@izzetcanduman
|
Eyyyyyy ahali kalkın biz geldik🥹 Şimdiden güzel bir serüven olsun, umarım beğenirsiniz. Yeni gelenler ve tekrardan gelenler hoş geldinizzzz🤍 Hazırsanız Çıkmaz Sokak ilk serüvenimiz Sırlar ile başlıyor🤫 Başlama tarihinizi alayım. 10.06.2024' de başlamıştık ancak şartlar bizi engelledi şimdi tekrardan başlıyoruz. Keyifli okumalar! Bölüm Şarkısı: Yüzyüzeyken Konuşuruz - Uykusuz Ve Dengesiz
“Oysaki sadece çocuktum.”
1.BÖLÜM
“DİLA”
21 Haziran 2022 Kalbinin sesini dinleyen ruhu kanatılmış çocuktan: Yalanlar ve sırlardı ihaneti doğuran. Mutlu olmak adı altında söylenen her yalan zamanla sıra, sırlarda gün geçtikçe gerçeklerin yerini aldı. Gerçekler acıtırdı, yakardı, pişman ederdi. Sırlar kimisi için kaçışken kimisi içinde mutluluktu. Yalan söylemiyorum demek en büyük yalandı. Saklamak bir çözüm değildi elbet her şeyin gün yüzüne çıkacağı bir gün vardı. O gün gerçeklerin en acımasız şekilde ortaya saçıldığı, gözlerden akan yaşların hesabının yapılmadığı, kalplerin onlarca yükün altında kaldığı gündü. Saklanan her şey bir müddet yüz güldürürdü zamanı gelen gerçekler ise her daim yaralardı. Sakladığım geçmişim peşimi bırakmıyordu. Kaçmak için çırpındıkça o bataklığa tekrar tekrar batıyordum. Yalan söylemek istemeyen kalbimle savaşırken sadece iki isim bütün dengemi alt üst ediyordu. Kalbim beni durdurmaya çalışırken aklım verdiği savaşı her seferinde kazanıyordu fakat bir taraftan kazanırken diğer taraftan kaybediyordum. Her iki tarafta kalbimi söküp atacak kadar güçlü hislere ev sahipliği yapıyordu. Hangi tarafta kalırsam kalayım her seferinde kalbimde, aklımda diğer tarafta kalıyordu. İki isimdi hayatımı yerle yeksan eden, iki isimdi kalbimin sızısını arttıran, iki isimdi aklımla savaş veren, iki isimdi yönümü kaybettiren. Kayıp olmuştum hislerim arasında. Onlarca duygunun arasında sıkışıp kaldığım her anda bir seçim karşılıyordu beni, elimi uzatacak bir dal bulmak isterken her seferinde seçimlerle karşılaşmaktı yenilgiye uğratan. Yeniliyordum, kalbime, çiçeğime, hayallerime, inandıklarıma, hissettiklerime… Savaş veriyordum sırlar ve gerçeklerle. Sanki bir masalın ortasındaydım, önümde beni bekleyen iki yol vardı. İki yol, iki seçim. Onlarca masal varken yalanların yuvasının masalının içinde olmak bir tesadüf müydü, bilmiyorum. Bilmediğim, tanımadığım bir masalın kahramanı mıydım, kurbanı mıydım, gerçekleri miydim? Bir bilinmezliğin içinde kendi kalemimle bir masal yazıyordum, aslında farklı bir masal yazmak için diretiyordum. En zoru da buydu, sonunu bildiğin bir masalı değiştirmek istemek. Sıfırdan masal yaratabilmek yerine başlamış bir yaşamı değiştirmek en zorlu savaşta savaşmaktan daha ağır ve daha zordu. Nasıl ki okyanusun, denizlerin sonunu göremiyorsak sonu belli olan bir masalı da değiştiremezdik, değiştiremezdim. Yağmurların ıslattığı topraktan gelen o kokuyu anımsayabilmek için gözlerimi kapattığım her gün o yağmurun altında değişen yaşamımı hatırlıyordum. O gün, tarihlerin değiştiği, hissettiklerimin karman çorman olduğu, korktuğum gerçekle yüzleştiğim, yalnızlığın anlamını acımasızca öğrendiğim o gün… 21.06.2013 Kaybettim bu masalı, kaybettim yeni bir masal yazmayı, kaybettim seçimleri, kaybettim hissettiklerimi, kaybettim nefesimi, kaybettim hayallerimi. İsmim Bulut, yaşadıklarım sanıldığı kadar kolay değildi. İsmim Bulut, hayallerim gerçekleşemeyecek kadar imkânsız değildi. İsmim Bulut, hissettiklerim ruhumu parçalayacak kadar basit değildi. İsmim Bulut, bu masalın neresinde yer alıyorum bilmiyorum ama bildiğim tek şey varsa bir kalpte yer almak istediğimdi. İsmim Bulut, hala o günde, o andayım. İsmim Bulut, iki isim arasında bir savaş içindeyim. Bildiklerimle kazandığımı gördükten sonra duramazdım, kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. O zavallı çocuk gittiği gün yeni bir ben yaratmakla kalmamış baştan sona çizmiştim ismimi. Öldürmüştüm içimdeki çocuğu, külleriyle saklamıştım yaralı ruhumu. Bulut.(üstü çizili) Bilmediğim her şey için kurban olmayacaktım, eğer ben her şeysem göze aldıklarımla da kabul edilecektim. Tanımadığım her kimse onunla savaşacaktım. Tatmadığım bu hissi tattıktan sonra bırakamazdım, yapamazdım. Beni bekleyen bir kalp varken onu terk edemezdim. İşte tam da bu çıkmazda her iki isim için savaşacaktım. Dila. Çiçek. Çoktandır girmiştim bir çıkmaz sokağa. Ne zaman girdiğimi dahi hatırlamıyorum daha doğrusu ne zaman itildiğimi bilmiyorum. Elimden tutulduğunu sandığım o gündü belki de bu çıkmaza girdiğim gün ya da çaresizce beklediğim o günlerde inandığım umuttu. Umut etmemeyi öğrendiğim halde yeniden bir umuda tutuldum. Bu sefer sonunu göremiyordum. Mademki girmiştim çıkmaz sokağa mürekkebi yenileyip bir başlık atabilirdim, yeniden tekrardan… Lakin başka biri olarak, sadece mutlu olmak için, kaçtığım benliğimle. İsmim Bulut, bu masalın sonunu değiştireceğim. Hayır, ismim sadece Bulut değil. Resmiyette kabul ettiğim ama kullanmaktan uzak durduğum kimliğimle, bütün benliğimle, bütün ismimle yeniden, tekrardan masalın ortasında ya da en başında… Hayır, bu kez ismimin üstünü çizmeyeceğim. Bulut Aras. … 8 Mayıs 2022 Bir zamanlar cam kenarında bekleyen küçük kızdan: Hayat anne rahmine düştüğümüz zaman başlamıştı lakin biz insanoğlu belli zaman ve evrelere belli takım isimler koyarak kendimize sahte dünyada yalan bir yaşam biçmiştik. Büyümek ve ölmek arasında geçirdiğimiz süreydi hayat. Nerede, ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilemiyorduk. Belki yarın, belki seneler sonra ya da birkaç saniye sonra... Bir kişi ölür bir kişi doğar yılların kuralı da böyle değil mi zaten… Yine her zamanki gibi uyumak istediğim sıcacık yatağımdan annem zoruyla kaldırıldığımda aslında tek istediğim sadece uyumaktı. Her şeyin ilacı uyumak olduğu gibi benim de ilacım uyumaktı. Sıcacık yatağımı terk etmek düşüncesi bile korkutucu derecede kötü hissettiriyorken bunu yapmak zorunda olduğum için okul lanetini bulan adamdan nefret ediyordum. Eğer kısa zaman içinde yatağıma ihanet etmezsem annemin farklı yöntemleriyle kaldırılacaktım. Zor bela, söylene söylene yataktan kalkıp banyoya geçtiğimde banyonun soğukluğuyla yüzleşmiş ürpermiştim. Kendime gelebilmek için bumbuz olan banyonun havasını içime çektiğimde ise don kestim. İşte bu yüzden sıcacık yatağımda uyumaktan başka bir şey istemiyor ve dilemiyordum. Soğuk suda elimi yüzümü yıkayınca kendime gelmekten başka bir çarem yoktu. Tam da o sırada tekrardan annemin sesini duydum: "Dila, kızım haydi ama geç kalacaksın, kalk artık."
-yine mi uyku yok yine mi- Maalesef iç ses yine bize uyku yok. -ama yatak çok sıcak hadi geri dönelim ve uyuyalım- Keşke iç ses keşke… Lanet olası okul için o sıcak yataktan kalkıp terk etmek zorundayız. Şimdi üstümüzü giyelim de geç kalmayalım. -of tamam ya tamam- Banyodan çıktıktan sonra usulca adımlarımı dolabıma yönlendirdim. Soğuk su gözlerimi açmamda yeterince etkili olduğundan kendimdeydim. Uyku mahmurluğunu atmak ne kadar zor olsa da başarmış olmanın sevinciyle beni karşılayan elbiselerimle bakışıyordum, gereksiz sırıtmamla. Son günlerde ne giyersem giyeyim hoşuma gitmediğinden ayrı derecede sinir oluyordum, o yüzden de uzunca kararsız kalmak yerine anneme seslendim. “Sultanım, gönlümün sahibi, evimin neşesi, annem, anam, bir bakıverir misin bana?” Annemle aramdaki bağ çok farklıydı. Babamın bizi terk edip gitmesi ikimiz açısından zorlayıcı zamanlara değinse de biz başarmıştık onsuz olmayı. İlk günlerde çok ağlardım. Ben ağladıkça annem de ağlardı, zordu onun içinde. Benim için katlandıklarını düşündüğümde her seferinde kendime kızıyordum, suçum yok gibi gözükse de en büyük suçlu bendim, benim doğumumdu. Annem bana hamile kaldığı için evlenmişti babamla bunu bilmediğimi sansalar da ben biliyordum. Çocuktum, babamın annemi terk edip gittiğinde. Çocuktum, annemle babamın kavgalarında kurban olduğumda. Çocuktum, cam kenarında büyük umutlarla babamı beklediğimde. Çocuktum, annemin tek başına üstünden gelemeyeceğini düşündüğümde. Çocuktum, annemin güçlü olduğuyla yüzleştiğimde. Çocuktum, parkta oyunlar oynaması gerekirken yalnızlığımda oynadığımda. Oysaki sadece çocuktum. “Söyle annem, ne istiyorsun,” dolabımın yanındaki aynamdan yüzüme bakarken daldığım düşüncelerden annemin sesiyle irkildim. Göz temasımı aynadan çekip arkaya döndüm, gözlerim annemin yeşilleriyle buluştuğunda ne zaman gittiğini anlayamadığım sevincim tekrardan geldi. Gülümsedim. Gülümsedi, o gülümsedi ben daha çok sırıttım. “Sence ne giysem?” dolabın açık kapaklarını göstererek konuştum. Yeşilleri, yeşillerimden uzaklaşırken aptalca olan sırıtmama son verdim. Annemin gözlerinin içine bakmayı her şeyden öte çok seviyordum. O gözlerde gücü görmek dışında aynı renge sahip olduğum içinde ayrı ayrı seviyordum. “Bu ara çok mu kıyafetlerine takar oldun yoksa bana mı öyle geldi, annem?” imalı mesajını gülmekle gülmemek arasındaki dengede söylediğinde belli etmemeye çalışarak kıkırdadım. Sessiz olduğumu düşünsem de annemin gülümseyen yüzüyle karşılaştığımda yakalandığımı anladım. “Gül sen, gül.” “Her daim birlikte sultanım.” Sevgi vardı ama bu sevgi çok farklıydı. Anneme olan sevgimi anlatamazdım, anlatacak kelimelerim yoktu. Annemdi, her şeyimdi, dünyamdı. Odamın içini dolduran tek ses kahkahalarımızdı. “Evet, bu ara kıyafetlerime çok takar oldum,” asıl sorusuna geri döndüm. “Neden olduğunu ne kadar anlamasam da bugünlerde giydiğim kıyafetlerin yakışmadığını düşünüyorum.” Ortamın duygusunu hızlı değiştirme yeteneğimi devreye sokmam ile gülümsemelerimiz kesildi. Kafamın içindeki düşünceleri bakışlarıma yansıtmamaya çalışıyordum. Şu günlerde her şeyin üstüme geldiğini hissetmemdeki büyük pay annemi üzmemekti. Hali hazırda bizi bekleyen bir karşılaşma olacaktı. Annemin attığı bir adımla içimden bir şeyler kopmuştu. Ağlamayı sevmezdim, çocukluğumu hatırlatırdı. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde de anneme eziyet ediyormuş gibi hissediyordum. Şimdi yaptığımda bir eziyetti. Bakışlarındaki o değişim, o anlam iç yakıyordu, parçalıyordu her şeyi. “Konu kıyafetler değil demi Dila?” akmaması için tuttuğum gözyaşlarımı ismimi duymam ile serbest bıraktım. Titreyen dudaklarım ile annemin yeşillerine baktığımda onunda bana baktığıyla bir sefer daha yüzleştim. Bu yüzleşme ağırdı. “İsmimle seslendin, anne.” Annem bana ismimle seslenmezdi. Fark etmiştim de annemde benim için tutuyordu gözyaşlarını. Babamdan sonra, birbirimizin her şeyi olmuştuk. Ne yaparsak yapalım işin sonunda birlikte el ele olabilmek için yapıyorduk. “Yapma kızım, kendini üzme, hiçbir şey olmayacak ki!” bu dediklerine sende inansan keşke anne. Söylediklerin benim kadar senide korkutuyor, senide üzüyor, senide düşündürüyor. Ellerimi avuç içine aldığında kalbimin sızladığı andı. -istemiyorum anne, istemiyorum, seni üzmek istemiyorum, sana geçmişi hatırlatmak istemiyorum, istemiyorum işte annem- “Bak baban geliyor diye kendini ona kanıtlamaya çalışma, o senin hayatın hakkında söz sahibi değil bunu sana defalarca kez söyledim kızım. Lütfen kendini parçalama, bırak onun düşüncelerini sen kendin ol başka birisi değil.” Ağlamıyordum, ağlamayacaktım. Söylenen her cümlede bir kez daha yüzleşiyordum kaçtıklarımdan. Günlerdir gergindim. Kimseye çaktırmamaya çalışsam da bunu yapamıyor zorlanıyordum. Yediğim yemeklerden tat almıyordum, içtiğim içecekler boğazımı yakıyordu, giydiğim kıyafetler içinde huzurlu hissetmiyordum… Gözlerimi odamdaki cama çevirdiğimde oradan bakan küçük kızı gördüm. Onun umutlu, masum bakışlarını en içten hissettim. O kız bendim, o günde, şimdi de. Çünkü babamı hep o camın kenarında beklerdim. -babamın geleceğini görmek için- “Nasıl hissediyorsun anne?” küçük kızdan aldığım sözle konuştum. Yıllar sonra geçmişin kapılarının tekrardan açılmasıyla ikimizde bir savaşın içine girmiştik annemle. Babamın bizsiz kurduğu aile, bizim babamsız kurduğunuz sıcak yuvamız. “Bir tanem, ben baban olmadan yaşamayı öğrendim. Baban, gülümsediğim günlerde de yoktu, şimdi de yok o yüzden onun gelmesi bana etki etmiyor. Ben seninle çok mutluyum, bize bir şey olmayacak ki kızım; baban seni görecek başka da bir durum yok. Kendini bu kadar kasma lütfen!” gülümsemesi yumuşatmak için yetiyordu öylede yaptı. Avuç içindeki ellerimi bırakıp sıkıca kollarıyla vücudumu hapsettiğinde daha iyiydim. Oldum olası annemin güçlü duruşuna hayrandım. “Daha fazla canını sıkmadan hızlıca üstünü giyip mutfağa geliyorsun yoksa külahları bozuşuruz,” daha fazla söze gerek yoktu. Gelip geçici bir durum için kendim olmaktan çıkmamalıydım, annemin de dediği gibi. Kokusunu içime çektiğimde sabah sabah bu halime hayranlıkla göz attım aynamdan. İç sesim kesinlikle bu halime sövmekle meşguldü. -beni tanıman ne kadar hoş Dila Hanım gözlerimi kamaştırdınız- Öyle deme şimdi iç ses yoksa seninle de külahları bozuşuruz. -sen bensiz bir dakika bile ayrı durmazken çok beklersin bebeğim- Çok gıcıksın iç ses. -öyleyiz bir tanem- Annemin yanımdan ayrılmasından sonra çok oyalanmadan üstümü değiştirip mutfağa geçtim. Odamdan çıkar çıkmaz evi saran misler gibi kokuyu takip etsem de yine mutfağa gelirmişim. Annemin masanın bir köşesinde oturduğunu gördüğümde daha fazla bekletmeden karşısına oturdum. Yanımda duran demlikten çaylarımızı döktüğümde ufak bir şeyi atladığımı hatırladım. “Günaydın evimin neşesi, günaydın!” sabah annemle yaptığım tatsız konuşmadan sonra asıl benliğime dönmenin sevinciyle etrafa gülücükler saçıyordum. İlk talihlimiz annemdi. Gülümsemesini görmek huzurlu hissettirmişti. “Günaydın, aşkım!” Odamda yaptığımız konuşmayı kapatmamıştık ama şu an için görmezden gelmek en iyisiydi. Kahvaltımıza odaklandığımızda diğer günlerde yaptığımız için salak saçma her şeyden sohbet etmeye başladık. Okulda yaşadığım komik anları anlattım tekrardan. İş yerindeki kızların yaşadığı olayı anlattı annem. Ben anlattım, annem dinledi; annem anlattı, ben dinledim. Saçma demeden, niye böyle olduğunu sorgulamadan anın büyüsüyle yer yer gülerek yer yer de üzülerek geçirdik zamanı. Zaman hızlıca akıp geçmişti. -günün en güzel öğününü de bitirdiğimize göre bizi bekleyen bir trafik var Dila, bir zahmet kalkıver- Tamam, tamam kalktım kızma. -kızdırma o zaman- Ters gündesin galiba iç ses, hayırdır ne oluyoruz? -zaman hanımefendi zaman daralıyor- Sabah ağlıyordun ama şimdi ne oldu iç sesçiğim? -sabah sabahta kaldı şimdi koşa koşa durağa hadi- Emir alınmıştır! Hızlıca evden çıkmış caddeye doğru koşar adımlarla ilerlemiştim. Telefonumdan gelecek otobüsün süresine baktığımda yetişmeme imkân yoktu, hatta şu an otobüs önümden geçmişti. Taksiye kaldığım için içimden sövmeye çoktan başlamış olmakla birlikte sinir bünyeme yükleniyordu. Cadde buyunca yürürken Allah’ın bir taksisi boş geçmedi. İstanbul'un sonbahar ayını çekmek ve bu soğukta yolcu taşıtları kullanmak kadar berbat bir şey yoktu. Hiçbir taksinin boş geçmemesi de beni bulmuştu zaten. Derse geç kalmak istemiyordum, ne yapacağımı düşünmeye başlamıştım. Bir karar vermem gerekiyordu: Ya boş taksi bulacaktım ya da bir saat sonra gelecek diğer otobüsü bekleyecektim. Kara kara ne yapacağımı düşünürken telefonumun zil sesiyle kendime geldim. Telefonu çantamdan zor bela, söylene söylene çıkarabildiğimde arayanın kim olduğuna baktım. Asya’m Arıyor… -aha geldi baş belası- İç ses, sus. Telefonu açtığımda Asya’nın neşeli çıkan yüksek sesini duydum. "Dila, neredesin?" dediğinde içten sövmeme son vermiştim. “Evin oradaki caddede yürüyorum Asya. Neden, ne oldu?” Sesim o kadar içsel gelmişti ki ne yaptığımı sorguladım. Sadece okula gitmem gerekiyordu ama hayat bana gitmemem için bahane yürütüyordu. İster istemez gerginliğimi dışarı vuruyordum. Beni anlamakta zordu şu günlerde: Bir normaldim bir de agresif. “Tamamdır çok kısa bir süre içinde yanına gelmiş olurum.” Asya’nın söylediği ile içimden sevinç çığlıkları atmaya başlamıştım. “Seni melekler mi gönderdi kız, doğruyu söyle hemen,” anlık değişen ruh halimle Asya’da şaşkına uğramıştı büyük ihtimalle. “Ne, ne oldu?” diye kekelediğinde düşüncelerimde haklı olduğumu anlamıştım. “Bir, otobüsü kaçırdım. İki, taksiye kaldım fakat boş taksi geçmiyor. Üç, her an yağmur başlayacakmış gibi. Daha sayayım mı yoksa sen anladı mı kahramanım.” Kahkahasını işittiğimde sırıttım. “Taksiniz en kısa sürede hizmetinizde olacaktır efenim,” alaya alındığımda bile mutluydum. “Tamam, bekliyorum çok gecikmeyiniz kahramanım.” Telefonu kapattığımda Asya’nın alabileceği müsait bir alana geçtim. Çok bekleyeceğimi sanmıyordum evleri bizden çokta uzak değildi. Kafamı gökyüzüne kaldırdığımda gri bulutların etrafı sardığını gördüm. İçim bugün bir tuhaftı. İlk başta günlerdir yaşadığım baba stresi diye düşünsem de bugün ki bu karamsarlığım başkaydı. Diğer günlere oranla farklıydı, sanki her bir adımımın sonunda kötü şeyler olacak gibi hissediyordum. Sabah annemle konuştuktan sonra geçer sanmıştım ama geçmemiş ekstra artmıştı. Kötü bir gün olacak gibiydi. Zaten günlerdir her an gelmesi beklenen babamın stresini yaşıyordum şimdi ise kötü düşünceler basmıştı. Kendimi toparlayıp özüme dönmem gerekiyordu. Etrafına neşe saçan, gülmekten sıkılmayan, sevdikleri ile zaman geçirmeye can atan genç benliğime dönmem şarttı. Bu Dila ben olmazdım, kötü düşünmek istemezdim. Daha saatler önce olan konuşma, olay da canımı sıkıyordu. Annemi üzmek istemediğim hale üzmüş, canını sıkmıştım. Onun hayatta yaptığı fedakârlıklara ayıp olmuştu geçmişi hatırlatmam. Bizi bırakan bir adamı yıllarca beklemem kalbini kırmıştı belki de. -belkisi yok direk kırdık o kalbi prenses- Gerçekten iç ses, prenses için yerinde miyiz? -ben her zaman doğru yerdeyim prenses, cadı tırnaklarını çıkarma meydana- İç ses sen beni delirtirsin. -seve seve- Bir ses duyduğumda irkilmiştim. Ses Asya'ya aitti, korna çalıyordu. Zaman kaybetmeden ön koltuğa yanına geçtim. “Günaydın, Asya’m!” sesimi neşeli çıkarmak için çabalamıştım. "Günaydın da Dila, nereye daldın öyle," diye sorduğunda konuşmak isteyip istemediğimi tarttım. Gökyüzüne bakarken daldığımı görmesi demek canımın sıkkın olduğunu anlaması demekti. "Hiç," deyip geçiştirdiğimde okul için hareket etmiştik ama Asya’nın beni rahat bırakacağını sanmıyordum. Ardı sırası kesilmeyeceğini tahmin ettiğim sorularını sıralamadan susturmanın yollarını aradım. “Anlatacağım, öyle bakma. Şimdi sadece okula gidelim olur mu?” ne dersem diyeyim ne yapmak istediğimi anlayacağı için dürüst davrandım. Yola odaklandığı için kısa süreliğine baktı yüzüme. “Şarkı açta keyfimiz yerine gelsin,” dediğinde az da olsa iyi hissetmiştim. Beni anladığını görmek iyi hissettirmişti. Araba yoluna devam ederken radyoyu açmak için düğmesine bastığımda çıkan ilk şarkı kesinlikle ruhsal olarak Asya’ydı. Asya'yla yüz yüze geldiğimizde aynı anda "Uykusuz ve Dengesiz" demiştik. Kendimi tutamayarak kahkaha attığımda sanki Asya da beni bekliyormuş gibi kahkaha attı. Yolda ilerlerken şarkıya eşlik etmeye başladığımızda kötü hissetsem de kendime gelmeye çabalıyordum. *İsmin bir şarkı ve ben hep seni söylerim *Yabancıyım, uyumsuz, sıkılgan ve eğreti* *Tüm bunlara rağmen hala benimlesin* Şarkı söyleyerek geçirdiğimiz okul yolu kısa sürmüştü. Asya arabayı park ettikten sonra okulun devasa büyüklüğündeki bahçeye girmiş oluyorduk. Hızlı adımlarımız ardı sıra birbirini takip ederken karşıdan bize doğru gelen Batu'yu gördük. Batu, uzun boylu, kumral saçlı ve kahverengi gözlü Asya’nın büyük aşkla platonik olduğu çocuktu. Üniversiteye başladığımız ilk sene arkadaş olmuştuk. Adımlarımız yaklaştıkça Asya'nın heyecanlandığını anlamıştım ki çok geçmeden Batu'yla yan yana gelmiştik. “Günaydın, kızlar!” dediğinde samimi olmak için hafifçe gülümsedim. “Günaydın,” diye cevap verdiğim sıralarda Asya hala tip tipBatu'ya bakıyordu. Asya'ya çimdik attığımda inleyerek kendine geldiği sırada neye uğradığını şaşırsa da buna son vermeliydi. “Günaydın,” diyen canım kız arkadaşım heyecandan sesinin titrediğini fark etmiş miydi acaba. Dersin başlamasına az kaldığından yola birlikte devam etmiştik. Beraber sınıfın olduğu koridora girdiğimizde Asya, "Çok mu belli ettim?" diye soru sordu. Boncuk gibi olan mavi gözlerine baktım. "Bir bayılmadığın kalmıştı," dediğimde kendimi gülmemek için zor tutuyordum ama sırıttığımda çok belli oluyordu. -şapşal kız ya- Şapşal ama çok güzel bir kız iç ses. Bizi sürüneceğimiz o yoldan kurtardı, hakkını yemeyelim. -kız bizi kurtardı ama rezilde etti hanımefendi- İç ses… Hadi uzatmada sus. Sana haklısın demek itemiyorum ama haklısın. Şimdi bu dediklerimi unut. -unutmayacağım- Sınıfa girdiğimizde sıraların bulunduğu katlara çıkarak ortadaki sıraya Asya'yla oturduk. Bir arkamıza da Batu oturdu. Batu yine her zamanki gibi bütün yakışıklılığı ile gözleri üstüne çekmesine rağmen Asya ile sohbet etmeyi tercih etti. Batu ve Asya sohbet ederken koştura koştura içeriye Naz girdi. Selamlaştıktan sonra Batu'nun yanına oturdu ve o sırada içeriye hoca girdi. Çok severek okuduğum Hukuk bölümü dersleri artık sıkmaya başlamıştı. Sevdiğim konuları bile işlediğimizde canım sıkılabiliyordu ama neyse ki bu son seneydi. Mezun olmama az kalmıştı. Bugünün hemen geçip akşam olmasını istiyordum. Karamsar hislerim hala devam ediyordu. Zaman hızlıca işlemiş derslerin bir kaçına girmiştik. Öğlen olduğundan okulun kafeteryasındaydık. Bizimkiler kahvelerini yudumlayarak sohbet ediyorlardı. Onlara belli etmemeye çalışsam da yapamadığım için sessizce yanlarında oturuyordum. Fakat yanlarında sessizce oturmam pekte bir etki etmiyordu. Akşama Asya’nın ablası Aslı’nın doğum günü partisi vardı malum bizimkiler tam ekip gidecekken onlara ayak uydurmak istemediğimi söylememe rağmen birlikte gitmek için diretiyordular. “Kızım eğleneceğiz ya hem sana da iyi gelir,” diyen Batu’ydu. “Kuzi sen gelmezsen tadı tuzu olmaz ki partinin,” diyen ise kuzenim Elif’ti. “Bebeğim ablam özellikle Dila gelsin dedi ona göre,” tehdit edermiş gibi söylenen bu sözün sahibini tanımamak mümkün değildi. “Bu parti sana da iyi gelecek Dila. Bir haftadır iyi değilsin bırak da kafan dağılsın,” içime sinen en güzel konuşan ise Naz’dandı. “Yapma be Dila ne güzel eğlenecektik,” dedi Can. Bana da iyi geleceğini düşündüğüm için onaylamıştım uzun ısrarlı tekliflerini. Bir haftadır adam akıllı düşünemediğim için gerçekten kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Aslında birkaç saatliğine de olsa düşünmemeye. Onlar kendi aralarında sohbet ederken ben yine düşüncelerimle baş başaydım. Son dersleri verip mezun olmamıza nerden bakılsa bir ay kalmıştı. İki ay sonra mezun olacak olmam mutlu ediyordu. Çok şükür ki okul hayatım sonlanacaktı. -şükür- Vallahi çok şükür iç ses. Kurtulacağız, az daha sabır. Kafede oturmuş düşüncelerimle kavga ediyordum. Babamın gelecek olması beni korkutuyordu. Annemle babamın en son ayrılmasındaki büyük kavgalarını düşündükçe korkmamak elde de değildi zaten. Neyi, kimi düşüneceğimi şaşırmış durumdaydım. Ne yapacağımı ise bilmiyordum. Kolumda hissettiğim acı ile irkilerek acıyan sağ koluma baktığımda Naz’la yüz yüze gelmiştim. Beni çimdiklemesi her ne kadar düşüncelerimin üstüne korkutsa da sustum ne de olsa iyiliğimi düşünüyordu. "Yine neyi düşünüyorsun?" sesini kısarak konuşması iyi hissettirmişti. Saygı duymuştu bana, bu haldeyken bile beni düşünmüştü. “Hiç,” diye geçiştirmek istemesem de geçiştirdim. Bugün onlara bunu yapmayacaktım, bir haftadır yeteri kadar çekmiştiler beni. Gözlerinden okuduklarım ise bana inanamadığı yöndeydi. Yalandan nefret eden ben daha doğru dürüst yalan bile söyleyemiyordum. Komiktim. Geçiştirmeye yalan diyecek kadar da kendimde değildim. Babam beni yerle bir ediyordu. "Baban mı geliyor?" dedi Naz. Söylemediğim halde bu durumda olmamı anlamasının üstüne iyi ki diyordum içimden iyi ki. İyi ki hayatımda doğru insanlar var, iyi ki o seçimleri doğru yapmışım. “Evet,” kısacık cevabımı bile zor bela söylemiştim. Sesim çıkmıyordu, sesimi kısıyordu çocukluğum. Naz’ın sorusundan sonra yanlarında daha fazla oturdukça kötü hissetmeye başladığım için ses etmeden masadan kalkıp lavaboya doğru ilerledim. Arkamdan gelen sesleri ise anlamamıştım. Lavaboya girer girmez suyu açtım. Soğuk olmasını özenle ayarladıktan sonra avucuma suyun dolmasına izin verdim. Başımı kaldırıp aynadan kendimle yüzleştiğimde gözlerimin altındaki kızarıklığı gördüm ilk. Yetti. Nereye dönersem döneyim hep aynı düşünceler içinde boğuşuyordum. Bugün ise daha fazlaydı bu duygular. Yanına eklenen kötü his iyice bozguna uğratıyordu. Kalbim sıkışıyordu, içimden bir ses fısıldıyordu kötü şeyler olacak diye. Yapamıyordum, daha fazla devam edemiyordum bugüne. Avucuma dolan soğuk suyu sabah yaptığım gibi yüzüme boca ettiğimde acıyan gözlerim titredi. Hissettiğim ürperti ise iyi geldiğinden tekrarladım bu adımlarımı. Kaç defa soğuk suyu yüzüme boca ettim, bilmiyordum ama lavaboya girdiğim ilk andan daha iyiydim. Çıkış kapısının yanındaki peçetelikten peçete koparıp elimi yüzümü kuruladım. Aynadan son kez kendime baktığımda çeki düzen verip çıktım lavabodan. Sola döndüğüm ilk anda karşıma çıkan Naz’ı beklemiyordum. "Biraz konuşmak ister misin?" diye sorduğunda fazla düşünmeye gerek duymadan kafamı aşağı yukarı sallayarak kabul ettim teklifini. Bahçeye çıktığımızda üniversitenin yanlarında bulunan banklara doğru yürümeye başladık. Yürüyordum bir bilinmezliğin içine doğru. Adım atıyordum ama attığım adımlardan hiç emin değildim. Her şey mahvolacak düşüncesi bütün benliğimi ele geçirmişti. Boş bir banka oturduğumuzda sessizdik, bazı anlarımız vardı bizim; konuşmayıp birbirimizi anladığımız. Arkadaşlığımızın dördüncü senesindeydik haliyle birbirimizi çok iyi tanır olmuştuk. Sessizken anlaşmayı severdim. Bazen konuşmak istemez bizi böyle anlasınlar ister sessizliğinde bir anlaşma biçimi olduğunu savunurduk. Yanında güçlü hissettiğiniz her kimse sizi sessizde anlayabilirdi, o bağ sizin ilişkinizi temsil ediyordu. Kim olduğu, neyin olduğu önemli değildi onun varlığı olduktan sonra her şey hallolabilir gibi geliyordu. Tam şu an o anın içimde hissediyordum kendimi. Naz'ın kahverengi gözlerine bakınca korkum hafifliyordu. Beraber oturmuş önümüzden geçen insanları izliyorduk. Sessizlik ortama çökmüştü. Saniyeler dakikaya dönüşmüştü. Susuyor, konuşma hakkını birbirimize pas atıyorduk. İçimde tutmak istemediğim her düşünce canımı yakıyordu. "Korkuyorum Naz, neden, ne için korktuğumu bilmiyorum ama kötü hissediyorum sanki her an kötü bir şey olacakmış gibi geliyor,” konuşma hakkını devralıp içimde tuttuğum düşünceleri saldım. İyi gelmesi tek dileğimdi. “Naz, bir şey olmaz demi?" susmak istemiyordum şimdi de. Bağırıp herkese sesimi duyurmak istiyordum. Naz bir müddet düşündükten sonra konuştu. "Korkma Dila, hiçbir şey olmayacak.” İnanmak istiyordum, hem de öyle böyle değil o kadar çok inanmak istiyordum ki biri çıkıp masallar gerçek dese ona bile inanırdım ama başaramadım, yapamadım… Ne kadar çok istesem de kalbimde hissettiğim karamsarlık buna izin vermiyordu. “İnşallah.” Sustuğumda ortam eski sessizliğine dönmüştü. Tekrardan saniyeler dakikaya dönüşmeye başladığında bahçedeki uğultulu sesi dinliyorduk. Ellerimi tutuyordu Naz, iyi geliyordu da ama yetmiyordu. Eksik bir şeyler vardı. Tam değildim, olamıyordum da. “Nerede kaldınız?” duyduğumuz sesle sağa döndüğümüzde Asya’nın bize doğru geldiğini görmüştük. Daha yanımıza ulaşmadan yüksek çıkan sesi bahçedeki birkaç kişinin dikkatini çekmiş bize bakmalarına vesile olmuştu. Evet, nerde kalmıştık biz, niye kalmıştık ki benim korkumda? Çıkabilir miydik ki benim korkulu çıkmazlarımdan? Ben yine düşüncelere dalıp giderken Asya ve Naz'ın bakışmaları düğümü çözmüştü. Asya'da benim moralimin bozuk olduğunu anlayınca susarak bize katılmayı tercih etmişti. Dersin başlamasın az kaldığı için sessizce toparlanıp sınıfa gittik. Her şey normal akışında ilerlemişti, hoca gelmiş sıkıcı dersin son son anlatmaya başlamıştı. Tabii ki o sırada dersi dinliyor gibi gözükse de dinlemeyen benle. Arkadaşlarımla aramda olan ilişkiye hayrandım. Birbirimizi iyi tanıdığımızdandır belki de neye, ne derecede tepki vereceğimizi bilmemiz. Asya, çocukluktan beri arkadaşımdı. Hatta arkadaştan öte o benim kız kardeşimdi. Onunda çocukluğu yara bere içindeydi, Naz’ın da çocukluğu korkulu rüyalarıydı. Biz üç kız arkadaş, üç kız kardeş çocuklukları yara alan ruhlardık. Büyümek için çok çabalamış, her küçük yaşta hayatın en acımasız gerçekleriyle yüzleşmiş hayaller kuran kız çocuklarıydık. Gün olağan akışında devam etmiş, dersten çıkıp bir diğerine girmiştik. Son dersin bitiminin üstünden on dakika geçmesine rağmen bahçede toplanmış Batu’nun gelmesini bekliyorduk. Bizimkiler kendi halinde sohbetlerine devam ederken gözlerim Elif’le buluştu. Konuşmak için adımladığını gördüğümde daha sonra der gibi kafamı oynattım. İlk adımının üstünden vazgeçmedi yanıma gelip sıkıca sarılıp kollarının altına hapsetti beni. Sesimi çıkarmadım, zaten hep yaptığımız şey olduğu için bende ona katılarak sol elimi beline sardım. Temiz havayı derince içime çektiğimde kaçıncı çekişim olduğunu günün yarısında saymayı bıraktığımdan bilmiyordum. “Geldim, geldim,” bahçede yankılanan sesle her birimiz film çekermiş gibi sırayla sesin geldiği yöne dönmüş Batu’nun bize koşmasına aptalca sırıtarak izlemiştik. Batu’nun yanımıza gelip bizimkilere sataşması benim için pek etki etmediğinden kuzenimle sarmaş dolaş bahçede ilerlemeye devam ettim. Parti için heyecanlı konuşmalarına dâhil olmamı her ne kadar garipseseler de ruh halimden her biri haberdardı bu sebeple de sıkboğaz etmiyordular. Akşam ki parti için yediyi buluşma saati seçtikten sonra dağıldık. Tekrardan kendimi Asya'nın arabasında yolcu koltuğunda bulduğumda günün hızlı geçtiğini düşünsem de öyle olmamıştı. Saliseleri bile saydığım garip bir gündü. -garip olmayan gün mü vardı sanki premses- İç ses, gerçekten şu an mı? -evet premsesim, tam şu an- İyi bari gelmene de şükür prenses! -no premses- Yabancı dilde biliyorum diyorsun öyle mi prenses? -öyle premses- Nerelerdeydin acaba bugün prenses? -yanındaydım nerede olacağım premses- Hayır, yanımda değildin prenses. -çünkü zihninin en ücra köşelerinde sancı çekmeni sağlıyordum premses- Kötüsün iç ses, hem de çok kötü. -senin kötünüz premses- “Dila. İyi misin?” kendi iç sesimle girdiğim ufak çatışmadan Asya’mın sesiyle uyandırıldım. Radyoda çalan şarkının sesi yeteri kadar açıktı ve ben onu bile duymamıştım. Acilen günün bitmesi gerekiyordu. “ İyiyim,” sözlerim her ne kadar gerçek olmasa da öyleymiş gibi davranmayı çabalıyordum. İnanmayacağını bildiğim her halde yalan söylemem komikti. “Değilsin bebeğim, son günlerde hiç iyi değilsin.” Anlaşılmanın üzeceğini asla inanmazdım ama şu an anlaşıldığım için üzülüyordum. Kendimden korkuyordum, dile getirmek ise çok zordu. Kararlarımdan yapacaklarımdan delice korkarken bunu birine söyleyememek yük oluyordu. Babamın yapacağı ufacık bir hatanın bedelini ödetmek istediğimi söyleyemiyordum. İçimdeki intikam duygusunu büyütmüştüm ama bunu yaparken de en çok kendi canımı yakmıştım. Şimdi ise bir çıkmazın içinde kendimle savaşıyordum. Şimdilik bu çıkmazı bir ben bir de camdan dışarıya büyük umutlarla bakan kız biliyordu. Böyle de kalmalıydı, sonsuza denk. “Kendimle savaşıyorum Asya’m. Babamın gelecek olması bütün dengemi altüst etti,” kurduğum her cümle ben kadar onu da yaralıyordu. “Geriye dönüp baktığımda yaşattıklarını unutamıyorum ve şimdi karşıma çıkacak olması sesini duymaktan daha zor. Çok komik değil mi sesini en son iki yıl önce duyduğum babamın onlarca yıl sonra beni canlı görmek istemesi? Bir haftadır buna gülmekten kafayı sıyırdım galiba,” dediğim saniyelerde Asya’nın hafiften sırıttığını gördüm. Onun sırıtmasının üstüne sinirlerim iyice bozuldu bende sırıtmaya başladım. Birbirini takip eden kuyruk gibiydik hala, çocukça. “En azından baban yıllar sonrada olsa seni görmek istiyor bebeğim, benim ki gibi her daim yanındayken görmezden gelmiyor ya böyle de düşün. Hem geçmiş kapılarını hiçbir zaman kapatmaz senden onu kabullenmeni ister.” İstemiyordum geçmişi kabullenmek, istemiyordum yalnızlığa terk edilmiş ufak kızın hislerini. Olmuyordu, istemediğim her şeyi günün sonunda kabul etmeye diretiliyordum. “Sen kabullendin mi geçmişi?” sorum bozguna uğratmış gibiydi. “Etmedim, edemem de!” netti, düşünceleri gibi kararı da. “Etmek istediğin için öyle konuştun demi Asya’m, çocukluğumuzu düşündüğün içindi söylediklerin öyle değil mi?” anlamak zor değildi, elaları kendini ele veriyordu. “Hayır ama evet, çocukluğumdu kabullendiğim, yaşadıklarımı ise hiçbir zaman kabullenemem.” Böyle bir cevap beklemediğim açılan gözlerimden belliydi. Şaşırtmıştı zalimin kızı. “Bilmiyorum ama çocukluğumu kabullendiğim gün yok olduğum gündür.” O günün gelmesini ise istemem. “Zaman bebeğim, zaman her şeyi gösterecek sadece biraz daha kabullenişli yaklaş hayata o zaman daha kolaylaşır günlerin.” “Deneyeceğim.” Asya’nın bizim mahalleye yaklaştığı fark ettiğim sırada biraz yürümenin bana iyi geleceğini düşündüm. Hafiften atan çiseyi sevdiğim için az da olsa yürümek mutlu edecekti. “Asya’m beni şöyle sağda bırakır mısın yürümek istiyorum da?” Asya söylediğimle şaşkına uğradığında hızını yavaşlatarak kenara yaklaşmıştı. "Emin misin, çise atıyor bıraksaydım kapıya kadar," diyerek söylenmişti. “Eminim, Asya’m, dert etme bana iyi gelecek yürümek hem senin de yapacak işlerin vardır.” Mızmızlanmasına izin vermeden kapıyı açıp arabadan indiğimde kapıyı kapatmadan eğilerek elalarıyla buluşturdum yeşillerimi. Kızmıştı, yüz ifadesi ele verse de yaptığımdan mutluydum. “Peki, öyle olsun bakalım,” dediğinde kırıldığını da fark ettim. -kırıldığı falan yok be premses sana oynuyor- Biliyorum iç ses, biliyorum. -tam zır deli- Aynı biz bebeğim. “İki saate görüşürüz Asya’m, çok çok öptüm,” öptüğüm avuç içlerimi ona doğru uzattığımda kıkırdayarak karşılık verdi öpüşüme. Avuç içimi öptü. Çocuktuk biz, bir anımız bir anımızı tutmuyordu. “Görüşürüz bebeğim,” veda ettikten sonra çok beklemeden yola geri dönerek evine ilerlemişti. Gökyüzüne baktım, derin bir nefes çektim içime. Sabahki grilik kendini çiseye çevirdiğinden insanlar ufak bir koşuşturmaca içindeydi. Yürümeye başladığımda çise yüzüme vurmaya başlamıştı. Caddede attığım her adımda yanımdan geçiyordu insanlar. Kimisi ıslanmak istemediğinden kapalı yerlere koşuşturuyordu, kimisinin hiç umurunda değildi aynı benim gibi yavaş adımlarla havanın tadını çıkarıyordu. Sokakta yürüdüğüm her an kendimi ve kararlarımı sorguluyordum. Düşünsel açıdan çok yoğun bir gün geçirdiğimden kendimi direk yatağa atmak istiyordum. Katılacağım parti planlarımı bozsa da yatağıma yatmama engel değildi. Zamanla yarıştığım için adımları hızlandırdım. Mahalleye girdiğimde bizim çocukların top oynamaktan vazgeçmediğini gördüm. Demek ki anneleri daha çağırmamıştı. Çocuklara selam verip yoluma devam ettiğimde her birinin yüzündeki gülümseme bugün yaşadığım en anlamlı ve en eşsiz andı. Binanın önüne geldiğimde çiselerin hızlanmasıyla yağmur bindirmişti saniyelerle. Daha yeni yanlarından geçtiğim çocuklar yağmurda ıslanmanın keyfini çıkarırken hızlıca binaya girip evime doğru ilerledim. Yağmurun hızlanmasıyla tek ben değil birçok kişide telaşlanıp koşuşturmaya başlamıştı. -yalancı hayatın telaşı- İç ses bugün haklı olma gününde misin? -öyle miyim Allah Allah- Öylesin, öylesin. Eve geldiğimde mutfaktan sesler geliyordu. “Ben geldim,” bütün günüm kara düşüncelerle geçmesine rağmen sesimi düzeltmiş bütün sevecenliğime bürünüp evi inleten konuşmayı yapmıştım. Annemin yaptığı yemeklerin kokusu burnuma kadar gelmişti, adımlarımı mutfağa çevirdiğim sırada anneme seslendi. "Hoş geldin güzel yavrum!" sesi normal gelmişti, üzgün değildi. Belki de her şeyi bu kadar büyüten bendim. “Hoş bulduk annem!" hızlıca annemin yanına ulaşıp yanağından öptüm. Huylandığı belli oluyordu. “Ellerini yıkayıp masaya bekleniyorsun hanımefendi.” “Hemen geliyorum sultanım.” Huylandığını bile bile tekrardan annemi öpüp koşar adımlarla odama geçtim. Çantamı yatağın üstüne gelişi güzel fırlattıktan sonra banyoya geçip soğuk suyla elimi yüzümü yıkadım. Vakit kaybetmeden geri mutfağa döndüm. Annemin bize bile fazla gelecek safrasına kurulduğumda kurt gibi aç olduğumla yüzleştiğim ilk andı. Gerginliğimden dolayı sabah yediğimleydim. Güzel bir akşam yemeği yemiştik annemle. Sohbetler şakalar havada uçuşmuştu. Galiba hayatımda yaparken keyif aldığım en güzel şey annemle beraber yemek yemekti. Mutfağı da birlikte topladıktan sonra oturma odasına geçtik. “Anne, ben kızlarla Aslı Ablanın doğum günü partisine gideceğim ama yine de senden izin almaktan istedim. Gidebilir miyim?” -kararlar verilmiş her şey onaylanmış palanlar yapılmış şimdi mi izin alıyorsun yazık sana- Sen ve ansızın bana sataşmaların çok komik iç ses. -her zaman canım- “Zaten kararını vermişsin kızım, yine de sorman hoşuma gitti.” Yüzündeki gülümsemesine katılan gururlu bakışlarını görmek şu anda kalpten gitmemi sağlardı. Ellerini tuttuğum saniyelerde yüzünü çattı, ne olduğunu anlamak ister gibi bakıyordu masumca. Sustum, sessiz kaldım. Sustu, sessiz kalıp gözlerimin içine baktı. Tuttuğum ellerini defalarca kez öpmeye başladığımda bu bizim için bir çeşit teşekkürdü, seni çok seviyorum demekti, iyi ki varsın sözünün simgesiydi. Annemle hep gülümsemek isterdim. Kimse bizi kırmasın, incitmesin diye savaşırdım. Annem benim dünyamdı, nefesimdi, yaşamımdı. “Burada hazırlanmak için vakit kaybetmiyor musun?” annemin neşeli çıkan sesiyle öpmeyi kesip hızlıca ayağa kalktım. İki adım attığımda arkamı dönüp bir öpücük daha gönderdim annem. “Öptüm sultanım,” dediğim sıralarda hızlıca odama adımlıyordum, daha doğrusu koşuyordum. “Sarı elbiseni giyersen doğum günü kızından bile aha güzel olursun perim,” durdum. Tekrardan anneme döndüğümde yüzündeki o cazibeli sırıtma her şeyi belli ediyordu. Sen yok musun sen anne, şeytana pabucunu ters giydirirsin. “Sen harikasın sultanım,” evin içini inleten sevinç çığlıklarımla merdivenleri çıkmaya başladım. “Sultanımız çok yaşa, sultanımız çok yaşa…” daha sonraki her adımımda daha da şiddetli bağırdım. Eminim ki komşular bile bu bağırışımı duymuştu. Annemin kesik kesik gelen gülme sesinin verdiği mutlulukla odama giriş yaptım. Masamdaki dijital saate baktığımda çıkmama bir saat vardı. Hızlanarak hazırlanma rutinime başladım. Öncelikle hızlı ve güzelce duş aldım; daha sonra ıslak olan saçlarımı fön yardımıyla şekil vererek kuruttum. Dolabımın önüne geldiğimde hızlıca sarı elbisemi aldım. Ütüye ihtiyacı olduğundan zamanımı idareli kullanarak ütüledim. Diz kapaklarımın biraz üstüne gelen salaş beyaz çiçeklerle süslenmiş elbisemi giyip makyaj masama geçtim. Eğer ki annem sarı elbiseni giy demeseydi kot giyip öyle gitmeye karar vermiştim. Çok abartmadan da hafif makyaj yaptıktan sonra saate baktığımda Asya'nın gelmesine 5 dakika vardı. Hazırlığımı bitirmek için dolaptaki beyaz kol çantamı alıp odadan çıktım. Kıyafetlerimle uyumlu olması için beyaz sandaletlerimi giydiğim anda annem yanıma geldi. Annemin yüzündeki ben biliyorum gururlu bakışlarıyla sarıldığımızda kulağıma doğru fısıldadı. "Çok güzel olmuşsun,” dediğinde kollarımı daha sıktım, değişik bir duygu hissettiğimde şaşkındım. Sanki bugünkü bütün karamsar düşüncelerim bir ana toplanmış gibi hissetmiştim. Anlamamıştım, anlayamamıştım. Anemi öpüp evden ayrıldığımda elimi kalbime götürdüm. Umarım bugün yanılırım düşüncesiyle apartmanın çıkışına ilerledim. -nasıl bir duyguydu o- Bende hiç anlamadım ki iç ses. Asya’nın gelmesi ile sakince arabada her zaman ki yerime oturdum. Asya tek değildi yanında Naz’da vardı. Bu partiye günlerdir yaşadığım gerginliği atlatmak için gidiyordum o yüzden daha fazla arkadaşlarımı benle yoramazdım. Sustuğumda kızlarla başka konular konuştum. Sohbet ederek geçen yolculuğun ne kadar sürdüğünü bilmiyordum. Kızlarla başka konulardan sohbet etmek zamanı unutturmuştu. Asya’nın arabayı park etmesiyle her birimiz arabadan inip kol kola mekâna yürüdük. Küçük ama bir o kadar da şık olan kafeye geldiğimizde oraya âşık oldum. Çok güzel olan bu yerin ismini duymuştum ama daha gelmeye fırsatım olmamıştı. Bir şeyden o kadar çok emindim ki o da buraya daha sık geleceğimdi. Tabii, kendimi iyi hissedersem! -hep öyle diyorsun ama gittiğin yok hanımefendi- Hah bende diyordum bu iç ses bugün bana sataşmadı diye. -ha ha ha çok komiksin- Evet öyleyim. Kızlarla boş olan bir masaya geçtiğimiz de peşimizden gelen Can ve Batu'yu gördük. Onlarda yanımıza gelip boş olan sandalyelere oturduklarında sanki sabahtan beri birlikte değilmişiz gibi boş boğaz yapmaya başlamıştık. Aslında sabah onlarla değildim daha çok içsel düşüncelerimle savaş içindeydim. Kafe yavaştan dolmaya başladığında bizimkilerle çok ayrı konularda sohbet ediyordular. Kafeyi incelediğim sırada Aslı'yı yalnız gördüğümde kalkıp yanına gittim. “Doğum günün kutlu olsun Aslı Abla,” yüzündeki gülümseme büyüktü, mutluydu. Babalarına rağmen hayata devam edebildikleri içindi bu büyük mutluluk. “Teşekkür ederim Dila.” Karşılık olarak gülümsediğimde sohbet etmeye başladık. Severdim Aslı’yı, iyi biriydi. Çok güzel ablaydı bir kere, kendisi ve kardeşi için çok çabalamıştı. Halada çabalamaya devam ediyordu. Gelenler olduğu için Aslı izin isteyerek yanımdan ayrıldığında gözlerim bizim çocuklara takıldı. Daha şimdiden içmeye başlamıştılar, gecenin sonunu düşünemiyordum. Kafenin içinde gezmeye başladığım sırada gözüme biri çarptı. Uzun boylu ve siyah saçlıydı kim olduğunu bilmiyordum fakat aramızdaki uzak mesafeye rağmen gözleri muhteşemdi. Hangi renk olduğunu görememiştim ama göz göze geldiğimiz zaman tanımıştım kendisini. Daha öncede Asya'nın abisinin düğününde gördüğümü hatırladığımda bu nasıl tesadüf diye düşündüm. -yok, efenim olamaz böyle tesadüf- Oldu ama iç ses, ne yapacağız? -bayılalım mı ne dersin- Yok, kalsın böyle iyiyim. -iyisin tabii buldun yakışıklı çocuğu kesersin anca- Keseceğimi nerden çıkardın acaba durup dururken? -kızım ben senim unutma- Sayende unutmuyorum. -canım ben- Canım ben! Salak salak kendimle didiştiğime göre artık bizimkilerin yanına dönme zamanım gelmişti. Masaya geri döndüğümde kafede şarkılar çalmaya başladığı anda çocuklar oyalanmadan dans etmeye başladı. Bizi otururken bırakmadıkları için hep birlikte dans edip eğlenmeye başladık. Eğlendikçe düzelirim sanmıştım ama hala kötü hissediyordum. Annemle yemek yedikten sonra daha iyiydim, burası da iyi gelmişti lakin kötü hissetmemin bir türlü önüne geçememiştim. Hele de en son annemle sarıldıktan sonra bu his daha da artmıştı. Asya elinde ablası Aslı'nın pastasıyla içeriye girdiğinde ortamda ki şarkı değişti. Kafede alkış sesleri yankılanıyordu, herkes doğum kızına baktığı için fırsatı değerlendirip daha önce gördüğüm o çocuğa baktım. Yanılmıştım, herkes doğum günü kızına bakmıyordu. Biz ikimiz birbirimize bakıyorduk. Hızlıca yüzümü çevirdiğimde hislerimdeki ufak heyecana anlam vermeye çalıştım. Aslı pastasında ki mumları üfleyince herkes tekrardan alkışladı. Pasta dağıtılmak için görevliler tarafından mutfağa götürüldüğünde gelen misafirlerde Aslı’yı kutlamaya ilerledi. Masaya geri döndüğümde Batu ve Can’ın çoktan kafalarının uçtuğuyla şahit oldum. Her içtiklerinde kızıyordum onlara, içmeyin diye ama dinleyen yoktu. Hediyeler veriliyor doğum günü kızı kutlanıyordu. Görevliler pasta ve başka tatlıları dağıtmaya başladıklarında ortama farklı bir curcuna yaşanmaya başladı. Çoğu kişi kütük gibi içtikleri için sarhoştular. Bizim grubunda onlardan kalır yanı yoktu. Naz ve ben içmediğimizden kendimizdeydik. Doğum günü kızı bile içmemişti. Garip bir partiydi. Kendimle savaşmayı kesmek için geldiğim halde kesememiştim. Arkadaşlarım sağ olsun bu halde ne yapacaklarını da düşündürmeye başlatmıştılar. Elif bir köşede çiçekle sohbet ediyordu. Asya ve Batu’nun bu kadar kahkaha atacak ne konuştuklarını bilmiyor, tahmin etmekte istemiyordum. Can ise tanımadığım kızla işleri ilerletme yolundaydı. Naz ve ben ise onları izlemekle meşguldük. Elimde duran telefonum titremeye başladığında arandığımı anlamam uzun sürmedi. Arayanın komşumuz Ayşe Abla olduğunu gördüğünde istemeden de olsam sol elimi kalbime götürdüm. Bir yumru oturmuştu, nefesim şimdiden kesiliyordu. Telefonu açtığımda ise duyacak olduğum her neyse ondan korkuyordum. "Acil bir şekilde eve gelmen gerekiyor." Konuşmama fırsat verilmediği anda Ayşe Ablanın sesindeki endişe, korku o hissi çok iyi bir şekilde hissetmiş ve anlamıştım. Neye uğradığımı şaşırdığımda Naz'a baktım. Anlamıştı. Hızlıca yanıma geldiğinde kolunu tutup canını yakmamda bir olmuştu. Nefes almam zorlanmıştı, kalbim atmıyor gözlerim kapanmamak için diretiyordu. -hayır, olamaz, lütfen anne lütfen- “Benim acil bir şekilde eve gitmem gerekiyor Naz. Bir şey olmuş Ayşe Abla aradığına göre,” kekelemiş, zor bela konuşmuştum. Gözümden akan yaşları ise hissedemeyecek kadar kendimde değildim. "Nasıl gideceksin? Bu saatte burada taksi bulman zor, benim de ehliyetim yok nasıl gideceksin?" sorgusuz şekilde benim için attığı bu adıma minnet duydum. Şu saate buradan eve gitmem bile zordu ve ben kafayı yemek üzereydim. Kafede ileri geri yürümeye başladığımda bayılmamak en büyük dileğimdi. Ehliyetimiz yoktu istesek de Asya’nın arabasını alamazdık. “Bilmiyorum, Naz bilmiyorum!” konuşmakta güçlük çekiyordum. Tam o sırada Aslı bir şeyler olduğunu anlamıştı ki emin adımlarla bize doğru yürüyordu. "Bir şey mi oldu kızlar?" tedirgin olduğunu sesinden anlamıştım. "Dila'nın acil bir şekilde eve gitmesi gerekiyor ama nasıl gidecek onu düşünüyorduk?” bana fırsat vermeden konuşmuştu Naz. Sessiz kalmak istemedim, konuşmak için zorladım kendimi. "Bir şey olmuş belli ki acil gitmem gerekiyor Aslı Abla ama gidecek bir arabam yok ve bu saate taksi de bulamam.” Hıçkırarak yakındığımda Naz’ın kollarında buldum kendimi. Ayakta bile durmakta zorluk çekiyordum. Aslı biraz düşündükten sonra yanımıza birini çağırdı. Seslendiği tarafa baktığımda geceden beri birbirimizi kestiğimiz muhteşem gözlü çocuğun bu tarafa doğru yürüdüğünü gördüm. Çocuk yanımıza geldiğinde bizimle tanıştırdı. "Bulut bunlar Dila ve Naz, Dila ve Naz bu da Bulut, ona güvenebilirsiniz,” güven, hem de iki defa gördüğüm birine. “Seni eve Bulut götürsün, ben götürürdüm fakat burayı ve milleti bu şekilde bırakamam.” Bir telefonla güvendiğim dağlara karlar yağmıştı şimdi hiç tanımadığım birine sevdiğim bir kişinin sözüyle inanıp güvenmem gerekiyordu. “Tamam,” düşünmeye de başka bir yol aramaya da zamanım olmadığı için kabul ettim teklifi. Şu dakikalarda annemden başka hiçbir şey düşünemediğim için adını yeni öğrendiğim çocuğu da düşünmeden peşinden hareket ettim. “Bende seninle geleceğim.” Yabancının arkasından ilerlediğim anda Naz beni yalnız bırakmak istemediğindendir ki peşime düşmüştü. Ses etmedim, yanımda gelmesine ihtiyacım vardı çünkü. Arabaya geldiğimizde hızlıca ön koltuğa geçip evin adresini söyledim. Telefonumdan navigasyonu açıp eve en yakın yeri seçip yabancıya uzattım. Kendini hazırlayıp hızlıca eve doğru hareket ettiğinde kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum. Kim olduğunu bilmediğim bir adamın arabasında yolculuk yapıyordum. Saniyelerin dakikaya dönüştüğü her an yanıyordum bir ateşin içinde. Bugünün bitip gitmesini dilerken böyle bir son dilememiştim hiç. Korkuyorum demiştim bugünden beri ve bunun gerçekten olacağını bilmiyordum. Şimdi, delice korkuyordum. Kafeye gelirken kısa gelmişti yol şimdi ise bitmek bilmiyordu. Gittikçe azalmak yerine uzuyor gibiydi. İçimdeki farklı hissin anlamını ne kadar çok bulmaya çalışırsam çalışayım asla bulamamış daha da kötü hissetmeye başlamıştım. Mahallenin girişini gördüğümde ise büyük bir nefes verdim. “Sağdan,” dediğimde hızlıca kemerimi çıkarttım. Bulut arabayı mahalleye soktuğunda ileride oluşmuş kalabalığı mahallenin başından seçebiliyordum. Hızını kontrole alıp müsait bir köşede durdu. “Teşekkür ederim,” arabadan hızlıca inerken teşekkür etmeyi unutmamıştım. Kalabalığı yararak koşmaya başladığımda gözümün tek bir kişiyi arıyordu, annemi. Binaya yaklaştığım saniyelerde kalbim yerinden çıkacak kadar korkuyla atıyordu. Binanın önündeki ambulans ve polis olduğunu gördüğümde yere düştüm. Ne olduğunu bilmediğim halde kafamı kabul etmeyerek sağa sola oynatıyordum. Gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. Binanın girişindeki şerit ile girişi yasakladıklarını anlamamak aptallık olurdu. Etrafıma baktığımda bir yerlerde sultanımı görmek istiyordum. Taradım, taradım lakin hiçbir yerde göremedim. Naz’ın kolumdan tutması ile irkildiğimde gücümü toparlayarak ayağa kalktım. Koşar adımlarla girişe yöneldiğim anda gözlerim ambulansın kapısında oturan Ayşe Ablayla karşılaşınca adımlarımı o yöne çevirdim. Koştum. Koştum. Koştum. İnsanların acıyan bakışlarına aldanmadan büyük umutlarla koştum. “Ayşe abla ne oldu?” sesim berbattı. Ambulansın yanına vardığımda korkulu gözler, acıyan bakışlar dağıtmıştı çocukluğumu, umudumu. Bu kadar kısa sürmemeliydi, bu kadar erken olmamalıydı. Ayşe Abla bir müddet konuşamadı. Onu zorladığımda ise gözlerinin içi her şeyi anlatsa da sesli duymak istedim. "Binada bir müddet bağrışma sesleri oldu. Kimin evinden geldiğini anlayamadık lakin kısa bir süre sonra sesler kesildi. Ne olduğunu anlayamadığım için evin kapısını açtığımda sizin kapının açık olduğunu gördüm. Annene seslendim ama ses vermediğinde bende merak edip içeriye girdim. Keşke girmez olaydım da anneni o halde görmeseydim…" Duyduklarım bir adım geriye atmamı sağladığında düşecek gibi oldum. Naz’ın kolumdan tutmasıyla ayakta kalabildim. "Ne, Ayşe Abla ne gördün içerde, ne olmuş anneme söylesene?” duyacağım her cevap yıkılacağımın garantisiydi. Sesim yüksek çıktığından bütün gözler üzerimdeydi. Ayşe Abla konuşmak için kendini zorladıkça içimden bir şeyler kopuyordu. Beklemedim, kendimi binanın girişine attığımda büyük bir curcuna yaşandı. Polisler bana engel olmaya çalışırken arkamdan koşan Naz’ı kısa anlığına benle karıştırdıklarında ona engel oldular. Koşar adımlarla binaya girdiğimde arkamdan bağırılsa da durmadım merdivenleri hızlıca çıkmaya başladım. Binadaki asansörün bizim katta olması hislerimi doğrulamıştı. Merdivenleri çıktıkça ölüp diriliyordum, kendimde değildim, olamazdım da. Birinci kata ulaştığımda yaşlarım aralıksız akıyordu. İkinci kata ulaştığımda sesim çıkmıyordu. Üçüncü kata ulaştığımda gözlerim kararıyordu. Dördüncü kata yani bizim kata çıktığımda çocukluğumla karşılaştım. Bana bakıyordu. Evimizin kapısını önünde diz çökmüş ağlamaktan mahvolmuş haliyle gözlerimin içine bakıyordu. Hayır. Hayır. Hayır. Hiç düşünmeden kendimi eve attığımda seslerin geldiği odaya içeriye koştum. Karşılaşacağım her manzara ölümümdü, yok oluşumdu. Daha saatler önce bu evden anneme sarılarak ayrılmıştım şimdi ona bir şey olması mahvediyordu. Bir şey batıyordu kalbime, canım adım attıkça acıyor, her seferinde de voltajı yükseliyordu. Oturma odasına girdiğimde sağlık görevlilerini ve birkaç polis gördüm. Birkaç adım atıp baktıkları yere başımı eğdiğimde korkumla yüzleştim. Şaşkınlığım benliğimi ele geçirirken acı, bütün organlarımı tüketecek kadar şiddetliydi. Titremeye başladığımda nefes alışım zorlaştı. Bağırmak için kendimi zorladığımda bunu yapacak gücüm bile kalmamıştı ağlamaktan. Annemin yanında beliren çocukluğumla kayışlar koptu. Hayatım boyunca atmadığım o çığlığı attım, umutla bekleyen küçük kızın gözleri önünde. "ANNE..."
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitapta? İlk bölümden psikolojinizi bozmaya başladığıma göre diğer bölümlerden korkun derim... Nasıl buldunuz bölümü? Uzun bir aradan sonra tekrardan onları kaleme almanın mutluluğunu anlatamam ama sizler okudukça anlayacaksınız. Evet, final vermiştik ama eksiklerimiz, yarım kalanlarımız vardı o sebeple tekrardan yeni halimizle geldik😁 Ve bu yeni halimizi siz rahatlıkla ulaşın diye buradayız 🤫 Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz? Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz. Instagram/TikTok: izzettcanduman Spotify: İzzetcan Duman Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
|
0% |