@isolde_ravenscroft
|
Valeria Duskbane: Aile ve Statüsü Alveria’nın en kudretli ailelerinden biri olan Duskbane ailesi, büyü ve gizemin iç içe geçtiği bir hanedandı. Aile, gölgeleri ve karanlık doğalarını kontrol edebilen eski bir güce sahipti. Ailedeki her birey, doğuştan gelen bu gücü miras alır ve bu güç, onları Alveria’nın diğer ailelerinden ayıran en belirgin özelliktir. Ancak, bu karanlık gücün yanında, Duskbane ailesinin içindeki hiyerarşi ve aile üyelerinin kişisel ilişkileri de oldukça karmaşıktı. Ve bu karmaşanın içinde, Valeria Duskbane, ailesinin bir parçası olarak doğmuştu. Ancak, her şeyin başlangıcında olduğu gibi, o da diğer Duskbane üyeleri gibi büyüdü fakat her zaman yalnız ve gölgelerde kalmayı öğrenmişti. Duskbane Ailesi ve Hierarşi Duskbane ailesinin lideri, Silas Duskbane’di. Ailenin varisi ve gölge gücünün en güçlü kullanıcısıydı. Silas, doğuştan sahip olduğu gücü en iyi şekilde kullanarak ailesinin en yüksek noktasına ulaşmış, Alveria’nın en saygı duyulan, en güçlü isimlerinden biri haline gelmişti. Ancak gücünün yanı sıra, Silas’ın kişiliği de oldukça baskındı. Ailenin tüm kararlarını o verir ve tüm üyeler, ona karşı bir tür korku ve hayranlık beslerdi. Kendisini üstün gören ve her zaman her şeyin kontrolünü elinde tutmak isteyen Silas, Valeria ve diğer aile üyeleri için en büyük otoriteydi. Silas’ın arkasından, ailenin “gözdesi” Selene Duskbane geliyordu. Selene, ailenin ilk kız çocuğuydu ve güzelliği, zekâsı ve doğuştan gelen karanlık büyü yetenekleriyle her zaman aile içindeki en önemli yerini korumuştu. Selene, yalnızca güçlü değil, aynı zamanda Duskbane ailesinin prestijini dış dünyada temsil eden bir figür olarak kabul ediliyordu. Göz kamaştırıcı bir dış görünüşe sahipti ve diğer ailelerin, özellikle de Alveria’nın aristokrat sınıfındaki saygın isimlerin ilgisini sürekli üzerine çekiyordu. Fakat Valeria, bu iki güçlü figürün gölgesinde doğmuştu. Duskbane ailesinde, yalnızca “güçlü” olanlar gerçekten değerli kabul edilirdi. Geriye kalanlar ise, birer aksesuar gibi görülür, görmezden gelinir ve yetersiz kabul edilirdi. Valeria, ailenin ikinci kız çocuğu olarak dünyaya gelmişti ve ilk başta sadece bir “yükselme aracı” olarak görülüyordu. Kendisinde belirgin bir büyü yeteneği yoktu. Yetişkinliğe adım atarken, içindeki potansiyel, dışarıya hiçbir şekilde yansımıyordu. Valeria’nın Yetersizliği ve Gölgeleme Valeria’nın, hiçbir büyü gücüne sahip olmadığı düşüncesi, ailesinin gözünde onun varlığını anlamlı kılmıyordu. Çünkü Duskbane ailesinin üyeleri, güçlerini doğrudan kullanabilen ve bu gücü her durumda ortaya koyabilen bireylerdi. Fakat Valeria, bu gücün ötesinde bir şeylere sahipti—bir his, bir içsel güç, ama bu kimse tarafından görünmüyordu. Silas, Valeria’yı hep görmezden geldi. Ona karşı tavrı, bir aile üyesi olarak değil, daha çok bir yük, bir gereklilik gibi oluyordu. Selene, daima gözde olduğu için Valeria’yı çok az dikkate alıyordu. Her zaman, Valeria’yı daha zayıf, daha az önemli olarak görüp, bu durumu gizlice ona hissettiriyordu. Valeria, gölgesindeki aile üyelerinin ışığında, her an küçüldüğünü hissediyordu. Ailedeki tüm bu ihmaller, onun zihin dünyasında derin izler bırakmıştı. Valeria’nın kendine olan güveni ve kişisel gücü sürekli olarak sorgulanıyordu. Onun yerine, Selene, ailenin en büyük destekçisi, en büyük umudu, olarak kabul ediliyordu. Selene’nin kendini ortaya koyuşu, ailesinin gözünde sadece başarı değil, aynı zamanda Duskbane ailesinin ihtişamını simgeliyordu. Bu durum, Valeria’yı her geçen gün daha da geride bırakıyordu. Akademiye Gidiş ve Toplumdaki Yeri Valeria, büyü akademisine gittiği zaman, durumu daha da belirginleşti. Ailesinin içindeki statüsü, Alveria’daki aristokrat çevrede de yansımasını buldu. Akademide, adının öne çıkması gerektiği düşünülürken, o yalnızca gölgelerde kaybolmuş bir isimdi. Herkes Selene’yi, Silas’ı ve diğer güçlü aile üyelerini konuşuyordu. Valeria, yalnızca “kendi halinde” biri olarak tanınıyordu. Çoğu zaman, o da kendini o kadar sıradan hissediyordu ki, dünyadan kopmuş gibiydi. Akademinin ilk günlerinde Valeria, diğer öğrenciler arasında dikkat çekmeyen, sessiz ve çekingen bir öğrenci olarak kalmıştı. Başarısızlıkları onu bir yandan iyice içine kapanmış, diğer yandan da dış dünyadan daha da uzaklaştırmıştı. Derslerinde genellikle başarısız oluyor, büyüye dair hiçbir yeteneği olmadığı için zorlanıyordu. Diğer öğrenciler onunla alay ediyor, öğretmenler ise ona karşı sürekli bir küçümseme içindeydiler. Bütün bunlar, Valeria’yı bir kaybolmuşluk hissi içinde bırakıyordu. Ailesinin gözünde hiçbir zaman bir değer taşımazken, dış dünyada da aynı şekilde küçümseniyordu. Ancak bu durumu değiştirmek, ona ne olursa olsun başkalarına kendini kanıtlamak istiyordu. Gözlemlerinin, öğrenme tutkusunun ve analiz yapma yeteneğinin onu sıradanlıktan kurtarmasına olanak sağlayacağını fark etti. Valeria, bir şeylerin değişmesi gerektiğini hissediyordu ve o değişimi başlatacak olan yalnızca kendisiydi. Ailenin Tutumu ve Yalnızlık Valeria’nın ailesine karşı hissettiği yalnızlık, sadece dışarıdan bir gözlemle değil, içsel bir boşlukla da şekilleniyordu. Silas ve Selene, kendi hayatlarını, kendi mücadelelerini yaşarken Valeria, arka planda yalnız bir figür olarak var olmaya çalışıyordu. Onun yalnızlığı, zamanla çok derin bir duygusal yaraya dönüştü. Fakat Valeria, bu yalnızlıkla mücadele etmek yerine, onu güç olarak kullanmayı seçti. Her acı, her küçümseme, ona yalnızca daha fazla güç veriyordu. Ve bir gün, bu acı ve yalnızlık, onun zihin gücünü ve kararlılığını besleyecek bir kaynağa dönüşecekti. Valeria, bu duygusal boşlukla mücadele ederken, bir yandan ailesinin onun değerini anlamamasına, diğer yandan ise dış dünyadaki aristokratların ona bakış açısına karşı durarak, kendine bir yol çizecekti. Her adımda, sadece dışarıdan değil, içsel dünyasında da bir değişim yaşanıyordu. Bu değişim, onu çok farklı bir Valeria’ya dönüştürecekti. Duskbane Ailesindeki Güçlü Abisi Silas ve Gözde Ablası Selene’nin Gölgesinde Kalması Valeria Duskbane, aile içinde her zaman ikinci planda kalmıştı. Herkes Silas ve Selene’yi konuşur, övgülerle bahsederdi, ama ona pek fazla ilgi gösterilmezdi. Yavaşça büyüdü, ama bir türlü görünür olmayı başaramadı. Oysa Duskbane ailesi, gölge gücünün en güçlü temsilcilerinden biriydi ve bu ailenin bir üyesi olarak, o güce sahip olma potansiyeline sahip olmalıydı. Ama yoktu; ya da öyle sanıyordu. Abisi Silas: Ailenin Yükselen Yıldızı Silas Duskbane, ailenin ilk oğluydu ve bir varis olarak doğmuştu. Genç yaşlardan itibaren ailesinin güçlü lideriydi ve en büyük gölge gücüne sahip kişi olarak biliniyordu. Her hareketi, tartışmasız bir güç gösterisiydi. Silas her zaman soğukkanlıydı, kurnaz, acımasız ve zekiydi. Bir lider gibi düşünür, davranır, her kararını en iyi şekilde alırdı. Silas, hem ailesinin hem de Alveria’nın en yüksek aristokrat kesimlerinin gözdesiydi. Büyüsü, en tecrübeli büyücüler tarafından bile takdir ediliyordu. Valeria, abisiyle ilgili her zaman karmaşık duygular beslemişti. Silas’a duyduğu saygı, ona eşlik eden bir gizli korku ile karışıyordu. Silas, her zaman başarılı bir lider olarak takdir edilmişti, ancak Valeria için, onun büyük bir kaygı kaynağı olması kaçınılmazdı. Silas, gölge gücünün efendisi, Duskbane ailesinin gururu idi. Ve Valeria, ona sadece “abisi” olarak bakabilirdi. Çünkü, ne kadar çabalasa da ona yaklaşmak, onunla eşdeğer bir figür olmak Valeria için bir hayaldi. Ancak bir hayal vardı ki Silas’ın yüzünde parlayan gurur vardı ve o, yalnızca ailesi için güç ve zafer getirecek olan kişiydi Ablası Selene: Ailenin Parlayan Yıldızı Selene Duskbane, tıpkı Silas gibi, büyüsüyle etkileyici ve toplumda saygı gören bir figürdü. Göz alıcı güzelliği, keskin zekâsı ve büyüsündeki ustalığı, onu Alveria’daki en saygın aristokratlardan biri haline getirmişti. Selene, her zaman ön plandaydı. Onun girdiği her ortamda, ışıklar ona odaklanır, herkesin bakışları üzerinde yoğunlaşırdı. Toplum, Selene’yi en iyi şekilde tanır, başarılarına hayran kalırdı. Aile, onun yeteneklerini kutlar, geleceğin lideri olarak gösterirdi. Valeria, Selene’nin adını her duyduğunda, gölgede bir figür gibi hissetti. Selene, güzellik ve başarı simgesi olarak övülürken, Valeria hep fark edilmeden kaldı. Ablası o kadar mükemmeldi ki, Valeria, her zaman geri planda durmak zorunda hissediyordu. Selene’nin, bir bakışla her şeyi kontrol edebilen bir aura’sı vardı. Kendisinin küçük bir gölge gibi, sadece “daha az” olduğunu hissediyordu. Selene’nin büyüsü, görünür olan her şeyin üstesinden gelmeye yönelikti. Bir büyüye hükmetmek, birilerine sözde yardım etmek, insanları etkilemek, güçlü bir figür olarak kalabilmek için ona ait en büyük avantajlardı. Fakat Selene, Valeria’yı hiç sevmiyordu. Hem ailesinin gözdesi, hem de gölgelerde kaybolmuş bir kız olarak gördüğü Valeria’yı her fırsatta küçümsüyordu. Selene’nin Valeria’ya karşı olan tavrı, her zaman soğuk ve alaycıydı. Bazen, kendi başarılarıyla Valeria’yı aşağılar, bazen de gözünü korkutmak için alaycı bir şekilde “Hepimizin bir yeri var, Valeria, senin yerin de burada” diyerek, bir gölge gibi kalmasını sağlardı. Ablası, güçlü bir rakip gibi değildi; onun gölgesinde olmak, sadece bir zayıflık olarak kabul ediliyordu. Valeria’nın Durumu: Hep “Gölgede” Kalmak Valeria, bu dünyada büyük bir yıkımın ortasında büyümüştü. O, gözde olanın yanında duruyor, ama görünmüyordu. Hep gizli bir şekilde görünmeden izleyen, hep geride kalmıştı. Silas’ın, Selene’nin övgüleri arasında, o hep sıra dışı olmamıştı. Her adımında, hep geride kaldığını hissetmişti. Ailesi, Valeria’yı yalnızca “diğer çocukları” olarak görürken, Valeria, içindeki gücü hiç kimseye gösteremediğini fark ediyordu. Silas ve Selene’nin başarılarının gölgesinde kaybolmuştu. Bu ikisi dünya gözünde her şeydi, ama Valeria ise hep sessiz ve kaybolmuş bir figür olarak kalmıştı. Silas’a karşı derin bir saygı duysalar da, ona karşı derin bir korku besliyordu. Selene ise en derin öfkeleri ve hayal kırıklıklarını içinde barındırıyordu. Selene’yi her gördüğünde, gerçekten ne kadar güçlü olduğunu ama aynı zamanda ne kadar yalnız olduğunu da hissediyordu. Valeria‘nın kalbindeki en büyük yara, her zaman gölgede olma zorunluluğuydu. Görünmeyen bir figür olmak, en derin acıydı. Bu yüzden, gün gelip de kendi gölgesinden sıyrılmak ve gerçekten kendini kanıtlamak için bir karar aldığında, Valeria’nın içinde yanan öfkeli bir ateş vardı. Ancak, hiçbir şey kolay olmayacaktı. Çünkü Silas ve Selene, Valeria’yı yeniden gölgeye itmek için her fırsatı değerlendirecek, ona “zayıf” olduğunu hatırlatacaklardı. Ancak Valeria, güçsüzlükten güçe geçişin bedelini ödemek zorunda kalacak olsa da, bir gün **gölgesinden sıyrılacak ve gerçek yüzünü gösterecekti. Her şeyin başlangıcı, gölgeden çıkmak ve kendini göstermekti. Ve o an, Valeria’nın içindeki güç tüm duvarları yıkacak kadar güçlüydü. Valeria Duskbane: Bir Gölgede Kaybolan Işık Alveria’daki aristokratik düzenin incelikleri arasında, Duskbane ailesi her zaman kendini gölge ve gizem ile tanımlamıştı. Valeria Duskbane, bu ailenin ikinci kız çocuğuydu ve her zaman gölgenin içinde kaybolmuş bir figür gibi hissediyordu. Ablası Selene, zekası ve güzelliğiyle her zaman ailesinin ve tüm Alveria aristokrasisinin gözdesiydi. Bir ailede güçlü bir liderin var olması gerekse de, Valeria bunu hiçbir zaman hissetmemişti. O, göz ardı edilen, görünmeyen biriydi. Selene, her zaman Valeria’yı gölgede bırakmaya başlamıştı. Güçlü ve karizmatik olan ablası, adeta Valeria’yı silip atmıştı. Selene’nin cazibesiyle büyülenen Cassian Luminae, Valeria’nın nişanlısıydı; fakat aslında bu nişan, tüm Alveria’daki güç oyunlarının bir parçasıydı. Duskbane ve Luminae ailesi arasındaki stratejik evlilik, iki ailenin gücünü pekiştirmek için yapılmıştı. Valeria ise sadece bu evliliğin bir aracından başka bir şey değildi. O, Cassian için sadece bir gereklilikti, bir zorunluluktu, ama Selene için her şeyin başlangıcıydı. Bir akşam, Alveria’nın en prestijli davetlerinden birinde, Valeria ve ailesi de davetliydi. Valeria, Selene’nin ne kadar çekici ve etkileyici olduğunu iyi biliyordu. Gece boyunca Selene, Cassian’ı etkilemek için göz alıcı bir tavır sergiliyordu. Cassian, Selene’nin etkisine kolayca kapıldı. Valeria, gözlerini ablası ile Cassian’ın arasında gidip gelirken, kalbinin derinliklerinde göğsüne oturan o soğuk acıyı hissetti. Bu gece, Selene’nin Cassian’ın ilgisini kazanma çabalarını en yakından izlediği gece olacaktı. Cassian, Selene’ye göz kırpıyor, gülümseyerek sohbet ediyordu. Valeria ise onları izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordu. Selene, Cassian’ın koluna dokunarak adeta çekici bir zarafetle ona yaklaşıyordu. Selene’nin hareketleri valeria’nın içindeki o soğuk boşluğu daha da derinleştiriyordu. Bir yanda Selene’nin çekiciliği ve diğer yanda Valeria’nın hiçbir şansı olmaması, onu yok ediyordu. Valeria, içerideki karanlık düşüncelerine boğulmuşken, bir an kendisini gizlice izlerken buldu. O an Cassian, Selene’nin tavırlarından etkilenmiş, onadaha da yaklaşmıştı. Valeria, sadece bir figür olarak kaldı, göz ardı edilen bir varlık gibi. Cassian’ın gözlerinde, Valeria’nın hiçbir kıymeti olmadığını fark etti. Bir an, Cassian, gözleriyle Selene’ye yaklaşırken, Valeria’yı görünce soğuk bir şekilde başını çevirdi ve yalnızca bir “Sen kimsin?” dedi. O an, Valeria’nın kalbinde bir şey kırıldı. Sadece gözlerinin derinliklerine bakabilen birini görmek istemişti, ama Selene ve Cassian’ın gözlerinde her şey başka bir şekildeydi. Cassian, Selene’ye yaklaşırken ona duyduğu ilginin farkında bile değildi. Valeria, bir zamanlar hissettiği güvenin yok olduğunu hissetti. Cassian, Selene’yi fark ederken, Valeria’yı tamamen yok sayıyordu. Valeria, o an bir dönüşüm yaşadı. İçindeki acıyı, yalnızlığı, her şeyin ona yapılmasını izlemeyi kabul etmeyi artık göğsünde taşımak istemiyordu. Ama Selene, Cassian’ı kendine çekmek için her yolu denemeye devam etti. Kendisinin ne kadar çekici ve etkileyecek bir kadın olduğunu bildiği için, Cassian’ı yavaşça manipüle etmeye başladı. Bir bakışı, duruşu ve hatta gözleriyle Cassian’a sadece yön veren bir kadındı. Selene, tüm geceyi Cassian’ın ilgisini tamamen üzerine alarak geçirdi. Valeria, yavaşça geriye çekilerek, gölgelere karıştı. O, görünmeyen ve değersiz bir figür olarak orada duruyordu. Gece boyunca Selene’nin Cassian’la birlikte olduğunu görmek, Valeria’yı daha da yalnızlaştırdı. Ama o gece, Cassian’ın bir kez daha “Sen kimsin?” demesi, Valeria’nın ruhunda bir yara açtı. Selene için her şeyin bir oyun olduğunu ve Cassian’ın ilgisini kazanmanın onun için güç anlamına geldiğini biliyordu. Ama Valeria, daha önce fark ettiği ama yine de göz ardı ettiği bir gerçeği keşfetti: Selene, Cassian’a yaklaşırken, aslında kendi kardeşini görmüyor.Ve işte o an, Valeria, gözyaşlarını tutamadan gözlerini Selene ve Cassian’a çevirdi. O, her zaman görünmeyen bir figür olarak kalacaktı. Selene, her zaman kazanacak, Cassian’ı her zaman elinde tutacak ve Valeria, onların oyununa kurban olmaktan başka bir şey yapamayacaktı. Ama Valeria’nın içindeki ses fısıldıyordu: “Bir gün, hiç kimse seni görmeden yaşayamayacak. Benim zamanım, gelmek üzere…” Selene ve Cassian, o gece bir şampanya kadehinde kaybolurken, Valeria sadece bir kenarda duruyordu. |
0% |