26. Bölüm

26.BÖLÜM: BİLİNMEZLİĞİN ORTASINDA

İzzetcan Duman
izzetcanduman

Ey ahaliii kalkın biz geldikkk 🤍 Yeni bölümler attıkça heyecan basıyor bana vallahi, sizde de okuyunca oluyor mu?

Çok uzatmayacağım direk okumaya geçmenizi istiyorum. Artık hikaye an itibari ile başladı. Kaldığımız yerden yeni olaylarla ve yeni yüzleşmelerle, yeni gerçeklerle devam diyorum🤔

Bölüm sonunda görüşmek üzere, hikayeyi beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Keyifli Okumalar:')

 

 

 

“Her şey bir ölümle başlamıştı, annemin ölümüyle.”

 

 

 

6.BÖLÜM

 

 

"BİLİNMEZLİĞİN ORTASINDA"

 

 

Suzan Hacigarip&Yasir Miy - Kırmasın

 

Geçmişiyle kanayan çocuktan:

 

Hastaneden ayrıldığım ilk anda kendimi bir taksiye attım. Ege'nin ayrılmadan önce elime tutuşturduğu para fazlaydı biliyordum ama almak zorundaydım. Taksi usulca Beşiktaş mezarlığına ilerlerken arka koltukta içimde ki duygularla savaş içindeydim.

 

Kardeşimi öyle görmek yaralamıştı. Umut dolu o bakışlar her saniyem için pişman duymamı sağlıyordu. Hiçbir şey bilmeyen o saf beden için kirlettiğim eller kendini unutturmamak içinde yemin etmişti. Bir tarafta saf dolu beden diğer tarafta kanlı ellerim vardı. İkisi şu an ki hayatımın en güzel simgesiydi.

 

Sevdiğim kadına ihanet eden o kanlı eller onu dünyasını yıktığım gerçekle yüzleşmeye gidiyordu. Kendi yaşadığım o tarifsiz duyguyu ona kendi ellerimle yaşattığım için çok pişmandım. Ona ihanet ettiğim için çok pişmandım.

 

İhanetin telafisi yoktu, ihanetin bahanesi yoktu. O yüzden ondan af dileyemezdim, ona bahane uyduramazdım ki asla da uydurmazdım. Geçerli bir sebebim yoktu, olamazdı da.

 

Kardeşimin hayatı, sağlığı sebebi değildi. İstesem ikisini de kurtarırdım ama ben ihanet etmiştim. İki bedene ihanet etmiştim.

 

Ücreti ödeyip taksiden hızlıca indim. Kendimden emin şekilde mezarlığa girdiğimde ister istemez kötü hissettim. Ölmelerine onay verdiğim iki bedeni görmeye gelmek ne kadar mantıklıydı? Mezarlığa doğru her attığım adımda ölmek için dua ediyordum. Fakat ne kadar ölmek için dua etsem de ölmemiş yaşamaya devam ediyordum. Bu da kendime olan ihanetimdi.

 

Mezarlıkların başına geldiğimde bütün yaşananlar gözlerimin önünden geçti. İntikam için büyütülmem, âşık olmam, her şeyin bittiğini sanmam, tanışmam ve intikamı bırakmamış olup her şeyi yerle bir eden onayı vermem.

 

Her şey bir ölümle başlamıştı, annemin ölümüyle.

 

Çocuktum, ergendim hayatın bütün gerçeklerini sırtlandığımda. Hayatımın en acı olayıydı ölüm. Farkında bile değildim her şeyin ölümle bağdaştığını. Hayatımın ölümden farkı yoktu ve ben ölümün ta kendisiydim. Dokunduğum her şeyi öldüren kişiydim.

 

"Yüzsüzüm ben. Katiliniz değilim belki ama ölümünüzü onaylayan kişiyim. Belki de katilinizim sonuçta nefeslerinizi alan kişilerin maşasıydım." Sesim çok berbattı. Ağlamıyordum belki ama ağlamaktan daha beter durumda, bambaşka duyguların içindeydim. Şu an buradaki mezarlıkta yaymayı hak eden onlar değildi bendim fakat hayat yine ters, yine yanlış taraftaydı.

 

"Keşke başka bir yol bulsaydım da sizleri öldürecek o mermilere onay vermeseydim. Keşke annemi en başta kurtarsaydım ve bunların hiçbirini yaşamasaydık. Keşke sizin katiliniz değil de damadınız olsaydım. Keşke kızınızı yıkan değil de onu mutlu eden, yüzünü hep güldüren kişi olsaydım. Keşke o kadar denemeye ölseydim."

 

Ne çok keşke dedim. Keşke bunları mutlu olduğum için deseydim ama mutlu değildim ölmüş bir beden, hissizleşmiş bir ruhtum. Kendisini bir ömür yalnızlığa mahkûm eden kişiydim.

 

"Biliyor musunuz ben sizde kendimi buldum. Anne sevgisini tekrardan sizinle tattım, baba sevgisini ki pekte gördüğüm söylenemez onu da sizinle tattım. Kızınızın benim dönüm noktam olacağını bilmeden âşık oldum ona. Üzeceğimi bildiğim halde de vazgeçemedim," gözlerimden akan yaşlar içimi temizliyordu. Yaptığım itirafları hiçbir zaman gözlerinin içlerine bakarak diyememiştim. O kadar çok demek istediklerim olmasına rağmen hiçbir zaman diyemedim. Kendimde o gücü bulamadım. "Çok sevdim ama sevgim bize yetmedi. Her şey için çok özür dilerim. Kızınızı yerle bir ettiğim için, sizden bir yaşam çalmaya vesile olduğum için, sizlere doğruları söyleyemediğim için çok özür dilerim. Eğer beni duyuyorsanız da sakın affetmeyin çünkü ben affedilecek kişi değilim. Sadece pişmanlığıma inanın çünkü pişmanlığım her şeyin bedelini soracak."

 

Sessizleştiğimde uzunca düşünmeye başladım. Onlarla yüzleşmek azda olsa rahatlamama yardımcı oldu. Bir nebze de olsa daha iyi nefesler alabiliyordum. Bundan sonrası ise intikamdı. Asıl intikam şimdi başlıyordu. İlk çocukluğum için, sonra kardeşim için, en son da Dila ve çaldığım hayatı için intikam alacaktım.

 

Bir anda kalbimin hızlı atmaya başlaması ile irkildim. Durduk yere kalbimin bu denli hızlı atmasına anlam veremedim. Sanki sevdiğim birisiyle yüz yüzeymişim de kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Tam o anda arkamdan bir çıtırtı sesi geldi. Arkama döndüğümde ise bir kadının mezarlıktan koşarcasına çıktığını gördüm. Ve bu kadın Dila'ydı. Kalbimin atışından belliydi.

 

Kalkıp peşinden gitmeyi, onu tekrardan görmeyi çok istedim ama zamanı değildi. Önce kendime gelmeliydim çünkü iki beden, iki ruh ve iki yalnızlık için alacağım intikam vardı ve bu intikam da asıl başkarakter Dila Deniz'di.

 

Âşık olduğum peri kızımdı.

 

💦

 

Yıllar sonra evimde aldığım sıcak duş o kadar iyi hissettirdi ki yıllarca kendime yaptığım haksızlığı gördüm. Kendimi cezalandırdığımı sanıyordum ama asla da öyle olmuyordu. Kendimi cezalandıracağım diye görmezden geldiğim her gerçekti asıl haksızlık. Şimdi ise asıl ceza peri kızıma ihtiyacımın olmasıydı. Hayatını mahveden intikama karşı intikam istiyordum ama olan şuydu ki intikam alınacak bir kişi de bendim. Hayatını mahveden kurşunların sıktıran kişiydim.

 

Ben onun için de intikam alacaktım bu kişi kendim bile olsa. Çünkü biliyordum o da benden intikam alacaktı. Bir şey yapmasına bile gerek yoktu sadece gözlerimin içine bakması yeterliydi. Çift yeşil gözler onun silahıydı.

 

Evimi yıllar önce bıraktığım gibi bulmadığım için üzgün müydüm, mutlu muydum bilmiyordum. Buradan polis eşliğinde çıktığımdan mı olsa evi bıraktığım gibi bulamayı ummuştum. Her yer dağınık, bütün gerçekler ortada ve sahte deliller...

 

Fakat ev hiçbir şey olmamış gibi temiz ve topluydu.

 

Evde duran CD'lerimi izlemeye karar verdiğimde bunun beni yaralayacağının farkındaydım ama vazgeçmedim. Elime gelen desteden bir tane CD alıp açtığımda karşımda mezuniyetine hazırlanan Bulut'la karşılaştım.

 

"Bugün 2 Temmuz 2020 üniversiteden mezun oluyorum. Yaşadığımız hastalıklardan dolayı zor bela ayarladığımız bu sade mezuniyet bana mutluluk getiriyor. En çokta sana verdiğim sözü tuttuğum için mutluyum anne. Her şeye rağmen okuyabildiğim için de kendimle gurur duyuyorum. Kardeşim Çiçek hiç iyi değil, artık hastaneye yatması gerekiyormuş anne. Doktorlar çok umutlu değil anne. Bu şekilde en fazla 25 yaşına kadar yaşayabilir dediler. Çiçek yaşasın anne, Çiçek ölmesin, o da gitmesin istiyorum. O da giderse ben kaldıramam. Onun için, tedavisi için çalışacağım, hem de çok çalışacağım anne. O intikam uğruna ikimizin hayatını berbat etmeyeceğim. Beni duyuyorsan anne seni çok seviyorum. Senin için de bu ay yetim çocuklara bağışta bulundum, yanlarına gittim onlarla eğlendim tam da senin yaptığın gibi anne."

 

Yine anneme sığındığım bir CD. Her seferinde kameranın karşısına geçer annemle konuşurdum. Ben uzun uzun anlatırdım o da beni dinlerdi. Annem hep iyi bir dinleyiciydi. Masum bir gündü o gün bugünün lekesine oranla. Daha âşık olmamış bir Bulut, daha ellerini kana bulamamış Bulut vardı o görüntülerde. Masum olduğum güzel günler vardı. Keşke o dönem karşıma çıksaydın peri kızım. Belki de hikâyemiz daha farklı olurdu.

 

Kendime su alıp geldiğimde ise başka bir video görüntüleri için rasgele CD seçtim. Diğerini çıkarttıktan sonra CD'yi yerleştirdim ve onay tuşuna bastım. Çıkacak görüntülerden habersizdim ki haberim olsaydı kesinlikle bu CD'yi açmazdım.

 

"Bugün 21 Haziran 2014 anne. Sen öleli bir sene oldu, sen bizi terk edeli bir sene oldu. Çok zordu biliyor musun anne, o kadar zordu ki sensiz yaşamak anlatamam. Tanımadığım bir sürü adam bana eğitim veriyor neden diye sorduğumda ise intikam için diyor. Daha 16 yaşındayım anne neyin intikamı için eğitim alıyorum ki? Ben sadece seni istiyorum anne. Çiçek'i de aldılar zaten zorla gösteriyorlar. Onsuz yapamıyorum, sensiz yapamıyorum hatta o kadar şeye rağmen babamsız da yapamıyorum. Yine vurabilir anne, yine oralarımı buralarımı kırabilir ama yeter ki sen ve Çiçek olsun, yeter ki biz birlikte olalım. Bugün duygularımı kamerada kayıt altına almaya karar verdim. Günlük tutuyordum ama günlük benlik değilmiş anne bunu fark ettim. Senin de dediğin gibi anne 'Videolar bizim geçmişimiz, onlar bizim sırlarımız ve onlar bizim gerçeklerimiz. Yazı duygu hissettirmeyebilir ama videolar o duyguları tekrar tekrar hissettirir.' Anne sende böyle veda etmişsin bize, video çekmişsin. Ben onu izledim ama Çiçek'e izletemedim anne hala da izletmiyorum ama söz anne bir gün o vedanı izleteceğim, her şeye rağmen. Anne seni çok seviyorum. Güzel uyu."

 

Anneme söz verdim. Anneme söz vermişim. Tutamadığım söz... Çiçek hala annemin vedasını izlememişti. Çünkü ne zaman iyileşirse o zaman izleteceğime dair ona söz verdirtmişti. Bana söz verdirtmişti.

 

Çiçek ölüyordu, Çiçek bu vedayı izlemek zorundaydı. Çiçek bu sözünü çiğnemek zorundaydı yoksa annemle vedalaşamayacaktı.

 

CD'ler benim geçmişimdi, CD'ler benim yok oluşumdu. Bir CD ile başlamıştı Dila'ya âşık olduğumu anlamam ve yine bir CD ile başlamıştı bütün gerçeklerin konuşması.

 

Şimdi ise hayatımız solmuş papatyalardan oluşuyordu.

 

 

 

Benim papatyam benim yüzümden solmuştu, benim papatyam benim yüzünden kırılmıştı, parçalanmıştı. Ama bir gülüşü solmuş papatyayı bile canlandırırdı.

 

O gece bıkmadan usanmadan uyuya kalana kadar geçmişimi izledim. Gözlerim ağlamaktan kan gölüne döndüğünü ise sızlayan gözaltlarımdan hissediyordum. İzledikçe izleyesim geliyordu. Geçmiş peşimi bırakmadığı gibi bu seferde ben geçmişimin peşine düştüm. Beni yaralayan çocukluğuma kadar indim. Bir ara günlüklerimi de okumayı planladım ama onda ki cesareti bulamadım. Günlüklerim CD'lerden daha karaydı, daha acı doluydu.

 

Uykuya dalmadan önce ise bugünü kayıt altına aldığımı hatırlıyordum. Çatallı ses, kan gölüne dönmüş göz, ifadesiz yüz mimikleri ile çektiğim bir yeni geçmiş. Yıllar sonra evimdeydim. Geçmişimin lekeli eviydi CD'ler.

 

"Annem... Çiçek, abim... Peri kızım... Bugün 17 Eylül. Yıllar oldu sizlere seslenmeyeli. Yıllardır kendime ceza verdiğimi sanıyordum. Yıllar geçti yine aramızdan, yıllar girdi aramıza. Bugün seni gördüm abim. Seninle konuştuk ya hala inanamıyorum. Hayal gibiydi, yaşaman, yaşamaya çalışman beni benden aldı abim. Sen hiç pes etme olur mu ben senin için çabalayacağım. Sana uygun iliği bulacağım tamam mı, bana inan. Annem seni her geçen gün daha da özlüyorum. Özlemin hiç eksilmiyor. Yokluğun beni parçalıyor. Sana söz veriyorum anne her şeyin hesabını soracağım. Peri kızım... Bakışlarında hayat bulduğum seni hala çok seviyorum. Yıllar geçti aradan biliyorum, sen beni seviyor musun bilmiyorum ama ben seni hep seveceğim. Bugün karşılaşmadık ama biliyorum biz yine yüz yüze geleceğiz. Bu bizi ne kadar yaralarsa yaralasın bizim birbirimize ihtiyacımız var. Bu intikamda sana çok ihtiyacım var ilk ve son aşkım. Beni hiçbir zaman affetme peri kızım. Her şey bittiğinde ise sonsuza denk hayatından çıkacağım. Sen bensiz daha mutlu olacaksın inanıyorum. İyi ki varsın peri kızım ve keşke olmasaydım papatyam."

 

Söz veriyorum kendime, her şey bittiğinde ortada Bulut diye biri kalmayacak.

 

💦

 

Olacaklardan korkan kızdan:

 

Çocukluğumun katili olan o evdeydim. Annemle yüzleşmem gerekiyordu daha doğrusu konuşmam gerekiyordu. Tekrardan tedavi olmaya ikna ettirmem gerekiyordu. Her şeyden öte anne olduğunu hatırlatmam gerekiyordu. O bir anneydi, bana anne olmasa bile o annemdi. Bizi bırakmamalıydı.

 

Çocukken en çok ailemin benimle gurur duymasını isterdim. Adı üstünde çocukken... Şimdi ise hiçbir beklentim yoktu. Fakat ölmesinler istiyordum. Yine beni sevmesinler, yine benimle gurur duymasınlar ama yeter ki yaşadıklarını, bir yerde nefes aldıklarını bileyim. En azından ailem hayatta diyebileyim istiyordum.

 

Çocuk Asya sevgi istiyordu.

 

Genç Asya gurur duyulmasını istiyordu.

 

Asya ise sadece nefes aldıklarını bilmek istiyordu. Sevilmek, gurur duyulmak umurunda değildi umuruna olan tek şey yaşamlarıydı.

 

Bencilce de olsa yaşamalarını istiyordum. Elbette bir gün gideceklerdiler bunu çok iyi biliyordum ama şimdi olmamalıydı, erken olmamalıydı.

 

"Günleri hep böyle uyuyarak mı geçiriyor?" Geldiğim ilk günde uyuyordu, şu anda da uyuyordu. Uyurken melek gibi göründüğünü biliyor muydu acaba? O kadar güzeldi ki bir tablo gibiydi. Eğer ressam olsaydım kesinlikle annemi çizerdim. Çizer ve en eşsiz tablom yapardım. Tabloları kıracak bir güzelliğe sahipti annem.

 

Annem bu kadar güzelken babam onu neden aldatmıştı?

 

"Önceden uyanık kalabiliyordu ama şimdi ağrılarından dolayı hep uyuyor," ablam yanımda konuşurken gözlerim hala annemin üzerindeydi. Uyurken onu izlemeyi özlediğimi hissettim. Çocuk Asya yine bir köşede kendini belli etti. Kırgın küçük bir kız. "Keşke uyumak istediği için uyusaydı."

 

"Keşke abla!" sesim ne tonda nasıl çıktı fark edebiliyordum. Titremiş olan sesim bile neden diye sorguluyordu. Eve geldiğimde abimle babamın olmamaları iyi hissettirdi. Şu an onları görecek durumda değildim. Şu an kendi yüzümü görecek durumda bile değildim.

 

"Neden abla, neden bu kadar bencil?" hesap soracak kişi bile olmayan ablama neden diyebilecek kadar bencildim. Onun duygularını umursadığımı sandığım halde asıl duygularını umursadığım için sormamam gereken o soruyu yönelttim. Neden? Bencil olduğum için mi, sadece onunla bu konuyu derince dertleşebileceğim için mi?

 

Ablamı seviyordum, tek ailemi seviyordum, beni sevdiği için seviyordum, beni anladığı için seviyordum; gözlerinin içine rahat bakabildiğim için, yanında huzurlu nefes alabildiğim için seviyorum. Aslı Güçlü benim asıl annemdi. Benimle en çok ilgilenen, abladan öte bana anne olan o kızdı. Hayalleri için vazgeçmeyip babama ilk başkaldırandı. Ben sadece hesap sorup başkaldırandım o da çocukluğum içindi. Ablam hayalleri için başkaldırmıştı. Benim rol modelim annem değildi, rol modelim ablamdı.

 

Her şeyiyle ablam, annem, en yakın arkadaşım, tek ailem.

 

"Asıl soru bu değildi ablacığım, asıl soru neden bizi düşünmedi?" çatallı, duygusuz sese doğru döndüğümde gözlerinden yaşların biriktiği ablamı gördüm. Dudakları titriyordu, kahverengi gözleri umut doluydu; asla gerçek olmayacağına rağmen umutluydu. Benim gibi.

 

"Düşünseydi her çok farklı olur muydu ki abla?" soru ablama değildi soru kendimeydi. İnanmak için direttiğim bahanelereydi soru. Gerçek olmayacağına rağmen inandığım yalanlaraydı. "Hayır, yine her şey aynı olurdu. Annem asla anne olamayacak kadar bencil ve hissizdi." Annem sevilmeye layıktı, hoş tutulmaya layıktı, anne olmaya değil. Onun istediği gibi...

 

"Ruhunda anne duygusu olmayan birinden anne olmasını bekleyecek kadar safız Asya. Ondan hala sevgi alabileceğini sanan o küçük kızlarız. Belki de bu yüzden öleceğini kabullenmiyoruz." Kabullenemiyoruz.

 

"Çünkü o kız çocukları hala yalnız ve hala sevgi bekliyor. O yüzden ölmesini ihanet olarak görüyoruz."

 

"Ölmesini ihanet olarak görüyoruz."

 

Ablamla aynı anda aynı cümleyi kurduğumuzda anlamıştık, biz çocukluğumuzdan vazgeçemiyorduk. Canımızı acıtan çocukluğumuzdan... Sevgi için! Sadece sevgi için vazgeçemiyorduk. Kötü anılarımızı silebilirdik annemin ve babamın tek bir cümlesiyle.

 

Asla söylenmeyecek o sözle.

 

Daha fazla annemi rahatsız etmemek için odadan çıktık. Havalar serindi. Aklım Dila'daydı. Bugün aileleriyle yüzleşecekti ya da onlara hesap soracaktı. Korkuyordum! Duyacaklarından sonra kaldıramamasından korkuyordum. Beklediği gibi geçerse eğer yıkılırım demişti. "Çok kırgınım papatyam. O kadar kırgınım ki anlatabileceğimi zannetmiyorum. Sadece bir cümleyle bile yıkılırım. Her şey senin yüzünden derlerse kaldıramam. O kadar güçlü değilim. Kaldırabilecek kadarda yaşama isteğim yok." Çok kızdım söylediklerine. Defalarca kez de uğraştım güçlü olduğuna inandırmaya, yaşama annesiyle babası için yaşamaya devam etmesine. Fakat beni ne kadar dinler orası da bir muammaydı.

 

Ablam bize içecek bir şeyler almak için mutfağa gittiğinde bende oturmak için dışarı çardağa çıktım. Üstüme aldığım ceketim havalar için iyi bir tercihti. Dışarı çıktığımda aldığım temiz hava azda olsa iyi hissettiriyordu. Annemle konuşmayı çok istiyordum ama annemin ağrıları buna izin vermiyordu. Hastalığı o kadar çok ilerlemişti ki ağrılardan geçilmiyordu. Canı çok yanıyordu, canını bile bile yakıyordu. Tedaviyi kabul etse bu kadar canı yanmayacaktı ama tedaviyi reddediyordu. Ablam ikna etmek için çok uğraştığını ama asla kararından döndüremediğini söylüyordu.

 

Annem yine bencildi, yine anne olmuyordu.

 

İtalya'ya gittiğimiz ilk gün beni arayan sadece ablamdı. Annemde babamda aramaya tenezzül etmemekle kalmayarak benden maddi desteklerini de çekmiştiler. Ablam arada bir gönderse de babamın bu hareketi çok zoruma gitti. Kızı değil de bir çalışanı gibiydim. Gerçi bir çalışanı olsaydım daha insaflı olurdu. Bir kere sevgi gösteren baba olsaydı şaşardım zaten.

 

İtalya bizi ilk günlerde çok zorladı. Evden çıkmıyor, sürekli bir şeyler izleyip uyuyorduk. Elimizde para vardı boşta değildik ama bir yerden de hayata başlamamız gerekiyordu. İlk ayı atlattıktan sonra ben dışarıya çıkıp yaşadığımız yeri keşfetmeye başladım. Neler yapabiliriz diye gün boyu geziyordum. Keyifli değildim ama en azından sürekli düşünmemi engelliyordu. İç dünyamdan uzaklaştırıyordu. Ki bu durum da benim işime geliyordu. İki ay bittiğinde ise artık bir işe girmek istedim. Buna ihtiyacım vardı, ihtiyacımız vardı. Ne kadar uğraşsam da Dila'yı hayata döndüremiyordum.

 

Kendini eve kapattı. Eve kapanması ile her şey daha da kötüye gitmeye başladı. Sağlıksız besleniyordu, uyku düzeni berbat ötesiydi, sürekli filmler diziler izlerdi. Onu en çok yaralayan ise anne ve babasını izlediği günlerdi ki bunu da kesintisiz her gün yapıyordu. Her gün birlikte geçirdikleri zamanlardaki fotoğraflara bakıp videoları izliyordu. Düğün videolarını izlediğinde ise hep o acı anı yaşıyordu. Kameralar her anı çekmekle kalmamış bu vidoyu o haliyle Dila'ya vermişti.

 

Anne ve babasının öldüğü anı izliyordu, hem de her gün, her gece. O kadar o anda kalmıştı ki olayın olduğu saati tespit etmişti. Tespit ettiği o saatte de o videoyu izliyordu. Kendine işkence çektiriyordu. Kendine acımıyordu.

 

Keşke sadece annesinde ya da babasında kalsaydı. Hayatını mahveden o adamı da hatırlamasaydı. Fotoğraflarını silemiyordu, onu hayatından çıkaramıyordu. Hayatı çalınan kız hayatını çalan adamdan kurtulamıyordu. Kendine işkence çektiriyordu.

 

Eskiyi bırakmıyor, geçmiş diyemiyor, geleceğe bakamıyordu.

 

O günde, o saatte o da öldü. Yaşayan bir ölüye dönüştü saniye, saniye. Hayatı çalındı, hayatı bitti. Kendini yalnızlığa mahkûm etti.

 

Zaman akmaya devam etti. Dila yalnızlıkta kaldı. İlk başta ona zaman tanıdım sonuçta hayatı yerle bir olmuştu. Hemen toparlanmasını beklemiyordum. Üçüncü ayda kendime bir iş bulabildiğim için mutluydum. Sevincimi güneşimle paylaştığımda çok mutlu olduğunu söyledikten sonra eski haline dönmüştü. Böyle olmasını istemiyordum. Dışarı çıksın hava alsın ve zamana karışsın istiyordum.

 

Araştırdım, sorguladım ve oranın en iyi psikiyatristi ile görüştüm. Dila'ya randevu aldım. Her şey onun iyileşmesi içindi. İlk başta gitmek istemedi, zor bela götürdüm. Üstüne titredim, kardeş değil anne oldum başına. İyileşmesi için elimden ne geldiyse yapmaya çalıştım. Onun için hayat bitmişti ama benim için hala devam ediyordu.

 

Aradan altı ay geçmesine rağmen iyileşmeye diretiyordu. Doktorla konuşmuyor, konuşsa bile çok az konuşuyor ve tekrar susuyordu. Yine bir gün gördüğü rüya sayesinde isteyerek gitmeye başladı. Doktorla konuşmaya başladı. İyileşmek için çaba gösterdi. Hiçbir zaman da ne gördüğünü söylemedi. Çok sordum ama yine de söylemedi. Sadece gerçekler dedi.

 

İtalya' ya gitmemizin üzerinden koskoca bir yıl geçtiğinde ise her şey daha iyiye gitmeye başlamıştı. Dila annesiyle babasının mezarını görmeye gidip gelmişti. Onları ziyaret edip sohbet etmek yaramıştı. Bunu onda ki değişimden görüyordum. Hala psikiyatriste gidiyordu çünkü tam olarak iyileşmiş değildi.

 

Çabalıyordu... İyi olmak için çabalıyordu.

 

İlk bir buçuk yılı devirdiğimizde ise Dila iyiydi. Kendine gelmeye başlamıştı. En önemlisi için artık dışarıya çıkıyordu. Geziyordu, yeni yerler deniyordu. "Çalışmak için hazır değilim biraz daha toparlanayım da ona da bakarım," dediğine çok mutlu olduğumu anımsadım. Hayata geri döndüğü için bütün dünyalar benim olmuştu yani ben öyle sanıyordum.

 

Sadece bir gün yine her şeyi değiştirdi.

 

O gün ne olduğunu hiçbir zaman anlatmadı ya da anlatmak istemedi. O gün aldığım bir telefon yeni hayatımı darmadağın etmeye yetti. Dila, güneşim intihar etti. Buralardan gitmek istedi. Annesiyle babasına gitmek istedi. Beni öylece bırakıp gitmek istedi. İşte o gün bir şeyin daha farkına vardık.

 

Dila hiçbir zaman iyileşmemişti. Sadece acısını başka türlü yaşamaya kalkmıştı. Ben geziyor sanırken o kendine zararlar veriyordu. Tanımadığı insanlara karışıyor rahatsız ediyordu. Ağır bir travma yaşıyordu, hiç dinmeden. O hala aynı gündeydi. Hala o anda, o ölümlerdeydi.

 

Hastaneye yatırdılar. Böyle olması hem bana hem de kendine zararmış. Önce kafasının içini susturması gerekiyordu. Kısacası arkadaşımı kendi ellerimle hastaneye yatırdım, sırf iyiliği için. Tedavi gördüğü her gün gittim yanına. Asla yalnız bırakmadım. Bazen benimle sohbet etti bazen de tek kelime etmedi.

 

 

 

Ev sessizdi, ev onsuz ev değildi. Dila benim ailem değil aynı zamanda evimdi, hayatımdı, yaşama amacımdı.

 

Bir buçuk yıl hastanede tedavi gördü. Ama iyileşti. Daha iyiydi artık. Yüzü gülüyordu, yüzüm gülüyordu. Çıktıktan sonra birlikte gezmeye eğlenmeye başladık. Her şey daha iyiydi, daha güzeldi. İşte o zaman çok dua ettim.

 

İyi ki o gün onu kurtarmışım. İyi ki onun için savaşmışım. Şükür ki o da iyileşti. Artık daha iyi!

 

Aynı yerde işe girdiğimizde ise her şey daha da eğlenceli olmaya başladı. Kısa sürede ikimizde güzel yerlere gelmeyi başararak gücümüzün farkına varmıştık. Uzun ve yorucu bir mücadele vermiştik ama yolun sonunda gülebildiğimiz için mutluyduk, huzurluyduk.

 

Şimdi ise geleceğimiz için geçmişin defterini kapatmaya gelmiştik. Buradan en güzel halimizle gerçek hayatımıza dönecektik. Biz orada çok mutluyduk.

 

"Dalmışsın, bir sıkıntı mı var?" ablamın sesiyle irkildiğimde geçmişin tozlu defterlerine daldığımı fark ettim. Ellerinde tuttuğu kahvelerden birini bana uzattıktan sonra yanıma oturdu. Yüzündeki sorgulayıcı ifade korktuğunu gösteriyordu.

 

"Hiç!" pek inandırıcı olmasam da en azından başka konuya odaklanabilmiştik. Ablamla sohbet etmeye başladığımızda bir kez daha hafifledim. En çokta bu anı seviyordum. Ablam ve onun güzel sohbetleri. İtalya'yı anlattım ona, neler yaptıklarımızı, nasıl çalıştığımızı. Her şeyi anlattım tek Dila ve onun sırlarını sakladım. Kimse intihar ettiğini bilmiyordu, bilmeyecekti de.

 

"Asya," bir şey diyecekti ve nedense bu beni duygulandıracak gibi hissediyordum. "Nasılsın?" ablam bana, beni düşüyordu. Bu her zaman yaptığı şeyken neden bu kadar duygulanmıştım ki? "Gerçek duygularını soruyorum, lütfen onları söyle."

 

Nasılım ben? İyi. Kötü. Bilmiyorum. Duygularımı okuyamıyorum. O kadar çok şey hissediyorum ki hangisi asıl duygum bilmiyorum. Kendimi tanıyamıyorum. Tekrardan derin düşüncelere daldığımda nefesimi tutuyordum. Nefesimi tutunca her şey değişecekmiş gibi hissediyordum. Öylede sanıyor olabilirdim.

 

"Yorgun, kırgın, yıpranmış. O kadar çok şey hissediyorum ki abla hangisi gerçek duygum bulamıyorum." Kayboldum kendi duygularımda. İnsan duygularında da kaybolabiliyormuş demek ki. "Kayboldum bir bilinmezliğin ortasında. İyi değilim, annem ölüyor. Kötü değilim gerçeklerle yüzleşecek kadar güçlü birine dönüştüm." Kafam ne kadar karışık olursa olsun kedi gücümün farkına varmak çok iyi hissettiriyordu.

 

"Biliyor musun aynı şekilde bende öyle. Ne yapmam gerektiğini, nasıl hissetmem gerektiğini unuttum. Hatırlamayacak kadar da bir bilinmezlik ortasındayım. İyi değilim fakat kötüde değilim," ses tonu her kelimede başka bir uygu hissettiriyordu. Büyük ihtimale bende konuşurken böyleydi. Ellerini tuttuğum da gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Yaşları silmek istemedin çünkü bizim için gözyaşları güçlülüktü, kendimizi bulma yoluydu. Gerçeklerin simgesiydi. Gerçekler acıtırdı, canı acıyan da ağlardı bize göre. "Arkadaşımı kurtardım ama iyi değilim. Annem ölecek ama kötü değilim. Hayat beni zorlamaya devam ediyor ama ben savaşacak kadar güçlü değilim. Eridim, bittim. Paramparça oldum, parçalarım o kadar keskin ki kimse dokunamıyor. Dokunulmadıkça kanamaya devam ediyor bıraktıkları yaralar. Ben yaralıyım, bilinmezliğin ortasında kanlar içindeyim. El uzatsalar bile tutacak kadar sağlam değilim.

 

"Abla biz kanayan yaralardan oluşuyorduk bu en baştan beri öyle. O yüzden yalnız değilsin. O bilinmezliğin ortasında birbirimizin gözlerinin içine bakacak yaralarımızı tedavi edeceğiz. Anlaştık mı?"

 

"Anlaştık."

 

Bir abla kardeş ne yapardı. Biz asla normal bir abla kardeş olmadığımız gibi anormal olmayı da başaramamıştık. Biz çok farklıyız. Tanımlayabileceğim bir kelime yok ama biz yaşamak için ölen biriydik. Bizim için her türlü ölmek, kanamak, yaralanmak vardı. Biz yaşamaya bile ölüyorken, kırılmamak için uğraşıyorduk. Kırılıyorduk, yıpranıyorduk. Biz yanıyoruz.

 

"Dila ne yaptı Asya?" bu konuşma bizi olduğumuz durumlara yitiyordu. İkimizde farklı taraflardaydık, ikimizde kendi arkadaşlarımızı düşünüyorduk. Ne kadar çok bu durumu ilişkimize yansıtmamaya çalışsak da olmuyordu. O kadar çok hikâyenin içindeydik ki çıkmak gibi bir lüksümüz yoktu. Bir çıkmaza girmiştik ve bu çıkmazdan tek bir şekilde kurtulabilirdik. O da bu hikâyeyi tamamlamalarına yardımcı olmaktı.

 

"Kaçmış abla. Onun yüzünü bile görmek istememiş. Hızlıca uzaklaşmış. Hiç beklemiyordu annesinin ve babasının mezarının başında katilini özgürce görmeyi." Sesim sert çıktığını yine kızdığımın farkına vardım. Ne zaman bu konu hakkında konuşsam ya da düşünsem hemen sinirleniyordum. Nasıl olurdu da yüzsüzce karşımıza çıkmayı düşünürdü. Üç nefesten daha fazla nefes çalmasına rağmen hala özgürce nefes alabilmesi çok karaktersizce!

 

"Bilmediğin ve daha doğrusu bilmediğimiz şeyler var Asya. Bu kadar sinirli ve kinli olma ve şunu bil ki Bulut katil değil." Net ve emindi ses tonu. Kısılmış gözler ve yüz ifadesi tamda bunu anlatıyordu. Ablam zeki bir kadındı. Kurnazdı. Fakat konu sevdikleri olunca aynı şeyler geçerli değildi.

 

"Nasıl katil değil abla. Adam onay verdi ve verdiği onay iki kişinin canına mal oldu." Nefret ediyordum ve bu gayet de sesime yansıyordu.

 

"O onayı neden verdi bunu hiç düşündün mü Asya? Âşık olduğu kadının hayatını yerle bir edeceğini bildiği halde neden onay verdi? Bunu da hiç düşündün mü?" Ablam haklıydı ben bunu hiç düşünmemiştim. Sadece Bulut'u suçlamış ve başka bir ihtimal bile düşünmedim. Bir insan sevdiğinin canını yakmak ister miydi?

 

İstiyordu. Bunu günlük hayatta da çok görüyordum, girdiğim davalarda da. Kıskançlıktan eşini öldüren mi dersin, sözünü dinlemediği için öldüren mi... İnsanlar sevdiğine kıyıyordu, sevgi öldürürdü. Sevgisizlik kadar sevgide öldürürdü. Aşırı sevgi mezara dönüşürdü. Mezar sondu. Geri dönüşü olmayan son!

 

"Bilmiyorum abla, bilmiyorum, Tek bildiğim şey var. Dila'nın kolay toparlanamadığı, yaşamak için büyük mücadeleler verdiğini biliyorum. Peşini bırakmayan geçmişin kapısını kapatmak için geldi. Tek bir isteği var o da rahat nefes alabilmek." Yaşam bizim için hep zordu, her zaman da zor olacaktı.

 

"Peki ya Bulut, o da yaşamak için büyük mücadeleler verdi Asya. Vermeye de devam ediyor, ediyorlar."

 

"Ediyorlar?"

 

"Bulut'un bir kız kardeşi var Asya. Hayatının anlamı olan, yaşaması için bazı şeylere mecbur bırakılan bir kardeşi var." Sesindeki kırılgan ses beni yerle bir etmeye yetti. Üstüne üstelik bir kardeşi vardı. Benim her şeyden çok önemsediğim o bağ vardı arsında. Bu her şeyin değişeceğinin kanıtıydı.

 

"Ne!" Duyduklarımı beni şaşkına çevirdi. Şaşkınlık bedenimi sarmaya devam etti. Mantıklı düşünemiyordum artık. "Bu her şeyi değiştirir abla." Gerçek gözlerimin önüne geldiğinde az çok anlayabiliyordum.

 

"Her şeyi başlatan şey tabii ki de her şeyin değişmesine vesile olur ablacığım."

 

"B-bu Dila'ya nasıl söyleyeceğim?" Bunu bilmesi gereken en önemli kişi Dila'ydı.

 

"Sakın Asya, sakın! Dila'ya bu konu hakkında tek kelime etmiyorsun. Duyması gerektiği kişi karşısına çıkacak ve söyleyecek sen de o zamana kadar bu konuya karışmayacaksın. Bana söz ver." Benden yapmamam gereken şeyi istiyordu.

 

"Hanımefendi doktor geldi içeride sizi bekliyor." Evdeki görevlinin beni kurtarması ile o kadar rahatladım ki anlatamam. Bahçeden içeri girdiğimizde uzun boylu, sarışın ve kaslı vücut hatları ile karizmadan öte olan doktoru gördüm. Yakışıklılığına hemen düşmemeliydim. Hemen kendime çekidüzen verdiğimde parmağındaki yüzüğü gördüm. Beni kurtaran şeyin beynim değil de bir yüzük olması çok komik bir durumu.

 

Vakit kaybetmeden üst kata çıktığımızda ilk önce ablam peşine doktor ve en son ben olmak üzere annemin odasına girdik. Yıllar sonra annemi uyanık görmek içimde ki bazı derin duyguları deşti. Doktor kontrol için hazırlıklar yaparken annemin gözleri benim, benimde gözlerim annemin üzerineydi. Aradan geçen zaman ikimizi de büyütmüştü. Ben kafa yapısı olarak büyümüşken annem fiziksel olarak büyümüştü. Uyurken gözlerimi alamadığım yüzü gözlerini açtığında hastalıktan ölmek üzere olduğunu haykırıyordu.

 

"G-gelmişsin." Annemin sesini duydum. Mutlu sesini. Geldim diye sevinen sesini duydum. Yüzündeki gülümseme geldiğim içinse eğer şu an dünyalar benim olmalıydı. Annem ben geldim diye gülüyordu Ben şu an dünyanın en mutlu kızı olmam gerekirken yüzleştiğim acı gerçek beni buna itemiyordu.

 

Annem ölüyordu. Annem ben geldiğim için mutluydu. Annem ölüyordu. Annem ben geldim diye gülüyordu. Annem ölüyordu. Benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Annem ölüyordu. Annem ölüyordu. Annem ölüyordu. Annem ölmesin, ölmesin...

 

"Geldim anne, senin için." Annem daha da mutlu oldu. Yüzündeki gülümsemeyi gördükçe bende mutlu oldum. Annem... Benim sevgi isteyen tarafım hala sana âşık, hala sana hayran. Annem seni her türlü seviyorum. İyi ki...

 

Doktor uzun bir kontrol yapıyordu. Geçen gün aldıkları kan tahlillerini de yanında getirdiğini gördüğümde daha da kötü oldum. Belki iyiydi, öyle umuyordum. Umduğum gibi olması için her şeyimi verirdim. Doktor usulca annemin canını yakmamaya dikkat ederek kontrole devam ediyordu.

 

Annem gülüyordu. Ben gülüyordum. Biz gülüyorduk.

 

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama doktor kontrolünü bitirdiğini göstermek niteliğinde eşyalarını topladı. Eşyalarını toplarken ki halinden belli oluyordu kötü bir şeylerin olduğu. Anneme baktım, hala gülümsüyordu. Onun gülümsemesi içime huzur veriyordu. Duyacaklarımdan korkmama rağmen yine de gülümsememi soldurmamaya çalıştım. Doktor annemin serumuna iğne yaptığında yine uyuyacağını anlamıştım. Fark etmiştim ki annemin canı yanıyordu. Bana belli etmemeye çalışsa da hafif kasılmalarından belliydi, ağrılara dayanamadığı.

 

"Yine geleceğim anne." Annem güldü. Ben güldüm.

 

"Yediklerimize dikkat ediyoruz, artık ilaçları al ve bol bol dinlen. Bir karar değiştirirsen de hemen hastaneye bekliyorum." Doktor klasik cümlelerini kurduktan sonra odadan çıktık. Hızlıca alt kata indik. Görevlilerden biri doktora su getirdi. Doktor ilk birkaç yudum aldı ve bizleri yemek masasına davet etti. Doktor karşımıza oturduğunda ablamla yan yanaydık. Derin nefesler alıp veriyorduk. İkimizin de korktuğunu çok iyi anlayabiliyordum. Masanın altından ablamla ellerimizi birleştirdik. Birbirimize destek olmak amacıyla!

 

"Öncelikle üzülerek bildiriyorum ki durum çok kötü." Hayatım yerle bir olmaya devam ediyordu. Korkum gerçek oluyordu. Ablamın elini biraz daha sıktım.

 

"Ne kadar kötü?" Ablam gergin bir ses ile karşılık verdiğinde onunda benimle aynı şeyleri hissettiğini anladım.

 

"Sandığınızdan çok daha kötü! Tedavi için geç kalınmış bulanmaktasınız. İlk teşhisi koyduğumuz zaman tedaviye başlasaydık anneniz şu an daha iyi olacaktı, yaşamı erken bırakmayacaktı," gözlerimden akan yaşlar gerçeklerle yüzleşiyordu. Canım yanıyordu, hiç hissetmediğim kadar. "Artık bir tedavi uygulasak dahi iyileşmesi ve o tedavinin etki etmesi çok düşük bir ihtimal. İlaçları dahi alsa artık geri dönüşü yok. İlaçlar sadece biraz daha ömrünü uzatır onun dışında her şeye hazırlıklı olun."

 

Her şeye hazırlıklı olun. Bitti. Annem iyileşemiyor. Annem ölüyor. Hem de her an. Ona veda edemeden, doyamadan gidiyordu. Annem gidiyordu, bencilce. Annem bencildi.

 

"Annem en fazla ne kadar daha yaşar?" Günün birinde gerçekten bu soruyu soracağımı söyleseydiler asla inanmazdım. Annem için bu cümleleri kuracağıma inanmazdım, inanamazdım. Hayatımı yerle bir etmiş olacak olmasına rağmen bu soruyu yönelttim. Alacağım her cevaba rağmen.

 

"En fazla 2 ay. İki ayı geçmez ama çünkü kan değerlerine kadar her şey çok kötü durumda. Onu ne olursa olsun tedavi etmeme izin vermediniz verseydiniz böyle olmazdı." Doktor ne saçmalıyordu. Ne demek izin vermedik. Ablama döndüğümde gözlerinden akan yaşlarla tek bir şey söyledi.

 

"Babam."

 

Yetti. Babam annemi ölüme terk etti.

 

Çalan telefonum ile irkildim. Hemen gözyaşlarımı sildim. Sesimi kontrol altına aldığımda telefonu cebimden çıkardım. Elif arıyordu. Neden? Yoksa Dila'ya bir şey mi olmuştu? Hızlıca aramayı cevapladım.

 

"Efendim."

 

"Asya nasılsın?" Ne alaka. Durduk yere.

 

"Dila'ya mı bir şey oldu yoksa?" Karşıda ki ses tedirgindi.

 

"Yanında değil mi?" Bir şey oldu, bir şey olmuş.

 

"Hayır, yanımda değil, asıl sizin yanınızda olması lazım."

 

"Geldi ama çoktan gitti. Şey onu çok mera..."

 

"Nasıl ayrıldı evden?" Korktuğum başıma geliyordu. Bugünü hiç sevmemiştim.

 

"Çok kötü ayrıldı aslında..."

 

"Bulursam haber veririm."

 

Telefonu kapattım. Dila yoktu. Ne olmuştu? En fazla dedesine giderdi ama şimdiye çoktan işini bitirmiş olmalıydı. Hızlıca oteli arayıp odayı kontrol etmelerini istedim. Ne kadar gelmediğini gördüklerini söyleseler de odayı kontrol etmeden rahat edemezdim. Görevlilerden biri oda temiz dediğinde gerçekle yüzleştim.

 

Doktor çoktan evden ayrılmıştı. Ablam karşımda telefonda biriyle konuşuyordu. Benim telaşlı hallerimi gördüğünde yanıma geldi. Kızarmış durumdaydım. Elim ayağım titriyordu. Bugün onun için çok ağır bir gün olacaktı. Kaldıramayacağı bir şey söylediyseler kaldıramazdı. Eminim ki de ona o sözü kullandılar.

 

Hemen telefonunu aradım kapalıydı.

 

"Ne oldu ablacığım, bir sıkıntımı var?"

 

"Abla Dila'ya ulaşamıyorum. Elif aradı onlarda ulaşamıyor. Bugün ailesiyle yüzleşecekti ve Elif evden çok kötü ayrıldığını söyledi. Otelde yok. Nerede bu kız?" O kadar kokuyordum ki ne dediğimi, nasıl dediğimi bilmiyordum.

 

"Canım sakin ol buralardadır. İstanbul'lu sonuçta bir yerdedir, mezarlıktadır bakarız şimdi biraz sakin ol."

 

"Olamam abla olamam. Ya kaldıramadığı bir şey söylediyseler? Bu sefer kaldıramaz." Sakin olamıyordum. Olacak kadar da güçlü değildim. Delicesine korkuyordum.

 

"Canım gelir o otele sen biraz sakinleşir misin?"

 

"Abla olmaz bu sefer izin veremem. Dila bir kez intihar etti bir kez daha etmesine izin vermem, veremem." Ağzımdan kaçmıştı ama şu an olay bu değildi. Olay Dila'nın yok olmasıydı ve dediklerinin aklıma gelmesiydi.

 

Bu sefer kaldıramam papatyam.

 

"Bulut sakin olur musun?" Ablamın son dediği ile tam kapıdan çıkacakken durdum. Arkamı döndüğümde ablamın endişeli sesini duydum. Telefonu indirdiğinde ondan bir cevap bekliyordum.

 

"Bulut her şeyi duydu Asya. Baştan sona bütün konuşmayı!"

 

💦

 

Rahat nefes almak istedikçe daha çok canı yanan kızdan:

 

Eve gidiyordum. Yıllar sonra öğrendiğim sırların yuvasına gidiyorum. Evime gidiyordum. Yol bayu gözümden yaşlar eksik olmadığı gibi aldığım sigara paketi de bitmişti. Evime babamı hatırlaya, hatırlaya gidiyordum.

 

Tanıdık sokaklardan geçmeye başladığımda ise eskilere gittim. Annemle yürüdüğümüz, alışverişler yaptığımız sokaklardan usulca geçtim. Yıldız kayarmış gibi. Evin olduğu sokağa geldiğimde ise gözlerimin önüne çocukluğum geldi. Küçük Dila gözlerimin önündeydi.

 

Ona ufak kırılgan bir tebessüm armağan edip yoluma devam ettim.

 

Evin önüne geldiğimde ise derin düşüncelerle apartmanı izlemeye başladım. Daha fazla beklemeden binaya girdim. Merdivenlere yöneldiğimde ise aklıma üç an geldi. Gözlerimin önünden yavaşça akıp gittiler.

 

Birinci anı her şeyin başladığı güne aitti. Annemi kanlar içinde gördüğüm ve peşine koştuğum o an canlandı gözümün önüne. Ne hızlı çıkmıştım o gün merdivenleri.

 

İkinci anı süslenip püslenip sevgilime koştuğum anlardı. Yakışıklılığıyla gözlerini üstüne almayı seven sevgilime koşarak indiğim merdivenler...

 

Üçüncü ve son anı ise annemle babamın cenazesiydi. Tabutlarının indirilip çıkartılmasıydı gözümde canlanan sahne. Benim öldüğüm o gündü.

 

Evin kıtına vardığımda ise hıçkırıklara boğuldum. Kimseyi rahatsız etmek istemediğim için çantamın içinde anahtarı arıyordum. O sırada arkamdaki daireden ses geldi. Kapı açılma sesi. Kapı yavaşça açıldı. Kim olduğunu bilmiyordum ama o kişi beni tanıyordu. Aldığı derin ve huzursuz nefesinden hissetmiştim.

 

"Evine hoş geldin komşum." Duyduğum ses ile irkildim Bu o olamazdı. Olmamalıydı. İyi de nasıl olurdu? Her ikisi de mi gerçekten çıkmıştı? Usulca arkamı dönerken o kişinin olmaması için dua ediyordum.

 

"Naz."

 

Karşımda duran, komşum diyen kişi Naz'dı. Gizli mesajların sahibi, Bulut'un ortağı Naz! Hayatımı mahveden Naz!

 

 

BÖLÜM SONU

Neler oluyor bu lanet kitapta…

Böylelikle bir bölüm daha bitti. Her bölüm sonunda duygulanıyorum ben. Bölümleri yazdıkça da hikayenin ne kadar yıpratıcı duygular barındırdığını görüyorum.

Dila'nın, Asya'nın ve Aslı'nın her şeye rağmen güçlü olmalarına bayılıyorum😍 Sanki onları yazan ben değilmiş gibi hihihi:)

Bulut'un çocukluğunun çok yaralayıcı olması ise can yakıcı. Daha derinlerine iniyoruz artık.

Bulut'un çocukluğunun yaralayıcı olmasında ki faktörün sebebi sizce nedir?

Asya ve Aslı annelerini hayata geri döndürebilecekler mi, yoksa annelerinin ölümüne mi alışacaklar?

Naz'ın karşı komşu olaması nasıl bir şey? Değişen şeyler olacak mı?

Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.

Instagram//TikTok: izzettcanduman

Spotify: İzzetcan Duman

Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.

 

 

Seviliyorsunuz😍

Bölüm : 25.01.2025 19:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...