Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@isimsizyazar

Selaamm

Yazım yanlışlarımın kusuruna bakmayın. Fark etmiyorum ettiğimde düzeltmeye çalışıyorum.

İyi okumalar💕

Uykumun arasında beni yavaşça gerçekliğe dönderen melodiye kulak asmamaya çalıştım. Ama işe yaramıyordu. Israrla çalıyordu. Uyandıkça rüyamı hatırlıyordum. İnsan dinlenmek için uyurdu değil mi? Ama ben daha çok yorulmuştum. Rüyamda da iş bulamamış orda bile Rüzgar'la uğraşmıştım. Karmaşık ve saçma sapan bir rüyaydı işte. Gözümü açmadan telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Nefes?"

Sorgulayan nazik sesi duyduğumda bütün uykum kaçmış bir anda doğrulmuştum. Sanki görebilecekmiş gibi toparlanmaya çalıştım, önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına attım. Arayan Serpil Hanımdı. Neden aramıştı ki şimdi? Kovulduğumu mu söyleyecekti? Ama benim açıklamam da hazırdı. Diyeceği her türlü kötü şeye kendimi hazılayıp cevap verdim.

"Efendim?"

"Rüzgar başına gelenleri anlattı." Al işte. Rüzgardan dinlediyse eğer, kesin kovardı beni. O, olabildiğince kötü anlatmış olmalıydı. "Bak tatlım. İşin ilk gününde böyle hatalar olur. Daha önce de dediğim gibi Rüzgar sürekli sana zıt düşecek şeyler yapacaktır. Ama sen kararlı olursan o da bu durumu kabullenecektir. Sen bundan sonra daha dikkatli olursan bir sorun kalacağını düşünmüyorum."

Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Gerçekten böyle mi düşünüyordu? Hem sesi kızgınlıktan yoksun, hem de ikna ediciydi. Demek ki çok ihtiyaçları vardı.

"Ne yani? Yaptığım hatadan dolayı beni kovmayacak mısınız?"

"Rüzgar çoğu zaman günlük ilaçlarını almıyor. Bu durum şu anlık fazla sorun teşkil etmiyor. Bundan sonra daha dikkatli olman lazım. Eğer kriz anında ilaçlarını geciktirirsen o zaman sonuçları kötü olabilir. Umut ediyorum ki Rüzgar seninle ilaçlarını düzene sokacak."

"Kriz anında gecikirse ne olur?" diye sordum aklıma takılan soruyu.

"Hastaneye kaldırılma, hatta belki ölme riski bile var. Çünkü bu hastalığı nefes problemi yaptığı gibi kalbine de sıkıntı yapıyor."

Şaşkınlıkla gözlerim açılırken "Anladım." dedim. Demek ki durum bu kadar ciddiydi.

"Rüzgar şu an uyuyordur. Ona kahvaltı hazırlar mısın?" dedi gülümseyerek.

"Tamam, hazırlarım."

Kovulmuyor oluşuma sevineyim mi, yoksa Rüzgar'ın bu tavırlarının bin kat fazlasına maruz kalacağım için üzüleyim mi bilemedim. Ama en fazla ne yapabilirdi ki? Onu görmezden gelirsem bir sıkıntı olacağını düşünmüyordum.

***

Rüzgar'ın kahvaltısı için son şeyi de masaya koyup saate baktım. Saat 10'a geliyordu. Krepler soğumadan Rüzgar'ı uyandırmalıydım. Ama açıkcası uyandırmayı hiç istemiyordum. Rüzgar uyurken daha çekilir biriydi. Söylene söylene merdivenlere yöneldim. Ama duraksamama sebep olan bir şey duydum. Rüzgar uyanmış olmalıydı. Hemen merdivenin sağına geçip biraz ilerisinde gelmesini bekledim.

Ağır adımlarla sallana sallana iniyordu. İlk gözüme çarpan şey üzerinde tişörtünün olmamasıydı. Buna odaklanmamaya çalıştım. Siyaha yakın saçları dağınıktı. Ve yürüyüşünden de anlaşıldığı üzere yeni uyanmıştı. Merdivenlerden inip sol tarafta kalan mutfağa yöneldi. Ne yani beni fark etmemiş miydi? Demek ki bu kadar dalgın olacak kadar uykuluydu. Tezgahın üzerindeki rafa uzandı. Bunu yaptığında sırtındaki kaslar hareketlenmişti. Bir bardak alıp tezgahın üzerindeki sürahiden su doldurdu. Ağızına doğru götürdü. Tam içecekti ki duraksadı. Ben neden durduğunu anlamaya çalışırken o aniden bardağı tezgaha indirmişti. Bu ani hareketiyle korkuyla irkildim. Sular dökülüp etrafa sıçrarken bardak elinde parçalanıp tezgaha saçıldı.

"Ne işin var burda?!" diye bağırmıştı arkasını dönmeden. Sesi o kadar gür çıkmıştı ki evin içinde yankılanmıştı. Korkuyla yerimde kıpırdandım. Bu şekilde fark etmesini beklemiyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sinirle derin nefesler aldığı belli oluyordu.

"Sana söylüyorum!" diyerek arkasını döndü. "Kovulmuştun?!" Gözleri nefret doluydu.

"Sen benim patronum değilsin." dedim kararlılıkla. "Gel dediğinde gelmeyeceğim, git dediğinde gitmeyeceğim. Beni kafana göre kovamazsın. Annen ne diyorsa onu yapıyorum."

Bu çıkışıma karşı dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Kafasında dolaşan tilkileri görebiliyordum. Beni pes ettirmek için planlar söyleyen tilkileri...

"Demek öyle." dedi. Konuşurken yavaş yavaş yaklaşıyordu. "Senin dilin fazla uzamış sanırım. Patronun oğluna karşı geliyorsun?" Sinirle dişlerimi sıktım. "Bilmem farkında mısın ama görünüşte her ne kadar annem patronun olsa da, senin hakkındaki hükümleri ben veririm." Karşıma geldiğinde durdu. Eğilerek yüzünü yüzüme hizaladı. "Gel dediğimde geleceksin, git dediğimde gideceksin. Anladın mı?"

İyice sinirlerim gerilirken yüzümün önünde duran suratına yumruğumu geçirmemek için zor tutuyordum kendimi. Eğer Türkiye'de bir arınma gecesi düzenlenecek olsa ilk hedefim Rüzgar'ı acılar içinde parçalara ayırmak olacaktı. Yanlış şeyler söylememek için kendimi durdurdum. Serpil Hanımın dedikleri aklıma geldi.

Rüzgar sürekli sana zıt gelecek şeyler yapacaktır. Sabırlı olman gerek...

"Ben senin evine gelen diğer çalışanlara benzemem." dedim sesimi yükseltmemeye çalışarak.

Doğrulup beni baştan aşağı süzdü. "Evet, benzemiyorsun. Onlar senden daha yaşlıydı. Hiç eğlenceli değillerdi. Senle uğraşmak daha eğlenceli olacak. Ha, tek bir ortak noktanız var. İstifa etmek."

Sinirden tırnaklarımı avucuma geçirirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Tam bir şey söyleyecektim ki buna izin vermedi.

"Bu evde bir hizmetçi olduğunu unutma. Sözlerini iyi seç.Bir hafta sonra bu evden ayrılmak için yalvaracaksın." dedi ve merdivenlere yöneldi. Yukarı çıkarken bana bakmadan yeniden konuştu. "Ortalığı toparla ve gözüme gözükme. Arkadaşlarım gelecek."

Bu kadar ukala olan bir insana kim katlanıyordu ki? Kim onunla arkadaşlık kurabiliyordu?

Gerçekten dediği gibi ortalıkta gözükmeyecektim. Bütün bunlara annem ve kardeşim için sabretmeliydim. Onlara yardım etmek için... Ve Rüzgar'ın sorun çıkarmasına karşılık, ben de onun gibi yapıp sorun çıkarmayacaktım. Onun eline koz vermemliydim...

***

Israr çalan zille elimdeki kitabı bıraktım. Uzun zamandır kitap odasındaydım. Rüzgar'da benden hiçbir şey istememişti. Memnundum halimden. Zile bakmamamın sebebi de, yarım saat önce bir kez daha çalmıştı ve Rüzgar açmıştı. Şimdi de açacağını düşünmüştüm. Ama belli ki duymuyordu. Yerimden kalkıp kapıya ilerledim. Gerçekten nasıl duymuyordu acaba bu kapıyı?

Kapıyı açtığımda elini yeniden basmak için zile kaldırmış, çatık kaşlı bir çocuk duruyordu. Boyu neredeyse Rüzgar'la aynı, saçları kumraldı. Çatık kaşları beni görmesiyle şaşkınlıkla havalandı.

"Sen de kimsin? Rüzgar nerde? Arıyorum, telefona da bakmıyor." dedi içeri girerken.

"Ben..." Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bakıcı demek istemiyordum. Hizmetçi ise hiç değildim. Eşek kadar adamın ilaçlarını hatırlatmak için tutulmuş biriyim, en mantıklı cevaptı galiba. Ama tabi ki bunu da demezdim.

Konuşmak için yeniden ağzımı açtığımda "Anladım." dedi mutfağa yönelerek. "Seni de Serpil Hanım tuttu."

O kadar rahat bir tavrı vardı ki, hiçbir şeyi umursamıyor gibi gözüküyordu. O mutfağa giderken peşinden ilerledim.

"Evet." dedim o buzdolabını açarken. "Rüzgar yukarda olmalı."

Merdivenlerden adım sesleri geldiğinde o tarafa baktım. İti an, çomağı hazırla dedim içimden. Gelen Rüzgar mıydı? Beni burada görse birşey der miydi?

"Emir, sen mi geldin?" dedi beni şaşırtan ince ses. Merdivenlerden inen, sarışın, uzun saçlı, kendini beğendiği her halinden belli olan bir kızdı. Yarım saat önce gelen o muydu?

Emir, ağzında Rüzgar'a yaptığım kreple başını kaldırdı. Komik gözüküyordu ama gülmeyerek ciddiyetimi korudum.

"Sen..." dedi kız gözleri kısık bana bakarken. Birşey hatırlamaya çalışıyor gibi görünüyordu. "Rüzgar'ın bahsettiği şu salak kızsın." dedi sonunda, gülerek. Bunu dediği anda daha yeni sakinleşmiş olan sinir hücrelerim tekrar ayaklandılar. Dişlerimi sıktım. O ise şirin bir şekilde gülüyordu. Daha doğrusu şirin olduğunu sanıyordu. Ama anladığım kadarıyla onunda Rüzgardan bir farkı yoktu. Ukalanın tekiydi.

Emir, dolaptan tabağı çıkarıp masaya geçerken. Kız da yanına gitmişti. "Salak mı?" diye sordu ağızı dolu bir şekilde. "O da bizden değil mi?"

Kız bana gülümserken Emir'e dirseğiyle geçirdi. Emir, bu darbeye karşı böbreğini tutup eğilirken öksürmeye başladı. "Sussana." dedi kız hala gülümseyerek bana bakarken,dişlerinin arasından. "Evin hizmetçisiymiş."

Emir zorla toparlanıp ağızındakileri yutarken "Bu ne içindi şimdi?" dedi nefes nefese. Onların bu saçma hareketlerine anlam veremezken kızın dediği şeyle ona kitlendim.

Gözlerimden nefret fışkırırken "Ben hizmetçi değilim." dedim dişlerimin arasından. Bu evden birinin ölüsü çıkacaktı ama bakalım ne zaman.

"Her neyse." dedi kız beni hiç takmadığını belli ederek. Sonra Emire döndü. "Rüzgar bekliyor."

"Şu muhteşem şeyleri bitirmeden şurdan şuraya gitmem." diyerek bir krep daha attı ağzına. Muhteşem mi? Bir kere soğuktu onlar ne muhteşemi?

"Emir sabahtan beri yiyorsun. Hala bitmedi mi? Senin boğazını mı bekleyeceğim?"

"Bekleme Ece. Sana bekle demedim." Ece göz devirdi. Emir'in bu sözünden sonra gideceğini sanmıştım. Ama gitmek yerine yanına oturup beklemeye başladı. Gerçekten... Bu evdeki herkes çok garipti...

Rüzgar'ın ilaç saatinin geldiğini hatırlayınca hemen bir su doldurup salondaki komodinden ilaç kutusunu aldım. Bu sefer saatini kaçırmayacaktım. Hızla merdivenleri çıktığımda nefes nefese kalmıştım. Kapıda durup biraz nefesimi düzenlediğimde kapıyı açtım.

"Bir dahakine kapıyı çal." dedi ben içeriye adım attığım anda. "Hoşuna gitmeyecek görüntülerle karşılaşabilirsin." dediğinde onun ne durumda olduğunu algıladım. Banyodan yeni çıkmış, saçlarından gelen damlalar vücudunda ilerliyordu. Üstünde tişörtü yoktu ama şükürler olsun ki altında eşofmanı vardı. Kanlar yanaklarıma hücum ederken bakışlarımı kaçırdım. Bir kez daha onu bu şekilde görmüştüm. Ama bu sefer daha farklıydı. Belki de o zama aramızdaki gerginliğin şiddetinden farkına varamamıştım. Ama şu an yapılı omzu, hafif karın kaslarıyla karşımda duruyordu. Hayalimde, kendimi karşıma alıp sağlam bir tokat geçirdim. Kendine gel Nefes!

"İlacını getirdim." dedim o elindeki havluyu çalışma masasının sandalyesine asıp dolabına ilerlerken.

"Masaya koy ve çıkarken kapıyı kapat." dedi eline bir tişört aldığında. Çıkmayacaktım. İçeceğinden emin olmalıydım. Tişörte ilk önce kollarını geçirdiğinde bana dönerek hala burada oluşuma hayretle baktı.

Tişörtü kafasından geçirip "Senin anlama problemin mi var?" diye sordu abartılı bir şaşkınlıkla.

"İlaçları içtiğine emin olmalıyım." dediğimde sabredercesine nefes verip kafasını hafifçe yana yatırdı. Sinirlenmişti ve korkutucu görünmeye başlamıştı.

"Ver şunu." diyerek yanıma geldi ve suya uzandı. Derin nefesler alışından krizin yaklaştığını anlamıştım. Kutudan ilaç paketini çıkarmaya çalıştım. Ama bir anda o kadar telaş yapmıştım ki kutu elimden düştü. Sakarlığım tam yerinde uğramıştı. Çok sağ ol kendim.

"Aptal!" diyerek bağırdı ben yere eğilirken. Sinirden elleri titremeye başlamış, nefes alışı hızlanmıştı. "Gördüğüm en aptal insansın!" diye haykırdı. Rüzgar acaba sinir hastası olabilir miydi? Bence yeniden bir teşhis konulmalıydı. Ben daha ilacı paketten yeni çıkarmışken elimden çekip aldı. Rüzgar çok korkunç görünüyordu. Tamam baskılanmak istemiyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. Benim görevim buydu. İlaçları içtiğinden emin olmalıydım. Madem bu kadar rahatsız oluyordu o zaman kendi adam akıllı içsin ilaçları da bütün bunlara gerek kalmasın.

İlaçla birlikte suyu tek dikişte içtiğinde elime tutuşturdu. "Defol git burdan!" dedi aynı zamanda kapıyı işaret ederek. Korkuyla gerilediğimde birisine çarptım.

"Ay dikkat et be!" diye tiz bir ses geldi. Rüzgar elini indirmişti ama hala nefret dolu bakışları üzerimdeydi. Ece, Rüzgar'ın yanına gitti.

"Aşkım senin bağırdığını duyunca geldik." dedi yılışık bir şekilde. "Bu hizmetçi parçasına mı sinirlendin?" Bu kız biraz daha bana bu şekilde hitap etmeye devam ederse sarı saçlarını ağzından sokup burnundan çıkarıcak, protez tırnaklarıyla gözlerini oyacaktım.

Ben Ece hakkında bu hayalleri kurarken omzuma dokunan elle irkildim. Rüzgar ve Ece odaklarını benden çekerken, Emir benim duyabileceğim bir şekilde konuştu.

"Rüzgar'ın tavırlarına fazla aldırma. O bize bile bu şekilde davranıyor." dedi samimi bir şekilde gülerek. Hiç cevap vermedim. O da zaten cevap beklemiyordu. Rüzgar'ın odasına girerken ben de aşağı indim.

Herkes bana sakin ol, sabret diyordu. Bunun ne kadar zor olduğunun farkındalar mıydı acaba?! Söylemesi kolaydı. Gerçekten sırf annem için buna katlanıyor olmasaydım bir dakika durmazdım şu evde. Gerçekten dedikleri gibi Rüzgar sakinleşecek miydi? Hiç sanmıyorum! Kalp taşımıyordu ki o. Taş vardı taş! Kalbine buzdan bir duvar örmüştü. Ne kadar yakını olursan ol o duvar asla erimezdi. Annesine bile böyle davranan bir adamdan merhamet beklenir miydi? Gözlerine baktığımda merhamete dair bir kırıntı bile olmadığını görebiliyordum. Hayvanlarda bile merhamet vardı ya! Emir ve Ece'nin ona nasıl katlandığını gerçekten merak ediyordum. Öfkesiyle, bastırmaya çalıştığı bir şeyler mi vardı acaba. Bu sert adamın arkasında küskün bir çocuk olabilir miydi? Ama bu tavırları dışarıdan daha çok narsist bir kişiliği andırıyordu.

***

Çıkış saatim gelmişti. Evdeki son şeyi de halletmiştim. Şimdi sıra Rüzgar'a çıkacağımı söylemeye gelmişti. Açıkcası onu hiç görmek istemiyordum. Eminim o da beni görmek istemiyordu. Haber vermeden çıksam ayrı bir sorun olurdu. Bu adam gerçekten bir belaydı. Çantamı alıp koluma taktığımda yukardan sesler gelmişti. Yukarı çıkıp Rüzgar'ın odasına gitmek zorunda kalmadığım için şükrettim. O geliyordu. Emir'le Rüzgar konuşarak iniyordu. Ece ise arkalarından gülerek geliyordu. Oldukça mutlu görünüyorlardı. Ve Rüzgar... yüzünde alay ifadesi olmadan gülebiliyor muydu gerçekten bu adam? Alay yüklü gülüşünde göremediğim şeyleri bu samimi gülüşünde görmüştüm. Kısılan gözleri, yanaklarında oluşan çizgiler gibi... gamzesi mi vardı onun? O kadar belli belirsizdi ki emin olamadım. Ama gülüşü, beni gördüğünde hemen solmuştu. Her zaman ki ifadesiz halini aldı. Bir de nefret vardı tabi... Bana karşı, sadece bu yüzünü gösteriyor olması kalbimi kırdı. Kim durduk yere nefret edilmek ister ki? Ben istemiyordum.

Kapıya yaklaştıklarında söze girdim. "Mesaim bitti. Çıkacağımı söyleyecektim."

"Çık, mümkünse bir daha gelme." diye nefretini dile getirdiğinde sanki mümkünmüş gibi moralim daha çok bozuldu.

Eş zamanlı olarak Emir de konuştu. "Aa ne güzel. Biz de çıkıyorduk. Gel bırakalım." dedi samimi gülüşüyle. Bunu demesiyle Ece huzursuzca kıpırdandı. Rahatsız olduğu belliydi. Emir, her ne kadar biraz garip olsa da Rüzgarın aksine yardım sever biri gibiydi.

"Yok, teşekkür ederim. Erkek arkadaşıma haber verdim." dediğimde Rüzgar'ın kaşları çatıldı belli belirsiz. "Neyse o zaman, ben çıkıyorum." dedim Rüzgara dönerek. Ama hala bir şey demiyordu. Senin o muhterem ağzını açmanı mı bekleyeceğim paşahanhazretleri? diyerek kapıya döndüm. İçimden dedim tabi ki ama bir gün yüzüne karşı daha güzel şeyler söyleyecektim. Ben bahçe kapısından çıkana kadar onlar kapıda dikilip bir şeyler konuşmaya devam ediyorlardı. Kaldırıma park edilmiş arabaya takıldı gözüm. Üstü açık, kırmızı renkli spor bir arabaydı. Araba resmen parlıyordu. Parası olan harcar abi diyerek bakışlarımı arabadan çektim ve bahçe kapısını kapattım. Bunu yaparken gözüm Rüzgar'a kaymıştı. Hala dik dik bakan Rüzgar'a. Şöyle bir güzel el hareketi çekesim vardı ama Serpil Hanımın hatrına bunu yapmadım. Yoluma devam ettim. Egeme'nin geleceği yoldan yürüyordum. Sessiz, sakin ve huzurlu demiştim dimi, burası için? Bu, Rüzgar'ın bulunduğu evde pek mümkün gibi durmuyordu. Herkese karşı sert olduğunu düşünüyordum, ta ki bugün gülebildiğini görene kadar. Demek ki işine geldiği gibi davranıyordu.

Boş kaldırımda, aklımda Rüzgarın bakışları, ilerlerken duyduğum korna yavaşlamamı sağladı. Sesin geldiği yöne baktığımda Egemen, arabasının içinde eğilmiş gülümseyerek bana bakıyordu.

Arabaya yaklaşıp kapısını açtığımda "Ne o? Çok dalgınsın." dedi samimi gülüşüyle.

"Bir şey yok ya, her zaman ki şeyler." dedim arabaya binip. Elimden geldiğince ona Rüzgar'dan bahsetmeyecektim. Eminim ki o da şu an, benim ilk zaman zannettiğim gibi küçük bir çocuğu bakıcılık yaptığımı sanıyordu. Öyle sanması daha iyiydi. Gidip kavga çıkarıp, Serpil Hanımın oğlunun ağzını burnunu dağıtıp, beni işimden etmesine izin veremezdim. Ayrıca, henüz Rüzgar'ı öldürtecek kadar vahşileşmemiştim. Sadece, azıcık eziyet.

"Ee? Sen ne yaptın?" dedim konuyu değiştirerek.

"Sorma yaa." dedi yakınarak."Bugün kırılmadık bardak bırakmadım."

"Neden kırdın?"

"Lan, lavuğun biri geldi. Sarhoş mudur nedir, önüne gelen hiç bir yemeği beğenmedi. Yok çok pişmiş, yok az pişmiş, yok kıl çıkmış. İki üç yemeğini yarısına kadar yiyip kıl çıktı diye iade etti. Sonradan çaktım meseleyi. Meğer herif, kıl çıkan yemekleri tekrar ücret almadan değiştirdiğimizi öğrenmiş. Yarısına kadar yiyip, saçını koparıp atıyormuş yemeğe. Bizim salak çalışanlar da hemen inanmışlar. Patronun kızıyla olayı anladık."

"Patronun kızı mı?" dedim şaşırarak.

"Evet. Patron bazen onu gönderiyor kontrol etmesi için. Ben müşterilerle arada bir böyle sorun yaşadığımda da beni babasına karşı savunuyor sağ olsun." dedi memnun bir şekilde. Kıskanmış mıydım? Bilmiyorum. Ama galiba biraz sinirlenmiştim. Çok aldırış etmemeye çalıştım.

"Sonra ne oldu?"

"Ben bu herifin yanından elimde bardak dolu tepsiyle geçerken aynı numarayı bana da yedirmeye çalışacaktı. Tepsiyi indirdim kafasına."

"Nee?!" Şaşkınlıkla ağzımı kapatırken aynı zamanda gülmemek içiz zor durdum.

"Zaten sarhoştu. Savunacak hiç bir durumu yoktu. Tuttum yakasından attım dışarı. Hala müdürünüzü çağırın, bu nasıl hizmet diye söyleniyor. Bir tane de geçirdim ağzına. Bayılınca susmak zorunda kaldı."

Egemene yandan bir bakış attım. "Kimle sevgili olduğumu sorgulamaya başladım Egemen. Eşkiya mısın?" dedim gülerek.

"Yeri geldiğinde eşkiya, yeri geldiğinde kraliçeye köle oluruz." derken elimi alıp öptü ve çapkınca gülümsedi. Gözlerimin içine bakıyordu. İster istemez hoşuma gitmişti.

"Zaten beni bu laflarınla tavlamıştın Egemen. Şimdi önüne bak, kaza yapacaksın." diyerek romantik anı bozdum. Tam bir serseriydi.

***

Eve geldiğimde, kapıyı açar açmaz Melisa sıkıca sarılmıştı. Bugün okulda ne yaptığını anlata anlata salona geçmiştik. Çok neşeliydi. Onun bu neşesiyle benim de moralim yerine gelmişti.

"...ve sonra bana kocaman yıldız verdi!" dedi elini havaya kaldırarak, yüzünü kaplayan gülüşüyle. Öğretmeninin, onu başarısından dolayı tebrik etmesini anlatıyordu. İşte şu gülüşü görebilmek için her şeye katlanırdım.

"Aferin benim zeki kardeşime." dedim yanağını sıkarak.

"Sen ne yaptın abla? Senin işin güzel miydi?"

Bu soruyu soraya kadar her şey iyiydi be kardeşim. Ama bu soruyla yeniden Rüzgar ve kendinden büyük nefreti zihnime düştü. Yüzümün düşmesini engellemeye çalıştım.

"İyi gidiyor canım. Müdürüm bana da kocaman yıldızlar veriyor." dedim.

Kocaman yıldız. Bağırmak, hakaret etmekse, evet. Ben de o kocaman yıldızları alıyordum.

"Annem nerde?" diye sordum.

"Annem yorgunmuş. Uyumaya gitti."

Ah... anne. Biliyorum ne çok yorulduğunu. Merat etme. Bir gün çalışmana ihtiyaç olmayacak. Çok az kaldı...

Bölümü nasıl buldunuz?

Lütfen bir iki demeyin fav ve yorumlarınızı esirgemeyin sdfghjk

Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor hepinize teşekkür ederimm💕

 

Loading...
0%