@izmiristee
|
Keyifli okumalar dilerim :)
Girayın Anlatımıyla
Yüzlerce binlerce asker gördüm, kimilerine görevim gereği kalplerini kırabileceğim kadar ileriye gittim, kimisine de onlara sakin gittiğim takdirde saygısızca cevap vermelerine karşı kendilerini askeriyenin kapısında bulmuşlardı.
Hiçbir askeriye, hiç bir Tim komutanı kimsenin nazını çekmez en ufak hatada yada en ufak sözlü tartışmada sonları belli olmuştu.
Rütbenin bir ağırlığı olur derdi üstlerimiz biz rütbe almaya başladığımızda. Vatanı korumak için çıktınız bu yola, kimsenin kimseye affı olmaz dedi en heybetli komutanlarımız.
Hep neden, Eğitimlerden geçerken eğitmenler niye böyle acımasızca davranıyorlardı yada en basidi korkunç olaylardan geçmek zorunda bırakırlardı, eğilimli parkurlardan kafanıza her an çamur yağabilirdi, belkide çamur en hafif en acısızı olmuştu bazen taş, bazen toprak, bazen su. İlk asker olmaya karar verdiğimde babamın heybetinden eklenmiştim ama askerliğin bu denli işgenceli eğitimlerden olduğunu bilmezdim. Olaki bazen bu saydıklarımın hiç biri olmaz elimizi kolumuzu sandalyeye bağlar psikolojiyi alt edebilecek türden cümleler, tiz sesler dinlerdik,
Neden derdim, neden bize bunlar yapılıyor. Bir gün operasyon var dediler bize, biz dört arkadaştık, arkadaştan öte dost; hamza, murat, ben ve cenk ayrılmaz şekilde gezerdik.
Sonra operasyon var hazırlanın demişlerdi o an yanımıza üç kişi daha gelmişti bizim gibi yeni olanlardan, tanışıp hızlı şekilde askeriye aracına binip yola koyulduk. İlk operasyon olduğu için hem gerginlik hem heyecan bulunuyordu. Sonra bir kurşun sesi duyulmuştu araçtan ses geliyordu arkadaş direksiyonu kontrol edemiyordu sanırım tekere yedik kurşunu demiştim.
önümüzde araçlar ve önlerinde ellerinde silahla bekleyen adamlar pusuya düştük gündüz vakti, ne kadar soğuk kanlı olsamda da korkuyordum. Biz silahlara sarıldık araçtan inmeden önce lakin beklemediğimiz bir şok dalgası vurdu bize, bizimle gelen elemanlar ellerini yukarıya kaldırıp biz teslim oluyoruz demesiyle kalakaldık beklemiyorduk bunu.
Onlar hızlıca araçtan inip aracın önünde diz çöktüler, vatanı canı pahasına koruyacakları adamlar iki haine diz çöktü. Biz araçtan hızlıca inip aracın arkasına savunma kurduk silahlar ateşlemeye hazırdı.
Lakin yüzü maskeli adamlar, yüzlerinde ki maskeyi indirdiklerinde beklemediğimiz aşikardı, bunlar bizimkilerdi. Ve evet bizi denemek istemişlerdi içlerinde babam da bulunuyordu önde oturanlara sağlam iki tokat geçirmişti.
O an anladım bunun amacını, o geçtiğimiz eğitimlerin amacı vardı. Ne kadar korkusuz olduğumuzu anlamaya yada neyde pes edeceğimiz denemişlerdi.
Belkide o an bana ders olmuştu şikayet ettiğim nedenlerin bir durumu vardı. Ve evet üstlerimiz haklıydı kimse kimsenin nazını çekemezdi her şeyden önce vatandı. Vatan.
Peki şimdi ben neden bu aracın bagajında uyuyan kadına bir şey söyliyemiyorum. Gerçi söylesemde asla değişmeyecekti, burnunun dikine gitmeye bayılan biriydi Nehir.
Vurulmuş vücuduna giren kurşun vardı üstelik kurşun zehirliydi. Uzun zaman yoğun bakımda kaldı dinlenmesi gereken şu üç ayda, her gün silah talimi yaparken buluyordum derdi neydi? Kendini öldürmek falan mı!
Kolumu kaldırarak dürttüm omzunu, başta uyanmadı hatta hafif sarsılsada umursamadan devam etti uyumaya!
"Nehir! Nehir kalk" Demiş bulundum! Gerçekten mükemmel görev oluyordu, Allahtan çatışmaya girebileceğimiz görev değildi üç beş evrak işi vardı! Yoksa nehirde öfkemden pay alacaktı. Gerçi şuan yaptığının hiç bir mantıklı açıklaması yoktu.
Bir kaç bir şey mırıldansa dahi açmadı gözlerini sanırım uyku tatlı gelmişti! Sabır!
" Üsteğmen Nehir aç şu gözlerini ve derhal kalk!" Kalın çıkan sesimle hızlıca açılmıştı gözleri öyleki nerede olduğunu unutup sanki yataktan kalkar gibi hamle yaptığında başını hızlıca vuracağını fark ettiğimde kıyafetinin yakasından tutup kendime çektim.
Dudaklarından tiz bir çığlık savurup eliyle kolumdan sımsıkı tutmuştu. Şurada Allah'tan tim vardı yoksa biri bizi bu halde görse ne açıklayacağımı şaşırmış durumda kalırdım gerçi şuanda da bir şaşkınlık mevcuttu bende.
Sen gel zorlu eğitimlerden geç rütbe al, sayısız askere eğitim ver, yeri gel hepsini hizaya diz ama gel gör ki bir tane baş belasına sözün geçemesin! Kafasını kaldırıp kısılmış uykulu gözlerle bakıyordu bana sanırım bu uykusu esnasında en masum görüntüsüydü. Bu öfke dolu kızdan böyle masumluk zor görülür bir gerçekti. Sonradan gözleri kocaman olmuştu sanırım durumu fark etmişti. " Bir açıklama bekliyorum komutanın olarak!" dedim. Anında çatılmıştı kaşları bir tık geç kalmıştı bunu yapmaya. "Ne açıklayacağım be! Geleceğim dedim sana!" demişti birde zeytin yağı gibi üste çıkmaya çalışarak. Tişörtünü bırakıp olayı kavramadan ellerim belinin altından tutup omzuma atmıştım, evet en sonunda bana bunu da yaptırdı ya ne diyeyim! " BIRAKSANA BE!" Diyerek bağırmaya başladı umursamadım. "Mert aç ön kapıyı " demiştim, açılan kapı ile nehiri zorla otturdum içeriye, biraz dirensede zor olmamıştı. Kapattığım kapıyla üzerine kitledim. Bana şaşırmış gözlerle bakan ekibe baktım. " İki dakika şu dosyayı alıp geliyorum, gözünüzü ayırmayın sağı solu belli olmaz. " Bana sinirle bakan gözleri zerrece umursamadan işime koyuldum içeriye girdiğimde askerlerle karşılaştım, baş selamı verip bize emir verilen dosyayı almaya gittim. Merdivenleri hızlıca çıkıp varmam gereken odaya vardım ufak bir tıklamayla girdim içeriye. Tanıdık bir yüz değildi lakin hafif bir baş selamı ile girdim odaya, beni görünce ayağa kalkıp elini uzatmıştı, sıktım uzatılan eli. Hemen söze girmiştim aşağıda araçta kitli kadını düşününce elimi hızlı tutmam lazımdı. "Giray Alptekin, komutanım." Demiştim " Memnun oldum, Ahmet Er " bazen de böyle rütbe vermeyen olurdu, çoğu gizlilikten der susardı. " İstanbul dimi!" Diye sormuştu başımı salladım onay verir şekilde. " Hangi timdesin evlat? Çağanın gençliği var sanki karşımda çok benziyorsunuz, " demiş bulundu sanırım normal bir konuşma bizi beklemekteydi. Babam elbet buraya gelirken bahsetmişti bu adamdan, " Ateş Timi'nin komutanıyım," demiş gülen yüzü solmuş hatta birazda yüzü beyaza dönmüştü. "Ne timi dedin evlat! " Sesi sanki biraz kızgın ve şaşkınlık barındırıyordu. Şaşırdım bu tepkiye. " Ateş Timi komutanım." dedim biraz da yüksek sesle belkide duymuyordur adam sakince karşılamak lazım her şeyi,olabilirdi. Lakin düşüncelerim aksini iddia etti. Adamın esmer yüzü gerçekten sararmıştı. Yanlış bir cümlemi kurmuştum. " Sen tanıyor-musun onu? " demesiyle kaşlarımı çattım. " Kimi tanıyormuyum. Komutanım" Sonra ise hafif öksürük, işte gerçekten korku sezdim rütbe dışına çıkmak istemezdim ama yapmak da zorundayım. " Siz iyimisiniz, yanlış bir durum mu söyledim." Ne başını onayladı, nede reddetti yerinden kalktı dosyayı uzattı ve " Çıkabilirsin evlat, babana selam söyle." Dedi. Ben demin ne yaşamıştım? Başımı onaylar anlamda salladım kafamı karıştıran soruyu babama sormak üzere zihnime yerleştirdim. Dosya elimde araca doğru ilerliyordum Araca geldiğimde Nehir sakinleşmiş olacakki Öfkeyle bakıyordu, bakışları bizimkilere tutup " gidelim." dedim. Askeriye'ye doğru yol almıştı araç.
SAATLER SONRA Nehirin Anlatımıyla Araç askeriyenin bahçesinde durduğunda kapıyı açıp sertçe kapattım, öfkem kana karışmış gibiydi. Dur durdurak bilmek istemiyordum.
"Bekle!" Dedi, umursamadım. Hızlıca içeriye adımlarken arkamdan gelen adımları zerrece umursamadan koşmaya başlamıştım. Eğer ona yüzümü döner tek bir kelime edersem burada büyük savaş çıkabilirdi.
İyileştim dememe rağmen neden kimse beni dinlemiyordu? Resmen beni arabada kitleyip gitmişti başıma da bekçi dikmişti adam! Yaralanmanın üzerinde daha birinci ayımda iyileşmiştim ben! Bana uykular haramdı! Uyumayıp kayıp babamı bulmak zorundaydım! Hoş genelde reddedilen birisi olduğum için işimi zorlaştırıyorlardı. Eli koluma değdi ansızın, sertçe beni kendine çevirdiğinde ise göğsüne çarpmıştı başım. " Yavaş olsana hayvan herif!" Diye bağırdım. Kafam zonkluyordu. Çarptığım yerden kaldırdım başımı, o gözlerde öfke vardı, kehribar rengi gözler resmen beni boğmak ister gibi bakıyordu ilk defa. "Ne dedin sen?" Dedi sinirle, dediğim şeyi teyit etmemi ister gibi, madem kulakları duymuyordu! Duyurtmak da görevimdi. " Sana yavaş ol dedim hayvan herif! Oldu mu sağır kulakların duydu mu?" Gözlerime baktı derince, o gözlerde çok öfke geçmişti belkide beni boğmak, öldürmek bile geçmiştir adım gibi emindim buna. Yumdu gözlerini derince nefes alıp veriyordu sakinleşmeye çalışıyordu sanırım. Bu durumda bile sakinliğini koruyordu şaka mı bu adam? Yavaşça açılmıştı kehribar gözler, "sen komutanınla bu denli konuşma hakkını nerede buldun!" Demiş, bende asla altta kalmayarak " İyileştim dememe rağmen beni göreve götürmemende buldum oldu mu?" demiştim. Asla bu cevabı beklemiyordu benden, derince nefes aldı "bak nehir! Sen şu konuşma tarzını başka bir tim komutanına yapsan seni burdan sürerler, senin iyiliğin için dedim sen ne yaptın gizlice arabaya bindin, dur dendiğinde durmaz mısın sen? " Başımı onaysızca salladım, eli kolumu tutuyordu lakin sıkmıyordu bende fırsatını bilip çektim kolumu. Bu bana yaklaşma gücünü nerede buluyordu! " Bana bak komutanım, ben iyi-" daha cümlem bitmeden elini dudaklarıma götürüp kapattırdı. Sözümü bitirmeme bile karışıyordu adi adam! İlk defa sertti kemikli yüzü kehribarları ateş saçıyordu bana. Güzel gözleri vardı, inkar edemeyecektim bunu.
" Son kez söyleyeceğim, duydun mu son kez!" başımı aşağıya yukarı salladım sesi kızgındı,
"dur nehir sevdiklerin için dur. Senin için yaşam hayatta kalma mücadelesine dönmüş, tez canlı birisin. Bu güzel bir şey ama şuan iyileşme aşamasındasın kendine izin ver nehir. Vücudundan zehirli kurşun çıktı tez toparladın ve biz buna rağmen göreve alamayız dememiz boşa değildi dinlenmen gücün yerinde olması lazım, sürekli atış alanındasın ama bu böyle olmaz kendine bir düzen kur bir saat de iki saat de ama bunun dışında da vücudunu dinlendir bilirim beklemek zor ama sabret sabrın sonu selamet. Beni anlıyor musun? "
Bana kızmasını hatta timden atmasını bile beklemiştim. Bana verdirdiği sözü çiğnemiştim. Ama böyle bir konuşma asla beklemedim sesi dinlendirici müzik gibiydi. Kim bilir belkide haklıydı. İlk kez öfkem yormuştu beni, belkide ilk kez söz dinlemeliydim başımı tekrar onaylarcasına salladım. Gülümsedi ve ellerini dudaklarımdan çekmişti.
Bende gülümsedim ilk kez " teşekkür ederim," dedim. " Teşekkür etme iyi ol!" Demiş yanımdan ayrılacakken bana dönüp. "Timle dışarıya çıkacağız mangal yakacağız gelmek ister misin," diye sormuştu. İlk defa birisi öfkemi umursamadan iletişim kurmaya adım atmaya çalışıyordu.
Öfkem yüzünden nasıl iletişim kurulur bir insanla bilemiyordum, çok bocalıyordum ve bunun da kimsenin bilmesine gerek yoktu. Gülümseyerek reddetmiştim. Tekrardan bana gülümseyip arkasına döndü. Adımlarım belkide kendi isteğimle yatakhane yolunu tutmuştum, sanırım birazcık uyku iyi gelirdi. Gülümseyerek gittim. Gülümseyerek!
Yatakhanenin koridoruna yaklaşırken ismim iki askerde duyulmuş durmak zorunda kalmıştım. "Nehir komutanıma bir kutu gelmiş sen söyle, göktuğ komutanın odasında." demişti askerin biri, lakin ismimi söverek kullanmıştı.
"Öfke kontrol sorunu olan bir kadının yanına gitmek istemiyorum. Her şeye öfke kusuyor." Demişti bir diğeri. Öteki ise hemen "Haklısın!" Dedi irkilmiştim."Kadına nasılsın demeye korkar olduk, barut gibi resmen, ateşini arıyor sadece! Kadın dediğin nazik sevecen olur amına koyayım ama bu bambaşka birisi! " demişti.
Kırk yerimden bıçaklansam belkide daha az acırdı canım. İrkilmiştim cümlesiyle canım yanıyordu. Gülüşüm solmuştu. Gözlerim yandı yaşlarla doldu. Olduğum yerde sendeleyip duvara tutundum. Cümle gitmiyordu aklımdan öfke sorunu olan bir kadın, gitmem diyordu yanına...
Yazar Anlatımıyla
Burada sadece üç arkadaş olarak bulunuyorlardı, ne giray komutan, nede diğerleri. Sade ve net şekilde. Onlar şuanda en sade şekilde ; giray murat cenk ve asla unutamayacakları kalplerinin en derinlerinde olan hamzaları. Ne tim, ne rütbe durumu vardı her şeyden uzak dostlar mangal yapıyordu
İçlerinde en sessiz en sakin olan ormanı seçmişti dostlar, "abi daha olmadı mı be!" Demişti cenk giraya.
"Bekle oğlum pişiyorlar işte! Amma sabırsız çıktın." dedi giray.
Cenk cevap vermeden atıldı lafa murat, "sende bilmiyormuş gibi konuşma abi! Bu it en başından böyleydi. Doymak nedir bilmez! Fil bile senden daha az yemek yiyor amına koyayım."
Bebekken de çok kiloya sahipti cenk, doktorlar bile küçücük bebeğin, dört kilo nasıl doğar diye küzevde bekletmişlerdi bir zaman, Giray olumlu salladı başını, gülümseyerek dertsiz tasasız burada olmak çok güzeldi. Bakışlarını murata tuttu sonra.
Giray mangalı, murat salatayı hallederken cenk ise yemeklere bakıp ağzının sulanmasıyla geçirmişti zamanı. Sonunda etler piştiğinde giray tabağa koyarken muratta ateşi söndürmüştü.
Tabağı masaya koyduklarında besmele çekip yemeğe başlamışlardı. "Bunu sık sık tekrarlasak? Abi ne düşman derdi, ne rütbe derdi, bize karışan yok. Kendimi resmen yenilenmiş hissediyorum." Demişti murat sessizliğe dayanamayarak.
" Haklısın" demişti giray, " burası o kadar huzur dolu ki. Sen ne düşünüyorsun cenk?"
Kendisine sorulan soruyu duymayan cenk önündeki etlerle gözlerini kapatarak aşk yaşıyordu. Şuan kimseyi duyacak hali yoktu!
Bu durumu fark eden giray ise tebessümü takındırdı dudaklarına, sorusu cenk tarafından cevapsız kalsada, olaya murat el attı. "Sen boşver abi, şuna baksana yemek yerken kendinden geçti. Hayır evlense bunu doyuracak hatuna acırım mutfaktan çıkamaz."
O an gözünü açtı cenk, çatık kaşları ile baktı murata "Sanane it herif! Karışma hatunuma sen, severek yapar bana yemekleri." Duydukları ile kahkahayı basan giray bir tek ailesi ve arkadaşları ile bu kadar gülerdi.
" Abi çok merak ediyorum ve çok merak ederek soruyorum, olmayanı nasıl kıskanabiliyorsun!" Diyerek takıldı murat.
Cenk ise sadece arkadaşlarının yanında yaptığı omuz silkme hareketini yapmış etleri ile aşk yaşamaya devam etmişti!
Bol, kahkahalı, bol sohbetli sıcacık bir gün geçirmişti dostlar. Yemek işleri bittiğinde ise vaktin dolduğunu fark ettiklerinde masaları toplayıp yavaştan kalkmışlardı.
Güzel geçen saatlerden sonra, askeriye'de ise tam tersiydi. Saatler Nehir için zehir gibiydi yumruklarını savurdu torbaya. Kum torbası bile yumruklara hafiften büzülmüştü lakin nehir durmuyordu. En son savurduğu yumrukta parmaklarında ki eklemler mosmor olmuştu.
Bir yandan başı dönüyordu, zihnindeki susmayan sesler yüzünden migren atakları son dereceydi. Nehir zihni pes etmeyen nehirin o an vücudu pes etti olduğu yere çöktü kaldı. O kadar çok ağlamış, göz yaşları inatla durmadığı için gözlerindeki yaşlar yaşadığı stresten ötürü yavaş yavaş kan olmaya başlamıştı.
"Ben öfkeli değilim, siz sormadınız nasılsın diye? Değilim öfkeli falan." Mırıldanıyordu nehir, ayağa kalkmayı denedi yapamadı migreni yüzünden bulanan midesi onu zorluyordu kustu kusacak raddedeydi...
O sırada Askeriye'ye gelen timi göktuğ ve çağan karşıladı. Gün boyu kimse nehiri bulamamıştı. Atış alanında ailesinin yanında bile yoktu. Neredeydi bu kız!
Araçtan inen giray babasını ve komutanını görmeyi beklemiyordu. "Sorun ne bab- yani komutanım?" rütbe içindesin giray diyerek hatırlattı iç sesi.
" Nehir yok!" Demiş bulundu göktuğ
" Nasıl yok" Dedi murat, "atış sahasına baktınız mı?" bu seferde cenk sormuştu.
" Hiç bir yerde yok bu kız, askerler de görmemiş nehiri." Dedi çağan
"Ailesine de olabilir mi?" Demiş bulundu giray.
" Ben aradım orada da yok, yani pat diye nehir yok diyemedim. Ağız aradım gibi."
" İçerideki askerlere haber salalım, saatlerce yok bu kız." Bu seferde fikir çağan'dan gelmişti. Herkes olumluca başlarını salladılar.
Giray o an bekledi, acaba dedi nehirin yerinde olsam nere gidebilirdim. Az buz tanıyordu nehiri yada sadece kafası estiğinde ne yaptığından hemfikirdi.
Adımları bahçenin arkasına tuttu seslendi " Nehir" diyerekten, lakin ses gelmemişti. Burada olamaz diyip tamamen silahların olduğu alana tuttu adımlarını,
Kapalı atış alanına geldiğinde seslenmiş lakin nehiri orada bulamayınca, arka açık alana gitti giray orada da yok olunca. Bu sefer kapalı ringlerin olduğu kısma tuttu adımlarını orada değilse burada, burada değilse başka yerdeydi.
Alana yaklaştığında ışıkları açık buldu içinde şükür demiş koşarak kapıyı açıp içeriye nehir diye girmiş, lakin gördüğü görüntü karşısında irkilmişti. Dizleri üzerine çökmüş ellerinden destek alan bir Nehir vardı ama karşısındaki gördüğü görüntü içler acısıyıdı ne oldu bu kıza?
" Nehir" diye koştu yanına diz çöküp elleri ile omzundan tutup kaldırdı ayağa. " Ne oldu sana," demişti. Yanaklarına süzülen göz yaşı yoktu, gözlerinden yanaklarına akan kurumuş kan vardı dehşete düşmüştü giray. Saatler önce yüzüne gülen kızın şuanda bu, halde olması canını yaktı. Gerçi bu durumda kim olsa üzülürdü.
Nehir zor duran başını kaldırıp, giraya baktı " g-giray, " dedi nehir hıçkırdı. Ağlayacak göz yaşı bile kalmamıştı gözlerinde. O sırada kendisine seslenen giray şefkatle baktı nehire.
Kendinden beklenmeyecek şekilde. "Efendim Nehir" Demiş bulundu. Nehir ise bir kez daha hıçkırdı " senden bir şey istesem?" demişti Nehir. Şuan kendinde veya kendinde değil gibiydi...
Giray ellerini omzundan çekip yüzüne koymuştu gülümsedi şevkatle " iste tabi," dedi.
" Onlara söyler misin sussunlar," dedi. Çatılan kaşlarla baktı giray biri bir şey mi demişti!
"Kim? Biri bir şey mi dedi!" bunun karşılığında Nehir ise kafasını salladı. Normalde biri nehire bir laf söylese nehir ona neler derdi neler, ama şimdi ise durum çok farklıydı, birinin sözüne mi ağlıyordu.
" Ben çok mu öfkeliyim? Kadın dediğin naif olucakmış ben çok sertmişim öyle dediler bana sen söylesene onlara konuşmasınlar öyle, öfkeli değilim ben!" Nehir ilk defa birine şikayette bulunuyordu kırılmış kalbi ile... Küçük bir çocuktan farkı yoktu nehirin şuanda girayın gözünde. Kim ne demişti bilmiyordu ama bunun yanına kalmayacaktı. " Söz " Dedi "Kim sana ne dediyse soracağım hesabını!" Nehirin gözlerine dikmişti bakışlarını o gözlerde yıkılmış bir kadın yoktu şuanda kalbi kırılmış küçük bir kız çocuğu vardı. Nehirin kirpikleri yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. En sonunda burnundan gelen kanla giray ise hızlıca kucağına almıştı nehiri, askeriye'ye doğru " Revire doktor!" Diye bağırması bir olmuştu.
*** Bir bölümün daha sonuna geldik. Bölüm hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum. Oylarınızı bekliyorum efenim... |
0% |