı. Bahçenin etrafındaki duvarlar gür ağaçlarla kaplandığından bahçe dışarıdan gözükmüyordu. Demir kapıyı açıp içeri girdim. Efrafı detaylı incelememiştim ama gördüğüm kadarıyla çok güzeldi. Huzurlu bir yer gibi duruyordu. Sokak bile sessiz ve sakindi.

Umarım burada iyi karşılanırım.

Evin kapısına yaklaştığımda içerden bağırışma sesleri geliyordu. Çekinerek bekledim. Acaba girmemeli miyidim? Belki de şu an girmemem daha iyiydi. Biraz daha sakinleştiklerinde girebilirdim. Ama şu an beni bekliyorlardı. Girmeye karar vererek kapıyı çalmak için elimi havaya kaldırdığımda daha çalmadan kapının açılmasıyla elim havada donmuştu. Şaşkın gözlerle karşımdaki benim yaşlarımda gözüken çocuğa baktım. Kaşlarını olabildiğince çatmış, siyaha yakın koyu gözleriyle sinirle bakıyordu. Resmen öfkeyle soluyor gibiydi. Nefes alışları sık ve derindi. Neydi onu bu kadar sinirlendiren? Saçlarının da koyu olması ve her an bir satır çıkarıp insanları doğracak gibi olan görüntüsü onu iyice korkunç gösteriyordu. Elimi yavaşça indirip konuşmaya çalıştım.

"Ben..." İçeriye kaçamak bir bakış attım bakıcılığını yapacağım küçük çocuğu görme umuduyla. "Bakıcı olarak gelmiştim ama..." Bu çocuk, bakıcılık yapacağım çocuğun abisi miydi yoksa?

Kapı sertçe yüzüme kapandığında ne olduğumu şaşırdım. Bu nasıl bir şeydi böyle? Kapıyı neden yüzüme kapatıyordu hiç bir şey demeden? Zenginler ilk gördükleri insana böyle mi davranırlardı?

Ben hala şaşkın şaşkın kapanan kapıya bakarken içerden yeniden bağırışma sesleri geldi. "Anne, bir de bakıcı mı tuttunuz?! Kaç yaşındayım ben? 5 falan mı?"

Benim duymadığımı sanarak kurduğu bu cümlelerle şaşkınlığım daha da artmıştı. Kapı tekrar açıldı. Daha da nefret yüklü bir ifadeyle "Yanlış adres." diyerek yeniden kapattı.

Ne olduğunu anlayamıyordum. Ne yani bakıcısı olacağım çocuk bu muydu? Ben daha küçün bir çocuk bekliyordum. Hatta dün gece onu eğlendirmek için oynayacağım oyunları bile tasarlamıştım aklımda. Gerçekten böyle birşeyi beklemiyordum. Afallamıştım.

Kapı tekrar açıldı. Bu sefer karşımda hafif kumral, güzel ve bakımlı bir kadın vardı. Işıl ışıl parlayan gözleri ve misafirperver tavrıyla içeriye buyur etti. "Onun kusuruna bakma, içeri gel." dedi gülümseyerek. İçeri girerken bir ona bir de çocuğa baktım şaşkınca. Çocuk bana neredeyse öldürecekmiş gibi bakıyordu. Neden böyleydi? Onun bu tavrıyla gerildiğimi hissediyordum. Hata mı etmiştim gelmekle?

"Nefes, değil mi?" diye sordu kadın, çocuğun aksine güler yüzle. Annemin, arkadaşından aldığı ve bana aktardığı bilgilere göre kendisi de eşi de önemli bir doktordu. Sürekli mesaiye kalıyorlar, hatta eve gelemedikleri günler oluyormuş. Astım hastası bir oğlu varmış. Tek oğlu. İlaçlarını ona hatırlatacak biri gerektiği için sürekli bakıcı arıyorlarmış. Ama hiç bir bakıcı uzun süre devam edememiş. Tabi bu çocuğun küçük olduğunu düşünürsek herşey daha normal geliyordu...

"Evet" diye onayladım gülümseyerek.

"Ben Serpil." diyerek kendini tanıttı. Daha sonra, biraz uzağımızda, hala sinirle bizi izleyen çocuğu işaret etti. "Bu da oğlum Rüzgar." Onun bu halini normal karşılıyor gibiydi. Her zaman böyle miydi acaba?

"Tanışmaya gerek duymuyorum." dedi sakin ve kendini bilmiş bir şekilde. Şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Beklemediğim bu tavırdan dolayı, doğrusu kalbim kırılmıştı. En azından biraz daha kibar olabilirdi...

"En az iki gün sonra istifa edecek birinin bilgileriyle zihnimi neden doldurayım ki?" diye devam etti sözlerine gıcık bir tavırla.

Şaşkınlığım her dakika adım adım artarken, bunun üstünde daha ne yapabilir ki diyordum. Ama o, hep bir adım daha atıyordu. Daha ilk anda anlamıştım inatçı biri olduğunu. İnatçı ve huysuz. Ama o inatçıysa ben de inatçı olabilirdim. Bu işe ihtiyacım vardı ve kolay kolay pes etmeyi düşünmüyordum. Onun dediği gibi iki gün sonra istifa etmeyecektim. Ama daha ilk günden böyle tavırlarla karşılaştıysam ilerde ne kadar yorulacağımı hayal bile edemiyordum. Umarım bu geçici bir şeydir diye temennide bulunmaktan başka seçeneğim yoktu.

"Tatlım, lütfen Nefese de diğerlerine davrandığın gibi davranma. Mecburuz biliyorsun."

Daha kaç kişiye, nasıl davranmıştı ki? Neden böyle yapıyordu?

"Değilsiniz." dedi kızgın bir tavırla. Açıkcası anlam veremiyordum. Zaten kocaman adamdı. Kendi ilaçlarını kendi alabilirdi.

"Krizin tutmadan ilaç almayı akıl edemiyorsun ama. Ya evde kimse yokken krizin tutarsa?" dedi hala sakin tavrını koruyarak.

"Ya bilerek almıyorsam?" diyince şaşkınca baktım. Annesi hala onu ciddiye almıyordu ama sanki ortam bir anda sessizleşmiş, soğuk bir hava esmeye başlamıştı. Annesiyle aralarında sessiz bir şavaş var gibiydi. Rüzgarın içinde bir şeylere karşı büyük bir öfke vardı sanki. Ama bu dediği şey... normal değildi kesinlikle. Bile bile ölüme gitmekti. Belki gerçekten böyle bir niyeti olmasa bile, ölümü temenni ediyor olması da oldukça büyük bir sorundu. Rüzgarın bu dediğine bir tepki verecek mi diye annesinin yüzüne baktım ama o tek kaşını kaldırmış, karşısında sanki gerçekten 5 yaşında bir çocuk varmış gibi bakıyordu. Serpil Hanımdan istediğini alamayacağını anlayan Rüzgar, öfkeyle soluyarak merdivenlerden yukarı çıktı.

"Otur." dedi kanepeyi göstererek. O da karşıma oturmuştu.

"Sen Rüzgarın kusuruna bakma. Yönlendirmeyi sevmiyor. Hep dik başlı bir çocuk oldu. Özgürce hareket etmek istiyor. Ama malesef hastalığı buna izin vermiyor. Diğer çalışanlara yaptığı gibi senin de istifa etmeni sağlayacaktır. Lütfen güçlü kalmaya çalış." dedi hafifçe gülümseyerek.

Korkmam gerekiyor mu? Çünkü ben biraz korktum da.

Hala Rüzgarın hastalığının önemini kavrayamamıştım. Düşünceler beynimde dönüp dolaşarak kendilerine bir yer bulmaya çalışırken sormak için ağzımı açmıştım ki Serpil hanım konuşmaya başladı.

"Rüzgarın bu nefes problemi küçük yaşlarda belirmişti. Bu hastalık biraz daha farklı. Daha çok psikolojik olaylar tetikliyor. Sinirlendiğinde, korktuğunda, heyecanlandığında yani kısacası vücudu olaylara yoğun tepki gösterdiğinde nefes almakta zorlanabiliyor. İşte bu yüzden çoğu zaman onun dışarı çıkmasına izin vermiyoruz. Gördüğün gibi agrasif bir çocuk, olur da biriyle kavga eder, başına bir şey gelir diye. Bu sebeple liseyi de bırakmak zorunda kaldı zaten. Gerek arkadaşlarıyla yaşadığı gereksiz tartışmalar, gerekse iyi bir üniversite için girdiği stress onu çok yordu." Anlattıklarını büyük bir ilgiyle dinliyordum. Çünkü daha önce böyle birşeyle hiç karşılaşmamıştım. "Sakinleştirici ilaçları var duygularını aza indirmek için. Bunları belirli saatlerde vermen gerekiyor. Eğer kriz gibi bir durum yaşanırsa ilk anda astım ilacı onu sakinleştirir. Ardından sakinleştirici ilacını verirsin. Bir de uyku ilaçları var. Nefesinin daraldığını sana belli etmemeye çalışacaktır. Duyguları konusunda iyi bir oyuncu. Onu çok iyi takip etmeni istiyorum. Eminim seni yanında tutmayacaktır. Ama sen ne olursa olsun gözünü ondan ayırma. İlaç saatleri ve numaram buzdolabının üzerinde yazıyor."

Anlatacaklarını bitirdiğinde hafifçe kafamı salladım. Söylediklerini içimden tekrar ederek unutmamaya çalışıyordum. Onu hiç bölmeden dinlemiştim. Bütün soracağım soruları daha sormadan cevaplamıştı. İşte şimdi anlamıştım hastalığının ciddiyetini.

Ayağa kalktığında onu takip ederek ben de kalktım. "Anladın değil mi?" diyerek elini uzattı.

Elini sıkarken "Evet, anladım." dedim.

"Benim şimdi gitmem gerekiyor. Eğer bir sıkıntı olursa beni arayabilirsin." dedi elimi bırakıp kapıya yönelirken.

Evden çıktığında gözlerimi etrafta gezdirdim. Sade renklerle döşenmiş bir evdi. Ferah ve insanı rahat hissettiriyordu. Giriş kapısının solunda ufak bir basamakla salon duruyordu. Yine sade renklerde oturma takımı ve son model bir televizyon vardı. Camlar boydan ve geniişti. Bahçenin yeşilliği çok güzel gözüküyordu. Sağ tarafta ise mutfak vardı. Mutfakta oldukça geniş ve yine son model eşyalarla doldurulmuştu. Kahve makinası bile vardı. Burdan bir kapı bahçeye açılıyordu. Kapıya ilerleyip bahçeye kısa bir göz attım. Havuz, biraz ilerde kamelya, mutfağın hemen yakınında ise orta boy bir yemek masası vardı.Mutfaktan çıktığımda sağda, giriş kapısınında tam karşısında yukarı çıkan merdivenler vardı. Bu katta iki kapalı kapı daha vardı. Onların da lavabo olduğunu tahmin ettim. Salonun diğer tarafında bir kapı daha vardı. Burdan görebildiğim kadarıyla kitap odasıydı. Daha sonra gelmek için aklımın bir kenarına not ettim ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Üst katta da birkaç kapı vardı ve hepsi kapalıydı. Birisi Rüzgara ait olmalıydı, bir diğeri de Serpil Hanımla eşine. Diğerlerini tahmin edememiştim. Koridorun sonunda ise bir teras vardı. Oraya ilerleyip kısaca bir göz gezdirdim. Yere bir kaç puf atılmıştı. Bir masa, tezgah ve lavabo burada da vardı. Terasın bir bölümünde ise çiçekler vardı. Güneş ışığıyla çok güzel gözüküyorlardı. Çıkmak için kapıyı açtığımda arkamdan gelen sesle öylece kaldım.

"Oraya çıkabileceğini mi sanıyorsun?"

Rüzgarın gelmesini beklemiyordum. Sesinde alay vardı. Başımın belada olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Belli ki burada olduğum sürece hep benimle uğraşacaktı.

"Anlamadım." diyerek ona döndüm.Terasa çıkmam için izin mi almam gerekiyordu?

"Misafirlikteyken her odaya elini kolunu sallayarak giremezsin. Annen sana görgü kurallarını öğretmedi mi?" dedi küçük bir çocuğa anlatır gibi. Sinir hücrelerimin yükseldiğini hissederken sakin olmak için kendimi zorladım. Bu nasıl bir üsluptu böyle?

"Unutma." dedi bir adım yaklaşarak. "Sen burada sadece bir hizmetçisin." Hizmetçi mi?! Ben hizmetçi değildim ki. Serpil Hanım bundan bahsetmemişti. "Sana verilen görevden başka birşey yapmana izin vermiyorum." Yüzünde öyle bir gülüş vardı ki yumruğumu geçirmemek için kendimi tutmam gerekiyordu. "Şimdi git bir yerlerin tozunu filan al." diyip odasına girdiğinde arkasından bakakaldım. Nereye düşmüştüm ben böyle? Her gelene bu şekilde davrandıysa istifa etmelerine hak veriyordum. Ama hayır. Ben pes etmeyecektim. Annem ve kardeşim için katlanacaktım.

Daha fazla düşünmemeye çalışarak merdivenlere yöneldim. Kendimden, bir daha zorunlu olmadıkça bu kata çıkmayacağıma dair söz aldım. Rüzgarın bu tavrı iyice moralimi bozmuştu. İlaç saatlerine bakmak için mutfağa yöneldim.Buz dolabının önünde durup harf magnetleriyle tutturulmuş not kağıdına baktım. Açıkcası bu harf magnetleri beni şaşırmıştı. Çünkü bu sade eve göre renkli duruyorlardı. Ve çocuklar için gibiydi. Belli ki baya eskiydi. Rüzgar'ın çocukluğundan kalma olabilirdi. Harflerle tutturulmuş birkaç resim de vardı. R harfinin tutturulduğu fotoğrafta Rüzgar'ın resmi vardı. Güneşli bir günde elinde tuttuğu fıskiyeden çıkan sularla oluşan gökkuşağına bakıp gülüyordu. Çok tatlı ve çok masum görünüyordu. Böyle tatlı bir çocuğu buna dönüştüren neydi acaba?

Yanındaki S ve K harfleriyle tutturulmuş fotoğrafa baktım. Rüzgar, annesinin kucağında dönme dolaptan inerken ağlıyordu. Tekrar binmek istiyor gibi bir hali vardı. Annesinin gözleri kısılmış gülüyordu. Arkalarında kalan, sepetten inen, aynı rüzgar gibi siyah saçlı genç bir adam da aynı şekilde gülüyordu. O da muhtemelen babası olmalıydı. Güzel bir aile tablosuydu. Çok mutlu gözüküyorlardı. Ama şimdi öyle değiller miydi? Rüzgar'ın bu asabi hali bunu çağırıştırıyordu bana.

Daha fazla incelemeyi bırakarak, daha sonra uğramak için aklımın bir kenarına attığım kitap odasına ilerledim. Rüzgarın ilaç saatine daha bir saat vardı. O zamana kadar oyalanabilirdim. Çok güzel ve huzurlu bir odaydı. Kitaplıklar odanın bir duvarını boydan boya kaplıyordu. Her türden kitap vardı. İçlerinden ince bir kitap seçerek okumaya karar verdim. ve cam kenarındaki koltuğa oturdum.

***

Kitabı kapatıp kucağıma koyduğumda tembelce esnedim. Kitap gerçekten sürükleyiciydi. Tek oturuşta bitirmiştim Zaten bunun için ince bir kitap seçmiştim. Yerimden kalkarak kitabı aldığım yere koydum. Kitabın etkisinden çıkamamıştım ve biraz uykum gelmişti. Camdan dışarıya boş boş bakarken telefon çalmaya başladı. Kayıtlı olmayan bir numara arıyordu.

"Alo." Karşıdan gelen tanıdık sesle Serpil Hanımın aradığını anladım. Numaramı nerden almıştı ki?

"Efendim?" diye sordum.

"Nasıl gidiyor?" diye sordu keyifle. "Rüzgar içti mi ilaçlarını?"

Soruyu sorduğu anda kafamdan aşağı kaynar sular indi. Kitap okurken tamamen unutmuştum. İlk günden nasıl böyle dikkatsiz olmuştum? Hemen saate baktım. Yarım saat geçmişti. Biraz rahatlasam da hala telaşlıydım. Yarım saatten bir şey olmazdı herhalde. Değil mi?

"Evet." diye yalan söyledim telaşımı sesime yansıtmamaya çalışarak. Hızla ilaçların olduğu çekmeceye yöneldim.

"Rüzgar sorun çıkarıyor mu?"

"Hayır, çıkarmıyor." dedim yine yalan söylereyek. Aslında yalan sayılmazdı. En son ki olaydan sonra daha görmemiştim onu.

"Gerçekten mi?" dedi. Şaşkınlığı ve sevinci sesine yansımıştı. "Ondan beklenmeyecek hareket. Umarım hiç çıkarmaz."

Yalandan gülümsedim. Ama elim ayağım birbirine dolanmış, hızla çekmeceyi karıştırıyordum. İlk günden işi batırmıştım resmen. Nasıl böyle bir dikkatsizlik yapmıştım aklım almıyordu. Bir süre daha konuşup telefonu kapattığımızda ben de sakinleştirici ilacını buşmuştum. Hemen merdivenlere yönelip bir kaç basamak çıkmıştım ki karşımdaki siluet durmamı sağladı. Ben çok gergin, elim ayağım birbirine dolanmış, nefes nefese karşısında duruyorken o, kollarını göğsünde birleştirmiş, duvara yaslanmış bir şekilde beni izliyordu. Yüzünde yine o gülüşü vardı. Kolundaki saate baktı, sonra bana döndü.

Kafasını iki yana salladı cıklarken. "Ben..." dedim o yaslandığı yerden ayrılırken.

Sözümü kesti. "Ne kadar beceriksizsin. Daha ilk günden sorumsuzca davranıp vereceğin ilacın saatini kaçırmışsın. Bu kadar basit bir şeyi bile yapamadın mı?" Ağır adımlar atarak yaklaşıyordu. "İlk gördüğümde zaten anlamıştım aptal biri olduğunu."

Utançla başımı eğdim. Bir şeyler demek istiyor ama diyecek bir şey bulamıyordum. İşi mahvetmemden dolayı ettiği hakarete bile aldıramıyordum. Yarım saatin bile bu kadar önemi var mıydı?

"Ben..." Yeniden açıklama yapmak için ağzımı açtığımda tekrardan sözümü kesti.

"Açıklama mı yapacaksın bir de? Herşey göründüğü gibi değil mi? Kitaba daldın ve ilaç saatini kaçırdın." Kitap okuduğumu görmüş müydü? Gerçekten onun geldiğini anlamayacak kadar dalmış olmalıydım. "Olan tek şey..." dedi tek parmağıyla beni omuzumdan hafifçe ittirip. "Kovuldun."

Son dediğiyle dişlerimi birbirine bastırdım. Gözlerim yanıyordu. Bu işe ihtiyacım vardı. Kovulamazdım. Yarım saat geçiktirdiysem ne olmuştu ki? Ayrıca tavrı canımı daha da çok sıkıyordu. Çöpmüşüm gibi davranmak zorunda mıydı? Ben ne yaptım ki ona?

Rüzgar gülüşünü bozmadan kapıya yönelip açtığında onu buğulu gözlerle izledim. Gözlerimin dolduğunu ona fark ettirmek istemiyordum. Ama bu mümkün değil gibiydi.

"Rüzgar..." dedim şansımı deneyerek. Bu kadar çabuk bitemezdi. "Biraz daha..."

Beni hiç dinlemeyip kapıyı işaret etti. "Ne dikiliyorsun hala?" dedi sabırsızca. Ciddileşmişti. Bir şeyler daha demek istiyordum ama ağzımı açamıyordum. Konuşursam ağlamaktan korkuyordum. Kendimi çok zor tutuyordum. Keşke bunlar bir şaka olsaydı.

"Tonlarca işimin arasında bir de senle mi uğraşacağım?" dediğinde şaka olabileceğine dair son umudum da uçup gitmişti. Gözlerim dolu dolu ilerledim kapıya. İnsafa gelmesini umdum. Ama insaf ona çok uzaktı.

"Sana iş bulmada kolay gelsin. Zira bu devirde iş bulmak çok zor."

Daha fazla duramayarak evden çıktığımda kapıyı kapattı. Onun kapıyı kapatmasıyla gözyaşlarım da serbest kalmıştı. Ellerimi sıkıp gökyüzüne kaldırdım kafamı. Sadece eve biraz katkım olsun istemiştim. Anneme yardım etmek istemiştim... Şimdi ona bunu nasıl açıklayacaktım? Açıklayamazdım ki. Üzülürdü. Bir şekilde halledecektim. Serpil Hanımı bir şekilde ikna etmeliydim.

Düşüncelerimin arasında yürümeye başladım. Egemeni aramak istiyordum ama bu halde yapamazdım. Rüzgar yüzümü yakıyordu. Hava soğumuştu. Bir süre yürüyüp gördüğüm ilk kafeye girdim. Sadece lavabosunu kullanacaktım. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım. Aynadaki kızarmış gözlerime baktım. O kadar da kötü durmuyordum.

"İyisin iyi. Bir şey yok. Herşey iyi olacak." diyip kendimi kandırmaya çalıştım. Kafeden çıkıp eve yürümeye devam ettim. Kimseye bu olanı anlatmayacaktım. Egemen'e bile Rüzgar'ın tavrından bahsetmeyecektim. Bunu duysa eminim büyük bir kavga çıkardı. Eve yaklaştığımda ağlamamı çoktan durdurmuştum. Annem anlamazdı artık. Kapıdan girmeden önce de gülümsemeden bir maske taktım. Eve girdiğimde annemle bir müddet oturup bugünden bahsettim. Pürüzlerini atlayıp, ufak tefek, iyi geçtiğine dair pembe yalanlar da serpiştirmiştim aralara. En kısa zamanda Serpil Hanımla konuşmalıydım.

Nasılsınızz

Bölümü beğendiniz mi?

Rüzgar hakkında ne düşünüyorsunuz çok iyi biri dimi dfghjkl

Nasıl fotoğraf ekleyeceğimi bilmiyorum ama

Bi de ataş ekledim yanlışlıkla. Onun da ne olduğunu bilmiyorum

Yorumlarınız benim için çok değerli

Loading...
0%