Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm

@izmiristee

Keyifli okumalar dilerim :))

Normalde bugün bölüm gelmeyecekti. Dün gece o kadar moralim bozuldu ki 10.Bölüme gelen oy beni şok etkisi yarattı, oy 2'ydi arkadaşlar, ben burda bir emek veriyorum ve aldığım emeğin karşılığını sadece 2 oy olması kırdı beni.

İçimdeki sıkıntıyı da döktüğümüze göre sizi bölüme alabilirim... Tekrardan keyfili okumalar.

Yazar Anlatımıyla...

Yıllar önce...

Kaliforniya eyaletinde gizli bir örgüt kurulmuştu yıllar önce, amaçları ne ise şimdi'de oydu Türkleri bu topraklar'dan yok etmek... Suriye sınırında büyük bir çatışma gerçekleşecekti. Bu çatışma bir çok şeyin seyrini değiştiricekti örgüt için. Başarılarına başarı katacaktı.

Çatışma gününe kadar donanımlı silahlar, özel olarak bombalar üretilmiş, tankların dışına özel kalıplar takılmıştı, ordular hazırdı.

 

Bu sıradan bir operasyon değil bu bir savaş emriydi... Ve bu savaş gerekirse kalleşçe yapılacak. Bu savaş örgütün olacaktı.

 

Yüzyıllardır Türkler korku yaymıştı düşmana, Türk'ün olduğu yerde adalet vardı. Türk'ün olduğu yerde güven vardı. Türk Toprakları huzur demekti...

 

Adalet, güven ve huzur. Türkler var olduğu müddetçe bu devam edecekti. Bunu engellemeye çalışanlar ise zamanları gelince yok olacaklardı.

 

Bilmiyorlardı... Kimlere savaş açtıklarını bilmiyorlardı...

 

Operasyondan önce son toplantılarını gerçekleştiriyorlardı adamlar, ne olur ne olmaz diye zırhları bile kurşun geçmezdi.

 

"Kim bu savaşacağımız kişiler?" Demişti masanın son köşesinde oturan adam. Marks Örgütün kurucusuydu. Bunca zaman saklandığı yerden çıkmadan emir verir ve adamları yerine getirirdi şimdi ise onun emrinde ki adamlar onun zekasından yardım istiyorlardı. Güçlerinin üstünde olan Türklerin zekasıyla başa çıkamadıklarından bahsetmemiş sadece Marks'ın zekasından yardım istediklerini söylemişlerdi...

 

"Slayt hazırladık efendimiz," demişti elemanlardan sadece birisi. Marks çatık kaşlarla bakmıştı onlara ne demek slayt hazırlamak!

 

" Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz lan! " Diyerek gürledi. "Örgütü araştırma yaptığınız yetmedi bide not mu hazırladınız!"

 

İçlerinden biri başına ne geleceğini düşünmeden, " Patron onlar örgüt değil" Dedi. Sanki tek sorun bu durum gibi

 

Marks arkasından gelen sese dönerek karşısında titreyen adama bakarak konuştu. "Kim lan bunlar!" Dedi sinirle.

 

Marks'ın bağırması ile adam daha da korkmuştu. Bedeni sanki elektrik akımına kapılmış gibi titriyordu... Marks bunu gördükçe öfkesine hakim olamadı onun kitabında korkaklık yoktu cebindeki silahı çıkarıp karşısında korkak gibi titreyen adamın kafasına sıkması bir olmuştu. İçeri de duyulan tek şey silah sesiydi.

 

Adamın bedeni çuval gibi yere serilmişti. Kendi canını düşünen bir diğer adam direkt girdi söze. "Türkler! Efendim." Dedi. Marks duyduğu sesle döndü baktı adama,

"Türkler" dedi marks daha öncede duymuştu bu ismi ama kimler olduğunu bilmiyordu.

 

Kalktığı yerine tekrar oturdu etraftakiler soğuk soğuk terler atsada belli etmiyorlardı.

 

"Anlat! Kim bu adamlar." Demiş gözünü dev ekrana dikmişti içeridekiler ise patronlarının sözlerini ikiletmeden hemen yerlerine oturdular ve sadece birisi ayakta kaldı.

 

Ayakta kalan adam hemen cebinden flash bellek çıkarıp masa üstü bilgisayara takıp slaytı hazırlamaya çalışıyordu titreyen ellerle.

 

" Biri bilgisayarla ilgilensin. Sadece sen konuşacaksın." Dedi marks

 

Adam ise sadece başını sallamakla yetindi, yardımcılarından birisi bilgisayara geçti iki üç tuşa bastıktan sonra ekran açılmıştı.

 

" Konuş!" Dedi marks.

 

" E-efendim, bu Bayrakları Türk Bayrağı der-" marks elini kaldırarak sus demişti beden diliyle, ardından " Savaş durumlarından bahset bana geçmiş ve gelecek olmak üzere savaş taktiklerini bilmek istiyorum. " Demişti gereksiz bilgilerle aklını dolduramazdı.

 

Bilgisayar başındaki adam hemen savaş fotoğraflarından birini göstermişti.

 

" Savaş taktiklerin'den birisi de bu. Türkler buna Turan Taktiği derler efendim. Merkez de ki adamlar saldırır bir süre sonra bu saldıran adamlar geri çekilir, bu taktikle düşman onlara doğru gelir ardından sağ ve sol kısımda bekleyenlerle çember oluşturulur ve tamamlanır orada da imha edilir. Bu eski bir savaş taktikleridir. Bu taktikten kurtulan olmamış. "

 

Diyerek bir slayt'a daha geçmişti bu seferki slayt, ilk başta durdurulup" Efendimiz bu göreceğimiz şey sıra dışı bir olay, bunu daha önce yabancı bilim adamları denemeyi düşünmüş lakin başarısızla sonuçlanmıştı. " Diyerek videoyu başlattı ve marks da dahil olmaz üzere oda'da ki herkes dikkatli bir şekilde izliyordu.

 

" Görelim şu sıra dışı olayı. "Demişti.

 

Başlarda normal şekilde havalanan tonlarca ağırlıktan oluşan helikopter, havalandıktan kısa bir süre sonra dik bir uçuş gerçekleştirip takla atmış ardından da uçuşa devam etmişti...

Marks bu görüntü karşısında şaşkınlığını gizleyememişti...

Bu nasıl mümkün olabilirdi...

Böyle bir şey olamazdı...

 

" İmkansız. " Demişti, bu onaylanamaz bir şeydi. O helikopter nasıl olurda takla attıktan sonra uçuşuna devam edebilir?

 

Türkler yok olmalıydı. Kendileri bu kadar özgüven sahibi olmamalılar.

 

" Adamlarım emrinde, dağılın."

 

 

Günler sonra Suriye sınırında olan savaş kalleşçe bitmişti. Örgüt bir Türk Askerini esir almıştı...

Henüz baygındı. Olay Türklere ulaştığında bu adamın kim olduğunu öğrenebileceklerdi.

İlk önce örgütten bir doktora baktırdılar Türk askerini, Doktor odasında bekleyen adam gelen yaralı ile şaşkınlıkla bakmıştı kamuflajı tamamen kan olmuş durumdaydı. Hızlıca sedye'ye yatırmışlardı.

 

"Siz çıkın ben hallederim." Demişti doktor. Örgütün en güven duyduğu adamlarından birisiydi tobias, koskoca örgüt bile tobias için ona tanrının doktoru diye anarlardı. Başlarını sallayan adamlar sessizce çıktılar oda'dan.

 

Tobias ise hızlıca üzerindeki kamuflaj'dan yaralarına baktı, göğüs kısımda derin yaralar vardı. " Sen bu yaralarla bu zamana kadar nasıl hayatta kaldın be adam!" kamuflajı açtıktan sonra siyah tişörtün sol göğüs kısmında bir rozet duruyordu, rozetin üstünde bir bayrak vardı.

 

Eli istemsiz o rozete gitmişti. Dikkatli baktığında rozeti hızlıca bıraktı. Ay ve yıldız... Biliyordu bu bayrağın kime ait olduğunu.

 

İstemsizce yüzü bembeyaz olmuştu, " S-sen onlardansın," Dedi. " Sen Askersin! S-sen Türk Askerisin."

 

                                                                   

Yazar Anlatımıyla

Günümüz...

 

"PUSUYA DÜŞTÜK" ve ardından gelen çığlık sesi...

 

"Pusu..." Dedi genç adam kendi kendine. Araba'da kaldığı süre boyunca sanki nehir'e bir adım daha ulaşılmayacak kadar uzaklaştığını hissetti. Şuanda duygulara yer yoktu! Şuan giray değildi, şuanda komutan Alptekindi...

 

Girayın ani araçtan çıkışı, muratın anlamsız bakışına maruz kalmıştı. Karşısında gördüğü komutanı şuanda her şeyi yakıp yıkacak kadar öfke dolu olduğunu görmüştü.

 

Giray kimseyi görmüyor hırsla bir adım ileri bir adım geri atıyordu. Zihninde yankılanan sesler gitmiyordu. "Pusu," diyip durmaktaydı.

 

"Ne pususu, komutanım." Diyerek atıldı murat.

 

" Şerefsizler pusu kurmuş! Telsizden nehir bildirdi." Yüreğinde amansız bir acı hissediyordu,

 

" Telsizler iptal! Telefon sinyalleri çekiyor mu?"

 

Diye atılan murat oldu bu sefer, kalabalık değillerdi sadece iki kişilerdi, ikiside akıllarında geçen deliliği yapmak istediler ama yapamazdılar onları ne bekliyor bilemezlerdi. Bu kafayla doğru adım atmak olmazdı hata yaparlardı ve ne olursa olsun alanı terk edemezlerdi.

 

Muratın söyleminin ardından ikiside kamuflaj'da saklı olan telefonlarını çıkararak hızlıca kapalı olan telefonların açılmasını beklediler, giray ise çekmeyen telefonuna lanetler okumuştu.

 

"Hadi! Hadi!"

 

"Benim ki çekiyor komutanım!" Diyerek böğüren murat, daha telefondan başını kaldırmadan ensesine tokat yemeyi beklemiyordu.

 

Küçük bir inleme kaçmıştı dudaklarından, tam niye vurdunuz komutanım demeye hazırlanıyordu ki, girayın "Ne böğürüyon lan!" lafını duyana kadar.

 

Durdu ve bir anlık bulunduğu konumu unutmuştu heyecanla yaptığı bu salaklık için kendine sövmüş hızlıca telefonundan komutanlarını aramaya koyulmuştu.

 

                          

                          ***                                                   

Türkiye'de ise işler karışık dı, çağan göktuğ'un odasında gergin anlar yaşanmaktaydı. Belkide ikisinin de mesleklerini riske atabileceği yada direkt olarak mesleklerini kaybedebilecekleri durumdalar.

 

Yaptıkları bir hata ikisi içinde kopuş noktasıydı göktuğ askeriye' ye bir askerin kayıt olduğunu bildiren bir yazı göndermişti lakin kimsesiz olduğunu da dosyasına işlemişti yaptığı suçtu...

 

Bir diğer yandan ise bildiği halde susan, sırt sırta savaştığı komutanın kızı asker olarak aralarındaydı. Askeriye'ye bir asker yetiştirmişlerdi ardından o askerin gizliden rütbe alarak operasyonlara katmışlardı.

 

"Anlamıyorsun göktuğ! Yarın bir gün başına bir şey gelirse mesleğinden olursun, gel yol yakınken nehirin canına bir şey olmadan üstlere bildir bunu," diyerek dil döktü kadim dostuna.

 

Çatılan kaşlarla baktı çağan, göktuğ'un yüzüne

 

" Lan sorun ne ahmak herif! " diyerek bağırdı odanın içinde sabrı kalmamıştı çağanın ne kadar dil döktüyse göktuğ bir o kadar bekleyelim diye tutturmuştu. Beklemek sadece zamanı öldürüyordu.

 

Elini sertçe masaya vuran göktup ise o sert sesiyle " Rütbedeyiz! " Demişti. İkisi arasında büyük bir gerginlik oluşacaktı, ardından ise sönmeyecek bir ateşin başlangıcı olacaktı belkide.

 

İkisi arasında ki derin sessizliği bir telefon bozmuştu, ve belkide bu telefon sesiyle artık hiç bir şey eskisi gibi olamayacak ve işte şimdi o ateş ikisini de yakacaktı.

 

Çağan cebinden gelen telefonun çalmasıyla gözlerini göktuğ'dan ayırmayarak çalan telefonu cebinden çıkararıp arayan isimle yerinde kalmıştı anlık, aramayı yanıtlayıp telefonu daha kulağına götüremeden girayın gür sesi ikisinin arasına bomba gibi düşmüştü.

 

" Pusu!" Diyerek gür bir ses duyuldu etrafta ardından ise hiç beklenmeyecek bir durum oluştu

 

" Nehir ve cenk' ten haber alamıyoruz. Acil takviye ekip istiyorum," ardından kesik kesik gelen telefon sesi ve kapanış.

 

Birbirlerinin gözlerinin içine bakan ikili aynı anda kafalarını salladılar, Göktuğ Kılıç ve Çağan Alptekin, belkide yıllardır sır gibi sakladıkları, olayı üstlere taşıyarak büyük bir kargaşaya sebeb olacaktı ve bedeller ne olursa olsun bu sır açığa çıkacaktı.

 

                                                                  

Yaklaşık iki saatte bütün askeriye savaş durumuna hazırlanmıştı. Üstlere bilgi gitmiş acil toplantı talep edilmişti. Aslanlar gibi gidilecek ve onlara ait olanları geri alacaklardı.

 

Bütün askeriye emir komuta beklemekteydi. Nöbette ki askerler arttırılmış silahlar atışa hazır beklemekteydi.

 

Belkide Dişe diş kana kan olacaktı ama eninde sonunda olacaktı! Askeri araçlarla gidilecekken bir anda askeri helikopterle gitme kararı alınmıştı.

 

Çağan Alptekin ve Göktuğ Kılıç uzun bir zaman sonra aynı operasyonu yöneteceklerdi.

Çağanın zekası, göktuğ'un savaşçı ruhuyla zaferle sonuçlanacaktı.

 

Büyük bir savaş beklemekteydi. Düşmanın asırlardır öğrenemediği bir şey vardı ki oda Türklerle olan savaşları.

 

Türkler boyun eğmeyen bir milletti!

Türk'ün Türkten başka dostu yoktur!

Türk'e savaş açmak demek ecelini çağırmak demekti...

 

Ve onlar ise ecellerini çoktan çağırmışlardı.

 

                              ***

 

Operasyon alanına gelen timi, alanda Giray ve murat karşılamıştı. Karşılarında uzun zamandır yan yana operasyonlara katılmayan göktuğ ve çağan komutanı gören murat şaşkınlığını ve hayranlığını gizleyemiyordu. Murat için her komutanı farklıydı ama özellikle göktuğ komutana büyük hayranlık duyuyordu!

 

Kendine engel olamayarak "Heyt be! Kimler kimler buralara gelmiş, göktuğ komutanıma bakın ağırlıktan yürüyemiyor!" Diye bağırması bir olmuştu. Arada uzun bir mesafe farkı olduğu için göktuğ komutan, muratın ne dediğini pek anlamıyordu.

 

Giray ise bu dengesiz adama yan bir bakış atmış, onunla sonra'dan ilgileneceğini aklına kazımıştı. Özel olarak bir ilgiydi tabi bu! Şuan tek düşündüğü nehir ve cenk'ti.

 

Yanlarına gelen komutanlara selam veren askerler, farklı patikalardan geçerek kayıp askerlerinin izini sürecekti. Göktuğ kendi içinde kanı kaynıyordu adeta! Aynı acıyı yıllar önce yaşamıştı ve bu acı yıllardır onun boğazında düğüm olarak kalmış, bir ömür boyu bu acıyla bir olmuştu.

 

Şimdi ise yaşanılan tekrar ediyordu. Göktuğ Kılıç gerekirse ülkeyi ateşe verecekti. Türk Askerine uzanan elleri teker teker kıracaktı.

 

Hızlıca araçlara konumlandırıp pusu kurulan yere doğru araçlar hareket etmekteydi yaklaşık yarım saat sonra pusu kurulan yere ulaşılmıştı. Lakin gördükleri görüntü karşısında hepsi dumura uğramıştı hafif bir sis ve yer yer çukurlar oluşmuştu burada neler olmuştu burda?

 

"Amına koyayım,"diyerekten atıldı murat dehşete kapılarak "buraya ne olmuş lan!" Demiş bulundu ne yanındaki komutanlarını umursadı nede söylediği küfürü.

 

"Komutanım! Bu çukurlar ne böyle! Neler olmuş burada?" Murat sözlerini söylerken etrafa bakınıyordu bir iz yada herhangi bir şey dikkatini çekerdi diye lakin yoktu. Korkunç bir hale bürünmüştü burası.

 

" Herkes bu alanın dışına çıkmayacak! Etrafta pusu kurulmuş olabilir dağılarak arama olmayacak! Kimse bir delilik yapmayacak." Diyerek atıldı çağan,

 

Çağan Alptekin, operasyonların en soğuk kanlı adamıydı. Duygu yoktu! Mantık vardı.

Duygularla düşünmek bir askeri zayıflatacak en güçlü silahtı.

 

Arkada bulunan askerler emredersin komutanım diyerekten ufaktan dağılmaya başlamışlardı. Göktuğ bile o an kimseyi umursamadan kafasının dikine gitmek istedi. Belkide ilk defa mantığını siktir etmek istedi. Ve ilk defa duygu ile haraket etmek istedi.

 

Adımlarını hızlandırıp alandan uzaklaşmaya başlamıştı, kimseyi umursamayacaktı. Aynı acıyı bir kez daha kaldıramayacaktı.

 

Çağan, göktuğ'un bu dengesiz harakerlerini fark ettiğinde anında giraya komuta vermişti. "Bu alandan sorumlusun! Biri dahi emirden çıkarsa senin başın yanar asker!"

 

Giray karşısındaki komutana baktı kaldı, sorgulamadı dediklerini sadece başını sallayarak karşılığını verdi. Çağan ise alandan uzaklaşmaya yeltenen dostuna doğru adımlarını ilerletti.

 

önünde ki adama doğru seslendi. "Göktuğ!" ama ses gelmemişti. Tekrar aynı şekilde seslendi. Bu sefer sesini gür bir şekilde duyurttu " Göktuğ! " Bu sese durmayacak insan evladı yoktu, tabi canından olmak isteyen varsa onlar istisnaydı. Göktuğ ise tekrardan umursamadı.

 

Eğer döner de cevap verirse işler değişirdi, göktuğ sinirliyken can yakardı ve bu yakını dahi olsa umursamazdı. En net adam olurdu ve yanında kimseyi istemezdi genelde. " Sana dur dedim lan! " Diyerek kolunu, tutmuştu çağan.

 

Göktuğ ise anlık bir sinirle atik bir hamle ile çağanın çenesine sol yumruğunu sağlam bir şekilde geçirmişti. İşte bunu çağan bile beklemiyordu. Sızlayan çenesini umursamayan çağan şuanda sinirle yaklaşmak istemişti ama bu yanına engel olmuştu. İkisinden biri alttan almak zorundaydı ve bunu da çağan üstlenmek zorundaydı. " Siktirme bana belanı çağan!" Diyerek gürledi adeta.

 

" Ne göktuğ! Ne! İsmimi mi ezberliyorsun? Defol belanı benden arama amına koyayım!"

Laflarını umursamadan adımlarını ileri tutmaya devam edecekken tekrar çağan tarafından engellenmişti. Bedeni gittikçe öfkeden deliriyordu. "Göktuğ Kılıç! Şu yumruğunu operasyon'da değilde başka bir mekanda atsaydın bu öfkeni de alır seni ringe tıkar ve emin ol attığın yumruğu zevkle sana geri sokardım. Kendine gel görevdeyiz! Duygunu siktirme bana," Çağan da yavaş yavaş öfkelenmeye başlıyordu, göktuğ'un siniri normal bir sinir değildi. Öfkelendiği zaman ne bok yapacağı belli olmuyordu. Ve bu durumda bakıcılık yapmak ona düşüyordu.

 

Siniri geçmemişti göktuğ'un zaten geçecek gibi de değildi ama az buçuk çağana hak veriyordu. Duygu insanı yok ederdi özellikle de askersin tamamen sikerdi. Sirkelendi tamamen, az buçuk kendine gelmişti. "Eyvallah" dedi ve geçiştirdi.

 

Mantıklı davranmaya başladığında çağan da sakinlemişti. Göktuğ yüzünden başına ağrılar giriyordu, gerçi başının ağrımadığı gün yoktu.

Bir iki adım göktuğ uzaklaştığında diğerlerinin yanına adımladığını gördüğünde işte şimdi daha da rahatlamıştı.

Aradan geçen yarım saatte göktuğ için sakinleşme süresi bitmiş karşık söylenmeye başlamıştı. "Yok! Siktimin alanında ikisinden de tek bir işaret yok,"

 

Demişti göktuğ bağırarak. Bombanın yarattığı etki aracı paramparça etmiş etrafta çukurlar oluşturmuştu, özel ekipler gelmişti kayıp olan askerlerini aramak için.

 

Göktuğ alandan az ilerlemişti dikkatlice bakmak için, bomba etkisiyle çukurların içine herhangi bir ipucu veyahut bir iz düşmüştür umuduna tutunmak istiyordu.

 

"Bir kez daha olmaz! " diye mırıldandı. "Aynı acıyı bir kez daha kaldıramam." Dedi kendi kendine. Hata yapıyorlardı hemde çok büyük bir hata!

 

Tam önündeki bir diğer çukura doğru adımlarken arkasından gelen sesle yerinde kaldı.

 

"K-komutanım!" Dedi o ses. Göktuğ kulaklarına gelen sesle dondu kaldı. Bu sesi çok iyi tanıyordu! Yıllar önceki ses tonu ile aynıydı bu ses!

 

"Burda bir silah var!" diye bağırmıştı. Göktuğ ise olduğu yerde kalmıştı.

 

Hiddetle arkasını döndüğünde ona seslenen askere doğru adımlarını ilerletti içindeki korku onu yıllar öncesine götürmüştü yine aynı korku, yine ona seslenirken titreyen ses,o ses her gece zihninde dolanıyordu... Unutamıyordu! Unutmayacaktı.

 

Hızlı adımları sanki hiç bitmiyor gibi gelmişti ona, askere yaklaştığında silahta olan kanı gördüğünde şiddetli bir titreme aldı vücudunu.

 

Askerin seslenmesi ile herkes etrafa toplamıştı. Göktuğ ise o an sadece bir şeye odaklanmıştı. Askerin elindeki kanlı silaha...

 

Kardeşim dediği adamın son emaneti olan o silah'da yıllar önce de böyle kanlı bir şekilde duruyordu ve şimdide tekrardan kanlı bir şekilde karşısındaydı. O kanları teker teker göktuğ temizlemişti ve şimdi'de o kanlı silahı tekrar'dan temizleyeceğini nereden bile bilirdi ki?

 

Elindeki eldiveni bir çırpıda atan göktup çıplak elle askerin elindeki silaha uzandı, eline aldığı silaha baktı uzun uzun. Sayısız göreve, sayısızkez ölümden döndüğü halde titremeyen koca cüssesi yıllar sonra tekrardan aynı şey için titriyordu vücudu...

 

Kayra Asrın'nın operasyonda kanlar içinde kaldığı silahı, yıllar sonra tekrar kan içindeydi.

 

Göktuğ'un titreyen çenesini aldırmadan bir solukta " N-nehir" demişti...

Tıpkı yıllar önce aynı titrek bir solukta Kayra' nın ismini söylediği gibi, kim bile bilirdi ki baba kızın kaderinin birbirine benzeyeceğini...

 

                            ***

 

Genç adam önünde sandalye'ye bağlı olan kızı gördüğü anda önündeki adamın boyun kısımına silahın kabzasını hızlıca geçirip bayıltmış, ardından ise "hoş geldin, nehir asrın" diyerekten olaya dahil olmuştu berat er.

 

Yıllarca düşmanların elinde olan komutanlarını ararken gizli bir bilgi eşliğinde bir kişi tarafından gelen mesajla komutanın kızı olduğunu, üstelik bir de asker olduğunu öğrenmiş ardından ise yılmazın ona devrettiği pusuyla ilgilenirken pusuda ki kadının komutanın kızı olduğunu elinde tuttuğu silah'da anlamıştı.

 

Berat er, sadece bir kez Kayra Asrınla operasyon sırasında denk gelmişlerdi. Berat kayranın elindeki silahtan gözlerini alamamıştı, uzaktan bakıldığında bile ağırlığını belli olduğu, koyu siyah renk olan silah bakanı kendine hayran bıraktırıcak şekildeydi.

 

Şimdi ise karşısında ona kocaman gözlerle bakan bir kadın görüyordu. Diğer taraftan ise bir asker daha vardı elleri kolları bağlı olan.

 

Açık olan kapıyı hızlıca kapatıp, nehir ve cenkin ellerini çözmek için hamle yaptı. Hızlı olmalıydı, kaybedicek saniyeleri yoktu. Nehirin elleri çözüldükten sonra hızlıca cenk'in ellerini de çözmüştü. ayağa kalkan cenk, olası bir hamle gelmeden nehiri arkasına almış, çatık kaşları soğuk suratıyla "Kimsin sen?" Diyerek adamın önünde dikilmişti.

 

Berat ise anında " Benim kim olduğumla ilgilenmeyin! Sizi kurtarmaya geldim. Çabuk! Çıkın!" Demiş bulundu. Cenk'in arkasında kalan nehir ise yaşadığı şok dalgasından çıkıp çıkmama arasında kararsızlık duymaktaydı. Ama kafasında şimşekler çaktıran bir diğer olaysa adamın ona Nehir Asrın demesiydi. Asrın demişti...

 

Babasıyla ilgisi olabilir miydi bu adamın? Babasını kaçıran bu adamlar olabilir miydi? Yada direkt olarak aralarında mıydı? Siniri kana karışınca. Cenk'in arkasından hızlıca çıkan nehir, hiç bir şeyi umursamadan adamın boğazına yapışmıştı.

 

"Kimsiniz lan siz! Kimin köpeğisin konuş, konuş da yaşa adi piç! " Diyerek adama saldıran nehire şok olmuş bir şekilde bakmıştı cenk.

 

Boğazına sarılan elleri umursamayan adam sakince karşısında ona öfke kusan kadına bakıyordu hayranca, tam babasının kızı diye geçirmişti içinden.

 

Nehire alacaklı gibi bakan adama daha fazla tahammül edemeyen cenk "Bilader oydurtma o gözlerini bana!" Diyerek girdi, hallenmiş gibi bakıyordu adam resmen komutanına!

 

"Komutanım!" Diyerekten engel olmak istedi cenk. Nehir ise oralı olmamıştı, bunlar kimdi ve kendisini nereden tanıyorlardı. "Seni buraya gömmeden konuş dedim sana."

Nehiri gördüğünden itibaren içinde bir şeyler oluyordu. Güzeldi karşısındaki kadın hemde fazlasıyla, hırçınca bakan kahverengi gözlere, berat ise hayranca bakmaktaydı. Onu biraz daha sinir etmek istemiş ardından

 

Çapkınca "Konuşacak bir şey yok güzelim," demişti. Amacı sadece nehirin tepkisine bakmaktı

 

Eş zamanlı boğazından çekilen ellerden saniyesinde boynundan çekilip yüzüne patlayan tokatla son bulmuştu. Odada nehirin attığı tokatın sesi yankılanıyordu. "Bana güzelim diyen o ağzına bomba tıkar patlatırım seni Kaphe! " Diye bağırmış, cenk ise anında nehiri arkasına almıştı. Karşısındaki adamın boğazına yapışacağı sırada

 

"Sizi buradan çıkarmaya geldim." lafını duyması bir olmuştu. Tabiki de onlara söylenen bu söze inanmayan nehir ise sadece gülmüştü buna. Cenk adamı süzerken bir anlık nehir komutanın adamın boğazına yapışmasıyla ortaya çıkan zincire takıldı kaldı bakışları

 

Beratın gözleri cenki bulup sonra da nehiri bulduğu sırada cenk, beratın boynundaki zinciri tuttuğu gibi yukarı çekmiş ve göz hizasına gelen askeri künye'ye baka kalmıştı.

 

Boşlukta sallanan künye ile cenk "Belki bunu açıklamak istersin." demişti.

 

Nehirin gülüşü şiddetle solmuş ağzından "Ha! " kelimesi çıkmıştı sadece.

Ortaya çıkan künye boş odada sallanırken, nehir karşısındaki adamın asker çıktığına şaşkınlıkla bakmaktaydı.

 

Cenk dikkatli gözlerle " Sen askersin yada aralarına sızan ajan mı demeliyim. " demişti. Berat ise anlık yaptığı dikkatsizlikle büyükçe kendine sövdü tek amacı ikisine kaçış şansı vermekti kimliğini ortaya çıkarmak değildi.

Ama durmamış tutamamıştı çenesini. Yıllardır izini bulamadığı komutanın kızını görünce birde karakteri tamamen kayra'ya benzeyince hiç başaramamıştı.

 

"Benim kim olduğum sizi ilgilendirmez! Size yardım için buradayım. Yakalanmadan sizi götüreceğim."

 

"Adamlar kapıda, burası son donanımlı bir yer değil mi?" Dedi cenk.

 

"Orası sizi ilgilendirmez!" Diyerekten kapıya yöneldi. Hızlıca kapıyı açıp koridordu kontrol etti sessiz olduğunu fark ettiğinde ise arasına bakarak temiz demişti. Cenk korumacı tavrı ile hemen nehirin kolunu tutup arkasına almıştı. Hızlı adımlarla çıkışa ilerlemiştiler. Koridorda kimselerin olmaması dikkat çekiyordu bunca adam, bunca koruma nereye gitmişti?

Mavi bir kapının yanında durduklarında, berat "bu kapıdan sonra sizin kurtuluşunuz," demiş bulundu. Cenk ise gittikçe şüphelenmeye başlamıştı adamın rahat tavırları canını sıkmaya başlıyordu. Canını sıkanın da canını itinayla sıkacaktı! Kapının kulpuna uzandı yavaşça kapıyı açtıktan sonra içeriye kırmızı bir ışık yayılmış, bunu fark etmeyen cenk tam adım atacağı sıra,

"Komutanım!" Diyerek bağıran nehirin sesi kulaklarına dolmuş, peşi sırada duyulan silah sesi ardı ardına gelmişti. Cenk ise şiddetle kapıyı kapatmıştı. Kapının ardından silah sesleri duyulmaktaydı kapana kısılmışlardı, şimdi ne yapacaklardı?

Bildikleri tek şey pusu içinde pusu oluşuydu...

                               ***

Teslim oluyorum sövmeyin 👉🏻👈🏻Bölümü nasıl buldunuz???Yorumlarınızı merakla bekliyor olacağım...Birde oylarınızı bekliyor olacağım🤭

Instagram hesabımızı takip etmeyi unutmayınız itinayla boş yapılır.

Instagram: izmiriistee

Bir daha ki bölüme görüşmek dileğiyle hoşçakalın

Loading...
0%