Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6.Bölüm

@izmiristee

Ben geldim... Nasılsınız iyimisiniz umarım iyisinizdir inşallah.

Sizi hızlıca bölüme alayım efenim.

Keyifli okumalar dilerim :)

"Kayra' yı, kaybettiğimiz çatışma o dağda oldu ahmak herif! Ve sen o kızı babasının kaybolduğu dağa gönderdin. "

 

Odayı derin bir sessizlik sarmıştı, çağan'ın patlamaya hazır bomba gibi oluşu göktuğ'un ise şaşkın bir şekilde bakması uzun bir süre daha devam etmişti. Göktuğ ise,

 

" Bilmiyordum ben, " diyerek açıkladı kendini derince bir nefes daha alarak kelimeleri düzgün seçmeye çalıştı, biliyordu ki çağanın öfkesi kendi öfkesinin bile kat kat daha fazlasıydı.

 

" Hem artık yapacak bir şeyimiz yok nehiri gitti mi gitti ora- " daha cümlesi bitmeden çağanın gür sesi duyulmuştu etrafta.

 

" Bilecektin göktuğ, bilecektin, o kız bize babasının emaneti ne şart olursa olsun onu korumalıyız!" Bu kısımdan sonrası da artık göktuğ için kopuş noktasıydı.

 

" Sen ne dediğinin farkında mısın çağan? Asker lan bu kız hatırlatmak istediğim bir kısımda rütbe sahibi bir kız, porselen bir bebek değil! Bende biliyorum kayradan bize emanet olduğunu lakin bu kızı sürekli emanet diyerek göreve de mi göndermeyelim! Fanusa mı kapatacağız! Nehir bu yola çıktıysa her zorluğu göğüsleyerek çıktı. Anla şunu! " Diyerekten duyurttu sesini,

 

" Göktuğ! Anlamak istemiyorsun, öfke kontrolü sorunu var lan bu kızın öfkesi harlandığı zaman hiç kimse nehiri tutamayacak, yakıp yıkacak ve en son kendisine zarar verecek bu kız bu yola çıktıysa daha yolun başında, daha ne gördü bu? İnadı yüzünden ateş timin'de daha yolu bile görmeden girdi, Kayranın öfkesi nasılsa nehir de o bilmiyormuş gibi konuşma! "

" Çağan komutan çık! Sonra konuşalım." En faydalı olan buydu belkide çağan sinirle adımlarını kapıya tuttu gür bir sesle kapatmıştı kapıyı arkada kalan göktuğ komutan ise kapanan kapıyla gözlerini yummuştu, lanet olsun ki haklıydı çağan ama bir konuda da haksızı evet nehirin öfkesi vardı ama rütbe sahibi bir askerdi bebek değil!

" Ah! Lanet olsun." Diyerek masanın üzerine doğru bir yumruk vurmuştu...

 

                                                     ***

Öfkeli adımlarla bahçeye ilerleyen çağan burnundan sertçe soluyordu, ona kimse hak vermemekteydi. Adı gibi bilirdi babasının huylarını almıştı nehir. İnadı öfkesi ve bu ikisi de bir araya gelince kimseler tutamazdı.

Bahçede durunca derin bir nefes çekerek soludu havayı gözleri kapalı şekilde, "Kim ne derse desin, ben bu kızı son nefesimi verene kadar koruyacağım anasını satayım!"

" Yine kimleri korumanız altına aldınız komutanım." Diyen ince sesle açılmıştı gözlerini karşısında ona gülen yüzle bakan eşine doğru adımladı, belki de sakinleşmeye ihtiyacı vardı ve bu sakinliğini atacak tek yer ise eşinin o güzel boynuydu. Kolundan tuttuğu gibi sımsıkı sarılmıştı eşine, burnunu hemen eşinin açık boynuna konumlandırmıştı. Anca bu şekilde sakinleşebilirdi.

" Hoş geldin yavrum, " demişti çağan o boğuk sesiyle

" Hoş buldum, canımın içi" neşeyle çıkmıştı sesi, eşinin boynundan başını kaldırmadan önce ufak bir öpücük bırakıp başını öyle kaldırmıştı.

" Şu neşeli sesine ölüp bitiyorum hatun,"

" Ölme kocacım, lazımsın bize" cilveli bir sesle söylemişti alin hanım. Evliliklerin de yıllarını devirselerde Alin hanımın vazgeçmeyeceği tek şey eşine yaptığı cilveydi. "E nerede benim oğluşum," demiş

" Geldi işte oğluşun," Diyerek takıldı çağan lakin eşinin onu duymadığını adı gibi biliyordu, nehiri gözlemlemesi için askeriyede tutmuştu girayı. Bu yüzden de anne oğul biraz ayrı kalmıştı. Şimdi ise kavuşma vaktiydi.

Araç içeriye girdiğinde alin hanımın yavaş yavaş gözleri dolu dolu olmuştu anaydı o, oğlu Yüzbaşı olsa bile anaydı. Aracın kapısı açıldığında ilk inen nehir olmuştu, gururlu gözlerle bakan çağanla göz göze geldi nehir bir şey demeden kaçırdı gözlerini sonradan karşısında heyecanlı gözleri olan kadını görmüştü çatmıştı kaşlarını hemen kimdi bu kadın?

Nehir araçtan indikten sonrası giray inmişti o sırada ise artık alin hanım kendini tutamamış adımlarını hızlandırarak oğlunun yanına gelip,

" Oğlum! " Diyerekten oğlunun boynuna sarılmıştı, şok olan giray ise annesini burada beklemiyordu bu durumu atlatıp boynuna sarılan annesinin sarılışına karşılık vermişti.

" Anacım, hoş geldin" demiş yanaklarıdan öpmüştü annesinin.

Ateş timi birbirlerine sarılan anne oğula bakıyor derin bir gülümseme sunuyordu. Gözlerinden yaşlar akan alin hanım küçük bir burun çekmesiyle ayrıldı oğlundan özlemişti, hangi ana yavrusunu özlemezdi ki...

Bir anda kaşlarını çatarak oğlunun koluna bir darbe indirmişti, giray ise sadece gülümseyerek bakıyordu annesine, " Hayırsız evlat, meraklandırdın beni! Ne diye aramıyorsun bu anneni? Hadi görevdesin anlıyorum bare askeriyedeyken ara, sen aramadıkça kırılıyorum! Hem hangi evlat annesini aramadan durabilir ki" Diyerekten kızmıştı sinirli bir ses tonuyla, dağda taşta hainlere nefes aldırmayan komutan burada annesi tarafından azarlanıyor oluşu sıcacık gülümseme sunuyordu etrafta.

Bu duruma kayıtsız kalmak istemeyen çağan ise birbirlerine sevgi ile bakan ikilinin yanına varmıştı...

 

​​​​Nehirin Anlatımıyla

Bir silah sesi daha...

hedefe giden bir kurşun daha...

Bir el daha ateş ettim, sonra bir kez daha ve bir kez daha, mermisi biten tabancayı diğer tabancaların arasına yolladım. Ellerimi önümde duran masaya yasladım gözlerimi kapayıp derince nefesler almaya başladım. Kulaklarım'dan ayrılmayan cümle ile öfkem artıyordu.

"Hem hangi evlat annesini aramadan durabilir ki" demişti o kadın.

Lanet olsun ki, ben durmuştum annemi aramadan tam bir yıl daha geçirdim burada, neden aramadığımı bilmiyordum, belkide biliyor ama aklımı meşgul etmek istemiyordum. O telefonun yüzünü görmek dahi istemiyordum, ben sadece babasını bulmak için buraya gelen biriydim başkası değil.

Siktimin operasyonu bittiğinde tek aklımda olan şey yatıp uyumaktı! Ama uyku bile haramdı.

O kadın nereden çıktı ki? Yada ben neden kaldım yanlarında, neden o sıcak aile tablosunu dibine kadar izledim ve bu neden beni delicesine öfkelendiriyordu ve bu öfke neden bana zarar verecek boyuttaydı?

Ah boşversene, babamın asker oluşu onunla az vakit geçirişim, belkide yeterince sevgi göremedim bundandır, yada hayır benim tek nedenim babama benziyor oluşum sevgisizlik değil ben babasının kızıydım, öfkesini babasından alan kız başka sebeb değildi bu...

Gözlerimi açtım önümde parçalanan hedef tahtasına ilerlettim adımlarımı, sert deriyi bir köşeye attım yenisini koydum, ve atış kısmına ilerledim tekrardan bu sefer silahlar değil bıçaklar ile çalışacaktım her konuda geliştirmeliydim kendimi her şeyim iyi olmalıydı.

Güçlü durmam lazımdı, olmak zorundaydım, hayat bunu en güzel şekilde göstermişti bana duvara asılı olan bıçakları aldım elime, sırayla da masaya dizmeye başladım.

Dizilen bıçakları elime alıp sertçe fırlattım ilkini, lakin istediğim şekilde hedefi görmemişti.

Bir diğer bıçağı aldım elime onuda sertçe fırlamıştım buda diğeri gibi yarı yolda kalmıştı.

Noluyordu bana?

Sakin değilim ondan olmuştur belkide? Diyerekten kendimi inandırdım, sakince bekledim derin nefesler aldım tekrardan aldım bıçağı elime, tam fırlatıyordum ki arkamdan birisi hedef tahtasını vurmuştu. İrkilmiştim olduğum yerden hatta ufak da bir çığlık kaçırmıştım ağzımdan artık nasıl daldıysam adım seslerini kapının o gıcırtı dolu sesini duymamıştım.

Sakince arkama döndüm ama girayı görmeyi beklemiyordum doğrusu, " öfkeliyken atış yapmak, performansını düşürür arttırmaz." Demiş yanıma gelmişti.

"Banane bundan!" Kaşlarımı çatarak söylendim,

"Sakin ol komutan" diyerek çapkınca göz kırpmıştı, neydi bu?

" Sakinim Yüzbaşım" dedim bende gülümseyerek. Onunla ilgimi kesip atışlarıma odaklanmıştım. Bıçaklara yönelmiştim tekrardan elime bir tane daha aldım ve sertçe fırlatmıştım bu seferki hedefi vurmamıştım ama deriye saplanmıştı bıçak. İşte şimdi keyfim yerine gelmişti...

Arkamda olduğunu bilerekten de hafif tedirginlik olmuştu neden arkamdan bakıyordu ki?

Neyse aldırma nehir, devam et diyerekten, o yokmuş gibi davran...

Son bıçağı alıp fırlatacakken ne ara yanıma geldi, ne ara o bıçağa alıp fırlatmıştı şaşkınlıkla baka kalmıştım çünkü hedef tam on iki'den vurmuştu. Gerçekten atışı çok etkileyiciydi,

Kafamı kaldırdığımda bana baktığını görmüştüm, ne yani bana bakarak mı atmıştı? Şaşırmıştım, atışları mükemmeldi.

" Hazırlan, görev emri geldi." Demişti, kafamı onay vererek salladım.

Adımlarını geriye tutmuştu, sanırım bana haber vermek için gelmişti....

 

Yazar Anlatımıyla

Gece gündüze dönmüş askeri araç yollara düşmüştü, nehir silah atış sahasına bırakarak yatakhaneye doğru ilerlemiş yatağının yanında ki gardıroptan babasını silahını almış beline takmıştı, peşi sırasında küçük sivri bıçaklarını da pantolonun parçalarına koymuştu.

Asker çantasını alıp sırtlamıştı, adımlarını araca tutmuştu kapıda göktup ve çağan komutan bulunuyordu, göktuğ komutana başıyla selam verip araca yol almıştı, yanında ki komutan ona babasını hatırlatmaktan başka hiç bir şey yapmıyordu ve bu nehirin canını yakmaktan başka bir şeye yaramıyordu...

Saniyeler, dakikalar, saatler hatta günler geçmişti, ateş timi toplaşacakları yere varış yapmıştı. Aldıkları bilgiye göre bir ay boyunca buralarda duracaklardı. Bölgeye geldiklerinde kar fırtınası hakimdi sınır dışındaydılar. Isınmak için hızlıca bir çadır kurdular çukurda kalan kısıma.

Nehir ise bu görev boyunca kendini ve gereksiz öfkesini koruyacağına söz vermişti içinden, yanındaki kehribar gözlü komutan sanki günler önceki adam değildi. Daha sert, daha kaba ve en olmadık bir nefes sesine bile rahatsız olan bir komutana dönüşmüştü.

Gece nöbeti Nehir ve Hamza'ya verilmişti. En ufak bir şeyde haber vereceklerine dair ant içmişlerdi resmen, nehir ise kendi kendine söz verdiği öfke kontrolünü ansızın yıkacak potansiyeli vardı. Bu komutan gerçekten göreve çıkınca bambaşka adam oluyordu.

Çadırdan ayrılan Hamza ve Nehir nöbet yerlerine varmıştı. Nehir ise gördükleriyle daha da babasının ne kadar tehlike ile iç içe olduğunun farkına varıyordu, belkide bunca yıl bu sırtladığı emanetin ağırlığını iliklerine kadar yeni yeni hissediyordu. Başını yıldızlarla dolu gökyüzüne kaldırmıştı, kayra'nın yüzü geldi gözünün önüne ansızın, babasının yaşadığını biliyor ve hissediyordu genelde bu tür şeylere asla inanmazdı nehir, hissetmek onun için sadece basit bir kelimeden başka bir şey ifade etmiyordu. Hâlâ da öyleydi o sadece babasının yaşadığını esir olduğunu biliyordu.

Bir şeyi daha biliyordu ki babasının onu bir yerlerde izlediğini veyahut onu duyduğunu bilmekteydi zihnine ansızın küçüklük anısı gelmişti bir keresinde oyuncağını kaybeden nehir ağlayarak babasına koşmuştu, kayra ise sebebini merak etsede sormamıştı küçük kıza, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kayra ise küçük prensesini kucağına alarak göğsüne yatırmış şaçlarını okşuyordu sakinleşmesi için, aradan zaman geçtikten sonra Ahu hanım odanın kapısını açarak elinde nehirin oyuncağı ile gelmişti. Gözleri oyuncağa takılan küçük kız ise sevinç çığlığı atmakla meşguldü annesi hızlıca teslim etmişti oyuncağı ağlayan kızına,

" Ah benim güzel bebeğim! Bunun içinmiydi bu boncuk göz yaşların," diyerek konuştu.

"Ama b-baba" Diyerek hem ağlıyor, hem hecelemeye devam ediyordu. Bu duruma kıyamayan Kayra ise kızın yanaklarına öpücük kondurup tekrardan kocaman nasırlı elleri kızının ince telli saçlarına gitmişti sakinleşmesi için okşuyordu...

Belkide saçmaydı ama o oyuncağı kaybettiğinde ki acı babasında yaşamamıştı, elleri kalbine gitmişti yüreğini delicek acı yoktu babası yaşıyordu işte, o acı onun yüreğinde oluşmaması Nehir için umut demekti bu hisse tutunarak buralara gelmişti.

"Emanetin benimle babam, bu taşıdığım üniformaya ve senin adının geçtiği yerlere layık olmaya çalışacağım. Söz veriyorum.

Ha bide baba çabuk gel olur mu?"

"Giray komutanımın dediklerine mi alındınız bu kadar?" Diyerek konuşmayı başlamıştı Hamza, uzun bir sessizliği konuşarak bozması gerekiyordu vücudu yorgunluğu gidermesi gerekiyordu ve bunu da konuşarak yapmalıydı.

" Efendim, duyamadım?" Diye atılmıştı nehir, düşüncelerine son verse iyi olacaktı ne yeri ne zamanıydı bu durum.

" Komutanımın dedikleri diyorum onlar mı sıktı? Bazen bende şaşırıyorum askeriyede kibar olan adamla operasyon da adam aynı mı diye. " Gülümsemiştim bu dediğine, lakin tam cevap vericekken etraftan sesler gelmeye başlamıştı, tam bir şey diyeceğim sırada kurşun sesleri tepemizden duyulmaya başlamıştı!

Yerimde ilkilerek elim silaha giderken ansızın koluma keskin bir sızı peşinden sıcaklık hissi gelmişti. Koluma dokunduğumda parmaklarım da hissettiğim sıkcaklık ile koca bir " Siktir!" demiştim Vurulmuştum. " Pusu var" diyerekten avazım çıktığı kadar bağırmıştım.

Bir kurşun sesi daha yankılanmıştı etrafa, karanlık olduğu için sadece seslere odaklanmak çok zorlaştırıyordu

Kendi kendime "Senin dikkatsizliğini sikeyim! Daha ilk görevinde nasıl vurulmayı başardın!" dedim keskin çıkan sesimle.

" Lan vuruldun mu!?" diye bir ses işittim sanırım Hamza idi.

" Lanet olsun! Evet, neyse boşver iyiyim tim çıkmışmıdır sence?"

"Sen aldırma onları," Diyerek ateş etmeye başladı. Arkamdaki kayalığa sığınmıştım kolumdaki sızı da artıyordu ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum...

Aklına bir anda göktuğ komutanın dedikleri gelmişti "Dinle şunu nehir! Askersin görevlere çıkıcaksın vakti geldiğinde, yara sarmayı pansuman yapmayı bilmelisin"

Gerçekten koca bir SİKTİR DAHA, zamanında dinlememiştim ve başıma gelmişti gene her durumda da haklıydı olmayı nasıl başarıyordu! Karar verdim Şurası bir bitsin göktuğ komutandan izin isteyip hemşirelik okuyacağım

 

Gece gündüz'e dönmüştü, çatışma hâlâ bitmemekteydi. Adımlarımı yavaş tutup karşımda sırtı bana dönük adama, kamuflaja sakladığım çakıyı çıkarıp, ani bir hamleyle boynunu kesmiştim düşen bedeninin ardından silahını elime almıştım, İki kayalığın arasından gözlem yapıyormuş demekki çatışma boyunca avcı diye aranan it buymuş.

Elim yaka mikrofonuna gitti " Avcı öldü, tamam" dedim kısık sesimle. Onay sesini duymuştum. "Nehir orası senin!" dedi giray komutan, "Emredersiniz komutanım!" Silah dürbünü ile yere konumlandırmıştım kendimi, sakince etrafı tarıyordum, tam önümde hamza teğmen duruyordu silahı hafif kaldırmamla arkasındaki adamı görüp, anında kafasına ateş etmiştim düşen bedenle hamza teğmen irkilerek bir şeyler söylemişti sanırım ortaya bir küfür savurmuştu dürbünü oradan çektim etrafta görünürde olumsuzluk yoktu.

Yaka mikrofonundan " temiz, " lafını duymuştum, "çıkıyorum," demiş olumlu cevap gelince temkinli bir şekilde iki kayanın arasından çıkmıştım.

Ayağa kalktığımda az ilerisinde tim vardı, ne olur ne olmaz diye de silahı elimde tutuyordum

Hafif eğilimli kayalıklardan inerken gözlerim arkadan haraket halinde hızlı giden aracı görmüştüm ardından üstünde duran adamın elindeki silahı fark etmiştim hızlıca silahı o ateşlemeden ben ateşledim lakin.

Havada iki el silah sesi yankılandı, belkide daha fazlasıydı. Bir anda Hissizleşmiştim.

Birinci kurşun, hedefi vurmuştum lakin omzundan gitmişti kurşun.

İkinci kurşunun, hedef giray komutanken Hamza teğmen atılmıştı önüne

Üçüncü ve son kurşun sanırım bana denk gelmişti başımı hafifçe eğdiğimde üzerimde kan yoktu vurulan ben değil miydim anlayamıyordum adım atmaya meğillendirdiğimde sırtımda keskin bir acı vuku bulmuş, peşine de bir kurşun sesi daha duyulmuş ve onu da vücudumda net bir şekilde hissetmiştim...

Vurulmuştum

O an iki şey duydum; Hamza şehit düştü.

Nehir ağır yaralı..

 

Acı bir çığlık savurdum etrafa, elimdeki silah kayıp gitmişti

Ben ise sırtımda ki hissettiğim acıyla yere yığılmıştım, gözlerim dolu doluydu ve pusluydu birinin yanıma geldiğini hissettim lakin kimin olduğunu göremeden gözlerim kapanmıştı...

 

                      *** 

EE şimdi şöyle ki- seviyom sizi. Tşk.

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum heyecanla...

 

Loading...
0%