18. Bölüm

18.BÖLÜM: BEYAZ GÜL

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahali kalkınnn biz geldikk:)

Güzel bir bölüm daha bizimle bende kendime şaşkınımmm🥺🤫

Keyifli Okumalar:')

Bölüm şarkısı;

Zakkum - Hatıran Yeter

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın🫠

 

 

"Huzurda oydu, nefeste, yaşamda."

 

 

18.BÖLÜM

 

"BEYAZ GÜL"

 

 

 

Yarım bırakılan neşesine kavuşmuş kızdan:

 

Yorgunluktan mıydı yoksa üç gün önceki gecenin eğlence dolu zamanından mı dolayı yataktan çıkamıyordum, bilmiyorum. Kış uykusuna yatmış gibi hissetmeme rağmen daha sabahın ışıkları yeni yeni odaya pencereden geçerek çarpıyordu. Anneannemin evindeki bu misafir odasında kalmayalı uzun zaman olmuştu.

 

Evimizin değişimin son parçası tamamlandığından beri annemle ben anneannemlerde kalıyorken babam da babaannemler de kalıyordu. Yıllar sonra sadece babamı bulmamış onun ailesini de bulmuştum. Yıllarca bir aileye hasret kalmıştım annemle. Onunla yalnız kaldığımız günlere oranla daha sıkı bağlanmıştık birbirimize. Şimdi babamı ve onun ailesinin sevgisini en içten hissediyordum. Halalarım, babaannem, dedem...

 

Dedem belki de hayatta olan ve gördüğüm tek dedemdi. Diğer dedem annem daha on üç yaşındayken yummuştu hayata gözlerini. Trafik kazası geçirdiğinde aylarca yoğun bakımda savaşmasına rağmen hayata gözlerini yummuş, bir başına bırakmıştı zalim dünyada ailesini.

 

Babasız büyüyen annem benim de babasız büyümemem için evlenmişti o karaktersiz adamla. İsmini ağzıma almak istemediğim en son kişiydi artık. Ne değişikti. Bir zamanlar yolunu gözlediğim adam kaçtığım, ismini dahi anmak istemediğim kişiye dönmüştü. Bir daha görmek istemiyordum, sesini dahi daha duymak istemiyordum.

 

Şimdi ise ondan deli gibi korkuyorum. Savunmasız gibi hissetsemde öyle değilim. Babam var artık. Dolu dolu söyleyebildiğim, her adımıyla tamamlandığım babam var. Aynı yeşillerde görüyorum sevgisini. Yıllarca terk edilmiştik biz birbirimizden fakat o bile ayırmaya yetmemişti kalplerimizi. Bulmuş, sevmiş, sahip çıkmışdı.

 

Ahmet Deniz. Yakalanmamıştı hâlâ. İnatla kaçmaya devam ediyordu. Elleri kolları bağlı demişti Bulut. Polis her yerde onları arıyordu lakin güzel bir sonuç gerçekleşmemişti. Yakalanmalıydı. Ona gidip sormam gereken bir ton soru varken acımasızca yoktu ortalıkta. Gitmeyi de düşünmüyordum. Elbet rahat durmayacaktı, elbet bu nefesi içimize çekebildiğimiz için kendi kafasında hesap soracaktı bize. Hastaydı.

 

Dedem öldükten sonra birbirlerine sımsıkı sarılan annemler çok zor şartlarda büyümüşler. Anneannem onları büyütmek için ayrı okutmak için çok ayrı uğraştığını söylerdi. Annem insan hakları okumuş, teyzem İngilizce öğretmenliği, dayım ise inşaat mühendisliği okumuştu. İki kız kardeş olan annem ve teyzem bu dönemde birbirlerinin en yakın arkadaşı, sırdaşları olmuşlar. Dayımı ayırmamışlar ama ikisinin ilişkisi başkaymış. Bu dönemde en çok yıpranan ise anneannem olmuş.

 

Kimsenin ne diyeceğini düşünmeden, nereden ne şekilde laf geleceğini umursamadan gece gündüz iş ayır etmeden çalışmış, çabalamış. Boş vakitlerinde annem de çalışmış, teyzemde, dayımda. İlk başta dayım okulu bırakıp anneanneme yardım etmekte ısrar etmiş ama anneannem bunu asla kabul etmemiş. Annem bir keresinde benim çok etkilendiğim anneannemim sözünü söylemişti.

 

"Ne olursa olsun, kim ne derse desin ne kadar başarısız olursanız olun, ne kadar yere düşerseniz düşün asla pes etmeyeceksiniz. Güçlü olacaksınız çünkü olmak zorundasınız. Babanızla kurduğunuz hayallerin hepsini gerçekleştireceksiniz. Babanız ne derdi 'Su taneleri bile bir işe yarıyorsa sizin pes etmeye hakkınız yok. Çalışacak ve meslek sahibi olacaksınız. İşte ben sizinle o zaman gurur duyacağım.' Onu gururlandırmak sizin en büyük göreviniz çocuklar. Bunu babanıza ama en çok da kendinize borçlusunuz."

 

Annem bana bunları anlattığında okulu bırakmak istediğimi söylemiştim. Sınıfta dalga konusu olduğum için okulu bırakmak istemiştim. Sonrasında ise annemin söyledikleriyle en güçlü gardımı alıp geri dönmüştüm o sınıfa. Ondan sonra asla pes etmemiş, çabalamış, direnmiştim. Başarmıştım. Hayalini kurduğum o mertebeye bir ay önce sahip olmuştum. Okumuş, mezun olmuştum.

 

Şimdi gerçek ailemin en güzel günündeydim. Onların bu özel gününde şahitlik etmek yaralı çocukluğuma en güzel hediyeydi. Her çocuk anne ve babasının düğününü görmek isterdi. Ben annesiyle babasının düğününü gören sayılı çocuklardan olacaktım. Garip bir histi. Açıklamak zordu. Mutluydum, saf bir şekilde sadece mutluydum.

 

Korku kendini belli etmeye devam ediyordu.

 

Erken kalkmamızın tek sebebi bugünün uzun geçecek olmasıydı. Bütün ev halkının bu saatte ayakta olması tamamen geç yaşanan heyecanlardı. Bugünü sadece annemle babam beklemiyordu kocaman Kaya ve Özkaya ailesi bekliyordu. En çok da ben beklemiştim, Dila Deniz.

 

Bu isimle yaşamıştım. Bu isimle ağlamış bu isimle mutlu olmuştum. Bu isimle yere çakılmış yine bu isimle çakıldığım yerden dimdik kalkmıştım. Ben Dila Deniz. Bütün acılarımla ve mutluluğumla bu isimle var olmaya devam edecektim.

 

Bu isimle yaşadığıma pişman mıydım? Asla!

 

-yine sabah sabah ne drama yaptın kız bir kendimize gelseydik-

Bak ne güzel kendine geldin, gördün mü?

-sen onu gel bir de bana sor-

Yine ters günümüzdeyiz galiba.

-hayır, gayet normal bir gündeyiz bunu sabah sabah dramından anlayabilirsin-

Hazır mısın iç ses?

-neye, senin delirmene mi-

Ne kadarda komiksin sen öyle.

-her zaman öyleydim hanımefendi-

Sen onu gel bir de bana sor.

-taklitçi oldun sen-

En azından kötü değilim.

-sen bensin-

Bende sen.

-tamam, daha fazla rezil olmadan burada keselim-

Bencede keselim.

 

Kahvaltı sofrası dillere destan güzellikteydi. O kahvaltı masasından aç kalkan olamazdı. Anneannem bu masayı hazırlamak için ne kadar uğraşmıştı, kim bilir. Daha doğrusu bu masayı hazırlamak için ne zaman kalkmıştı bu kadın? Kaya ailesinin en güzel kahvaltılarından biriydi belki de.

 

Garip hissettiriyordu yine de. Evet, her şey en güzel halinde ilerliyordu lakin yıllar önce de evlenmişti annem. Bir düğün istemediğini söylediğinde kabul edilmişti bu istek. Ne babam bildiğim adam ne de aileler bir düğün için ikna çabasına girmemiştiler. Şimdi annemin yüzündeki heyecan çok yerindeydi. Her seçim bir kabullenişti, her kabulleniş bir silgiydi.

 

Seçimler yaparken silerdik. Bazen duyguları, bazen kişileri, bazende kendini. Ne yarım kalmışsa onu silerdik.

 

Odanın içini dolduran gün ışığı ara ara kesiliyor oda karanlığa dönüyordu. Havalar günlük güneşlikken dün bozmuş, ara ara sağanak yağışlar vurmaya başlamıştı. Bir güneş açıyordu, bir bulutlar kararıyordu. Oturma odasındayken ortamdaki seslere kulak kestiğimde ister istemez gülümsüyordum. Yanı başımda duran telefonumu elime alıp direk Bulut'a mesaj attım.

 

Dila: Günayydınnn balık bey🖤

 

Dila: Bugüne hazır mısın?

 

Masadan kalkıp kendime banyoya attığımda derin bir nefes çektim içime. Aynada karşılaştığım halime baktığımda garip bir his geziyordu bünyemde. Tam olarak anlam verebilmiş değildim. Soğuk suyla elimi yüzümü yıkayıp kendime geldiğimde vakit kaybetmeden içeriye geçtim.

 

Zaman yine su gibi akıp giderken annemin hazırlanma zamanı gelmişti. Kuaför için yola çıktığımızda sakin kalmaya çalışan halim gitmiş yerine heyecandan ne yapacağını şaşırmış kız gelmişti.

 

-görende gelin sen oluyorsun sanacak-

Şşş öyle deme, daha kötü oluyorum.

-seni kendi düğününde düşünemiyorum-

Sana sus dedim iç ses.

 

Kuaföre ulaştığımızda hiç vakit kaybetmeden annemi hazırlığa aldılar. Diğer tarafta annem hazırlanırken bir diğer tarafta da bizim kızlar, teyzem, halamlar ve kuzenlerim sırayla hazırlanıyordu. Ben ise annemle biraz daha vakit geçirdikten sonra babamı yanına gideceğimden hazırlıklara tam anlamıyla başlamamıştım. Kuaförde ileri geri dolaşırken telefonuma gelen bildirimle duraksadım. Kendimi kenara çekip beklediğim kişiden gelen mesajı okumaya başladım.

 

Balığım🖤: Günaydın, peri kızım bugün beni güzelliğinle bir kez daha kalp krizi geçirtmene hazırım.

 

Balığım🖤: Her zaman da hazır olurum.

 

Balığım🖤: Konu sensen oradayım, orada olmaktanda pişman değilim.

 

Yüzümde oluşan gülüş beni ele veriyordu. Kalabalık ortamlara bu tarz şeylerde çok geriliyordum. Pek benlik bir şey değildi galiba.

 

-galiba mı, galibayı at orası fazla-

İç ses sende formundasın, eline fırsat geçtikçe değerlendiriyorsun.

-canım huyum işte-

Görüşeceğiz iç ses, görüşeceğiz.

-görüşelim canım-

 

Dila: Yine kalbimi çeliyorsunuz beyefendi.

 

Balığım🖤: İyi ki çeliyorum o kalbi çünkü bana en iyi gelen ilaç.

 

Dila: İyi ki çeliyorsun çünkü yaralarımı iyileştiren, gülmenin en güzel tarafını gösteren, kalbimin atışını arttıran diğer tarafım.

 

Balığım🖤: Kalbimin atışını son derece hissediyorum.

 

Dila: Seni bekliyor olacağım, geldiğinde haber verirsin.

 

Yanaklarım al al ana geri döndüğümde gözler üzerimde olacaktı. Sakin kalmalı, kendimi olabildiğince gözden uzak tutmalıydım. Kızların yanına geçtiğimde Asya halen saçlarıyla uğraşıyordu. Naz'ın saç yapımı bitmiş makyaja hazırlık yapılıyordu. Elif daha yeni saç yapımına başlamışken teyzemin hazır olduğunu görmek şaşırtmamıştı. Halamlar makyaja geçiş yapmışken bir gram hazır olmayan ben vardım.

 

Annemin saçlarının üstünden son kez geçilirken makyajı için malzemeler hazırlanıyordu. Kuaför salonundaki kalabalığın büyük kısmı bizdik. Sesler kesilmeksizin konuşmalar devam ederken az olsun rahatça nefes alabilmek için dışarı çıktım.

 

Trafiğin yoğun olduğu bir bölgede olmadığımız için büyük bir ses yoktu. Önümden geçen arabalar, sokakta yürüyen insanlar, birbirinin peşinde koşan kediler... Çok fazla vakit harcamadan babamın yanına ilerlediğimde havanın kararsızlığı düşündürmeye devam ediyordu. Umarım bir sıkıntı çıkarmazdı.

 

Annem ve babamın arasında mekik dokumaktan çok mutlu oluyordum. Babamın yanına geçtiğim o an Bulut'ta gelmişti. Onunla bu koşuşturmayı sevmiştim. Babamın hazırlıkları annemden kısa sürdüğü için seviniyor olsam da onun işi başından aşkındı. Damat evinde yaşanan sorunlar dahi o orada değilken kulağına geliyor çözüm arayışına giriyordu. Her ne kadar uzun bir işi yokmuş gibi gözüksede asıl büyük işler ondaydı.

 

Az olsun gerginliğini azaltmak için elimden geldikçe konuşuyordum. Aramız ilk günkü gibi değildi artık. Babamdı. Kızıydım. Kaybettiğimiz yirmi iki yıla rağmen geçirdiğimiz üç ay dolu doluydu. Sevgisini en içten hissettiğim o gün doğum günümdü. İyi ki babam dediğim o günde içimde yeşeren tohumlar çocukluğumun kendini affedebiliyor oluşundandı.

 

Araba sürmüştük, piknik yapmıştık, parka dahi gitmiştik babamla. Kaç yaşında olduğumuza bakmadan baba kız olmuştuk. Kimin ne dediğini önemsemediğimiz sürece de kapatmıştık geçmişin üstünü.

 

Sözler vermiştik, sözler vermişti.

 

Bazı sözler mutlu ederi insanı. Bazı kelimeler kifayetsiz kalır sadece kalbinde yaşardı. Öyleydi, onun verdiği her söz kalbimde yaşıyordu.

 

Annemin yüzüne güldürüyor, neşesine neşe katıyordu. Ailemdi. Zorluklarla inşa etmiştik evimizi. Kayıplar vermiş, savaşların içinde mağlup olmuştuk. Kazanmak için direnmiş, pes etmemiştik.

 

-yeter diye bağırmak istiyorum-

Senin için her şeye yeter iç ses.

-bu kadar düşünmede düğüne odaklan, düğüne-

Odaklıyım zaten kör müsün?

-bence sen körsün çünkü ben odaklandığını sanmıyorum daha çok oradan oraya boşuna koşan bir kukla gibisin-

Şaka yapıyor ol çünkü kırılırım.

-şaka şaka ama yeter bir yerde sabit dur ben bunaldım oradan oraya, en son kimin yüzünü gördük hatırlamıyorum-

Bugün hep böyle olacak iç ses alışmak için hâlâ geç kalmadın.

-vallahi bezdum-

 

Bulut'un varlığını hissedebiliyor olmak en çok da ruhuma iyi geliyordu. Elimi tuttuğu ilk gün -hâlâ ona o hastane köşesinde nasıl güvendim anlamıyorum- bir şeyler yerine oturuyor gibi hissettirmişti. Bugün bile her daim yanı başımda, en büyük destekçim yardımcımdı. Hatta bazen annemin yanından babamın yanına, babamın yanından da annemin yanına gidiyorum diye söyleyip balığımın yanına kaçıyor, soluklanıyor, huzurlu kollarına sarılıyordum.

 

Huzurda oydu, nefeste, yaşamda. O aradığım her şeydi.

 

Yine öyle yaptığım bir zamanda az ilerideki büfede oturup kahve içiyorduk. Sohbet ettiğimiz bir zaman aralığında ise bizi yakalayan babam olmuştu.

 

"Hanımlar beyler ne yapıyorsunuz bakalım burada?" duyduğum sesle korkmamda bir olmuştu. İçtiğim kahve tepkimden dolayı öksürtmüştü. Babamın yeşil gözlerinde her şeyi anladığını görmüş, yerin dibine girmiştim. Yalan söylediğimi biliyordu.

 

"Soluklanıyorduk efendim," şu ortamda bile Bulut'un saygısından ödün vermemesine şaşırmak istemiş yapamamıştım. Babamın alttan alttan attığı bakışlara şahit oldukça ter dökmeye devam edecektim.

 

"Sende katılsana bize," dediğimde babamın bakışları yeşillerimi bulmuş yüzünde büyük bir gülümseme gelmişti. Oysa saniyeler önce bende olan gözlerini Bulut'a çevirmişti.

 

"Bir an hiç teklif etmeyeceksiniz diye düşündüm çocuklar," içinde bitmeyen enerjiye hayrandım. Yaşadığım küçük bir olayda bile abartı derecede düşünür, sorularla boğardım beynimi. Babam öyle değildi. Düşünmez gibi gözükür, her daim gülerdi.

 

"İşlerini bitebildin mi peki?" yüzüme yerleşen mahçupla birlikte gülümseyebildiğim kadar gülümsedim. Masadaki içeceklerimize göz gezdiren babam sorumla hiç düşünmeden konuştu.

 

"Hayır, arabayı süslemeye verdim onu ve annenizi bekliyorum." En azından baya bitirmiştik işi. Anneni değil, annenizi. Bu kadar hızlı kabul göreceğini düşünmemiştim sevgilimin. Bence Bulut'ta bu kadar hızlı kabulleneceğini düşünmemişti.

 

Akşam yemeği yediğimiz o gün büyük pişmanlık duymuştular annemle babam. Bakıldığında söyledikleri suç değildi ama hissettirdiği eksiklik acıtmış, kanatmıştı. Yaralanan bir çocuğun yarasına yara bandı yapıştırmak sanıldığından daha kolaydı. Ancak çocukken yer edinmiş o yara kapanmazsa zamanla izi kalır, günü geldiğince en büyük yara olurdu.

 

İzler silinmezdi, izler daima kalır sinsi gibi köşeye çekilirdi. Ufacık bir açık arar, aradığı açığı bulduğunda ise kozuna kullanmaktan çekinmezdi.

 

Kimsesiz kalmak hayattaki en büyük acı gibi geliyordu bana. Bir ölüm yaşandığında canın en içten acırdı fakat aradan zaman geçtikçe silikleşen bir yabancıya dönüşürdü. Ölümü dahi paylaşamadığın bir yaşamda alınan nefesler batıyordu yalnızlığına. Söze gerek kalmıyordu çünkü karşıda seni anlayacak bir kişi yoktu.

 

Sessizce izlerdin sahte dünyayı. Kim, kiminle ne yapmış, ne demiş... uzayıp giderdi izlenilen dünyalar.

 

İşte o zaman hayal kurardın kendine için. Yalnız olmadığın günler... Susup bir köşeye çekilmediğin günler...

 

Şimdi ufacık bir cümle dahi altüst etmişti bizi. En çok da çocukluğunda yarası kapanmamış Bulut için. Savaşmıştı, annesini sevmiş, unutmamıştı. Hangi çocuk annesini kolay unutabilirdi ki?

 

Babamın sözünün üstüne aramızda oluşan sessizlik devam ediyordu. Düşünceler içine dalan ruhum oradan çıkmış olsa da yine kapısındaydı. Hâlâ şaşkınlığın etkisi içinde olan Bulut yüzünde oluşan tebessümle bir babama bir bana, bir de camdan dışarıya gelip geçenlere bakıyordu.

 

"Şimdi arabanın çıkışı ile annemlerin çıkışını hesapladığımda denk düşüyor bu da daha fazla beklemememizi engellediği için sevindim." Ne diyeceğimi kestiremediğim içim aklına gelen düşünceyle taktik uyguladım.

 

-saçma bir taktik-

En azından sensizliği bozdum.

-şükür onu başarabildin-

Bugün sana istediğini vermeyeceğim iç ses.

-verme ben bir yolunu bulur istediğimi elde ederim zaten-

Sen yaparsın vallahi, inanırım.

-işte bu kadar asaletliyim-

 

"Şans bizden yana olmuş diyelim," babam garsonlardan birini çağırdığında Bulut'ta yeni yeni toparlanmıştı. Ne kadar çok içimi bana dökmesi için beklesemde istiyordum derdini dinlemeyi. İnanıyorum bana hazır olduğu gün anlatacağını ama önce bütün çıplaklığıyla kendisinin yüzleşmesi kabullenmesi gerekiyor.

 

"Öyle olmuş," dediğimde babam gelen garsondan gazoz istedi. Garson iki masa yanımızda kalan dolaptan almıştı gazozu. Kısa zaman içinde de babama servis etmiştiler.

 

Şu an babam ve sevgilim aynı masadaydı. Yıllarca bir adam beklemiş iki adama kavuşmuştum.

 

Kalbim an an yerinden çıkacakmış gibi atmaya devam ederken ortamda oluşan sohbete de kulak kesiyor, yeterince katılıyordum. Kelimelerimi özenle seçmeye çalıştığımdan zorlanıyor, terler döküyordum.

 

Bulut ve babamın sakinliğinden istiyordum. Daha demin yaşanan sesiz ortamın ardına bu şekilde sohbet etmek şaşırtıyordu. Şaşırsam mı, gerilsem mi, sevinmem mi bilmiyorum. Birçok duyguyu aynı anda yaşamak güzeldi.

 

Birlikte yaptığımız bu güzel sohbet ise en çok da çocukluğumu mutlu etmişti. Babam ve balığımın iyi anlaştığını görmek bende bambaşka duyguları açmıştı.

 

Masanın üzerinde duran telefonuma sohbet arasında kısa bir bakış attığımda aradan geçen bir buçuk saatle yüz yüze geldim. Bugün yaşadığım en güzel bir buçuk saatti orası.

 

"Ben gitsem iyi olacak yoksa annemin azarından kurtulamam," masanın üstündeki birkaç eşyamı elime aldıktan sonra ayaklandım. Karşımdan oturan Bulut'un anlık gelen gergin daha çok utangaç bakışlarını gördüğümde gülümsemem daha da büyüdü.

 

"Kısa bir zaman sonra görüşürüz," diyerek dalga geçen babama sarıldığımda sabah oluşan o garip his yine kendini belli ediyordu. Değişikti ama güzeldi biraz da eksik. Tam olarak iyi değildi ama aşırı kötü bir duygu da değildi.

 

"Görüşürüz."

 

"Görüşürüz, perim." Bulut'a sarıldığımda babamın ter ters bakmayacağından emindim. Sevmişti onu, değer vermişti ona. Ayrılmadan son bir kez de babama sarılmıştım. Geri çekilirken Bulut'a attığı bakışları fark etmiş tebessüm etmiştim.

 

Babamın beni kıskanması hoşuma gidiyordu.

 

Onları baş başa bırakmak şu an ne kadar doğru, bilmiyorum. Annemin yanına doğru hareket ettiğimde kalbim iki adamın yanındaydı.

 

 

💦

 

 

Gün yüzüne çıkan gerçeklerden bir an:

 

Dila'nın ayrılması üzerine her iki adamda içlerinde yeşeren gerginlik ile yerlerine oturmuştu.

 

Erdem Özkaya kaybettiği onca yılı kısacık ayda telafi etmek için elinden gelinin fazlalarını yaparken bir kez olsun of dememiş, kendini geri çekmemişti. Maymun olması gerekiyorsa maymun, yılan olması gerekiyorsa yılan olmuştu.

 

Maymunluğu ailesineydi. Sevdiği, değer verdiği her nefes için maymun olmaktan çekinmeyen bir adamdı o. Heybetliydi. Çınar ağacı gibi salmıştı köklerini sevdiklerine.

 

Yılanlığı düşmanlarınaydı. Geri çekilmez, pes etmezdi. Eğer ki bildiği bir gerçek varsa asla ödün vermezdi kişiliğinden. Didik didik arar, her daim güçlü kalmaya çalışırdı. Başarırdırda. Bir kez olsun şüphe ederse sonuna kadar savaşır, doğru olan ne ise onu öğrenmeden rahata ermezdi.

 

En büyük kaybı arkadaşına güvenmekti, can dostum dediği sırdaşına inanmaktı. Günler önce tanıdığı bir kızı dinlemeden çekip gitmek ilk başta kolay gibi gözükmüştü gözüne. Gerçekle yüzleştiği ilk gün darma dağın etmişti hayatını ve hayatları. Kaçmıştı, kendinden de gerçeklerden de.

 

Sırları sevmezdi açık açık oynardı kumarını Erdem Özkaya. Karşısındaki oyuncudan da aynı hareketi bekler açık olmasını dilerdi. Fakat o da bilirdi ki hiçbir zaman karşı taraf açık oynamazdı.

 

En büyük pişmanlığı sevdiği kadını zamanında dinlememekti.

 

En sevdiği özelliği bir kez düşman olduysa A'sından, Z'sine bütün planları tek tek gerçekleştirirdi.

 

Tanırdı Ahmet Deniz'i. Beraber büyümüştü onunla. Birbirlerine sırdaş, dost olmuştular. Yıllarca dip dibe yaşamış, bir kez olsun ayrı düşmemiştiler. Öyle bir arkadaşlığa sahip olmuştular ki aynı yerde asker olmuş, aynı kadına vurulmuştular. Şimdi de aynı kadın için savaşıyordular.

 

Biri öldürmeye çalışırken diğeri yaşatmaya çalışıyordu.

 

Büyük bir kumar masasına oturmuştular. İki arkadaştan iki düşmana.

 

Nasıl ki içlerinde Ahmet'in piyonları varsa aynı şekilde Erdem'inde Ahmet için piyonları vardı. O yüzden biliyordu. Yanı başında oturan adamın gerçekten kim olduğunu, amacının ne olduğunu biliyordu. Şüphelenmekte haklı olduğu için bir kez daha kendiyle gurur duyarken oynayacağı son oyun çok büyüktü.

 

Dönüşü imkânsız olan oyundu. En zor seçeneklere ev sahipliği yapıyordu. Şiddetli bir deprem öncesi sessizlikti. Yavaşça, ilmek ilmek işlenmiş cezaydı.

 

Çaprazında oturan çocuğun gerginliğinin geçmeyeceğini bildiğinden derin bir nefes çekti içine. Soludukça verdiği kararı sorguluyor, emin olmak için direnmeye inatla devam ediyordu.

 

Son kumar, son oyun, son el.

Onlarca piyon.

 

"Senin kim olduğunu biliyorum, Bulut Aras." Çekinmeden sarf etmişti sözlerini. Amacı belliydi sapmaya hiç niyeti yoktu.

 

"A... anlamadım?" duyduğu sözlerle şoka girmişti Bulut. Zorla konuşmayı denediğinde sesi fısıltıdan ibaretti.

 

Kalbi yerinden çıkmak için uğraşlar içindeydi. Biliyordu, hissediyordu. İç düşünceleri kırmızı alarmı devreye soktuğundan bu yana ecel terleri döküyordu.

 

"Neden burada olduğunu, kızıma bu derece yakın olmanın sebebini, ortağını ve patronunu her şeyi biliyorum." Acımamıştı Erdem. Acımaya ise hiç gücü yoktu. Biliyordu, eğer ki acırsa acınacak olacağını.

 

Don kesmişti Bulut. Beklemiyordu. Bir anda bulmuştu kendini bu masada. Kaçtıkça daha çok içine çekiliyordu. Hiçbir şey istediği gibi gitmiyordu. Hep bir engel, hep bir savaş.

 

Bu sefer netti. Bitirmişti intikam oyununu, bağırmış, çağırmıştı. Yetmemiş tehdit etmişti yıllarca büyürken ismini duymadığı patronunu. Evet, kardeşi ellerindeydi. Kurtarmak için çok uğraşmıştı. Hüsranla sonlanmaması için çabalıyordu.

 

Şimdi kaçtığı bir gerçek daha gün yüzüne çıkmıştı. Ne diyebilirdi ki karşısındaki adama? Yapmadım diyemezdi çünkü yapmıştı.

 

İsteyerek ya da istemeyerek.

 

"Sandığınız gibi bir şey değil," sesini alçak tutmaya çalışıyordu. Ne kadar sesiz kalmaya çalışsa da ruhu, çocukluğu bas bas bağırıyordu. "Gerçekten isteyerek yapmadım, hatta Dila'yı sevdiğimde bilmiyordum..." Manasız, manalı aklına ne geldiyse, kendini açıklayabileceği şekilde konuşmaya çalışıyordu.

 

Sona gelmişti.

 

Ve bu son beyaz bir gül değildi onun dikenleriydi. Batıyor, en derinden kanatıyordu.

 

Karşısındaki çocuğun bu hala geldiğini gören Erdem Özkaya bir kez daha yanılmadığı için gururluydu. Sırların sonsuza kadar saklı kalmadığını en iyi kendinden biliyordu.

 

Gerçekleri bilerek giriyordu oyuna. Olacakları bildiği içindi bu son oyun.

 

"Sana inancım tam Bulut kendini açıklamana gerek yok sadece senden tek bir şey isteyeceğim ve isteyeceğim şey, her şeyi yerle bir edecek deprem olacak. Eğer ki benimle olursan çok farklı bir hayata geçiş yapacaksın o yüzden soruyorum: benimle misin?"

 

Deprem geliyorum demezdi ancak şu an deprem ben geliyorum diyordu. Hazırlıksız yakalanmak için en ideal gündü.

 

"Varım," bir kez olsun karşı düşünceyi düşünmeden kabul etmişti Bulut. Kendini açıklamayacaktı çünkü anlamıştı. Erdem Özkaya hafife alınacak adam değildi hele düşman edilecek hiç değildi.

 

"O zaman kayıba hazır ol ve ben ne dersem onu yap bu bir rica değil emirdir çünkü her şey buna bağlı."

 

Çıkmaz sokakta yürüdükçe daha çok girmiştik o çıkmaza şimdi ise çıkış çok farklıydı. Aranan değil yaratılan sondu.

 

Bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Erdem'de, Bulut'ta bundan son nefeslerine kadar emindi.

 

 

💦

 

 

Ruhunu mutlu etmiş kızdan:

 

Annemin hazırlığı bitmişti. En son olarak benim ve Elif'in hazırlığı kalmıştı. Elif makyajını sade tutarak bitirmişti hazırlığını. Ben de otelde hazırlanacağım için burada sadece saçlarıma fön çektirip hafif bir makyaj yaptırdım. Buradaki hazırlıkların hepsi gelin alma içindi. Sapanca'ya düğün için gittiğimizde bizi bekleyen küçük bir hazırlık ekibi olacaktı. Onlarda sadece üç kişi hazırlık yapabiliyordu anlaşma gereği. O üç kişi de annem, babam ve bendim.

 

Kuaförden çıktıktan sonra annemle birlikte anneannemlere gelmiştim. Saat 13.30'du. Sabah da erken yaptığımız kahvaltıdan dolayı herkes açtı. Anneannemler kuaför ekibine yemek verirken ben de izin alıp babamın yanına yani babaannemlere geçtim. Yine peşimde olan balığımla ufak kaçamaklarımız olmadı değildi.

 

Babaannemlerde gelen misafirlere yemek dağıtılıyordu. Beni gören babaannemin sevinmesi çok güzeldi. Beni kenara çekip hemen önüme yemek koymuştu. Tabii o sırada yanımda bulunan Bulut'a da aynısını yapmıştı. Babam gelen misafirlerle ilgileniyordu. Herkes bir koşuşturma içindeydi. Yakın zaman sonra buradan konvoy halinde çıkıp anneannemlere annemi almaya gidecektik.

 

47 yaşındaydı annemle babam ama bugünkü heyecanları ilk günkü gibi 24-25 yaşlarındaki gibiydi. Onları da ayakta tutan tek şeydi bu heyecan. Senelerdir unutamamış birileri için yaşın bir önemi yoktu sonuçta. Sonunda onlar hayallerine bende aileme kavuşuyordum.

 

Biz bir aile oluyorduk.

 

Bugün onlara yapacağım en güzel sürpriz sadece onlara değil herkese sürpriz olacaktı. Çünkü bugün en büyük gündü. Bizim için yepyeni bir dünyanın başlangıcıydı bu sürpriz. Asla unutamayacağımız bir tarih olacaktı

 

25 Temmuz 2022.

 

Bu tarih bizim kaderimizdi. Bu tarih bizim sırlarımızın gerçeğe döndüğü en güzel gündü.

 

Kalbimin en derinlerine sıkıca sarılmış olana his beni mutlu ediyordu. Saniyeleri saydığım anlar zorlasa da sonuçta ruhum, çocukluğum özgürlüğüne kavuşacaktı. Aylardır iki hece için verdiğim çabanın mükâfatını bugün görmek istiyordum.

 

Kendimi gelin arabasında konvoy eşliğinde annemi almaya giderken bulduğumda ne hissetmem gerektiğine dair bir fikrim yoktu. Heyecanlıydım, mutluydum... Tarif edemeyeceğim duygular içerisindeydim. Korna sesleri ile yüzleştiğimde önden davul zurna sesi de eşlik etti onlara. Hayal bile edemeyeceğim şeyi canlı bir şekilde görüyordum.

 

Emin değildim. Acaba diyordum bu bir rüya mı? Şimdi uyanacağım ve yaklaşık üç ay öncesine gerin mi döneceğim? Eğer ki öyle bir şey gerçekleşse mahvolurdum.

 

Gözlerimi kapatıp geri açtığımda hâlâ araba koltuğundaydım. Konvoy sesi azalmamış ekstra artmıştı. Arabada bizden başka kimse yoktu. Babamla ben. İkimiz, yalnız, baş başa, baba kız. Hayallerim vardı ve o hayalim bambaşka bir şekil de gerçekleşiyordu. O zaman rahmetli dedemin dediği o söz aklıma düştü.

 

Su taneleri bile bir işe yarıyorsa sizin pes etmeye hakkınız yok.

 

Pes etmemiş daha çok bir umuda tutunmuştum. Oysaki yoktu umudum ta ki gerçeği öğrenene kadar. O gerçek benim hayatımı değiştiren en önemli noktaydı. Hayatımdaki yeri ölçülemeyecek kadar büyüktü tabii etkisi de. O gerçek bana aşkımı, babamı ve onunla birlikte yeni bir aile getirmişti. Bambaşka şeylere itmişti o gerçek beni. Ve şimdi o gerçeğin sırrı gerçek oluyordu.

 

"Nasıl hissediyorsun?" arabayı süren babama yönelttiğim soru karşısında afallamak yerine sırıtarak cevap verdi. Camdan dışarıya baktığımda tam karşımda bagajı açık olan kameraman arabası vardı. Ardı sıramız arabalarla doluyken heyecanıma gerginlikte ilave ediliyordu. Annemlere haber verdiğim o andan bu yana babamla sessizce ilerlemiştik. Lakin onunla sessiz kalmak yaptığım en çok şey olduğundan vazgeçmiş konuşmuştum.

 

"Çocuk gibi." Yoldan gözünü ayırmamaya dikkat etsede kısa anlı bakışları buluyordu beni. Duyduğum sözlere karşı şaşkınlığımı gizleyememiştim. Böyle bir cevap beklemiyordum.

 

"N... nasıl?" Babamın sırıtması üzerine yüzüme yerleşen büyük neşe gülümsetmişti. Çocuk gibi dediği anlar kulaklarımda çınlamaya devam ediyor, anlamaya çalışıyordum.

 

Ağlamak istemiyordum ancak duygularım karman çormandı. Çocukluğum yaralarla doluyken duyduğum sözlere karşı tepkisiz kalmak zordu.

 

"Yani çocukken istediğin bir şey olur ama o şeyi o kadar çok istersin ki olması imkânsızdır. Sonra bir şey olur ve o imkânsız olan şey gerçekleşir. İşte o zamanki duyguyu hissediyorum." Babam bu anı beklermiş gibi konuşmaya başladığında hayranlıkla dinliyordum onu. İzliyordum.

 

"Çok iyiymiş," dediğimde gülümsemeye devam ediyordum. Benim gülüşümü gören babamın yüzündeki hayran edici ifadeyi kısa bir an görsem de yetmişti o bakış. Yıllar dahi geçse silinmeyecekti o bakışlar. Unutmak imkân dahilinde değildi. "Çocuk gibi." İçimden gelen bir hisle babamı taklit ettiğimde bizi çeken kameralara güzel anlar bırakmıştık. An an çekiyordu bizi. Kahkahalarımızı, bakışlarımızı...

 

Saklanan aynaydı.

 

Yarım saatlik konvoyun sonunda anneannemlerin evinin önüne gelmiştik. Arabaları çıkışımızı da hesaba katarak yol kenarlarına park ettiğimizde biz arabadan inmeden davul ve zurnacılar çalmaya başladı. Arabadan inildiğinde ise erkek tarafından gelenler evin önünde halay çekmeye başladı. Ben hiç beklemeden içeri annemin yanına gittim.

 

İçeride bulunan çoğu kişi sanki ilk defa gelin olmuşta çıkıyormuş gibi ağlıyordu. Anneanneme dokunmayalım çünkü şu an sular seller gibi döküyordu gözyaşlarını. Anneme sarılmış olan teyzemim de pek bir farkı yoktu. Kenarda duran bizim kızlar ağlamasa da gözleri sulu suluydu. Aralarında en çok ağlayan Elif'ti. Kenarda bekleyen dayım kendini zor tutuyordu.

 

Karşılaştığım manzara ilginçti. Daha önce de evlenmişti annem ama istenilen olamamıştı. Evden ayrılırken anneannemin ağladığını söylerdi annem, en çok ona kalbini bıraktığınıda. Teyzem anneme verdiği sözden dolayı ağlamazken dayımın gülmesini o zaman da garipsemiştim.

 

Teyzem annemden ayrıldıktan sonra direk yanıma geldi. Olaylar tam karşımda gerçekleşiyordu ve ben bunu izlemekten çok keyif alıyordum. Dayım daha fazla uzatmadan annemin yanına geçtiğinde onu alnından öptü. Belki bir baba eksikliğiyle belki de abi. Tüm yükü sırtlanmaya razı olan abi. Annem ağlıyorken dayımın karşısında kendini tutması daha zorlaşırdı ki bunu da başaramadı zaten. İkisi de ağılıyordu. Birbirlerine sarılmış bir şekilde birbirlerinin eksiklerini bu evde son kez sarılıyordular. Daha önce ağlamamış olması kırıcı bir davranıştı bana göre. Şimdi ağlıyor olması değişik hissettiriyordu.

 

-sen niye ağlamıyorsun kız-

İç ses bugün benim en mutlu günüm. Ben bugün ağlayamam. Ağlarsam bile mutluluktan tam da şu an olacağı gibi.

 

Dayım ona verilen vazifeleri yerine getiriyordu. Anneme özel yaptırdığımız takım setini takıyordu. Beyaz gül desenleriyle oluşturulmuş takım; bileklik, kolye, yüzük ve küpelerden oluşuyordu. Beyaz gül annemin temiz ve saf bir hayat kurmasını temsil ediyordu.

 

Babamın fikriydi evden çıkarken anneme böyle bir sürpriz yapmak çünkü annem çocukluğunda böyle bir şey istediğini önceden sevgiliyken söylemişti. Hayat onlara bu fırsatı yaşamayı yılar sonra sunduğu için şimdi gerçekleşiyordu o hayaller. Babamla sürprizi konuştuğumuz ilk an çok heyecanlanmıştım. Annemin hayallerine kavuşacak olması hissi muazzam hissettirmişti. Kolye, bileklik ve yüzüğü taktıktan sonra annem için özel ayarlanmış olan kırmızı duvağı uzattı teyzem. Kırmızı duvağın üstündeki beyaz gül desenler ayrı bir güzellik katıyordu.

 

Yaşamın sevinç tohumu ince düşüncelerdi.

 

Dayım duvağı annemin başına örttüğünde yaşlarını tutmaya çalışıyordu. Duvağın altından görünen annemin yaşları sessizce dökülmeye devam ediyordu. Bazı duygular için geç kalınsa da ilk günki gibi hissettirmeye devam ederdi. Annem kollarını dayıma sardığında beklemeden karşılık verdi dayım. Ortamda dökülen yaşların ardından odayı dolduran davul sesiydi.

 

İçerideki millet ağlıyorken dışarıdaki sevinç buraya ait miydi?

 

Doğru muydu?

 

Vedalaşma sırası anneanneme geldiğinde anneannem bir kez bile düşünmeden direk kendini kızının kollarına attı. Beni en çok etkileyendi bu sarılma. Zaten zordu onun için. Ve bu vedalaşmalar daha da zorlaştırıyordu her şeyi. Delice ağlıyordu annem ve anneannem. Onların bu halini gördükten sonra dayımla teyzem de gidip sarıldılar birbirlerine.

 

Karşımda duran aile tablosu annemin tablosuydu. Onun acı dolu sırlarının aile tablosu. Birbirlerinden başkaları olmayan dört kişi. Tek liman, tek sığınak... Sevgi. Onların tek derdi sevgi. Göremedikleri sevgi. Daha fazla dayanamadığımdan gidip onlara bende katıldım. Peşimden başta Elif olmak üzere gelen kuzenlerimde bizlere katıldı.

 

Dakikalar sonunda annemi evden çıkarmak için harekete geçtik. Bir tarafında dayım diğer tarafında ise teyzem vardı annemin. Dua okuyarak çıkarıyordular annemi. Annem hayallerindeki gibi prenses olmuş evinden kendi evine gitmek için çıkıyordu. İstediği, hayalini kurduğu adam için. İkisinin hayallerindeki gibi...

 

Dayım ve teyzem önde biz arkalarında evden çıktık. Ben anneannemi tutuyordum. Ağlıyorduk. Öyle oluyordu. Teyzemle dayım annemle birlikte babamın önünde dikildiklerinde babam da her şeye karşılık saygılı bir şekilde ayakta dimdik duruyordu. Dayımın babamdan bir söz isteyeceğini anladığında sırıtmam bir oldu. O sırada gözlerini dikmiş bana bakan balığımla göz göze gelmem ile kızarmam da bir oldu.

 

"Su taneleri bile bir işe yarıyorken sizin pes etmeye hakkınız yok," dedemin sözleriyle lafa başlayan dayıma hayranlıkla bakıyordum. Peşinden nasıl devam edeceğini bilmiyordum ama merak ediyordum. "Rahmetli babam bizi bu sözle büyüttü belirli bir yere kadar. Ondan sonra annem sonra da biz büyüttük kendimizi. Çok çabaladık mutlu olabilmek için ama biz ne kadar çabaladıysak o kadar yere düştük." Gözlerimden akan yaşları aldırmadan dinlemeye devam ettim. "Yine de pes etmedik, savaştık, çabaladık ve şu an karşında olan kişiliğe büründük. Biz Bahar'la mutluluğu tatmışken bizim canımız Songül'ümüz acıyı tattı." Az önce sevincin coştuğu evin önünde sessizlik hakimdi. Gözler annem, babam ve dayım arasında geziniyordu. Kimileri ağlarken kimileri kendini tutuyordu.

 

"Sonra o bütün acılarında bir şeye tutundu. Kalp hırsızımız Dila'ya. Onun yaşam sevinciydi Dila, onun tek ilacıydı. Fakat tek mutluluk kaynağı Dila değilmiş bir kişi daha varmış; o da senmişsin Erdem. Bizim canımızı en mutlu eden kişiymişsin." Kalp bir kez olsun başka biri için atmayı seçmiş olsaydı babam annemi mutlu edemezdi. Annem babamla mutlu olamazdı. Onların kalbi hiçbir zaman birbirlerini bırakmamıştı. Kalpleri birbirine kilitliydi.

 

"Senden bir söz istemiyorum çünkü biliyorum, inanıyorum ve güveniyorum. Bizim Songül'ümüzün senin son anına kadar gülün kalacağını biliyorum. Tek isteğim onu hep mutlu et ve sev. Sadece sev olur mu?"

 

Eksik taraflar peşimizi bıraksa bile sev baba.

 

Sevsin demi iç ses?

-sevsin-

 

Sadece sevsin ki annem o huzuru hissetsin.

 

"İnsan kendi parçasına kıyamıyorken ben ruhuma nasıl kıyabilirim ki, Umut? O benim ruhum ve ruhlar bir kırılmada bile giderler. Ben o hatayı bir kere yaptım, bir kere daha yapmaya da niyetim yok. Ruhunuz ruhumdur. Bunu hep böyle bilin. Ömrümün sonuna kadar da öyle kalacak." Sözlerin hükmü sanıldığından katbekat büyüktü. Babamın gözlerinin içinden okunuyordu annemi son anına kadar seveceği. Yeşiller parlıyordu, eşsiz bir sevinçle.

 

-galiba babana âşık oluyorum-

İç ses gerçek babam olduğunu öğrendiğimden beri aşığım.

-az yalan at-

Tamam, kabul ediyorum, babam olduğunu ilk hissettiğim andan beri aşığım.

 

Arabalara binmemizle hemen annemin yanına oturdum. Düğün yerine doğru hareket etmemizle bir şeylerin daha değiştiğini hissettim. Annemin ellerini sımsıkı tutuyordum. Ona vereceğim en büyük destekti bu. Ağlayışına en iyi gelecek şeydi ellerini sımsıkı tutmam.

 

Saatler sonra otel odasında hazırlık içindeydik. Annemin ve babamın hazırlıkları bitirilmiş sıra bana gelmişti. Annemle babam otelden az ileride olan düğün mekânının gelin odasına geçmiştiler. Beni hazırlayan ekip saçımı bitirmek üzereydiler. Makyajımı da yaptıklarında hazırlığım sona erecekti. O sırada düğüne gelen kimi misafirler otel odalarına yerleşiyor kimileri düğün mekanına geçiyordular.

 

 

💦

 

 

Oyun üstüne oyunun oynandığı o andan:

 

Kimi sırlar oyun gerektirirdi, kimi gerçekler oyunun üstüne oyun isterdi.

 

Öyle bir andı.

 

Songül ve Erdem gelin odasının yanındaki stüdyoda fotoğraflarını çektirmiştiler. Kızlarının hazırlığının başlangıcında buraya geldiklerinde heyecanları üst seviyedeydi. Her ikiside korkuyordu ama biliyordularda bugünün anlamını, olacakları.

 

İkisi de tanıyordu Ahmet'i. Onlar burada böyle rahatlıkla gülebiliyorsa o izin verdiği içindi. Aklındaki intikamı almadan durmayacaklarını da biliyordular. Her ne kadar korksalarda istiyordular bugünü.

 

İstedikleri hayalleriydi. İstedikleri kızları için anlamlı bir gündü. Yaşamları için hediyeydi. Neşe dolu eğlenceydi. Her ne kadar peşlerinden gelen bela olsada onlar adımlarını sağlam atıyordular yeni bir dünya için.

 

Belki de sandıkları gibi olmayacaktı hiçbir şey. Ahmet serbest bırakırdı onları. Sanmıyordular böyle bir şeyin gerçek olacağına ama yine de bir umuda tutunmayı tercih ediyordular.

 

Her şeye hazırlıklıydı Erdem ve Songül. Birbirlerine olan bakışları anlatıyordu adımlarını. Tuttukları elleri kilitliyordu bir bir kötülükleri. En büyük kötülüğü kendileri yapacak olsa da kızları için vazgeçmiyor devam ediyordular kapıları kapatmaya.

 

Yeni bir dünya kurmuştular. Yeni bir yaşam, yeni kurallar. Dökülen gözyaşları olacaktı, kırılan kalpler, yalnız kalan ruhlar yine de geri dönmeyecektiler bu yoldan. Yeni evlerinde, yeni kilitle açacaktılar o dünyayı.

 

Erdem'de, Songül'de, Dila'da...

 

Kaybettikleri için, kazanılması gerekenler için.

 

Erdem, Songül'ü misafirlerle ilgilenmek için gelin odasında yalnız başına bıraktığında oyun başlamıştı Songül için. Erdem'in yaptığı planın farkındaydı. Tanırdı sevdiği adamı. Biliyordu onun neyi göze alarak adımlar attığını.

 

Erdem bir kumar masasına oturmuştu. Oyunların hilelerle döndüğü bir kumar masasıydı o masa. Şimdi ise Songül oturacaktı o masaya. Eşi için, kızı için, kaybettiği küçük can için.

 

Hayallerini kurduğu günü mahvetmelerine izin vermeyecekti, kızını, sevdiği adamı kurtaracaktı. Ahmet'le aynı evin içinde yaşamak zulümdü Songül için fakat şu an çözmüştü oyununu.

 

İlk gün, bıçaklandığı o an hazırlıksız yakalanmıştı. İhanete uğramış, dost bildiği kadından yemişti o kazığı. Yeni yeni gülmeye başlamıştı en içten oysa. Sevdiği adam yıllar sonra gelip bulmuştu kalbini tekrardan. Bu sefer dinlemiş inanmıştı ona. Kalbinin yarısı o an tekrardan atmaya başlamıştı. Yüzü gülmüştü.

 

Dünyası o an tamamlanmıştı. Atan kalbide, aldığı nefeslerde acıtmıyordu artık. Hayatını bir adamın acımasızlığına sığdırmak zorunda değildi. Kızından sakladığı o gerçeği artık gün yüzüne çıkarabilirdi.

 

Kalp hırsızına, Erdem'i, sevdiği adamı söyleyebilirdi.

 

Erdem'e söylemişti kızlarının olduğunu. İlk başta büyük bir şoka uğramıştı Erdem. Yıllar önce yaptığı bir hata onlardan onca seneyi almıştı. Az değil yirmi bir yıl. Ne çok şey sığardı o anlara, ne çok sevince sahip olurdular. Aile olurdular.

 

Pişmanlık gelip çatmıştı o gün. Erdem dinlemediği için, Songül'de anlatmaya çalışmadığı için pişmandı.

 

Kızı için evlenmişti Ahmet'le. Kızgındı Erdem'e. Onu öylece bırakıp gitmiş, bir kez neden diye sormamıştı. Yalnız bırakmıştı sevgisini. O gün yemin etmişti Songül ama yine onu gördüğü ilk gün bozmuştu yeminini. Kalbine söz geçirememişti.

 

Tekrardan genç aşıklar gibi buluşmaya, zaman geçirmeye başladıkları anda eksikler tamamlanmıştı. Erdem eve gizli saklı girmeye başlığında amaçları kimseye yakalanmamak, yanlış düşüncelerle kızlarını sıkmamaktı.

 

Songül yaşadığı sevinci yakın dostu Ayşe'yle paylaştığında bilmiyordu onu bıçaklayanında o olacağını. Bilmiyordu Ayşe'nin aslında gerçekten kim olduğunu. Bıçaklandığı o gün öğrenmişti Ayşe'nin kim olduğunu. En yakın dostu diye bildiği adam Ahmet'in bir başka kurbanıydı.

 

Aradan geçen onca yıla rağmen bir minik daha tutunmuştu onlara. Belki bir armağandı belki de tekrardan alınması gereken ceza. Karmaşıktı bildikleri bütün gerçekler. Gerçek bile değildi bildikleri yine de onlaradan destek almıştı. Kızı için çabalamış, onun için tutunmuştu hayata. Kaybettiği cana rağmen sımsıkı tutmuştu kızının elini ve sevdiği adamın ruhunu.

 

Şimdi sol yüzük parlamağının üzerindeki iki yüzeye bakıyordu Songül. Gümüş, parlaklığıyla göz kamaştıran gül desenli o yüzük içindeki heyacanı arttırıyordu. Her baktığında gözleri doluyordu. Hemen önündeki alyans ise bir düğümü atıyordu kalbine, sevgisine.

 

Beyaz gelinlikler içinde huzursuzdu. Sebebini tam anlamıyla çözemediyse de az çok tahmin ediyordu. Geçen gece duyduğu sözler onu bambaşka bir yola yitmişti. Bulut'un kim olduğunu öğrendiği o gün üzülse mi, mutlu olsa mı bilememişti. Sadece Bulut'ta değildi yüzleştiği kimlikler.

 

Geçmiş ne olursa olsun peşini bırakmayan bir yoldu.

 

Camdan dışarıya baktığında otel odasına yerleşmiş misafirlerin yavaştan düğün mekanına geçmeye başladığını gördü. Kulağına gelen müzik geri sayımın sayacıydı. Yaşadığı onca duygu karmaşası zorluyordu. Mutluydu ama huzursuzdu.

 

Yapmak istediğini eğer şu an yapmazsa başka şansı kalmayacaktı. Her şey onun bu yüzleşmeyi gerçekleştirmesi taraftarıymış ki girişte gördü Bulut'u. Önünde durduğu camı hızlıca açarak seslendi sesine dikkat ederek.

 

Her şeyi bitirmek isteyen Bulut daha birkaç saat önce yaptığı konuşmanın etkisinden çıkamamıştı. Sandığı şeyler hiç de öyle değildi. İntikam ise öğretildiği gibi değildi. Çekildiği kumar masasına oturmamak için diretmişse de galiba oturacaktı. İstemiyordu kimseyi kırmayı ancak ona biçilen her iki yolda da acı en sevdiklerine vuruyordu.

 

Deprem kapıdaydı. Taraflar yolların başındaydı. Kimi seçeceğini bilse de seçmiş olsa da kalbi onaylamıyordu hiçbir yolu. O başka bir masal yazmak istiyordu. Kurallarını onun koyduğu, sevdiklerini indirmediği bir masal. Olmuyordu, ondan yazılması istenilenler yangındı, yıkımdı.

 

Duyduğu ismiyle sesin geldiği yöne başını çevirdiğinde gördüğü manzara düşüncelerine düşünce katmış şaşırtmıştı. Songül'ün onu çağırması bugüne bir oyun daha kattığından habersiz adımlarını o yöne attı.

 

Bulut adım attı, Songül o masaya oturdu.

 

Bulut adım attı gittiği yol belirlendi.

 

Seçimler, onaylar, kabullenişler, yıkımlar...

 

Ona doğru gelen çocukla geriye çekildi Songül. Açtığı camı kapatıp dinlenilmediğinden emin oldu. Erdem'e yakalanmadan halletmeliydi işini. Kızı için yapacaktı bu konuşmayı. Bildikleri için, Müge'ye borçlu hissettiği için.

 

Attığı adımlarla gerginliği iyice artmıştı Bulut'un. Neden çağırmıştı ki Songül? Gelin odasının önüne geldiğinde elini kalbine atıp derin bir nefes çekti içine. İçeride ne olacaksa onu çok etkileyecekti, hissediyordu. Kapının kulpunu tuttuğunda içinden dualar ediyor, yeni bir yolla karşılaşmamayı umuyordu. İçeri girdiğinde ise beyazlar içinde Songül'ü gördü.

 

Yeşil gözleri gelinliğin ve makyajın içinde kendini belli ediyordu. Fazla gösterişe gitmeden tasarlanmıştı gelinliği. Acaba dedi, Dila'da böyle güzel bir gelin mi olurdu? Hayal kurdu o an, sevdiği kadını gelinlikler içinde diledi.

 

Gergindi Songül. Karşısında siyah takımın içinde düzgün görünen çocuğun intikam için burada olduğunu hâlâ kabul etmek istemiyordu. Kızı seviyordu, aşıktı, kalbi ona aitti. Kırılacaktı Dila, en çok onun canı yanacaktı. Hemde bir kişiyle değil birçok kişiyle, bir çok gerçekle.

 

"Bir şey mi vardı Songül Teyze," dedi Bulut. Sesi istemesede titremişti.

 

"Evet, var Bulut," dediğinde uzatmadan konuya girmeyi düşünüyordu Songül. Kaçtığı her saniye aleyhine işleyecekti.

 

"Biliyorsunuz," dedi Bulut. Anlamıştı. İhanet etmişti Bulut. En çok buna kızıyordu.

 

"Biliyorum," şaşırmıştı Songül. Beklemiyordu karşı taraftan bir adım geleceğini. "Erdem'le konuştuğunuz her şeyi de biliyorum." Susmadı Songül konuşmaya devam etti. Az sonra ağzından çıkacak sözler darmadağın edecekti seçimleri.

 

Şaşırmamıştı Bulut. Songül'ün bakışlarından fark etmişti neler olduğunu. Birbirinden gizli iş yapmaya çalışsalarda başaramamıştı Erdem ve Songül. İkisi de attıkları adımı saklamaya çalışmış ama belli etmiştiler. Biliyordu Bulut, hissediyordu olacakları.

 

"Benden istediğiniz nedir?" kaçmamıştı Bulut, kabul etmişti olacakları. Kaçamayacağını bildiğindendi. Belki de kardeşini başka türlü kurtaramayacağını içten içte kabul ettiğindendi.

 

"Şimdi söyleyeceklerim birçok şeyi değiştirecek fakat değiştirmeyeceği tek şey Erdem'in planı olacak onun da bir maddesi hariç." Söylenenler, maddeler değişti. Planlar en baştan, en yıkıcı haline dönüştü.

 

"Dinliyorum," emin adımları atmak için bir yol daha geçmesi gerekiyordu Bulut'un. İki hafta dolmuştu. Bugün kayıp günüydü. Bugün hem kazanacaktı hem de kaybedecekti.

 

 

💦

 

 

İçindeki çocuğu büyütmeyi başarabilmiş kızdan:

 

Ayna karşısında hazır olan kendime bakıyordum. Aynadaki yansımamla bakıştığım süre boyunca gözlerimin içinde balığımı hissettim. Eşyalarımı yanıma aldıktan sonra odadan ayrıldım ve otelin girişine doğru ilerlemeye başladım. Asansöre bindikten sonra zemin kat düğmesine basıp beklemeye başladım. Asansör zemin kata geldiğinde inip çıkışa doğru ilerledim.

 

Dış kapıdan çıktıktan sonra sol taraftaki patika yola doğru yürümeye başladım. O sırada arkamdan gelen sesle yüzüm güldü. "Peri kızım." Arkamı döndüğümde bütün karizmasıyla karşımda duruyordu. İlk başta onu görür görmez afalladım. Giydiği takım elbiseyle bu kadar yakışıklı olacağı aklımın ucundan geçmemişti.

 

-bir takım elbise bir insana bu kadar mı yakışır-

Yakışıyor iç ses yakışıyor.

-nikâh memuru da varken diyorum ki siz de nikâhı basın-

Sus iç ses, sus!

 

Balığımın gözleri üzerimde gezinirken benim de gözlerim onun üzerinde geziniyordu. Bulut baştan aşağı beni süzerken gözleri bir yerde takılı kaldı. Bacaklarımda. Bir süre oraya baktıktan sonra kendine çeki düzen verip yanıma gelerek elini bana uzattı. Uzattığı elini hiç düşünmeden tuttuğumda patika yolda yürümeye başladık. Mekân görüştüğümüz günden beri aklımdan çıkmamıştı zaten. Şu an ki hazır hali o kadar güzel gözüküyordu ki iyi ki burayı seçmiştik.

 

"Peri kızım neden kısa elbise giydin? Üşürsün bu akşam." Ses tonundaki rahatsızlığı hissetmiştim.

 

"Hayır, üşümem balığım." Ben başka şeyler düşünürken o ise bambaşka şeyler düşünüyormuş.

 

"Tamam, dürüst olacağım peri kızım. Elbisen sence de fazla kısa eğil mi?" ilk gördüğüm o an yüzünde farklı bir duygu vardı ancak sesimi duyduğu andan bu yana rahatlamış gibiydi. Bir şey onu rahatsız ediyordu.

 

"Sen beni mi kıskanıyorsun?" dediğimde sırıtıyordum. Beni duyar duymaz yüz ifadesini değiştirmeye çalıştığında tatlı gözüküyordu.

 

"H... Hayır. Nereden çıktı şimdi bu?" Anlamazdan mı gelecekti şimdi de. Ah şu erkekler hiçbir zaman kıskandığını kabul etmezdiler.

 

"Senden çıktı balık bey." Benden karşı böyle bir cevap beklemediğinden olmalıydı ki şaşıp kalmıştı. Söze başlamak istese de başlayamıyor, kelimelerini ölçüp tartıyordu.

 

"Hadi dediğin gibi dürüst ol ve öyle cevapla." Kararlıyım balık bey, senden o itirafı alacağım.

 

-sende çocuğu iyi maymun belledin-

Benim maymunum çünkü.

-yazık oldu çocuğa-

Yok, olmadı, olamaz.

-oldu, oldu-

 

"Tamam," dediğinde gülümsemem büyürken gözlerimin içine baktı. O an daha da vuruldum. Aşk bu muydu? Onunla iyileşmek. Bulut beni, en çok da ruhumu iyileştiriyordu. "Of, evet, seni kıskanıyorum." Derin bir nefes verdikten sonra ellerimi tuttu. "Bir başkasının sana benim gözümle bakmasından nefret ediyorum peri kızım. Bir gün senin de benden gideceğine çok korkuyorum. Seni bu kadar çok severken benden gi..." Korkular gelip çattığında dönüşürdü insan dönüşmek istese de istemesede. Dönüşler cinsiyet seçmezdi, sebep aramazdı, onlar sonuç odaklıydı. Kime neyin olacağı ilgi alanları arasında değildi. İstenilen neyse ondan başka bir şey göz görmezdi.

 

Ailesinin gitmiş olması onu parçalıyordu. Hâlâ o eksikliğin en derininde acısı vardı. Yaşamak zordu onun için, tahmin etmek zor değildi. Bana sımsıkı sarıldığı anlarda ona iyi geldiğimi hissettiriyordu. Dedim ya onunla olmak beni iyileştiriyor diye bence benim de onunla olmam onu iyileştiriyordu.

 

"Şşşş," sakin kalmasını beklemek yerine kollarımı bedenine sardım. Sanki o da bunu bekliyormuş gibi düşünmeden karşılık verdi sarılışıma. "Benim gözüm bu balıktan başkasını görmüyor. Emin ol kolay da bir yere gitmeye niyetim yok."

 

Yaralı olan kanatlarımız vardı ama yine de bir dal buluyorduk tutunmaya. Sözlerimin etkisiyle bedenini geri çekip alınlarımızı buluşturdu. Nefesi dudaklarımın üzerine çarparken içimde bir şeyler alevleniyordu. Gözlerimi kapattığım o an dudakları dudaklarımla buluştu. Sanki bir daha öpemeyecek kadar sertti öpüşü. Onunla o olmayı çok özlemiştim. Her fırsatta görüşüyorduk ama kısıtlı süre içerisinde. O kadar çok plan yapmıştık ki birlikte gerçekleştirmek için. O kadar da çok inanıyorduk birbirimize.

 

Sevgi değişikti. Kimisi için acı kimisi için mutluluktu. Her ikisinide sahiptim.

 

Sevgi neye isterse ona dönüşüyordu.

 

Gelen giden misafirler olduğundan yüzümdeki sırıtmayla yanaklarım al aldı. Pembe tonlarında olan rujum dağılmış Bulut'un dudaklarına iz bırakmıştı. Cebindeki telefonu çıkaran Bulut kamerasını açarak rujumu düzeltmeme yardımcı oldu. Bir kişiye yakalanmadan kollarına girip mekâna doğru ilerledik. İkimizde de olan gülüş bizi ele vermezse iyiydi. Düğün yerinde yerlerimizi aldıktan sonra kızların bana olan bakışları bizi gördüklerini belli ediyordu. Utancımdan yerin dibine girdiğim bir andı. Sorun yoktu sonuçta sevgilimdi ama yine de beni geriyordu. Kızların imalarıyla kalmak istedim, inşallah başka gören birileri olmamıştır.

 

Annemle babamı en son kontrol ettiğimde heyecandan ölmek üzereydiler. Onlara sakin olmalarını ve her şeyi ana bırakmalarını söylesem de heyecanlarını üstlerinden atamamışlardı. Ne kadar heyecanlı olsalarda üstlerinde başka duygular yer ediniyordu. Korku vardı. Yalan yok korkuyordum, korkuyorduk. Önlemler almıştık her ihtimale karşı ama yine de düşünceler peşimizi bırakmıyordu. Bugünü mahvetmek istemediğim için yanlarından yapacağım sürprizi düşünerek çıkmıştım.

 

Hava akşama geçtiğini belli eden gün batımına doğru ilerlerken gelen misafirler eksiksiz yerlerine yerleşmiştiler. Mekânda çalan şarkılar ana değişik bir atmosfer yaratmaya devam ederken yerime yerleşip annemlerin çıkış yapmasını bekledim. Kızların dedikodusuna da hızlı bir giriş yaptım. Gelen misafirlerin kıyafetlerini yorumluyorduk.

 

Birkaç dakika önce yeni oturmuş, sohbete dalmıştım lakin aradan geçen dakikaların peşinden çalan şarkı annemle babamın giriş şarkısıydı. Kendimi onlara ve o ana bırakarak o geceye sahip oldum. Günün sahipleri içeri girmesiyle ilk alkışlayan olarak onları karşıladım. Annemi ve babamı böyle görmek çok güzeldi. Eşsiz bir manzaraydı. Onlarla geçirdiğim dolu dolu günler gözümün önünden film şeridi gibi akıp geçiyordu. Gelin ve damat alkışlar eşliğinde giriş yapmış ilk danslarına başlamıştılar. Gözlerimden akan yaşlar bu sefer mutluluktandı.

 

*Senden bir hatıra bana bu şarkı*

 

Şarkı ritmini tuttururken bu şarkının annemle babamın üzerindeki etkisi gelmişti aklıma. Babamın en sevdiği şarkıymış bu ve ne zaman annemden özür dileyeceği bir şey yaptıysa özür dilemek yerine bir demet beyaz gülle annemin yanına gider bu şarkıyla dans ederlermiş. Onca seneye rağmen bir hayallerini daha gerçekleştirdiler ilk dans şarkılarıyla. Annemin elindeki çiçekler bir demet beyaz güldü. Neden bilmiyorum ama beyaz gülün anlamına tutunuyordular, çocuksu sevinçlerini diri tutuyordu çünkü. Varlığını hissettiriyordu neşenin. Beyaz gül onların sevgisinin temsiliydi, şehidiydi.

 

*Aşk bir hatıradır maziden kalan*

*Bir gün gitsen bile hatıran yeter*

 

Danslarının bitmesiyle birlikte nikâhlarının kıyılması için gelinle damat masasına geçtiler. Babam centilmenlik yaparak önce annemi oturttu sonra da kendi oturdu. Alkışlar eşliğinde nikâh memuruyla şahitler de yerine geçtiklerinde herkes hazırdı. Annemin şahidi Bahar teyzemken babamınki de çocukluk arkadaşı Mehmet adında biriydi.

 

Nikâh memuru konuşmasına başladığında mekânda ses soluk kesildi. Herkes pür dikkat nikâhı izliyordu. Ellerimi sımsıkı tutan balığımla birlikte heyecan oranım daha fazlaydı. Nikâh memurunun ağzından çıkan her kelime şu an yok olmam için yeterliydi. Karşımda duran ailemi gerçek ailem olmasına çok az kalmıştı.

 

-galiba başardık peri kızı-

Galiba başardık iç ses. Şu an ne diyeceğimi bilemiyorum.

-ben seni anlıyorum, mutluluğunu en işten hissediyorum-

Aile oluyoruz.

-evet, yaralı kız aile oluyoruz-

 

Aile oluyoruz.

 

"Siz Songül Kaya; yanınızda bulunan beyefendiyi, hiç kimsenin baskısı altında kalmadan, iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta ve bir ömür bayı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Annemin derin nefes alışverişleri hoparlörden duyuluyordu ama bu kimsenin umurunda değildi.

 

"Her hücremde hissettiğim bu akışın sebebi olan ilk ve son olan tek adamı eş olarak kabul ediyorum. Yani EVET!"

 

Annemin bu ses tonunu ilk defa duymuştum. Yılların verdiği sevgiydi bu. Onların mutluluğunun gerçeğe döndüğünün ses tonuydu bu. Bu onların masalının kabulüydü. Bu masal beyaz güldü.

 

Bazı sesler siz anlam kıldıkça değerliydi.

 

"Siz Erdem Özkaya; yanınızda bulunan hanımefendiyi, hiç kimsenin baskısı altında kalmadan, iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta ve bir emir boyu eş olarak kabul ediyor musunuz?"

 

"Hiç emin olmadığım kadar, ruhumun gerçeğiyle ve kalbimin ritmiyle EVET, kabul ediyorum."

 

Bu onların masalıydı ve onlarda başkarakterdi. Bu hatıra onların hatırasıydı. Her şeyiyle birlikte...

 

"Sizlerde şahitlik ediyor musunuz?"

 

"Evet!"

 

"Evet!"

 

"Sapanca Belediyesi'nin bana verdiği yetkiye dayanaraktan sizleri bir ömür boyu eş ilan ediyorum. Hayırlı uğurlu olsun."

 

-olsun memur bey olsun-

 

Artık ailem var.

 

Yaralı kızın gerçek bir ailesi var.

 

Annemle babam imza attıktan sonra tebrikleri kabul etmeye başladılar. Tebriklerden sonra düğün başladı. Tekrardan dans şarkısıyla birlikte bütün çiftler dans etmeye başladı. Balığımla yaptığımız kaçıncı danstı bilmiyordum ama onunla dans etmek o kadar güzeldi ki anlatılamayacak kadardı. Oyun havaları, halaylar derken zamanda hızlı ilerliyordu. Bir zaman sonra düğün de yemek zamanı geldiğinden herkes yemek için ayarlanan yere geçti. Büyük masalara yerleşen misafirler afiyetle yemeklerini yiyordu. O kadar muhteşem bir manzaraydı ki bu görüntü, kalbim yerinden çıkacakmış gibiydi.

 

Yapacağım sürpriz için doğru zaman gelmişti. Bulut'un yanından kalkarak elime bir mikrofon alıp sürprizim için harekete geçtim. Annemle babamın gözlerinin içine baktım. Bakmam onları görmem için yeterliydi. Bu gece onlara verebileceğim en güzel hediyeydi bu. Hem onlar için hem de kendim için.

 

Hem de çocukluğum için.

 

"Öncelikle yemeğinizi böldüğüm için çok özür dilerim. Bugün buraya geldiğiniz için, bu özel günde mutluluğumuza şahitlik ettiğiniz için teşekkür ederim," bir yerden başlamam gerekiyordu. Başlayabileceğim en doğru yerden başladım bende. "Sizlere ufak bir konuşma yapmak istedim. Öncelikle geçtiğimiz üç ay yaşadıklarımız çok yıpratıcıydı bunu hepimiz de biliyoruz. Çok zor bir dönemden geçtik biz aile olarak. Sandıklarımın bir yalan olduğunu öğrendikten sonra gerçekleri gördüm. İşte hayatım o gerçekle birlikte bambaşka hale yöneldi." Susmak istemedim, bugüne nasıl geldiğimizi bir bir anlatmak istedim. Anlaşılır mıydım? Sanmıyorum. Kimse okun ucu kendine çevrilmedikçe anlamazdı.

 

"Neyden kaçtıysam, neyden korktuysam hepsi hiç beklemediğim şekilde gerçekleşti, bunun için balığıma çok teşekkür ederim. İyi ki hayatımdasın sevgilim." Biri çıkıpta annen ve babanın düğününde sevgiline teşekkür edeceksin dese imkânsız gelirdi. Delirmiş bu manyak derdim ama öyleydi. Bulut'ta benden böyle bir şey beklemediği için ilk şaşırsa da elaları sevinç çığlıkları atıyordu. Çünkü güldürmüştüm.

 

"Kendimi bildim bileli hep bir kardeş istemiştim. Derdimi benimle paylaşacak, mutluluğumu en yakından hissedecek, sessizliklerimizle onlarca konuşabileceğim bir kardeş. Kardeşliğin kan bağından olmadığını bana gösterdiğin için, inandırdığın için teşekkür ederim Asya'm. İyi ki elimi tutmuşsun." Ağlamamak için diretmiş olursam olaysam yaşlar bir bir dökülüyordu gözlerimden. Gözlerim bir diğer elalara kaydığında kalbini hissettim.

 

"Bu çıktığım yolda bana destek veren dostlarıma, yeni tanışmama rağmen benim çabalayan herkese teşekkür ederim." Ne çok teşekkür etmiştim ancak asıl teşekküre şimdi gelmiştim.

 

"Bir diğer teşekkürüm anneme. Annem, yanımda olduğun için, ne olursa olsun beni yanlış yola sokmadığın için, benimle birlikte olduğun için, benim yüzümden çektiklerin bir özrü hak ediyor orasını geçmiyorum ama bana bu adamı tanıştırdığın için çok teşekkür ederim. Seni çok seviyorum ruhum. İyi ki varsın ve iyi ki benim annemsin!"

 

Güç neydi diye sorsalar annemi gösterirdim. Benim gücüm annemdi.

 

"En büyük teşekkürüm ise babama," sessizlik hâkim oldu an. Tabak çanak sesleri dahi kesilmiş şaşkın gözler bulmuştu beni.

 

-baba mı dedi o-

Evet iç ses babam. Artık o benim babam.

 

Söylediğim sözle babam ayağa kalktı. Gözleri dolmuştu. İnanması zordu onun için. Aylarca bugünü bekliyordu, ona baba dememi. İstiyordu, diliyordu, hayalini kuruyordu. Şimdi gerçekleşmişti ama etkisi sandığından büyüktü. Annem, anneannemler ve babaannemler direk ağıyorken biz babamla dolu gözlerle birbirimize bakıyorduk. "Bana en büyük eksikliğimin aslında var olduğunu gösterdiğin için çok minnettarım. Benimle kısa sürede geçirdiğin vakitler gerçekten bir baba kız ilişkisiydi. Babam, iyi ki varsın!"

 

Bu bir devirdi. Benim konuşmamla herkes ağlıyordu. Babamla sarılmamız ile içimdeki eksik olan tek yerde kapanmış oldu. Tek eksik tarafımdı babam. Yıllarca onun eksikliğini hissetmişken onun varlığı o koku, o kollar, o yılların hepsini alıp götürmüştü.

 

Beni yalnız bırakma baba. Kolay değildi seni kabullenmek. Zordu, çocukluğum için çok zordu. Yıllarca bir yara vardı kalbimde. Bir bıçak acımasızca açmıştı o yarayı. Kapatmak için cam kenarında beklemiştim babamı, babam bildiğim adamı. Gerçekler acıtmıştı. Sırlar sarmalamıştı etrafımı. Güvenmek zorlaşmıştı ufak kız için. Elimden tutan bir el sımsıkı tutmuştu. Destek olmuş, beni kanatmamak için her seferinde yara bandı yapıştırmıştı kesiklerime. Tutmadı hiçbir yara bandı.

 

Çocukluğum babasını bekliyordu. Şimdi büyütmüştüm çocukluğumu. Bulmuştum babamı, bulmuştum eksik sevgiyi.

 

"Canım kızım benim. Asıl ben sana teşekkür ederim bu güzel duyguyu bana yaşattığın için. İyi kilerim benim." Annem bizden uzak kalmaya dayanamamış sarmalamıştı bizi. Düğünü alkış sesleri doldurduğunda patlayan flaşlar bir olmuştu.

 

İşte gerçekten benim ailemdi. Bu bir Kaya ve Özkaya ailesinin masalıydı. Ve bu masal çok güzeldi.

 

Yemekler yendikten sonra eğlence alanına geçip tekrardan doyasıya eğlenmeye başladık. Babam ve annemle eğlendiğim anlar çok güzeldi ki hiç bitmesin istemiştim. Eğlence devam ederken Bulut'un yokluğunu hissettim. Gözlerim onu arıyordu ama bulabilmiş değildim. Yemek zamanından bu yana değişikti. Sanki eli ayağına dolaşmıştı. Bir yol ayrımına gelmişte seçim yapmaya çalışıyor gibiydi. Gülümsüyordu ama gerçek değildi. Onu rahatsız eden bir şey vardı.

 

Etrafı kolaçan ettiğimde kalabalıktan seçmek zor gibiydi. Hissettiğim huzursuzluk telaşlandırıyordu. Her yere bakıyordum ama etrafta görünmüyordu. En son mekânın çıkışının olduğu taraftaki yokuşun üstünde olduğunu gördüm. Yanına hızlı şekilde ilerlediğimde bir duygu sarmaladı. Bilmiyordum bu duyguyu, sabahta hissetmiştim. Tam olarak çözmek zordu ama iyi olmadığı kesindi. Kalbimde oluşan mini sancılarla ilerlerken bir elimi kalbime attım. Çalan oyun havası değişmiş pistte sadece annemle babam kalmıştı.

 

Bulut'a ne kadar adım atmış olursam olayım beni duyamayacak ve göremeyecek kadar meşguldü. Yanına yaklaştıkça bir tartışma içinde olduğunu anlıyordum ama aynı zamanda ağlıyor gibiydi de. Olduğu yerde deliye dönmüştü. Neyi olduğunu anlayamamak beni çıldırtıyor. Ne demek istediğini anlayamıyordum. Yanına tam vardığımda ise duyduğum son cümlesiyle donup kaldım.

 

"Onay veriyorum."

 

Kaçtığım, belki dediğim o korku en derinden çıkıp kendini belli etti hiç var olmamış gibi. Kalbimde oluşan sancı şiddetlendi. Nefes almam zorlaşıyordu gittikçe.

 

Neye onay verdiğini çözememişken üstüme yerleşen karışık duygular iyice bir çıkmaza sokuyordu. Derince nefes alıp soluduğumda aradan geçen sadece birkaç saniyeydi. Mekânda yankılanan oyun sesine bir ses daha karıştığında nefes alamadım. Duyduğum ses beni paramparça etmişti. En ağır darbeyi aldığımı hissettiren bu ses içimde bir şeylerin kırıldığını, yine eksik kalacağımı hissettirdi. Korktum, en çok da yüzleşmekten. Duyduğum çığlıkları kabul etmek istemedim.

 

Bir onay, defalarca atılan silah sesi...

 

Kalbim yerinden söküldü.

 

Hissettim.

 

En acı şekilde hissetim.

 

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa?

Ne güzel düğün yapıyorduk niye böyle oldu tövbe? Benim suçum yok vallahi hem de hiç gidin onlara kızın.

Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?

Sizce plan neydi?

Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Burasıda sizin düşünceleriniz ve sorularınız için olsun.

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Kitappad: izzetcanduman

Inkspired: izzetcanduman

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 08.12.2024 19:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...