24. Bölüm
İzzetcan Duman / ÇIKMAZ SOKAK / 24.BÖLÜM: SEVDİM, SEVİLMEK İSTEDİM

24.BÖLÜM: SEVDİM, SEVİLMEK İSTEDİM

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahalii kalkın biz geldikkk 🫡

Bu bölümde yan karakterimize değiniyoruz o yüzden pür dikkat okuyun olur mu?

Ben yine uyarayım da, yine duygusal bir bölüm sindirerek okuyunuz. Bölüm sonunda görüşmek üzere.

Oy vermeyi ve beğenmeyi unutmayın😍

Keyifli Okumalar:')

 

"Sevgi yıpratırdı. Sevgisizlik öldürürdü."

 

4.BÖLÜM

 

"SEVDİM, SEVİLMEK İSTEDİM"

 

Sezen Aksu – Unuttun Mu Beni

 

Sevgisizliğin içinde çırpınan kızdan:

 

Sevgiye aç büyüyen bir çocuk...

 

İlgisiz bırakılan bir çocuk...

 

Hayaller kuran bir çocuk...

 

Oyun oynamak isteyen bir çocuk...

 

Kız olduğu için ayırt edilen çocuk...

 

En fazla ne isterdi ki?

 

Çocuklar ailelerini seçemiyorken, aileler çocuğu isterken neden bu kadar acımasızdılar. Küçük bir çocuğa sahip olduktan sonra yeterli sevgiyi neden vermezdi ki bir aile? Sonuçta çocuğu yapmak isteyende onlardı, sahip olmak isteyen de. Hiçbir suçu olmayan onlarca çocuğu neden bu dünyaya getirmek isterler ki? Madem sevgi vermeyeceksin çocuk sahibi olmak niye istiyorsun?

 

Sevgi yıpratırdı.

 

Sevgisizlik öldürürdü.

 

Annem ya da babamdan ne zaman sevgi gördüğümü hiçbir zaman hatırlamıyordum. Fakat ne zaman sevgisizlik gördüğümü, ne kadar ilgisiz bırakıldığımı, ne kadar çok hayallerimin yıkıldığını saniyesine kadar hatırlıyordum. Küçük bir çocukken de aynı Asya'ydım, 27 yaşında da aynı Asya'ydım. Değişen hiçbir şey olmadı koca 27 senede. Ailem hala beni sevmiyor, sevdiğim adam beni sevmiyor, abim hala bizden ayrı tutuluyor ve sayamayacağım birçok şey daha.

 

Oldum olası hep kendimi sevdirmenin peşindeydim. Beni sevsinler diye elimden ne geliyorsa her seferinde yılmadan, usanmadan yaptım. 7 yaşındayken de yaptım, 10 yaşındayken de yaptım, 18 yaşındayken de yaptım, 27 yaşındayım ve hala yapıyorum. Bir insan hiç mi pes etmezdi?

 

Etmiyordu, eğer bir gram sevgi göreceğini hissediyorsa asla pes etmiyordu.

 

Çocukluğum arkadaşlarıma yaranmaya, aileme yaranmaya çalışmakla geçmişti. Abim ne yaparsa yapsın hor görülmezken biz ablamla sadece otursak bile suçtu sanki. Bizden istenilen yaşarken yok olmamızdı. Zaten bizim bir şey yapmamıza gerek yoktu ne annem bizi görüyordu ne de babam. Abim desen bize artistlik taslamanın sefasını sürüyordu. Bizimle dalga geçer bütün işlerini bize yaptırırdı. Bütün işlerini yapmamıza rağmen o bile sevmemişti bizi.

 

Hayatımızı onlara göre şekillendirmektense çok çabalayıp kendi hayatımızı kendimiz yazmak için çok direndik ablamla. İlk ablam başardı, avukat oldu. Her şeye rağmen onu seven arkadaş grubuna sahipti. Bense sadece Dila'ya sahiptim. Bu zamana kadar onca kişiyle tanışmışımdır ama kimse Dila'nın yerini tutamadı.

 

Annem beni sevmezdi ama Dila'nın annesi Songül abla severdi. Dila'ya bir şey mi aldı aynısından bana da alırdı. Birlikte gezer birlikte eğlenirdik. Benim annem vardı ama yoktu. Hiçbir zaman anne sevgisini hissedemezken Songül ablada o hissi her zerresine kadar hissediyordum.

 

Öldüğünü öğrendiğimde çok yıkılmıştım ama o dönem yaşadığım bunalımdan dolayı tepkimi gösterememiştim. Yaşadığım zor şeyin psikolojisinden çıkamamışken daha da ağır şeylerle karşılaşınca hiç kendime gelemedim. Kendimi adam akıllı topladığımda da bir anda kendimi İtalya'da yaşarken buldum.

 

Yaşamaya çalıştığımız 5 sene bize iyi geldi mi hiç bilmiyordum ama birbirimize olan bakış açılarımızı değiştirdiğini biliyordum. Biz dost değildik, biz kardeştik. Kan bağımız olmasına gerek yoktu, bizim birbirimize verdiğimiz sonsuz sevgi kan bağından bin kat daha etkiliydi.

 

Yaşadığımız onca şeyi geride bırakıp terk etmiştik geçmişimizi. Geri döneceğimiz o güne kadar kapatmıştık geçmişin defterini. Fakat hayat bir şekilde karşımıza çıkarak o defteri kapatmamıza izin vermedi. Her seferinde yılmadan karşımıza çıktı, canımızı yaktı, paramparça etti ama sonunda da kazandı. Şu an bizi buraya geri getiren en büyük histi yarım kalan onca şey...

 

Hayattan ne istersek hep tersiyle karşılaşıyorduk. Hayat başlı başına sınavken savaşmak kaçınılmazdı.

 

Sırlar bizi mutlu ediyorken gerçekler ortaya çıktığında hiçbir şey eskisi gibi kalmıyordu. Ağır darbelerle karşılaştığımız gerçekler bizleri güvensizliğe yitiyordu. Bunların en güzel kanıtı da Naz ve Bulut olmuştu. Yaptıkları o kadar can yakıcıydı ki hala inanmakta zorluk çekiyordum.

 

İçimize çok rahat giren Naz beni çok şaşırtmıştı. Hiç hissettirmeden kızın kuyusunu kazmıştı ve bunu hiçbirimiz anlamamıştık. Suçlu bunu yapan Naz mıydı, bunu fark edemeyecek kadar kör alan biz mi? Hiçbir zaman arkadaşlık konusunda iyi olamadığım için bunu anlamayacak en saf insan bendim. Sevdiğim adamın bana zarar vereceğini bilip görememek kadar saftım. Bu saflık mıydı emin değildim ama ben sadece sevmiştim. Hayattan sadece tek şey istemiştim.

 

Sevmek ve sevilmek!

 

Dila'nın lafını dinleyip bulduğum taksi ile anneme gidiyordum. Aramam gereken bir abim vardı ve ben bundan daha fazla kaçamıyordum. Onun itici sesini duymaya hiç hazırlıklı değildim, beni aşağılamasına hiç hazır değildim. Fakat diğer taraftan daha fazla geç olmadan annemle konuşmam gerekiyordu. Elime aldığım telefonda rehberden abimi buldum ve uzun saniyeler sonra ara düğmesine bastım. Çalan telefonun sesini duyduğumda ise baştan aşağıya derin bir gerginlik hissettim.

 

"Vay vay vay, kimler arıyormuş," telefondan gelen o itici ses bütün bedenimi titretmeye başlattığında bu duyguyu hiç özlemediğimi ve ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha anladım. Alaycı ses tonu sen arar mıydın sorularını içeriyordu. Elimde olsa asla konuşmazdım ama buna mecburdum.

 

"Kes çeneni seninle lak, lak yapmak için aramadım. Annemi görmeye geleceğim tabi müsaitse." İçimde yanan bütün duygular sadece bir ses tonuyla ortaya çıkmışken şu an karşımda olsa onu paramparça edebilirdim. Şükür ki karşımda değil telefondaydı.

 

"İlk önce benimle doğru konuş, senin karşında arkadaşın yok!" hala uzatmaya devam edecekti. Nefret ettiğim bu sese daha fazla katlanamazdım. O kadar itici biriydi ki nasıl kız arkadaşları bu çocuğa katlanıyordu anlamış değilim. Bunun gibi manyak birini ne yapacaklarsa.

 

"Arkadaşlarımla böyle konuşan biri değilim abi, bu sana özel konuşmam. Eğer ben sevemedim diyorsan önce kendine bak sonra gel laf söyle. Şimdi sorar mısın anneme gelebilirmiş miyim?" Sesimi aynı tonda nasıl ayarladım hiçbir fikrim yoktu. Fakat diğer tarafın nefes seslerinden de anlaşılacağı üzere aynı şey onun için geçerli değildi.

 

"Sen kendini ne sanıyorsun da benimle bu üslupla konu..."

 

"Üslubu senin gibi karakter yoksunu bir insandan öğrenecek değilim. Lütfen bana sorduğum sorunun cevabını verir misin? Senin gereksiz ve itici sesini dinlemek için aramadım. Git bu boş artistliğini sevgililerine yap, gerçi onlara da yapamıyordun değil mi?" Bu sefer sert çıkmıştım. Kendimden beklemediğim bu performans şaşırılacak bir hareketti.

 

"Sen ne saçmalıyorsun?" Sinirden küplere bindiği her türlü anlaşılıyordu.

 

"Sorumun cevabını alabilir miyim?" bu sefer eski Asya yoktu karşılarında. Yaşadıklarımın beni değiştirdiği gibi bundan sonra olacakları da değiştirmişti. Eğer eskisi gibi alttan alacağımı zannediyorlarsa yanılıyordular.

 

"Gelebilirmişsin," sesi o kadar bozuk geliyordu ki istemeden kıkırdamama sebep oldu. Tam bir şey diyeceğim sırada telefon yüzüme kapandı. Taksinin camını açtığımda bozulmaya başlayan havanın rüzgârı hafifçe yüzüme vurdu. Temiz hava almak iyi hissettiriyordu.

 

Ablamın avukat olmak istediğini öğrendiğimde neden diye çok sormuştum. Neden avukatlık? Ablam her seferinde, bıkmadan, usanmadan cevap vermişti bana. Kızmıyordu sürekli sormama, çünkü biliyordu ki bizim için tercihler mümkün değildi. Babam istemeyecekti, annem onay vermeyecekti, abim bir ton boş boş konuşacaktı. Üç kişiye rağmen ben bir kişi hep ablamı desteklemiştim ve sonuna kadarda destekleyecektim.

 

Ablam inat etmişti bir kere yapmadan durmazdı. İnatlaştı bütün aileye, ne derlerse desinler asla pes etmedi ve sürekli çalıştı. Çok laf yaptılar, çok kızdılar ama ablam için hiçbiri yetmedi. Her vurduklarında ellerinden tuttum birlikte ayağa kalktık. Biz bu evden gidecektik ve bu en güzel haliyle olması için ne kadar çabalarsak çabalayalım hiçbir türlü olmadı. Ablam vazgeçmedi, babam alıştı, annem görmezden geldi, abim boş laflarına devam etti. Fakat ablam her şeye rağmen avukat oldu ve bir sene içinde de arkadaşlarıyla şirketlerini büyüttüler. Hala çok tercih edilen bu hukuk bürosu ilk zaman ki gibi değerli değildi. Evet, herkes çalışmak istiyordu ama son çare olarak. Popüler olan hukuk bürosunun sonunda gelmesi için itibar kaybıydı ama bu ablamları gocundurmuyordu. Sürekli çalışmalara devam ediyordular. Bu da onların toparlanmalarına sebep olmuştu.

 

Ablamın azmine âşık olduktan sonra onun yolundan ilerlemek istemiştim. Bende her şeye rağmen okuyup avukat olmak istedim. Bunun için çabaladım, direndim, eğlendim, arkadaşlıklar edindim ve en sonunda da başardım. Çok büyük davalara eşlik ettim hem de İtalya gibi bir ülkede. Türkiye'de yaptığım staj beni hiç memnun etmezken 5 senedir İtalya'da yaptığım kariyer beni çok mutlu etmişti. Bu meslekteki en büyük ikinci şansım da kardeşim Dila'mdı. Onunda benimle aynı işi yapıyor olması çok hoşuma gidiyordu. Birbirimize kolaylıkla danışabiliyorduk her işin sonunda ve bu bizim için avantajdı.

 

Kendi geleceğimi kendi ellerimle çizmeye karar verdiğim o andan bu yana çok şey değişmişti hayatımda. Hayatıma giren çıkan kişiler oldu, beni darmadağın eden olaylar oldu, kimi zaman pes edecek kadar yoruldum, kimi zaman yerimde duramayacak kadar çok çalıştım, kimi zamanda en ağır şeyleri yaşadım. Sonunda ise hayalini kurduğum işi yaptım. Bu benim için o kadar büyük bir şeydi ki anlatamazdım...

 

Sevgi görmek için çıktığım bu yolda gördüğüm her sevgisizlikte daha da güçlendim. Güçlendikçe de vazgeçmek gibi bir şeyin çok basit olduğunu gördüm.

 

Sevgi mutlu ederdi.

 

Sevgisizlik güçlendirirdi.

 

Taksi yıllardır gelmediğim evimin önünde durduğunda içimde ki bazı duyguların kanadığını hissettim. Taksi şoförüne parayı ödedikten sonra hissizce taksiden indim. Gözlerim evin her yerinde gezinirken gözlerim istemsizce yaşarmaya başladı. Bu evde çok canım yanmıştı. Bu ev bana iyi gelmeyi başaramamıştı. Ne kadar büyük bir ev de olsa beni mutlu etmemişti, etmiyordu da.

 

Yavaş adımlarla kapıya doğru adımlar attığımda nefes alışlarımda değişiklik hissettim. Beş dakika önceki gibi nefes almıyordum. Çok gerilmiştim. Neden bu kadar gerildiğimi anlamasam da nefeslerimi düzene sokmak için çalıştım. Kapıya doğru attığım her adımda vücudumdaki değişimi iliklerime kadar hissediyordum. Damarlarımda dolaşan kanı bile hissediyordum. Kapının önüne geldiğimde ise elim zile gitmiyordu. İyice gerilmem de pek normal değildi?

 

Nefesimi düzene sokmak için derin nefesler alıp veriyordum. Titremeye başladığımda ise hiç iyi hissetmiyordum. Çantama attığım suyu çıkarıp kana kana içtiğimde bile iyi hissedemiyordum. Biraz sakinleşmek için güzel şeyler düşünmeye çalıştım. Dila'nın öğrettiği teknikle gözlerimi kapattım. Kendimi olmak istediğim yere, ana götürdüm.

 

İtalya'dayım. Yine büyük bir davadan çıkmışım ve o kadar yorulmuşum ki bıraksalar hemen yere yığılıp uyuyacağım. Dava salonundan çıkan anneme gözlerim iliştiğinde bütün yorgunluğum bir anda gitti. Gelip direk sarıldığında ise her şey değişti. Dünyam, renkler, gülüşler her şey değişti. En kötü şey bile o kadar güzel gözükmeye başladı ki gözüme anlatamam. Benimle gurur duyduğunu söyledi. İşte o an bütün dünyam durdu. Çok hayal ettiğim o anın oluşu o kadar güzel hissettiriyordu ki hayallerimden daha güzel. Annemin peşinden çıkan babam ise beni daha da mutlu ediyorken peşinden ablam çıktı. Abim çıktığında ise yüzündeki kıskanç dolu bakışlar ister istemez gülmeme sebep oldu. Bana çekişmeye başlaması ile bütün aile gülmeye başladık. Ailem beni seviyordu, ben onları seviyordum. Her şey o kadar güzeldi ki asla bitmesin istiyordum. Hep birlikte sarıldığımızda ise gözümden akan yaşı hissettim ve bu en güzel histi.

 

"Asya!" çığlık atarcasına duyduğum ses ile gözlerimi irkilerek açtım. Karşımda koşarak gelen Aslı'yı gördüğümde sakinleştiğimi anladım. Bedenim mayışmıştı, nefes alışlarım düzenliydi, kalp ritimlerim normaldi. Her şey yolunda gibi gözüküyordu. Koşan Aslı bedenimi sıkıca sardığında kemiklerimin birbirine girdiğini acıyan canımdan anladım.

 

"Canımı acıtıyorsun Aslı," her harf ağızımdan o kadar zor çıkmıştı ki Aslı'nın beni anlamamasından korktum. Hala bedenimi sıktığına göre pekte anlamışa benzemiyordu. İtmeye çalıştığımda daha da sıkmaya başlatınca en son zor da olsa bağırdım. "Canım acıyor canım."

 

"Ay pardon! Kaptırdım ben kendimi ama ne yapayım çok özledim," kendini çekmişti ama sürekli yüzümü sıkıyordu. Özlediğini bütün bedenimle hissetmiştim zaten. Engel olmak istemedim çünkü bende çok özlemiştim. Bu seferde kemiklerini kırarcasına sarılan ben oldum.

 

Aslı'da benimle aynı şeyleri yaptığında bizi bir gülme tuttu. O kadar çok özlemiştik ki birbirimizi ne yapsak kâfiydi. Aslı yanıma ziyarete gelmişti ama çok sık değildi. Onun da burada işleri vardı ve kolay kolayda gelemiyordu. Evin zilini bastığımızda bile gülüyorduk.

 

Açılan kapıdan içeriye girdiğimizde bizi karşılayan görevlimiz oldu. Uzun zamandır buralara gelmediğim için görevlinin değiştiğini yeni görüyordum. Neden değiştiği ise hiç umurumda değildi. Aslı'yla içeriye doğru ilerlediğimizde koltuklara yayılmış karakter yoksunu abim ve aynı şekilde karakter yoksunu yengemi fingirdeşirken gördük. Geldiğimizi bildikleri halde devam etmeleri o kadar midemi bulandırdı ki gidip üstlerine kusabilirdim.

 

Simge abimin 6 yıllık eşiydi. Her iki gecede başka kadınlarla aldatıldığını bildiği halde hala evliliği sürdürmenin peşindeydi. Onun gözü hiçbir zaman abimde olmamıştı zaten. Onun gözü bizim servetimizdeydi. Zaten servet otomatik abime kalacağı için bu durum pekte beni ilgilendirmiyordu. Ben üstüme düşeni yapıp Simge'ye gerçekleri söylemiştim. Abimi terk etmeyende oydu, aldatıldığına göz yumanda oydu. Bu hikâyede en çok üzüldüğüm ise çocukları Emir'di. Daha 4 yaşındaydı ama dünyaya o kadar masum bakıyordu ki bunu görmemek elde değildi. Sevgi görmeyerek büyüyen bizler onu sevgisiz bırakamamak için halaları olarak çok çabalıyorduk en çokta Aslı. Ben yurt dışında olduğum için sadece görüntülü konuşmalarda konuşup görebiliyordum. Fakat ona rağmen sevgimizi birbirimize geçiriyorduk.

 

"Halam geldi," büyük çığlıklarla üstüme doğru koşam Emir'i gördüğümde hemen onun boyuna eğilip kollarımı açtım. Kocaman sarıldığımız da ayağa kalktım ve birlikte dönmeye başladık. O kadar hoşuna gitti ki bu durum eğlenmesine kahkahalar atmasına sebep oldu. "Aşkım benim seni çok özledim:" Yere indirdiğim Emir'i öpücüklere boğmaya başladığımda evde ki tek ses bana ve Emir'in kahkahalarına aitti. Kahkaha atan Emir'in sesinin kesilmesiyle ortamın bu derece sessizleşmesindeki sebebi anlamıştım. Oturduğum yerden ayağa kalktım ve arkamı döndüm.

 

Nefret dolu bakışlarla karşılaştığımda hiçte şaşırmamıştım. Karşımdaki babam mıydı? Bir baba kızına bu derece nefret dolu bakışlar atar mıydı?

 

Maalesef atıyordu.

 

Canım çok yanıyordu. Batu'nun yaptığı kötü olayda bile canım bu derece acımazken babamın bana nefret dolu bakışları canımı çok yakıyordu. Belki de Batu'da aradığım babamın sevgisiydi ve bu babama olan kırgınlığımı, kızgınlığımı kat ve kat artırıyordu. Kızıydım onun. Ondan bir parçaydım. Bu kadar nefret edeceği bir şey yapmamıştım. Ne yaptıysam da asla olmadı. Hep nefret etti benden. Zaman ayırmadı oyun oynamak için. Çocuğuna ayıracak bir zamanı bile yoktu.

 

Babasız büyüyen çocuklardan sadece biriydim. Her çocuğun başka hikâyesi vardı, benim hikâyemin olduğu gibi. Kimisi onu terk etmişti, kimisi istemiyordu, kimisinin çocuğu olduğundan haberi yoktu, kimisi de yok sayıyordu. Hiç olmamış, öyle biri var olmamış, kimsesiz bir çocukluğa bırakıyordu. Oysaki çocukların tek bir isteği vardı: Sevilmek...

 

Sevgi çoğu şeyi iyileştiren en güçlü ilaçtı. Sevgi en güçlü silahtı ve sevgi zayıf noktaydı.

 

"Sen buraların yolunu bilir miydin?" sesindeki aşağılayıcı tonu sonuna kadar hissettirmeyi başarmıştı. Evin içi gömüldüğü sessizliğe devam ediyordu. Küçük bir çocuğun bile kahkahalarını kesen bu durum hiçbir zaman hoşuma gitmemişti. Bir baba bunu nasıl yapabilirdi?

 

"Sen biliyor muydun ki baba?" sesimi zor çıkartsam da herkesi şaşkına çevirecek şekilde cevap verdim. Kimse benden, babama diklenmemi beklemiyordu, ben dahi. Sessiz olan etraf iyice sessizliğe gömülmeye devam ederken hepsinin yüzünde şaşkınlık vardı. Böyle bir şeye nasıl cesaret edebildim?

 

Etmiştim. Babamın bizi görmezden gelirken abimi gördüğünde ki o cesareti bende göstermiştim. Kimdim ki ben, bir yabancı mı? Hayır, onun kızıydım. Ne kadar görmezden gelse de, ne kadar bizi istemese de ben onun kızıydım. İster yaksın yıksın asla bir sonuca varmayacaktı. Çünkü benim babamın bizi neden sevmiyor sorusuna gece gündüz cevap aramama rağmen bir sonuca varamamam gibi.

 

Babamın gerilen yüz hatlarını çok iyi görüyordum. O da beklemiyordu görmediği kızının ona diklenmesine. Her şeyden çok değer verdiği oğlu bile ona bu tarz bir söylenişte bulunmazken, varlığından şüphe ettiği kızının cesareti şaşkına uğratmıştı. Ve bu durum beni o kadar rahatlatmıştı ki anlatamam.

 

İlk defa babama rahatça demek istediğimi demiştim. Çekinmeden, korkmadan. Nasıl yaptığımı bilmiyordum. Yapabildiğim için o kadar mutluydum ki ortamda gülen tek kişi olmamak için kendimi zor tutuyordum. Ne kadar ona karşı bir şey söylesem de o benim babamdı. Sınırlarını zorlamak için çok erkendi ama bu ilk başkaldırışımdı ve son olması gibi bir durumda yoktu.

 

"Ne dedin sen?" o kadar sinirlenmişti ki ona karşı birinin cevap vermesine, kendine yediremiyordu. Ki, bu durum benim ne kadar umurumdaydı tartışılırdı. Sesinden bile ne kadar sinirli olduğu anlaşılıyordu. Elinde tuttuğu kadehi sıktığını rahatça görebiliyordum. Demek ki her insanın kendine konduramadığı, zayıf noktaları vardı.

 

"Doğruları söyledim baba," abime yönümü döndüğümde ise gözleri büyük bir şekilde beni karıştırma bakışlarını gördüm. "Yalan, yanlış bir şey mi dedim abi söylesene?" fakat abime istediğini vermedim. Ben küçükken, gençken ve hala bu durumdan rahatsızlık duyuyorsam beyefendi de keyfini süremezdi sevilmenin. Erkek çocuk, nesil devam edecek diye değer gören Ömer beyin keyfinin sonu geliyordu.

 

Ben Asya Güçlü, buraya bana zarar vermiş herkesten öcümü almaya geldim. Artık soyadımın hakkını vermenin zamanı gelmişti. Artık korkan tarafta değil korkutan tarafta yer alacaktım. Bana acımayan herkese acımayacaktım.

 

Suspus olan abim stresten terler dökmeye başlamıştı. Babam dahi herkesin gözü abimin üstündeydi. Bir cevap vermek bu kadar zor değildi öyle değil mi? Sadece evet ya da hayır diyecekti ama abim bunu söyleyemeyecek kadar güçsüzdü. Bizi rahatça ezerken babamın karşısında süt dökmüş kediye dönmesi komiğime gitmişti. Bu cesaretimin nerden geldiğini bilmiyordum ve önünü de kesemiyordum.

 

Sesli şekilde attığım kahkaha ile kendimi o kadar rahatlamış hissediyordum ki bu duyguyu defalarca tatmak istedim. Ne kadar kahkaha atmış olursam olayım attığım en iyi ve en güzel kahkaha buydu. Asla unutamayacağım o dakikalardı.

 

"Ö-öyle demek istemedi..."

 

"Tam da öyle dedim abi," abimin lafını kesmemle birlikte gözler tekrardan üstüme çevrildi. Babamın gözlerinin içine baktım. Nefreti harlayan kızına bakan gözler alev atıyordu. "Oralarda, buralarda iş bahanesiyle sabahladığın kadınlardan, daha fazla para kazanmak için bin bir türlü işlere girmekten, tek çocuğun oğlunmuş gibi davranmaktan, millete yaptığın yalakalıktan evin yolunu biliyor muydun baba?" Sesinde tek nefret olan babam değildi. Aynı nefret bende de harlanmıştı. "Söylesene baba iki tane kızının olması ne kadar canını yaktı?"

 

En ağırı da buydu söylerken. Bir babanın kızları oldu diye canın yanması, onları görmezden gelmesi, onlardan nefret etmesini dillendirmek çok zordu. Bu cesaretime ne kadar hayran kalsam da asıl Asya bu değildi ya da gerçek Asya'yı bende yeni keşfetmiştim.

 

"Söyleyemezsin çünkü senin hiçbir zaman kızların olmadı. Çocuğuna maddi desteği olanak sağlandığında ya da okumak isteğinde engel olunduğunda da baba olunmuyor. Eğer olunsaydı en başta sen olurdun. Şimdi beni ve ablamı rahat bırak tek çocuğun oğlunla da mutluluklar dilerim, Ömer Güçlü. Oğluna adını verecek kadar sevgin varmış ama bize bir gram sevgin yokmuş baba," gözlerimin dolmasıyla sesim titremeye başladı. Hayır, ağlamayacaktım, şu an yeri değildi. "Hiçbir zaman babam olmadığın gibi şimdi de babam vasfıyla karşıma geçip hesap soramazsın. Bana gelene kadar önce kendine bak."

 

Söylediklerim ile ne kadar şaşkına uğrasam da içimi dökebildiğim için çok mutluydum. Yüzüme taktığım en gerçekçi gülümsemem ile odadan ayrıldım. Annemin odasına doğru attığım adımların her birinde bir şeyler çözülüyordu. İçime attığım her duygu bedenimi terk ediyordu. Fakat yaptığımdan ne kadar mutlu olursam olayım arkama döndüğümde gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Engel olmak gibi de bir niyetim yoktu.

 

Arkamda nasıl bir göçük bıraktığımı bilmiyordum. Gerçeklerin konuştuğu bir anda benim bu kadar mutlu olup bu kadar mutsuz olmam ne kadar doğruydu bilmiyorum ama zaman geçtikçe üstümden yükler kalkıyordu. Hafifliyordum ve bunu hissetmek o kadar güzeldi ki, bu duyguya hasret kalmamak için savaşmaya karar verdim. Bu andan itibaren mutlu olduğum her ana hasret kalmamak savaşacaktım.

 

Savaşmayı sevmeyen Asya Güçlü, mutlu olmak için savaşan Asya'ya meydan okuyordu.

 

Annemin odasına girdiğimde ise annemin bitmişliğini gördüm. Güzelliğine âşık olduğum annemin bu derece çökmesini gördüğümde ise içimdeki o tarifsiz duyguyu sonuna kadar yaşadım. Annemi böyle görmek beni çok etkiledi. Saçları yoktu, yüzündeki bitmişlik, solgunluk hiç ona göre değildi. Sürekli gülen birinden gülümsemesini alırsanız geride bir yıkım bırakıyordunuz. Annemin yıkıldığını görmek için mecnun olmaya gerek yoktu.

 

Yanına yaklaştığımda ise cihazlarına baktım. Hayatını bize adamasa da şu an bütün hayatı bu makinlerdi. Yatmayı sevmezdi ki annem ama şu an tek yapabildiği şeydi yatmak. Nefes almakta bile zorluk çekiyordu. Bu kadar ağır hasta olmasının sebebini anlamış değildim. Sadece bir kanser bu derece kötü etkileyebilir miydi?

 

Yatağın kenarına oturduğumda uyuyan annemin yüzüne baktım. Umut yoktu, yaşam yoktu gördüğüm yüzde. Bitmişlik, yok oluş vardı. Odaya girmeden önce gözyaşlarımı silmem bir işe yaramadı. Gözümden akan yaşlar yapma diyordu. Annen zaten bitmiş durumda sende ağlayıp iyice moralini bozma. Ama o benim hiçbir zaman moralimi düşünmedi ki. Ama ben annem değildim. Ben o olmamak için çabalıyordum. Fakat ne kadar şey yapmış olsa da o annemdi ve ölüyordu.

 

Annem ölüyordu. Ölmeseydi beni sevecek miydi? Annem ölüyordu. Ölmeseydi beni merak edecek miydi? Annem ölüyordu. Ölmese sevincime ortak olacak mıydı? Annem ölüyordu. Daha anne olmadan terk ediyordu. Bizi hiç düşünmediği gibi şimdi de düşünmüyordu.

 

Tedaviyi reddediyordu, kimseyle görüşmek istemiyordu ama bir kez bile olsa beni görmek istemişti. Sebebini asla anlamasam da annemin beni görmek istemesi çok mutlu etmişti. Korkuyordum ama yine de çok mutlu olmuştum. Annem beni görmek istemişti ya işte bu benim için yeterliydi. Fakat yine de beni düşünmüyordu. Düşünseydi tedaviyi denemek isterdi.

 

Ya annemi unutursam diye o kadar çok korkuyordum ki. Sonra annelik yapmayan bir kadının neyini özlüyordum ki diye kendime kızıyordum. Annem bunu bile düşünmezken benim düşünmem çok mantıksızdı. Peki, neydi mantıklı olan? Diğerleri gibi annemi ölüme terk etmek mi? Hayır, ben annemi ölüme terk etmeyecektim. O savaşmak istemese de ben onu yerine de savaşacaktım. Annemi kaybetmeyi asla kaldıramazdım. Songül ablanın ölümünde bile darmadağın olabiliyorken annemin ölümünde ayakta kalamazdım. Güçlü kalamazdım.

 

Annemi uyandırmak istemediğim için odadan çıktım. Kapıyı kapattığımda ise bana doğru gelen ablamı gördüm. Yüzündeki gülümseme, benim az önce aşağıda yaptığım cesaret gösterisi miydi ki diye düşünemeye başladığımda yüzümde ki tebessümü hissettim. Hızlıca kolumdan çekiştirmeye başladığında ise ne olduğuna anlam vermeye çalışıyordum. Bu endişeli tarafını hiç anlamış değildim.

 

Böyle yapmasından dolayı korkmaya başlamıştım. Durduk yere beni çekiştirmesi pek normal değildi. Aslında baktığımızda aşağıda olanlarda normal değildi ev halkına göre. Ama ablam sırf bunun için beni canımı acıtacak derecede çekiştirmezdi. Aklıma düşün olasılıkları düşündükçe kafayı yiyebilirdim. Çünkü bir şeyler vardı ve bu ablamı rahatsız etmişe benziyordu. İyi de ablamı bu derece rahatsız edecek şey neydi?

 

Ablam odasının kapısını açıp var gücüyle beni içeri çektikten sonra hızlıca kapıyı kapattı. Yüzündeki gülümseme nasıl oldu da bir anda değişip bu hale geldi anlamıyordum. Yüzündeki endişe, korku, panik havası hepsini bir, bir hissettirmeyi başarmıştı. Asıl korktuğum şey ise ablamı hiç böyle görmeyişimdi. Alıp verdiği derin nefeslerle sakinleşmesini bekliyordum. Kendine geldiğinde bir açıklama yapmak zorundaydı.

 

Tuttuğu bileğimi o kadar sıkmıştı ki el izleri çıkmıştı. Canımı acıttığının farkında mıydı hiçbir fikrim yoktu. Bana karşı hiçbir şekilde kötü davranış sergilemeyen ablamın az önce yaptıkları çok şaşırtıcı ve kokutucuydu. Aklım almıyordu, nasıl oldu da ablam bu derece bana gözü görmez oldu.

 

"S-sen tek mi döndün İstanbul'a?" sesindeki titremenin bile ne anlamda olduğunu anlamıyordum. Neden böyle davranmayı sürdürdüğünü de. Kalbinin hızlı ritimlerini buradan duyabiliyordum. Bu kadar endişeli olmasına hazırlıklı değildim, alışkın hiç değildim.

 

"Hayır, Dila ile birlikte dön..." ağzımdan kaçırdığım şeyi fark ettiğimde bedenim kasılmaya başladı. Bunu kimsenin bilmemesi gerekiyordu ama ben çoktan ağzımdan kaçırmıştım. Ablam yabancı değildi, güvenilirdi ama bunu ona dememem gerekiyordu. Fakat ablamın geldiği bu durumdan o kadar değişik duygular içindeydim ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu unutmuştum. Aklımın dahi zıt düştüğü bu anın gerçekliğini sorguluyordum. İnandırıcı olmayan bu durum karşısında elim kolum bağlanmış durumdaydı. Hiçbir şey yapamıyor, hiçbir şey anlamıyordum. Bir tutukludan farksızdım.

 

"Ben doğru duydum ve doğru anladım demi Asya. Dila ve sen geri döndünüz?" sesindeki tını ne yaptın sen dermiş gibi hissettiriyordu. Ablamın bu hale gelmesinde ki sebep benim geri dönmüş olmam mıydı? İyi de az önce sarılıyor ve gülüyorduk. Bu kadar kısa sürede bu derece zıt şeyler düşünüp yaşayamazdık.

 

Hayat başlı başına zıt şeylerden oluşuyorken benim bu anda takılı kalmam çok saçmaydı. Hızlıca kendime çeki düzen verdiğimde derin bir nefes aldım. Yaşadığım şoku atlatmam gerekiyordu. Sakinleşmeye çalıştığım sürece ablamın gözlerinin benden başka bir şeye odaklanmadığını gördüm. Anlam vermekte hala zorlanıyordum. Bu ablam olmazdı, ablam böyle davranamazdı.

 

"Evet, abla doğru duydun." şu an bu yaptığımla açıkça verdiğim sözü tutamamıştım. İstemsizce de olsa Dila'ya verdiğim sözü ilk andan tutmayı becerememiş, bozmuştum. Yaptığımın hiçbir şekilde savunulur tarafı yoktu. Daha ilk andan böyle bir hata yaptıysam daha fazlasını yapmaktan o kadar korktum ki içimdeki pişmanlık hissinin açığa çıkması ile kendimden nefret etmeye başladım.

 

 

 

En yakın arkadaşına bile verdiği sözü tutamayan bir kızı zaten kim severdi ki?

 

Böyle olmamalıydı ama olmuştu ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Maalesef ki elimden bir şey gelmiyor ve beni çileden çıkartıyordu. Ablamın dediklerimin karşısında ki tepkilerini ise hiç anlam veremiyordum. Sadece Dila'nın geldiğini duymasına rağmen verdiği tepkilerden mutlu olmadığını görebiliyordum. İyi de ablam Dila'yı severdi gelmesine mutlu olması gerekirken şu anki tepkileri hiç normal değildi.

 

"Asya, Dila şu an nerede?" siyah sözlerin üzerime bu derece bilinmezlikle bakmasından sonra en baştan beri korkmamın boşa olmadığını anladım. Ablam bir şeyler biliyordu ve bu Dila için iyi bir şey değildi. Aklıma düşen ilk tohumlarla gözlerim büyüdü. Bunun olması demek, Dila'nın bitişinin garantisiydi.

 

Eğer aklıma gelen bir durum varsa ortada bu sadece Dila için değil, bütün akrabaları için bitiş demekti. Onların gözünde ki katilin serbest kalması demek kendi adaletlerini kendilerinin arayacağı demekti. Düşündüğüm gibi Bulut hapisten dışarıya çıktıysa bu her ikisi içinde yok oluş, bitiş demekti.

 

 

 

Birbirlerinin yüzlerinde baktıklarında görecekleri o kadar duygu vardı ki, o kadar ağırdı ki ikisi de kaldıramazdı. Pişmanlık bedenlerini sarıp sarmalamışken birbirlerine zarar vermekten başka bir işe yaramazdılar. Zaten devam edemedikleri bu hayatı kıyamete çevirmeleri ise saniyelerini almazdı.

 

Onlar birbirlerinin gözlerinin içine bakarak veda etmişken bir daha asla bir araya gelemezdiler. Dünya nasıl zamanla kutuplara ayrıldıysa, onlarda kutuplarına ayrılıyordu. Dila buraya yarım kalmış her şeyi hak ettiği sonu biçmeye gelmişken karşısına küllere dönmesine sebep olan kişinin çıkması demek o ateşi harmanlaması demekti ve bu ateş harmanlanırsa hiçte iyi şeyler olmazdı.

 

"Lütfen aklımda ki şey olmuş olmasın abla, lütfen?" yalvaran sesim bile bu durumun olmaması taraftarıydı. Ama hayat her zaman zıt olmayı sevdiği için tam da ona yakışanı yapmış Dila ve Bulut'u yıllar sonra aynı gün buraya getirmişti. Bu kader miydi, tesadüf müydü, şans mıydı?

 

"Bulut hapisten çıktı, Asya. Aklındaki her şey şu an oldu. Lütfen şimdi söyler misin Dila nerede?" Ablamın aklımdan geçen her şeyi onaylaması ile başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Nasıl olurdu böyle bir şey? Neden bugündü, neden?

 

"Annesi ve babasının mezarlığına gidiyordu en son ve hatta şu an varmak üzeredir." Sadece Dila'nın bunu öğrendiğinde ki bitişini düşündükçe kötü hissediyordum. Buraya hayatını düzene sokmaya gelmişken, hayatını bu hale sokan kişiyle karşılaşacak olması dünyanın bir kez daha acımasız olduğunun göstergesiydi.

 

"Asya," ablamın sesinde ki bittik biz hissini hissettiğimde her şeyi anladım. Ablamın neden bir anda böyle davrandığını anladım. "Bulut'ta tam şu an orada." Ağzından çıkan cümleyle şok yaşadım. Onlar birbirlerinden kaçarken yıllar sonra aynı günde karşılaşmaları kader denmeyecek kadar gerçekti. Ablam ile aynı anda elimize aldığımız telefonlarla onlara ulaşmaya çalıştık.

 

Onlar sevginin sevgisizliğe döndüğü, sırların gerçeklere döndüğünde ki gibi bu hayata mahkûmdular. Yarım kalan hiçbir şey tamamlanmadığı sürece de yok olmazdı. Dila ve Bulut'un hikâyesi yarım kalmıştı. Sonunu da çizmedikleri sürece cezalarını çekmeye mahkûmdular.

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitaptaaa...

Böylelikle bir bölümün daha sonuna geldik:(

Bölümler ilerledikçe hikaye derinleşiyor, hikaye derinleştikçe de duygusallaşıyoruz. Bu evren beni ister istemez etkiliyor. Ama her şeye rağmen onları kaleme almak çok güzel 🤩

Bu bölümde Asya'ya çok üzüldüm, gerçekten çocukluğu acı dolu. Sevgi onun için bir kalkanken o hep sevgisizliğe maruz kaldı. Ve artık onun güçlendiğini görmek çok güzel.

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce Asya ailesine doğru mu davrandı?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram/TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 19.01.2025 18:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...