23. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 23.BÖLÜM: ZAMAN VE İZ

23.BÖLÜM: ZAMAN VE İZ

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahali kalkın biz geldikk😍

Bu bölümde duygulanabilirsiniz🥺 Sindire Sindire okuyun olur mu.

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Bölüm sonunda görüşürüz🤩

Keyifli Okumalar:')

 

 

 

“Geçmiş, gelecek, zaman, iz... Bunlar hayatın gerçekleriydi. Kaçınılmaz sonlarımızdı.”

 

 

 

3.BÖLÜM

 

 

 

"ZAMAN VE İZ"

 

 

 

Conan Gray - Astronomy

 

Vedalardan kaçamayan çocuktan:

 

Vedaları oldum olası, kendimi bildim bilesi sevmezdim, sevemezdim. Ne kadar çok sevmediysem o kadar çok vedalar yaşamıştım. İstemediğim onlarca vedayı yaşayıp onlarca duygu hissetmek zorunda kalmıştım. Ağlamak istemeyen 5 yaşındaki Bulut babası yüzünden ağlamıştı, kırılmak istemeyen 5 yaşındaki Bulut kırılmıştı, mutlu olmak isteyen Bulut, 5 yaşından sonra asla mutlu olamadı.

 

Peşimi bırakmayan geçmiş, kendini sürekli hatırlan gelecek arasında yaşamaya çalışmıştım. Yaşamak... Ağlamak yaşamak değildi, acı yaşamak değildi, yalnızlık yaşamak değildi, bağırtı yaşamak değildi. Yaşamak neydi? Koşmak, yürümek, eğlenmek ya da gülmek miydi? Yaşamak hiç hissetmediğin duyguları hissetmek miydi?

 

Sıkışıp kalmış olduğum bu hayatta yaşadığımı hissettiğim iki dönem vardı. İkisi de ihanet doluydu. İkisinde de en sevdiğim kişileri kaybetmiştim. Geçmişim geleceğime ağır bir iz bırakırken ya izleyiciydim ya da oyuncu. İstesem de istemesem de kaybetmiştim. Belki kazanırım düşüncesi asla olmamıştı, olamazdı da zaten. Her türlü kaybedecektim çünkü ya kendimden vazgeçecektim ya da sevdiğim, yaşaması için uğraştığım kardeşimden.

 

Tanımadığım o kişilerden alınacak intikam kardeşimin sağlığıydı, yaşamıydı. Eğer ki aksi bir şey olursa bedeli canımdı, canıydı. Seçim yapmak yoktu, eğer seçim varsa yine veda demekti. Zaman vedaları severdi, biz ne kadar sevmesek de.

 

Akıp giden, asla durmayan zamanla savaşamazdık. Zamanın duygusu yoktu, zamanın bir şeylerden vazgeçecek hisleri yoktu, çünkü zaman iz demekti. Geride bırakacağı güzel ya da kötü bir iz...

 

Günler geçmişti o intiharın ardından. Yıllardır ağlayamıyordum, fakat tek dostum diyebildiğim siyahların çocuğunun vedası ağırdı. Her gidişin peşinde bıraktığı iz ağırdı. Siyahların çocuğunun vedası da, annemin vedası da, peri kızımın vedası da ağırdı. Hiçbirine hazır değildim ama o yine de o vedalar olmuştu. Bu sefer kaçamamıştım.

 

Kaçamadığım tek şey vedalardı.

 

Dava günü gelip çatmıştı, bugün buradaki son günümdü. Çıkacaktım, kardeşim ve sevdiğim için. Beni bekleyen dostlarım için. Bu sefer kazanmak için savaşacaktım, çünkü kaybetmeye hiç ihtiyacım yoktu. Zor olacaktı farkındaydım ama şu ana kadar hiçte kolay şeyler yaşamamıştım. Hayatımın mahvolduğu her anı, her saniyeyi tek tek izlemiştim. Kendi hayatımın seyircisi olmuş, kuklası olmuştum. Fakat kendi hayatımda kendim olamamıştım ve kendim olmanın zamanı gelmişti. Oyunculukta, seyircilikte bitmişti, sıra gerçek Bulut' taydı. Ve bu Bulut en acımasız tarafını oynamaktan çekinmeyecekti. Kendisine yapılan bütün acımasızlıkların hesabını elbet soracaktı. Korkma sırası, zamanın değerini anlama sırası onlardaydı. Belki kaybedecektim ama korkarak, saklanarak, kaçarak değil tamamıyla tüm gerçeklerle kaybedecektim. Mutlu olmak için değil, küçüklüğüm için, kardeşim için kazanacaktım, kaybetsem dahi kazanacaktım bunu şimdiden hissediyordum.

 

Paslı kapının açılması ile içeriye gardiyan girdi. Ellerimi kelepçeledi ilk, sonra ise arabaya götürdü. Cezaevi koridorlarından geçerken son geçişim olacaktı, buraya geri dönüşüm eşyalarımı toplamam için olacaktı, biliyordum. Arkamda kapanan her demir kapı geçmişimin anahtarıydı. Kapanan her kapının bir izi vardı. O izlerin zamanı gelmişti. Her saniyeden kaçarken şimdi her saniyeyi tekrardan kazanmak için savaşıyordum.

 

Zaman yine aktı, saniyeler dakikaları kovaladı ve dava bitti. Çıkacağımı bildiğim halde o stresi yaşamıştım. Emre beni çok iyi savunmuştu. Davanın her detayına defalarca kez çalıştığını anlamamak mümkün değildi. Emre'nin gözlerinin içine baktığımda bende ki yalnızlığı, kaçma isteğini, onca ağır yükü görüyordum. Emre'nin baştan beri bu kadar savaşması da benim onda gördüklerimi o da bende görüyordu. Benim gibi zor şartlarla büyüdü ama benden daha iyiydi bu konuda. Başına gelebilecek her şeyin üstesinden geliyordu ve bu ona acı vermiyordu. Katıydı ve katı duvarları vardı. Dışarıdan ne derece soğuk durduğu onu asla ilgilendirmiyordu, ne düşünecekleri de. O sadece Emre olmak için savaşıyordu. Annesine verdiği Emre'yi inşa etmek için savaşıyordu. Kendi gibi çocuklara umut olmak için savaşıyordu, annesinin yaşadıklarını başkaları yaşamasın diye savaşıyordu.

 

Emre'nin gururlu bakışlarını görmek bana iyi gelmişti. Dediğini yapmıştı ve beni ilk davada çıkartmıştı. Suçum sabit görünmediğinden, ortada yeterli delil olmadığından ve benim bir itirafım olmadığından serbest bırakılmıştım. Hukukta susmak demek suçu kabul etmek demekti. Ben yıllardır susarak suçu kabul ediyordum. Evet, ihanet etmiştim, hatta iki kişinin ölümüne sebep olmuştum ama bu ben değildim. Yapmak zorunda olduğum bir şeydi. Eğer yapmasaydım daha kötüleri olacaktı ve bu daha çok can yakacaktı, daha çok canımı yakacaktı. Eğer o iki ölüme onay vermeseydim ölen iki kişi değil daha fazlası olacaktı. Hiçbir suçu olmayan onca masum çocuklar ölecekti. Fakat bunlar beni aklamazdı, çünkü ben suçluydum ne olursa olsun. Fakat kimsenin bilmediği bir sebep daha vardı o ölümü onaylamamda. Ve bu sebep benim şu anda dışarıda olup savaşmamı sağlayacak olan en büyük sebepti.

 

Emre, Aslı ve ben, Emre'nin arabasında ilerliyorduk. İkisinin verdiği büyük savaşın sonucunda tekrardan yan yanaydık. Beni çıkartmak için çok çalışmıştılar. Arabaya bindiğimiz andan beri derin bir sessizlik vardı, kimse konuşamıyordu. Konuşulacak o kadar şey vardı ama biz susuyorduk, ya da susmama izin veriyordular. Aslı'yı incelediğimde uykusuz ve bitkin oluğunu görebiliyordum. Üstündeki ruh hali de bir şeylerin yolunda olmadığını gösteriyordu zaten. Yorgundular biliyorum ama Aslı'nın üstündeki bu yorgunluk başkaydı.

 

"Aslı sen iyi misin?" Yıllar sonra hapisten dışarı çıkıyorum ettiğim teşekkürden sonra ki ilk cümlemin bu olması hiç beklenmiyormuş gibi ikisinin de gözleri kocaman açıldı. Aslı daldığı derin düşüncelerden büyük şaşkınlıkla gözlerimin içine bakarken, Emre'de her fırsatta bakmaya çalışıyordu.

 

"Ben doğru duydum demi Emre," Aslı şaşkınlığını hala atamamıştı ki Emre'den destek istiyordu. Fakat Emre'nin de ondan pek bir farkı yoktu.

 

"Aslı, hayal değil demi, hala yanımızda ve bizimle konuşuyor?" Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Normal bir şekilde konuşmamı bu kadar büyütmelerini anlamış değildim. Yüzümdeki sırıtmayı engellemeye çalışsam da bu hallerini gördükçe kahkaha atasım geliyor.

 

"Canım arkadaşlarım buradayım, sizinleyim, hayal değil ve sizinle konuşmaya çalışıyorum. Ayrıca hem çıkartıp hem de hayal değil demi diye nasıl soruyorsunuz birbirinize." Sırıtarak konuşmaya başladığımda konuşmamın sonunda kızacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Üçümüz aynı anda kahkaha atması ile ortam yumuşadı.

 

"Oğlum seni çok özledik be." Aslı cana yakın tavrına geri döndüğüne göre fabrika ayarlarına da dönmüştü. Yüzünde ki büyüyen o gülümseme de bile acı vardı, kırgınlık vardı.

 

"Harbiden özledik abi, bizden uzun bir süre kaçışın yok haberin olsun." Emre' de geride kalmadan lafını yetiştirdi. Onları özlediğimi hissetmemle içimdeki duyguların tekrardan ve yavaş yavaş gün yüzüne çıkacağını hissettim. Her şeyin bir zamanı vardı ve zaman bu hisleri bana yaklaştırıyordu, yakınıma, yeniden hissetmem için geliyordu.

 

"Bende sizleri çok özledim ve ayrıca asıl sizin benden kaçışınız yok, bunu aklınızın bir köşesine sokun ve sakın oradan çıkarayım demeyin, şimdiden uyarıyorum." Onlara karşılık verdiğimde içimin yumuşadığını fark ettim. Yaşam kendini hatırlatıyordu ve sanki bu sefer benim yanımdaymış gibiydi.

 

"Bize laf mı soktu şimdi bu beyefendi, yoksa ben mi yanlış anlıyorum?" Aslı rolüne her zamanki gibi devam ettirmekte ısrarcıydı. Her seferinde böyle yapardı. Yüzündeki gülümseme ise halinden gayet memnun olduğunu gösteriyordu. Gülümsemesini gördükçe bende güldüm.

 

"Evet, evet gayet de bize laf sokuyor, hemen haddini bildirmeliyiz." Emre'de lafa atladığında bu ortamı tekrardan yaşamanın huzurunu tekrar tekrar içime çektim. Son günkü olaylar beni iyice etkilemişti ama şu an daha iyiydim. Camdan içeriye giren temiz havayı içime çektikçe değişen şeyleri hissettim. Anlam veremiyordum ama bir şeyler değişiyordu.

 

"Hemen haddini bildirmeliyiz Emre, yoksa bu bizim üstümüze çıkar." Aslı ortalığı iyice karıştırmaya devam ediyordu ve durumundan da şikâyetçi değildi.

 

"Kesinlikle katılıyorum Aslı." Emre bu lafa geri kalabilir miydi? Tabii ki de hayır. Hep birlikte güldüğümüzde hepimiz bir, bir yüzlerimize baktık. Hepimizin yaraları vardı ama bizler birbirimizden destek alarak o yaraları kapatmayı başarabiliyorduk. Dostlukta böyle bir şey değil miydi?

 

Bizler her günümüzde yanlarımızda olmaya çalışırdık. Zaman bu kadar değerliyken boşa vakit harcamak yerine birbirimize vakit ayırıyorduk. En güzel günlerimizde de yan yanaydık, en kötü günlerimizde de. Bizler dost değil kardeştik. Birbirimiz için her şeyi yapardık, Emre'nin beni hapisten deli gibi çıkarmaya çalışması gibi ve diğerlerinin ona çok yardımcı olması gibi. Söylemelerine gerek yoktu ama ben birbirlerine beni çıkartmak için deli gibi yardımcı olduklarını biliyordum. Bir daha onların yüzüne baktığımda onca kötü şeye rağmen doğru seçim yapabildiğim için çok mutluydum. O kadar zor şartlarda böyle dostlara, arkadaşlara sahip edindiğim için çok şanslıydım. İşte bu sebeple sizler de:

 

Çok güvendiğiniz insanları bir daha gözden geçirin. Çünkü hiç kimse güvenilir değildir, kendiniz bile.

 

Güven hakkında konuşacak son insan olsam da dahi bu laflarımı asla unutmayın. Güven arkanı döndüğünde seni bıçaklamayan değildir, güven seninle her şeyi yapacak kişide değildir. Güven yok olduğunda yok olacak bir şeyde değildir, çünkü güvenin tanımı yoktur. Güven herkes için bambaşkadır.

 

Güven aynı zaman gibidir. Sabit değildir, sürekli akar gider. Bir anı bir anını tutmaz. Herkeste tanımı farklı olan sayılı bir şeydir güven. Güven, his değildir.

 

Tekrardan Aslı'ya döndüğümde neden bu halde olduğunu hala merak ediyordum. Bir şekilde başarmış konunun üstünü kapatmıştı, o öyle zannediyordu. Bir kes daha yüzüne, gözlerinin içine baktım. O yorgunluğu, yalnızlığı hissettim. "Aslı," gözleri gözlerimi bulduğunda anladı ama kaçmadı, çünkü kaçmak istemedi. "Sen iyi misin, çünkü hiç iyi gözükmüyorsun?"

 

"Değilim ama şimdi değil Bulut, geçekten şimdi değil. Başka zaman konuşalım olur mu?" Yüzündeki gülümseme solduğunda olayın ciddi olduğunu anladım. Kahverengi gözlerinin içine baktığınızda bile anlıyordunuz bütün sancılarını. Ağır bir yük altındaydı, altından kalkamıyordu ama diretiyordu.

 

"Sen nasıl istersen, ben hep buradayım ve hazırım." Bütün benliğimle ona gittim, çünkü buna ihtiyacı vardı. Gözünden akan yaşı hızlıca sildiğinde durumun büyüklüğünü bir kez daha fark ettim.

 

"Teşekkür ederim, iyi ki varsın." Aslı'nın yüzü tekrardan güldüğünde kendimi daha iyi hissetim. Gülümseyerek cevap verdiğimde onun için yeterliydi ama bir kez de sesli olarak dile getirdim. "Rica ederim, sende iyi ki varsın."

 

"Şimdi beni kardeşime götürün onu görmeye ihtiyacım var, onun bana ihtiyacı olduğu gibi." Emre ve Aslı dediklerimden sonra ilk şaşırsalar da sonra normale dönüp destek olmaya kaldıkları yerden devam ettiler. Onları işte bu yüzden çok seviyordum.

 

💦

 

Sohbet ederek yola devam ettiğimizde yılların getirdiği özlemde bize eşlik etmişti. Yıllarca birlikte olsak da bir an bile yan yana olmadığımızda özlem bedenimizi sarardı ve bir sonraki buluşmada konuşulacak onlarca konu bulurdu. Dostluk böyle bir şeyse hep benimle olmalıydı, bencilce bir istek olsa dahi.

 

Araba hastanenin önünde durduğunda derin bir his hissettim. İçimdeki bu hissin ne olduğunu kestiremiyordum. Özlem, yalnızlık, kavuşma, geçmiş, izler ve lekeler... Onlarca his vardı içimde ve bunu tarif edebilecek durumda değildim. Çiçeğim, kardeşim, hayatım şu an önümde duran binanın içindeki bir odada yaşam için mücadele verirken bencilce şeylerden dolayı onu terk etmenin vicdanını yaşıyordum. Yıllardır kendimle birlikte onu da cezalandırırken bunları neden düşünmemiştim ki, şu an düşündüğümde aklanacak, kötü abi olmayacak mıydım? Hayır, ben bencil bir abiydim. Her şeyi onun için yaptığım için bencil ve kötü bir abiydim. Onun canı için, başka canlardan sorumlu olduğum için bencildim. Eğer ki iliklerimiz tutmuş olsaydı bunların hiç biri olmayacaktı ama olmuştu. Ne iliklerimiz tutmuştu ne de onca şey yaşanmıştı.

 

Arabadan indikten sonra bütün yoğun duygularımla yavaş yavaş adımlarımla hastaneye ilerledim. Attığım her adımda geçmişten biz iz, bir an gözlerimin önüne seriliyordu, her geçmiş, her iz, her an ne kadar parçalamaya devam etse de hastaneye ilerledim. Kaçamazdım, kaçmayacaktım. Bu sefer onu terk etmeyecek yüzleşecektim, çünkü buna ihtiyacımız vardı.

 

Gözümden akan gözyaşı hiçbir şekilde umurumda değildi, olamazdı da. Bu sefer istediği kadar dökülebilir, beni parçalayabilirdi. Artık yalan yoktu, oyun yoktu, sır yoktu. Çiçeğimin duyduğu yalanların son günü, gerçeklerimizin ilk günü olacaktı. O da biliyordu durumunu, farkındaydı ama vazgeçmiyordu, umut etmeye devam ediyordu. Yaşadığı hayatın en acımasız tarafını görmesine rağmen yine de yaşamak ve diğer tarafını da hissetmek için savaşıyordu.

 

Hastaneye attığım ilk adımda soğuk bir havayla karşılaştım. Sessizlik ve soğukluk... Hastane danışmanından izin aldıktan sonra merdivenlere yöneldim. Koridorda attığım her adım daha da yaralıyordu, kaç diyordu ama tersini yapmaya devam ediyordum. Çıktığım her merdiven bir şeyleri siliyordu ya da onları arka plana atıyordu. Her adım, her çıkış bir şeylerden vazgeçişti. Bu sefer neyden vazgeçiyordum onu bile bilmiyordum. Merdivenlerle ikinci kata çıktığımda sola uzun koridora döndüm. Yanımdan geçip giden hastalar, umutlar, haykırışlar hepsi bir aradaydı. Burası hayatın acımasız tarafını en güzel gösteren yerlerden sadece bir tanesiydi. Kimseyi rencide etmemek için kafam eğik bir şekilde 398 numaralı odanın önüne yürürdüm.

 

398 çiçeğimin yıllardır olmak istemediği evi, odası, hayatıydı. Yıllardır dört duvar arasında yaşama tutunmak için savaşıyordu, yılmadan usanmadan. 398 numaralı oda onun için umut, hayal, yeni hayat demekti. Buradan çıkacak ve yeni bir hayata uyanacağına inanıyordu. 398 onun geçmişini geleceğe bağlayan bir bağdı. Onun için kaybetmek diye bir seçenek yoktu tek bir seçeneği vardı o da kazanmaktı.

 

Odanın kapısını açıp içeri girmem ile o güzel kokusunu hissettim. Sadece özlediğim o koku gözlerimin bu derecesine dolmasına sebep olduysa bu odadan nasıl çıkacaktım hiçbir fikrim yoktu. İçeriye doğru attığım her adımda onun neden gelmedin sorularıyla yüzleşiyordum. Şu an sesi çıkmıyordu ama benim burada olduğumu hissetmiş gibi derin nefes seslerini duyuyordum. Yatakta uyuyan çiçeğimle karşılaştığımda ise yüzündeki gülümseme huzurunun kanıtlar nitelikteydi. Yavaş adımlara hiç ses çıkarmadan yanındaki koltuğa oturdum ve delik deşik olmuş ellerini avuçlarımın içine aldım. Öptüm, kokladım, tekrardan öptüm. O kokusunu tekrar tekrar defalarca kez içime çektim. Her içime çektiğimde huzur bedenimi sarıyordu, onun inadı da sarıyordu bedenimi. Vazgeçmeyen, pes etmeyen, inadı inat dolu tarafı... Gözümden akan yaşları be sefer umursamıyordum, umursamayacaktım da.

 

Güzel yüzünde ellerimi gezdirdiğimde ise başını ellerime doğru yatırdı. Hissediyordu burada yanı başında olduğumu. Ya yüzleşmeye korkuyordu ya da rüya olduğunu sanıyordu. Sonuçta onu kaderine terk etmiş bir abiydim burada olmamın gerçekliğine inanacak kadar saf değildi. Rüya sanması çok normaldi. Fakat onunda burada gerçekten yanı başında olduğumu anlaması için alnından öptüm ve ona sesledim.

 

"Çiçeğim," yüzündeki o ifade şaşkınlıktı. Gözlerinden aşağıya akan yaşı görünce hemen sildim. "Geldim." Sesimin titremesine takacak durumda değildim, hızlıca toparlanıp ona iyi gelmeyi hedefledim ama bugün ikimiz içinde zorlayıcı olacaktı. Yavaş yavaş gözlerini açan çiçeğim, bu ana inanmak istediğini hissettirmişti. Gözlerini açtığında ve gözlerimiz birbirine odaklanınca ikimizde o an durduk. İkimiz için acı bir şeydi bu yüzleşme ama burada göz gözeydik. Hıçkırıklara boğulduğumuzda ise birbirimize sarıldık.

 

"Abim," hıçkırıklarının arasında bile gerçekliğimi ölçüyordu. Duyduğum sesi, onu hissetmek bambaşkaydı. "Geldin, geldin." Kendini inandırmak için defalarca kez tekrar ediyordu. Ki bu ikimiz içinde inanması zordu.

 

Bizi ilk ayırdıklarında çok küçüktük. Bir savaş, intikam uğruna birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık, birbirimize muhtaç ve özlem dolu büyütüldük. O hastaydı, bana ihtiyacı vardı ama ben onun yanında olamıyordum. Sürekli bizi ayırıyordular. Yanına kaçtığım her günün cezasını bana değil ona, çiçeğime ödetiyordular. Büyük patron öyle istedi diye öyle oluyordu. Yemek yiyeceksem, uyuyacaksam hepsi her şey onun onayından geçmek zorundaydım.

 

Kim olduğunu bilmediğim biri için kim olduğunu bilmediğim kişilerden intikam alacaktım. Tanımadığım onca insanlar için hayatımdan, kardeşimden vazgeçmek zorunda bırakılmıştım. Aklımın her şeye erdiği zamanda ise bende onlara karşı koz kullanmaya başladım. Ben olmadan hiçbir şey yapamıyordular ki bu kadar üstüme titriyordular. Bunu anladığım ilk an buradan hem kendimi hem de kardeşimi kurtarmak için planlar kurdum. Bize yeni bir hayat kurma hayallerini bir, bir gerçeğe döktüm ta ki âşık olup, büyük patronu öğrenene kadar.

 

Âşık olduğum kızın intikam alacağım kişilerden olduğunu öğrendiğimde onu kurtarmanın peşindeydim. Büyük patron, Ahmet Deniz! Âşık olduğum kızın yıllarca babalığını yapmış adam. Gerçekler üstüme geldiğinde kaçmaya çalıştım ama geride bırakmak zorunda kaldığım insanlar ise yaşayacaklarını hak etmiyordular. Benim yok olmam, vazgeçmem demek onların canı, hayatı, sevdikleri demekti. Kısacası ya kendi hayatımı yakacaktım, ya sevdiğim kızın, ya da onlarca masum insanın. Bu hikâyede hiçbir yeri olmayan o insanların.

 

Seçim yapmak gibi bir lüksüm yoktu, ama ben yine de bir seçim yapmış, vazgeçmiştim, kendi hayatımdan ve kardeşimden. En ağırı olanı da bu vazgeçişti.

 

"Seni çok özledim abi," çiçeğim bütün halsizliğine rağmen yine de benimle konuşmaya, özlem gidermeye çalışıyordu fakat onun kendini bu derece yorması kötüydü. "Bir daha sakın gitme ne olur." Sesindeki her tınıdan korku dolu günler geçirdiği, sadece beni düşündüğü belli oluyordu. Her ses tonunda kendimi suçladım. Şimdiye kadar neredeydim ki?

 

"Şşş ben buradayım ve artık hiçbir yere gitmiyorum." Ağlamamız hiç dinmiyordu, gözyaşlarımız her an akmaya devam ediyor yılların hasretini siliyordu. Bu seferki su damlaları geçmişin izini karatıyordu. Çiçeğimin gözleri bir an olsun benden başka bir yere kaymıyordu. Uzun uzun izliyor, uzun uzun da sarılıyordu. Ellerimiz avuçlarımızın içinde, kokularımız burunlarımızda, kalbimiz yerinden çıkacak kadar mutlu, eriyecek kadar üzgündü. Geç kalınmış her kavuşma yara bırakırdı, bizimkinin bırakacağı gibi.

 

"Abi, neden bu kadar geç kaldın?" Çiçeğim elbette bu soruyu bir gün soracaktı ve o gün bugündü. Bu yüzleşme elbet olacaktı, daha fazlada kaçamazdım zaten. Ellerini daha sıkı tuttum, canını acıtmamaya dikkat ederek. Gözlerinin içine baktım, beni aklamak için sebep arayan gözlerine.

 

"Özür dilerim Çiçek, özür dilerim abim, özür dilerim annemin emaneti." Ağlamam şiddetlendiğinde elimi sıkıca tuttu. O da delicesine ağlıyordu, acılarımız çok farklı olsa da en büyük yaramız ortaktı ve bu bizi yıkıyordu. "Seni bu kadar beklettiğim için, o soysuza kandığım için, sana verdiğim sözleri tutamadığım için çok ama çok özür dilerim." Sesim hıçkırıklarımın arasında nasıl çıkıyordu bilmiyordum ama kardeşimin beni anladığını, hissettiğini görebiliyordum. Eliyle gözyaşlarımı sildiğinde elini tekrardan tuttum. İlk öptüm sonra yanağımı eline koydum. Bu temas bizi üzüyor muydu, mutu mu ediyordu bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey vardı o da artık bizim birbirimize gerçek anlamda çok ihtiyacımız vardı.

 

"Abi ağlama daha fazla," ağlayarak söylediği şeyin farkına vardığında göz göze geldik ve gülmeye başladık. Onu daha fazla yoramazdım, bugünlük bu yüzleşme yeterliydi. "Çiçeğim sende ağlama hadi, bak ben ağlamıyorum," hemen gözyaşlarımı sildiğimde direk onunda gözyaşlarını sildim. "Şimdi ben gidiyorum, yine geleceğim, yine konuşacağız ama bugünlük bu kadar tamam mı? Sağlığın daha önemli, ben hep geleceğim." İnanması zordu onun için ama inanmaktan başka yolu yoktu.

 

"Sana inanıyorum abi, en yakın zamanda tekrardan geleceğine güveniyorum. Lütfen çok bekletme!" Sesi istemsizce çıksa da olması gerek buydu. Yanından ayrılmadan önce defalarca kez sarıldık, defalarca kes öptük birbirimizi, defalarca kez ellerimizi tuttuk. Birbirimizi hissettik.

 

Yaklaşık iki saatin sonunda 398 numaralı Çiçek Aras'ın dört duvar olan evinden çıktıktan sonra kendimi direk dışarıya attım. Temiz havayı içime çektiğimde bile rahatlayamıyordum. Aldığım her hava rahatsız ediyordu ve bu rahatsızlığın içinde yaşayacak gücü kendimde bulamıyordum.

 

İntikam istiyordum ama onu gerçekleştirecek gücü bir kazanıyor bir kaybediyordum. Geçmiş beni rahat bırakmıyordu, zaman izlerini bırakmaya devam ediyordu ve ben şimdiden çok yorgun, çok pişmandım.

 

Aslı ve Emre'nin yanına arabaya doğru yürüdüğümde ise hala burada beni bekliyor olmalarına şaşırmış değildim. Bekliyordum böyle bir delilik yapmalarını, çünkü bizler her an birbirimizin yanında olmaya çalışırdık. İkisinin yüzüne baktığımda bana bakışlarını gördüm. Dağılmış olduğum her halimden belli olurdu bunu anlamamak zor değildi. Yüzlerine azarlar şekilde baktıktan sonra kendilerini toparladılar.

 

"Eve mi gidiyoruz Bulut?" Emre arabayı çalıştırmak için ilerken nereye süreceğine dair bilgi istiyordu. Yoruldukları her hallerinden belli oluyordu ama yine de benim yanımda olmaya çalışıyordular. Aslı'da üşümüş olduğunu ellerinin içine üfleyerek göstermiş olmuştu. Sırayla yüzlerine gözlerinin içine baktım.

 

"Siz gidin benim başka bir yere gitmem gerekiyor, siz olmadan." Düşünceli çıkan sesimden sonra karşımda duran ikili şaşkındı.

 

"Nereye gidiyorsun ki biz olmadan?" Aslı, Emre'den önce davranmış merakta kaldığı durumu sormuştu.

 

"Yüzleşmem gereken iki kişi daha var onlara gideceğim." İkisi de anladıklarında birbirlerine baktılar. Doğru olup olmadığını düşünüyordular ama doğrusu buydu. Eğer bugün o yüzleşme olmazsa kendimi her gün suçlayacaktım. Daha fazla uzatmak istemediler çünkü bunun olması gerektiğini her ikisi de biliyordu. Vedalaştıklarında evimin anahtarını verdiler ve sonrada arabaya atlayıp buradan uzaklaştılar.

 

Belki de bu yüzleşme en ağır yüzleşmem olacaktı. Beni paramparça eden, dağıtan, en ağır yüzleşmeydi, bundan hiç şüphem yoktu.

 

💦

 

Duvarlarını kırıp gerçekleri görmeye gelen kızdan:

 

Zaman ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Elimden izlemekten başka hiçbir şey gelmiyor gibi hissetmem ne kadar doğruydu bilmiyordum ama yaptığım buydu. Hiçbir şey yapmak istemediğim bir dönemdeyken bu kadar ağır şeyleri yaşamam ve yaşamak için diretmem ne kadar doğruydu? Kaçtığım onca duygu peşimi bırakmazken hala kaçmaya diretmem ne kadar doğruydu?

 

Bilmiyordum... Bildiğim tek bir şey vardı o da daha fazla acı çekmek istemediğimdi. Fakat buna inanmayı ne kadar çok istersem isteyim acı çekeceğimi inanan tarafım daha ağır basıyordu ve beni boğuyordu. Bu çıkmazın içindeki gerçekler beni boğdukça yoruyordu, yordukça da yaşama isteğimi elimden alıyordu.

 

Hayat yaşamam için her fırsatta zorluyordu. Fakat bende ne istek vardı ne de gayret. Hayatım dediğim insanı kaybettikten sonra yaşam diye bir şey kalmazken üstüne aynı günde, aynı saatte, aynı acıyı çocukluğumun ölümü; babamın gidişi, hayallerimin yok oluşu da eklenince ölüden bir farkım kalmamıştı. Ben kendime bu kadar acırken, insanlar bana bu kadar acırken, babam diye bildiğim adamın bana bu acıyı yüklerken acımaması, gözünün önündeki beni görememesi bile yaralamazken; sevdiğim adamın, kardeşim dediğim dostumun ihaneti çok kötü yaralamıştı.

 

Yara zamanda iz bırakan başroldü. Yaptığı en acımasız ve tek görevi acıtmak, kanatmak, yok edip parçalayıp kül etmekti. Geriye kalan izlerin katilden bir farkı kalmıyordu. Geçmişin ve geleceğin katili zaman, zamanın katili de izler. Şifası olmayan izler.

 

Uçağın camından baktığım eşsiz manzara yol boyunca derin düşüncelere dalmama sebep olmuştu. Kaçtığım her düşünce bir, bir aklıma gelmiş, zihnimi kurcalamıştı. Pilotun iniş anonsu ile daldığım derin düşüncelerden uyandığımda tek uyanan ben değildim. Asya uçağa bindiğimiz ilk andan bu yana uyuyordu. O kadar derin uyumuştu ki bir ara yanında ağladığımı anlamamış ve hissetmemişti.

 

Sadece birkaç dakika sonra kaçtığım İstanbul'a adım atacak, yeni ve bir o kadar yaralayıcı bir o kadar da zor olan yeni serüvene başlayacaktım. Yaşayacaklarımdan bir haberdim ama tek isteğim ağır sonuçlarla karşılaşmamaktı. Annem ve babam gibi çok önem verdiğim birini, birilerini kaybetmeye bir kez daha dayanamazdım.

 

-bizim için çok zor olacak biliyoruz ama dik durmak zorundayız bunu sakın unutma-

 

Ne kadar dik durabilirim ki iç ses? Ne kadar daha ailemle yüzleşmekten kaçacağım, ne kadar daha burada bu şehirde annemle babamın olmayacağını anlayacağım? Galiba da en kötüsü ve zoru kaç defa yüzleşeceğim bütün gerçeklerle? Hiçbir şeye hazır değilim ama bir o kadar da hazır hissetmem ne kadar normal olabilirdi tartışılırdı.

 

-artık normal diye bir şey kalmadı Dila kalan tek şey acı-

 

Acı hayatımızın başrolü olmuşken normal diye bir şey kalmazdı zaten iç ses. Bizim bundan sonra yaşayacaklarımıza bakmaktan başka yolumuz kalmadı. Buraya hayatta kalmak için, daha rahat nefes alabilmek için; yüzleşip iyice körelmiş tarafımı silmek için geldik bunu asla unutmamalı ve yolumuzdan ayrılmadan her şeyi tamamlayıp gitmeliyiz iç ses. Çünkü bura bize hiçbir zaman iyi gelmedi, gelmeyecekte.

 

Her şey sırasıyla gerçekleşmişti. Önce uçaktan inmiş bavullarımızı almak için bagaj kısmına getirildik. Bagaj kısmından 20 dakika için bavullarımızı aldıktan sonra devasa büyüklükteki İstanbul Havalimanından çıkıp ilk boş taksiye atlamış kahvaltı yapmak için bildiğimiz mekânlara ilerliyorduk.

 

Uçaktan indiğim ilk anda buranın havasını hem ne kadar çok özlediğimi hissettim hem de aynı anda ne kadar nefret ettiğimi. Bir şeyden kaçtıkça diğeri peşimden geldiği sürece devam edemeyeceğim için şu an buradaydım. Annemle babam her zaman benimleydiler, elbet onlarla bir gün buluşacaktım ama o güne kadar beni izledikleri yerde mutlu olmaları için benimde mutlu olmam gerekiyordu. Mutlu olabilecek miyim bir fikrim yok ama bunun için çabalayacaktım.

 

Asya, ablası ile konuşmaya çalışıyordu ama ablası telefonu açmıyor sürekli meşgule atıyordu. Abisini aramaya ise hiç niyeti olmadığı için ilk benimle birlikte otele gelecekti, aynı planladığımız gibi. Asya'nın açılmayan telefonlardan dolayı stresli olduğunu anlamamak imkânsız olacağı için sohbet etmeye çalıştım. Belki bir nebze olsun rahatlamasına yardımcı olurdum.

 

"Biraz rahatlar mısın papatyam, bir işi vardır." Sesimin o kadar iç düşüncelerle boğuşmasına rağmen sakin tonda çıkmasının şokunu yaşıyordum. Asya tabii ki de hemen rahatlamamıştı. Hala stresli ve hala deli gibi korkuyordu. Elini tuttum, yüzüne baktım ve gülümsedim. Yeterli değildi ama biraz da olsa yatışmasını sağlayabilirdi.

 

"Bilmiyorum Dila, bilmiyorum." Sesindeki tedirginlik, korktuğu şeyin olmasının düşüncesiydi. Yüzündeki korku, titremesi, ayağını sallaması tamamen korkuydu. Kaybetme korkusu... Ne kadar araları bozuk olsa da sonuçta annesi ölmek üzereyken bu duyguları çok normaldi. Sadece sarıldım, çünkü başka bir şey asla işe yaramazdı.

 

Yavaş yavaş gevşediğinde ise derin bir nefes verdim. İkimiz içinde zor olacaktı farkındaydık. Yaralarımız birbirinden farklı olabilirdi ama aynı yeri kanatıyordu, aynı yerde sızlıyordu. Ne kadar farklı tarzda olsa da yalnızlık korkusu yeteri kadar dağıtabiliyorken, acı, ihanet bunlar duygusuzlaştırıyordu. Artık kolay kolay kanan biri değilim, kolay kolay insanlara güvenen biri de değilim.

 

İnsanlar isteyerek değişmezler, acılar değişmek zorunda bırakır.

 

Ne kadar süre daha sürdü yolculuğumuz bilmiyorum ama İstanbul'un aşina olduğum sokaklarından geçtiğimizde anılar birer birer gözümün önüne geliyordu. Annemle yürüyüşlerimiz, kızlarla spor etkinliklerimiz, babamla didişmelerimiz, baba bildiğim adamla yalan olan çocukluğum, yağmur altında dans...

 

 

Geçmiş mi, gelecek mi diye sorsalar cevabım netti, asla değişmezdi. Ne geçmiş ne de gelecek cevap yoktu. Geçmiş geleceği karattığı sürece de düşüncem asla değişmeyecekti. Geçmiş kapanmayan onca yara demekti, gelecekte o yaraların üstüne yalan bir hayat inşa etmek demekti.

 

Geçmiş, gelecek, zaman, iz... Bunlar hayatın gerçekleriydi. Kaçınılmaz sonlarımızdı.

 

Hiçbir şey yapmaz, hayatımızı düşünmezsek bunların kat kat daha fazlasını yaşayacaktık. Kim isterdi ki yaşarken ölmeyi? Kim isterdi ki onlarca acıyı çekmeyi? Kim isterdi ki sevdikleri insanları kaybetmeyi? Kim isterdi ki sırlarla dolu hayatta savaşmayı?

 

Otele geldiğimizde önceden yaptırdığımız rezervasyonlar için danışma bölüme ilerledik. Kısa süren kontrol sonrasında odalarımıza doğru ilerliyorduk. Ne kadar süre daha burada kalacağımı bilmediğim için şimdilik 1 haftalık tutmuştum odayı. Asya ise ailesinin evine geçeceğini planladığı için bu gecelik benimle kalacaktı. Kimsenin bizim geldiğimizden haberi yoktu. Asya bir ara ablasına söylemeyi düşünmüştü ama beni anlamış ve vazgeçmişti.

 

Asansörden indikten sonra uzun koridora doğru yol almıştık. Geçtiğimiz her oda bir yaşamı temsil ediyordu ve bu her yaşantının içindeki hayat ise ne kadar güzeldi onu asala bilemezdik. O kapı kapandıktan sonraki yaşamı kimse bilmiyordu, kimse neler yaşandığını bilmiyordu. Kapı ne kadar açıksa o kadar hayattan kaçıyorduk, güzel, naif biri oluyorduk ta ki o kapı kapanana kadar. Kapı kapandı, gerçek hayat başladı. Gerçekler ise can acıtmaya devam etti.

 

1764 numaralı odanın kapısında durduğumda hazır olup olmadığımı tekrardan sorguladım. Belki yeri değildi ama pişman olmamak için yeri ve zamanı önemseyemezdim. Derin bir nefes aldım ve burada beni nelerin beklediğini düşündüm. Asya ise sabırlı olmuş ve bana destek vermek için elimi tutmuştu. Derin bir nefes aldığımda ne kadar acı çekeceğimi bir kez daha düşündüm, bir kez daha onları hissettim. Yarım kalan onca şey bir, bir aklımda yer alırken yükledikleri duygu da her seferinde ağırlaşıyordu ve ben karar vermekte zorlanıyordum.

 

-yapmamız gerekiyor Dila-

 

Ya daha da çok kötü olursak, daha da çok üzülürsek iç ses. Bu sefer daha fazla acıyı kaldıramam, daha fazla ağır yük üstlenemem.

 

-eğer yarım olan onca şeyi tamamlamazsak bu düşüncelerden daha ağır basacak Dila-

 

Her türlü ağır şeyler olacak ama burada olması, yarım kalan şeyleri eksik bırakmamayı söylüyorsun iç ses. Kısacası hayatımızı zorlaştır, acılarımızı çoğalt ki sonrasında pişman olma. Haklısın iç ses, hayat yaşamam için zorlarken daha fazla görmezden gelemezdik. Her şeyle yüzleşmek zorundaydık.

 

-hayat bizi her zaman yaralayacakken kaçmak hafifletmeyecekti Dila-

 

Zaten kaçmamıza da izin verilmiyordu iç ses.

 

Nefesimi tuttuğumu uzunca bir süre nefes verdiğimde anladım. Kapalı olan gözlerimi açtığımda elimi tutan Asya'nın canını yaktığımı gördüm. Elini ne kadar çok sıkmıştım farkında değildim. Elimi gevşettiğimde o da kapalı olan gözlerini açtı ve benden bir cevap, bir hareket bekledi. Uzunca düşünmüştüm ve kararımı verdiğimde elimdeki oda kartını kapının önündeki kilit ekranına tuttuğumda kapının açılma sesi geldi. Asya'nın yüzüne yerleşen samimi gülücük beni de rahatlatmaya etki ettiğinde derin nefes alıp içeriye bir adım attım.

 

Gri tonlarda döşetilmiş odanın içine adım attığımda ilk karşılaştığım İstanbul'un eşsiz deniz manzarasını gösteren camlar olmuştu. Sağ tarafa doğru gözlerimi kaydırdığımda çift kişilik yatakla karşılaştım. Üstüne serilen beyaz çarşaflar odaya belirsizlik havası katarak tam da beni yansıtmıştı. Yatağın kenarındaki gri komodinin üstündeki telefon bile bütün odaya zıt bir siyah renkle içimdeki karanlığı yansıtıyordu. Odaya biraz göz gezdirdiğimde çok büyük olmadığını görebiliyordum. Uzunca düşüncelerime ev sahipliği yapacak cam kenarındaki bej deri beyaz koltuğu gördüğüm de içim biraz daha rahatladı. Pek yerleşmeye niyetim yoktu ama bu oda bunun tersini düşündürüyordu. İstemsizce içime sinmesi de bunu gösteriyordu.

 

Banyolarımızı yapmış temizlenmiş bir şekilde otelin restoran bölümünde kahvaltı yapıyorduk. Asya'nın her zamanki gibi çok acıktığını saniyesinde önüne koyulan yemekleri yarılamasında görüyordunuz. Daha kahvaltıya başlayalı yarım saat bile olmamışken Asya yemeğini bitirmek üzereydi. Bense Asya'ya ters saatlerce yemek yiyebilirdim. Ne kadar aç olursam olayım yine de yavaş yavaş tadını çıkartarak yerdim bütün yemeklerimi. Tabii bu ara yediğim yemeklerin tadı tuzu yoktu.

 

"Şimdi ne yapacaksın güneşim?" Asya'nın ağzında yemek varken obur çıkan sesi sırıtmama vesile olsa da hemen toparladım. Yediğim zeytini yuttuktan sonra Asya'nın gözlerinin içine baktım. Cevabı az çok biliyordu ama yine de sormak istemişti.

 

"Bensiz yaşam nasılmış onu gözlemleyeceğim papatyam, tabii öyle bir hayat varsa." Sesimin ne kadar hissiz çıktığını takmayı uzun süredir bırakmıştım. Artık kolay kolay hisler, duygular hissedemezken etrafımda oluşan şeylere isteyerek tepki veremiyordum. Ne kadar gülmeye çalışırsam çalışayım her zaman eksik olan diğer tarafı sonuna kadar hissediyordum. "Sen neler yapacaksın?"

 

"Bilmiyorum güneşim, bilmiyorum. Anneme gitmek istiyorum ama yapabilir miyim hiçbir fikrim yok." Yüzleşmekten tek korkan ben değildim. Asya'da ne yapacağını bilemediği bir durumun içindeydi. Fizikselde ruhsal da Asya'nın kendinde olmadığını hissediyordum. Annesiyle güzel bir ilişkileri olmayabilirdi ama değerliydi. Her anne gibi onunda annesi değerliydi.

 

"Zor olacak ikimiz içinde bunu çok iyi biliyorum," istemsiz titreyen sesim bütün gerçekliğiyle Asya'nın suratına çarptığında afalladı. Masanın üstünde duran Asya'nın elini tuttuğumda gözünden akan damlayı gördüm. Hemen diğer eliyle silse de görmüştüm. "Ben her zaman seninleyim, yanı başındayım. Ne zaman ihtiyacın olursa da, hiçbir zaman ihtiyaç duymasan da benim varlığımın seninle olduğunu bil olur mu? Bil ki bende senden güç alabileyim." Asya'dan sonra akan gözyaşlarımız kahvaltımıza ne kadar güzel eşlik etse de ben silmedim. Artık bir şeyler kaçmak yerine o an onunla yüzleşmek için savaşacaktım. Bu benim için olması gereken en önemli karardı. Uygulaması da öyle tabii...

 

"O nasıl söz öyle Dila, tabii ki de her zaman seninleyim başımıza ne gelirse gelsin senden daha önemli değil." Ne dediğinin farkında mıydı? Bu kadar ağır cümleyi kururken iç savaşı bunu onaylamış mıydı? Benden önemli tabii ki de önce hayatı sonrasında annesi vardı. Her şeye rağmen annesi vardı, onu benden değersiz görmemeliydi.

 

"Öyle deme Asya, annen öyle durumdayken bu tarz cümleler kurma, lütfen!" Sesli ağlamasam da durmayan gözyaşlarımız cümlelerimi söylememe meydan okuyordu. Nefes almamda zorluk çıkarsa da bir, bir doğruları söyleyebilmiştim. Asya'nın ilk başta yüzü düşse de neler düşündüğünü anlayabiliyordum.

 

"Annem değersiz değil ki Dila, annem benim için farklı bir duygu hissettirmedi hiçbir zaman ama ben onu her haliyle sevdim. Biliyorsun ki hep, her zaman sevdim. Şimdi de ondan vazgeçmiş değilim, ya da değersiz hissetmiyorum. Sadece hasta olduğunu ve beni terk etmek durumunda olduğunu kabullenmek istemiyorum, akan gözyaşları konuşmasını zorlasa da yine de devam etti. "Çok ağır onun gidişini kabullenmek." Elleriyle yüzünü kapattığında sessizce ağlamaya başlamıştı. Gözlerimin önünde yanıyordu ve bunu görmek çok zordu, çok ağırdı. Benimle aynı duyguları hissetmesini istemediğim halde duyguların sınırında yüzüyordu.

 

Ayağa kalkıp yanına gittim. Yanında diz çöktüğümde ona su uzattım. "Hadi iç bunu." Gömdüğü kafasını kaldırdıktan sonra elimdeki bardağı aldı ve suyu içmeye çalıştı. Zordu suyu içmesi onu yatıştıracaktı. Suyu içtikten sonra birbirimize sarıldık. Bu sarılma burada ilk olabilirdi ama daha çok birbirimize sarılacaktık. Gözyaşlarımızı sildikten sonra kahvaltımıza kaldığımız yerden devam ettik. Bu sefer güzel şeylerden sohbet ederek kahvaltımızın devamını bitirdik. Hesabı ödedikten sonra otelden çıktık.

 

Peki, yediğimiz her lokma boğazımızdan mı geçiyordu?

 

Asya ablasıyla buluşmak için bende bensiz yaşamı görmek için ayrıldığımızda uzun zaman sonra burada yalnızdık. Ben her sene gelsem de hiçbir şekilde bu kadar uzun kalmamıştım. Her sene aynı günde buraya gelmiş annemle babamla dertleşip kimseye görünmeden, hissettirmeden geri gitmiştim. Fakat şu an ki attığım her adımın sonunda karşılaşacağım şeylerden çok korkuyordum. Ya bensiz mutluysalar düşüncesi beni bitiriyordu.

 

Sadece bir düşünce bunu yapabiliyorsa gerçek olduğunu görmek neler yapardı bilmiyordum. Karşılaşacağım her şeyden de çok korkuyordum.

 

Bilinmezliğin içinde bütün duygularımla kaybolmuşken tek hissettiğim duygunun korku olması yerle bir ediyordu.

 

Tanıdığım, aşina olduğum yerlerde attığım her adımda aklıma güzel anılarım geliyordu. Evet, bir zamanlar bende çok mutluydum diyorum. Hiç böyle dertlerim ve böyle ağır korku dolu acılarım yoktu. Keşke o zamanlarda takılı kalabilseydim dediğim on binlerce anın içindeydim. Tanıdığım birileriyle karşılaşmayı hiçbir şekilde hazır değildim. Bugün sadece uzaktan izlemek istiyordum. Bensiz, annemsiz, babamsız nasıl yaşıyordular ya da yaşamaya çalışıyordular görmem lazımdı.

 

Bazı acılar gördükçe dinerdi ama ben gördükçe alevlenen acılara sahiptim.

 

Çok kısa bir yolculuk sonrası anneannemlerin evinin olduğu sokağa girmiştim. Yavaş adımlarla kendimi belli etmeden yürümeye başladığımda bu sokaklarda koşuşturduğum zamanlar gözümün önüne gelmeye başladı. Kaç yaşında olduğumu bile bilmediğim eğlendiğim o günler artık anılardan ibaretti. O zamanlar o yaştayken o günlerde kalmak isteyeceğim hiçbir zaman aklımdan geçmezdi, fakat öyle olsaydı ben babamı öğrenemeyecektim. Hayatım bile başlı başına kararsızken beni kararlı olmak zorunda bırakması çok saçmaydı.

 

Yanımdan geçen kişilerin beni tanımamasını çok istiyordum eğer beni görüp tanırsalar anneanneme bunu söylemeden durmayacaklardı. Kadını bir anda şoka uğratmamaları için benim çok dikkatli olmam gerekiyordu. Çocukluğumun sokaklarından birer birer adım attıkça sırtımda bir el hissediyordum. Bu güçlü ellerin sahibi bana güç veren çocukluğumdu. Burada olmamın en büyük sebebi...

 

Anneannemin evi gözüktüğünde kalp atışlarım daha da hızlı atmaya başladı. Bugünün cumartesi olmasından dolayı aile buluşması vardı. Çoğu haftalarda her cumartesi anneannemlerde toplanır ailecek vakit geçirirdik. Büyük ihtimalle teyzemde, dayımda, kuzenlerimde buradaydı. Eksik olan iki kişi dışında; annem ve ben...

 

Bahçeyi gören kör noktaya geçtiğimde gülüşme sesleri kulaklarımı doldurmaya başlamıştı. Böyle bir manzara görmeyi beklemiyordum ama her haliyle çok kırmıştı, yaralamıştı. Bizsiz de bu derece gülebileceklerini görmek, o ana şahit olmak ihanetmiş gibi geliyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranınca gülünebilseydi ben en başından beri güler ve mutlu olabilirdim. Ama beni buraya sürükleyen yarım kalmışlık hissi, çocukluğum, yüzleşmeler varken içten bir şekilde gülemiyorduk. Fakat hayat bana gülmenin bile acımasızlığını göstermişti.

 

Her gülümsenin içindeki acıyı bilen tek şey yine o gülümsemeydi.

 

Yaz ayı bitmişti ama Ekim soğukluğunu hala göstermemişti. Havaların güzel olması anneannemlerin işine yaramış olduğu gördüğüm manzaradan belli oluyordu. Gözümden akan yaşı hissettiğimde hafif bir tebessüm ettim. Onları bu kadar yıl sonra tekrardan görmek ister istemez etkilemişti. Kanayan her tarafım, zamanın bıraktığı onca iz yine de özletmişti. Seven insan özlüyordu, hatırlayan insan özlüyordu. Bura hapis olmuş duygularımı gün yüzüne çıkartmaya ilk andan başlamıştı ve durmaya da hiç niyeti yok gibiydi.

 

Mangalın başında et pişiren dayımı gördüğüm kirli sakallarının durmadığını gördüm. Dayım oldu olası sakal bırakmayı çok sevmişti. Onu ne zaman sakalsız gördüysem asla tanıyamazdım. Fakat dayımı ne zaman sakalsız görsem annemle babamın cenazesi aklıma gelecekti. Aklımdan çıkmasa da daha keskin hatlarla hatırlatacaktı kendini. Çünkü sakallarını kesmeyen dayım, o gün sakallarını kesmişti. Sakallarını kestiği yetmezmiş gibi kestiği sakallarını da annemin mezarını eşip bırakmıştı. Belki onun için vedanın simgesiydi. Ya da anneme annemin sevdiği özelliğiyle veda etmişti. Gözümden akan yaşları durduramayacağımı anladığımda onları gözlemlemeye devam ettim.

 

Teyzem, Elif'le birlikte masaya bir şeyler taşıyordu. İkisinin de yüzleri gülüyordu. Sohbet ederek anne kız masayı hazırlamaya devam ediyorlardı. Benim bir daha yapamayacağım etkinliği yapıyordular. Yengem hem küçüklerin peşinde koşuyordu, hem de büyük oğullarına sesleniyordu. Babalarına yardım etmeleri için yüzü bu tarafa döndü. Kendimi son anda sakladığımda beni fark etmesinden kaçtım. Az daha yakalanacaktım.

 

Gözlerimden akan yaşlarla birlikte hayran hayran onları izlemeye devam ettiğim esnada içeriden anneannem çıktı. Anneannemi görmek birkaç adım geriye sendelememe sebep oldu. Annemin bu kadar anneanneme benzemesi beni daha fazla yaralamak için miydi?

 

Anneannemin de ortama girmesi ilen şen kahkahalar arttı. Ailece eğlenmeye devam ettiklerinde ha biz varmışız dedim ha da yokmuş onlar hayata kaldıkları yerden devam ediyordular. Ne kadar çok tersini düşünsem de gördüklerim her birini tek tek siliyordu inancımdan. Artık hayatın bizimle var olduğu düşüncesinden tamamen çıkmıştım.

 

Hayat, zaman bizi umursamazken biz neden bu kadar fazla hayatı ve zamanı umursuyorduk. Bir süreye sabit kalıp kendimizi sınırlıyorduk ki? Saniyelerimizin şansını bilmediğimiz için her saniyeyi en güzel şekilde yaşamamız gerekirken her anını batırmakta bizim işimizdi.

 

Hayat kaldığı yerden devam etmiyordu, ettirmek zorunda olduğuna inandırmak için bizleri bahane ediyordu ya da biz kendimize bir kalıp arıyorduk, savunmak için.

 

Masaya oturduklarında bile gülümsemeleri hiç eksik olmamıştı. Sadece birkaç ay öncesinde geldiğim bu yerde daha faza kalmamakta doğru karar verdiğimi hissediyordum. Her gelişimde kimseyle yüz yüze gelmemek en doğru karardı galiba. Ben yaşama tutunmaya çalıştıkça kaybederken, kazanan onca kişiyi gördükçe kendimi zayıf görüyordum. Demek ki başarılıyormuş başaramayan bendim. Yapamayan, acımı gömemeyen bendim. Değişemeyen, değişmek zorunda kalan ben değildim. Ben tek bir anda takılı kalan ve o anda hayatının anlamlarıyla birlikte ölen kişiydim. Bedenim istediği kadar yaşamsal fonksiyonlar göstersin ruhum, ölüden bir farkı yoktu.

 

Ölmüş bir ruh, yaşamaya direten beden...

 

Sohbetlerinde bile ismimiz geçmezken buraya ne umuduyla gelmiştim ki? Biliyordum böyle olacağını ama asla inanmak istememiştim. Ben hayatın bir şekilde devam ettiğine inanmak istememiştim. Bizsiz de hayat olabiliyormuş demek ki.

 

Daha fazla orada kalmak istemediğim için hızlıca terk ettim orayı. Buradan ilk çocukluğum geçti, peşinden gelen gençliğim, onun peşinden gelen annemin son görüntüsü. Yavaşça terk ediyordum şimdi de. Bulduğum ilk taksiye atlayarak da izimi belli etmeden yok olmuştum tekrardan.

 

Taksinin camını açtığımda buranın yoğun boğucu kokusunu tekrar tekrar içime çektim. Yoruyordu bu hava ama yine de özlemiştim. Koşuşturma içinde olmayı, akşam keyiflerimi, eğlencelerimi özlüyordum. Evet, bu şehir iyi gelmiyordu ama kötüde değildi. Mutlu olduğum her dönem için çok güzeldi. Tüm sahteliğine rağmen...

 

Babaanneme doğru yol alan taksicinin açtığı şarkı ruhumu dinlendiriyordu. Gözümden yaş eksik değildi. Hala aşamamıştım o görüntüleri. Hala anlamak istemiyordum. Eğer anlarsam kendime ihanet edecektim ya da annemle babama. Her şeyiyle ağır olan yükümü sırtlanıp göreceğimi bildiğim manzara için yılmadan devam ettim. Korkuyordum ama korkumun bana bir faydası yoktu. Buraya gelirken de bunları göze alarak gelmiştim. Şimdi kaçma düşüncesi çok tersti ve böyle bir düşüncem de yoktu. Olsaydı da kaçmaktan vazgeçerdim, çünkü annemle babam böyle olmasını isterdi. Acı çekeceğimi bildikleri halde gerçekleri görmemi isterdiler. Gerçekler acıtacaktı ama kendime de getirecekti.

 

Ne kadar süredir derin düşünceler içinde olduğumu bilmiyordum. Fakat çalan şarkının değiştiğinden de anlaşılacağı üzere uzun zamandır sessiz ve derin düşünceler içindeydim. İçimdeki karanlık aydınlanmadıkça da derin düşüncelerle savaşmaya devam edecektim. En ağır şeyi yaşayacak dahi olsam da içimdeki karanlık yılmama izin vermiyordu, onunla savaşmam için diretiyordu. Taksimetreye dalan gözlerim ise fiyatı görünce büyüdü. Geçirdiğim şokla kendime geldiğimde ağzımdan istemsizce kaçan, "Yuh!" olunca ister istemez utandım. Taksi şoförünün de gözlerinin büyümesi ve geçirdiği şokla aynadan bana bakınca yanaklarımın kızardığını iliklerime kadar hissettim.

 

"Hanımefendi eğer paranız yoksa burada indireyim?" Şoförün ne kadar paragöz olduğunu düşünmeye başlasam haklı olur muydum? Evet, gördüğüm fiyat çoktu ama ödemeyecek kadar değildi. Şoförün çıkan tiz sesi cevap beklediğinin habercisiydi. Hiç konuşmak istemesem de cevap vermek zorundaydım.

 

"Hayır, param var devam edebiliriz." Rahatça nefes veren kişinin tek ben olmadığımı şoförün verdiği derin nefesten anlamıştım. Karşılaştığım bu manzara beni ne kadar şaşırtırsa şaşırtsın yaşadığım utancı asla unutmayacaktım. Açık olan camda temiz hava almaya devam ettiğimde yola devam ettik. Az kaldığı için çokta sıkıntı etmedim ve yola rahatsız olarak devam ettim. Yaptığım şeyi hatırladıkça her seferinde daha da fazla utanıyordum.

 

Telefonuma gelen bildirimle yerimden irkildim. Elimde tuttuğum telefonun ekranına baktığımda Asya'nın mesaj attığını gördüm.

 

*Ablama hala ulaşamıyorum ve bu beni çok korkutuyor. Önceden telefonu çalıyordu ama şimdi o da çalmıyor. Abimle konuşmayı hiç istemiyorum ama galiba buna mecburum. Aman sen beni boş ver, ne yaptın papatyam?*

 

Annesine bir şey olacak diye çok korktuğunu gözlerimle görmek, kalbimle hissetmek canımı yakıyordu. Elimden bir şeyin gelmemesi de çok can yakıcıydı ama en kötüsü papatyamın, Asya'mın her gün bu korkuyla gözlerimin önünde erimesiydi. Evet, ben hiç bilmediğim bir zamanda yaşadım bu korkuyu, gerçekleştiğinde ise her gün yanıp yok oldum ama Asya öyle değildi. Daha annesi gitmemişti o yüzden onun veda etme gibi bir şansı vardı. Bir tarafım buna sevinse de diğer tarafım bunun bencilce olduğu ne kadar berbat bir şey olduğunu söylüyordu. Elimde tuttuğum telefonu daha sıkı kavrayıp mesajına dönüş yaptım.

 

*Anneannemlerin bizsiz yaşamlarını gördüm şimdi de babaannemlerin bizsiz yaşamlarını görmeye gidiyorum. Çok geçmeden onu da görürüm zaten. Şarjı bitmiştir ablanın yoksa böyle yapmaz sende biliyorsun. Takma abinin diyeceklerini zorunda olmasan aramazdın. Geç kalmadan ara papatyam.*

 

Asya'nın onaylayan geri mesajından sonra bende telefonu kapatıp nereye geldiğimi görmek için camdan dışarıya baktım. Havaların hafiften kötüleşmeye başladığı sonbaharın geldiğinin göstergesiyken hissettirdiği yağmur duygusu ise tespitiydi. Babaannemlerim sokağına dönen taksinin daha fazla ileri gitmemesi için durdurdum. Taksimetrede gözüken yüksek miktardaki ücreti öderken ne kadar içim yandığını asla anlatamazdım. İşte o zaman araba sürmenin değerini bir kes daha anladım.

 

Parkın yanında duran taksi sanki buranın beni dağıtacağının habercisi gibiydi. Taksi sokaktan çıkıp uzaklaşırken ben hala olduğum yerde parkta oynayan çocuklara bakıyordum. İçimdeki yarım kalmışlık hissi tekrardan etrafımı sardığında babamla parkta oynayamayan küçük Dila, gözlerimin önüne geldi. Neden böyle oldu diyen bakışları içimi kanattıkça kanıttı. Sadece küçük çift yeşil gözlerin anlamanı bilmediği ama hissettiği masum bakışlar...

 

Gözümden akan yaşların daha erken olduğunu söyleyen iç sesimi terk ettikten sonra yavaş adımlarla göreceğim gerçekler için sessizce ilerledim. Az çok neyle karşılaşacağımı biliyordum ama gözlerimle görmeden inanmak istemiyordum. İçimdeki o umut beni inandırmamak için diretmeye devam ediyordu. Onca şeye rağmen hala buralarda olduğumu düşündüğümde bedenim titredi. Bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldar gibiydi. Burada olmam hata mıydı ki?

 

-hataysa bile gerçekler için o hatayı işlemeye değerdi Dila-

 

Her türlü canımız yanacaktı zaten iç ses. Buradayız, kaçmıyoruz ve hataysa da hata o yoldan devam ediyoruz. Bunu borçlu olduğumuz anneme, babama ve çocuklum için yapıyoruz.

 

-çocukluğun için burada annenle baban için gerçekleri görmeye borçluyuz-

 

Babaannemin evi görüş alanıma girdiğinde herkesin burada olmasını diledim. Evi görebileceğim yere doğru ilerlerken evin önünde duran araba ile şaşkına uğradım. Hızlıca kendimi bir arabanın arkasına saklanırken kimin geldiğini görmek içinde kafamı ileri doğru çıkardım. Arabayı kimin sürdüğünü hala görememiştim. Araba park edildikten sonra kapıları açıldı. Kalbimin bu denli hızlı atmasına asla anlam veremesem de izlemeye devam ettim. Açılan kapılardan ilk inen halam oldu. Peşinden inenler ise ailesiydi. Hepsinin yüzündeki gülümsemeler beni derinden etkilese de buna hazırlıklı olmadığımı bir kez daha hissettim. Ne kadar hazır hissetsem de asla hazır değilmişim.

 

Eve doğru ilerlediklerinde hızlı adımlarla rahat göreceğim bir alana geçtim. Şu an evin giriş kapısını ve oturma odasını çok rahat bir şekilde görüyordum. Kapıyı açan babaannemi gördüğümde gözlerimin önüne tekrardan babamın yüzü geldi. Annesinin kopyası olan babam beni terk etmişti ama babaannemi her gördüğüm saniye de bana hissettirdiği acının tarifi yoktu. Babaannemi her gördüğümde aklımda gitmeyecek o an, anneannemi her gördüğümde aklıma gelecek anla aynıydı.

 

Gülümseyerek kızını eve davet eden babaannemim kalbimde ki zamanı deşmeye bırakılan yerden devam etti. Kalbimdeki yarayı iyileştirmesi gereken ailem kanatmaya, deşmeye yemin etmişler gibi devam ettiler. Haberleri olmasa da beni paramparça ettiler. İçimdeki umudu söndürdüler.

 

Çok geçmeden içeriye geçen halam ve ailesi ailevi ortama girdiler. Yine eksik olan bizler... Camdan gördüklerim beni hayal kırıklığını uğratmaya devam ediyordu. Halam babasına sarılmıştı. Kuzenlerim birbirleriyle didişiyordu. Ailevi ortam dediğimde buydu zaten.

 

Babama sarılamadığım günler aklımı kurcaladığında gözümden akan yaşların hızlandığını hissettim. Ben babama doya doya sarılamamıştım ki. Bu haksızlıktı. Ben babamla zamanlar geçirememiştim ki. Ben babamı bulamamıştım ki. Baba aşkıyla tutuşan küçük kız, babasını bulduğunda kaybetti. İşte o an gerçek anlamda büyüdü.

 

Babama doya doya sarıldığım an cansız, soğuk bedeni olmamalıydı.

 

Babamla geçireceğim zamanları yarın diyerek ertelemiştim ki asıl haksızlık babamaydı ve bunu da ben yapmıştım.

 

Âşık olduğum o adamı kaybettiğimde anladım değerini ve bu dönüşü olmayan bir yoldu.

 

Üstüne atılan toprağı gördüğümde ise büyüyen çocukluğum, büyümüş ama ölü olan bedenim, bütün hayallerim, yaşama olan sevincim bir, bir öldüler ve sancılı bir şekilde terk ettiler bu bedeni. Yaşayan ölüye çevrildiğim acımasızlığı ben kendi ellerimle yaptım, kendime acımadan.

 

Çocukluğunu kendi elleriyle öldüren bana ne denmeliydi?

 

Acımasız, zalim, Azrail...

 

Yavaştan kurulan yemek sofrasını gördüğümde burada ne kadar süredir ayakta olduğumu bilmiyordum. Saatler olmuş muydu onun hakkında dair bir fikrim yoktu. Tek bildiğim uğradığım büyük hayal kırıklığıydı.

 

Halamın yardımıyla sofra kuruldu. Yavaşça sofraya kurulan Özkaya ailesi eksik bir şeyler yokmuş gibi gülümsemeye, eğlenmeye devam ettiler. Büyük bir şey beklemiyordum kabul ediyorum ama bir kez olsun yüzleri hiç düşmemişti. Beni hiç mi merak etmediler? Oğullarını hiç mi değer vermediler? Ben çok mu şey bekliyordum?

 

Bilinmezliğimde kaç defa daha kaybolacağımı dahi bilmezken onlarca sorunun cevabını nasıl bilebilirdim ki. Hayata devam etmelerini bekliyordum ama hiçbir şey olmamış tavırlarını beklemiyordum. Ben hayata kaldığım yerden devam edebilmek için çok uğraştığım halde yapamazken onların yapması beni dağıtmıştı.

 

Tekrardan Özkaya ailesine baktığımda orada bir yerde hiçbir şekilde yerimin olmadığını hissettim. Zaten hiçbir zamanda oraya ait olmamıştım. Babam olmuştu. Çok istediğim o adamı tanıdığımda ise her şey için çok geç kalınmıştı. Zaman yine beklememiş yaralayıcı izleriyle parçalayıp devam etmişti. Ne hale geleceğimi umursamadan, nasıl yaşama gücümü bulacağımı takmadan devam etmişti.

 

Gerçi zaman bile bizleri önemsemiyorken bir kişiye verdiğimiz onca duyguların ne kadar gereksiz olduğunu anladığımda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.

 

Daha fazla orada durmadım ve hızlı adımlarla uzaklaştım ait olmadığım o evden. Parka doğru geldiğimde hala oynayan çocuklara baktım. Hayatı en güzel yaşayan tek onlardı. Büyüdüklerinde bunun kıymetini çok iyi anlayacaklardı. 27 yaşında olmama rağmen çocukluğumda kalmayı yeğlerdim. 5 sene öncesini bile istemiyordum. Çocukluğumda istediğim tek şey babamdı.

 

Sahile doğru inen patikaya ilerlediğimde çok kötü durumdaydım. Ruhen çok yıpratıcı bir gündü. Uzun süredir fiziksel olarak iyi görünmeye çalışsam da hiçbir zaman ruhen iyi olamamıştım. Önümde duran markete girdiğimde hiç benlik olmayan bir şey yaptım. Sigara tüketmeyen ben babamın içtiği o sigarı paketini alıp çıktım oradan. Sahile indiğimde yanında aldığım çakmak ile bir dal yaktım. İlk içime çektiğim dumanda boğulacak gibi olsam da vazgeçmedim.

 

Babamın nasıl içtiğini hatırladım. Nasıl usulca içtiğini bir, bir hatırladım. Gözümden akan yaşları umursamadan babam gibi içmeyi denediğimde başardım. Hızlı adımlarla mezarlığa ilerliyordum. Sahil tarafından gidersem daha yakındı. İçtiğim dalın bitmesi ile ikinci bir dal daha yaktım. Ne kadar zararlı olacağını bildiğim halde vazgeçmeyip devam ettim içmeye. Telefonumdan gelen bildirimle irkilsem de bakmak istemedim. En son Asya'ya mezarlığa gittiğimi yazmıştım sigara paketini alırken.

 

Mezarlığa yaklaştıkça daha da ağırlaşıyordum. Havalar iyice bozmuştu. Gözüme annemle babamın mezarı iliştiğinde şaşıracak başka bir şey daha gördüm. Mezarın başında biri vardı. Arkası dönük olduğu için tam anlamıyordum kim olduğunu. Mezarlığa yaklaştığımda tanıdık gelen ses ile yıkılmıştım.

 

Balığım şuan burada mezarlıktaydı.

 

 

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa...

Bir bölümün daha sonuna geldik canolarrrr🥺 Çok derin bir bölümdü, Dila'nın yüzleştiği gerçekler çok ağırdı. Hayat onu bu derece zorlarken aile bildiklerinin onları unutması ve hayatlarına devam etmeleri çok yaralayıcıydı😭

Bulut'un yaşadığı çıkmaz onu zorladıkça daha da zorluyor. Kardeşi için savaştığı bu yolda aşık olduğu kızı kaybetti. Ne kadar saklanan gerçekler olsa da arada bir ihanet var ve bu onların duygularının önünü geçiyor. Bakalım ilerleye bölümlerde neler olacak?

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce Dila artık ne yapacak?

Bulut'un o mezarlığa gitmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Kitappad: izzetcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Önümüzdeki hafta bayram tatili olduğu içim bölüm gelmeyecektir 🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

 

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 11.01.2025 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...