

Ey ahali kalkın biz geldikkkk🤍 Geldik mi yine yeni bir bölüme. Olaylar başlıyor, yüzleşmeler devam ediyor...
Sizin bilmediğiniz ama benim bildiğim bu gerçekler ağır. Bakalım neler olacak?
Bölüm sonunda görüşmek üzere. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın😍
Keyifli Okumalar:')


“Savaşçı kızımdı benim, savaşçı çiçeğimdi. Savaşına hayran olduğum, ruhu hala çocuk olan kızdı.”
7.BÖLÜM
"İKİ BEDEN, İKİ RUH, İKİ YALNIZLIK"
Billie Elish – 6.18.18
Kaçtığı gerçekleri kabul edip adım atan çocuktan:
Hasret, özlem...
Kendime ceza verdiğimi sanırken asla ceza vermediğimle her saniye yüzleşiyordum. Yaptığım tek şey kaçmaktı. Gerçeklerden kaçtım. Hayatımı, hayatları mahveden gerçeklerden kaçtım. Kendime inanmıyordum ki bir başkasını bildiklerimi anlatayım.
Kaçtığımı düşündükçe gaza basıyordum. Hız bana iyi geliyordu ya da ben öyle sanıyordum. Yalanlarda böyleydi; son sürat ilerlerdi. Durmak gibi bir niyeti yoktu. Tek bir gerçek her şeyi bitirecekti. Gerçekler can yakardı, her zaman can yakan şeylerden kaçtığımız için gerçeklerde de kaçardık. Kaçmak çözüm değil ama biz çözüm oymuş gibi ona kaçıyorduk.
Evden çıktığımdan bu yana kendimi kötü hissediyordum. Kardeşime bir veda izletecek kadar acımasızdım. Onu yormamam gerekirken yoruyordum, ağlatmamam gerekirken ağlatmaya devam ediyordum. İyi olması için çaba göstermem gerekirken kötü olacağı ne varsa onu yapıyordum. Bir veda, geç kalmış bir veda.
Annem o kadar ölmek istemiş ki bize önceden veda etmiş. Bir vedaydı bizim hayatımızı mahveden, bir ölümdü bizi ayıran. Dönüp baktığımda ise en ağır şeyle yüzleştim. Annemin ölümüydü her şeyi başlatan.
Bu sefer kaçmayacağım, ne kadar canım yanarsa yansın pes etmeyeceğim. Benden alınan her nefes için hesap soracağım. Yalan olmadan, sırlar olmadan.
Hastaneye vardığımda ise ne kadar kötü hissedersem hissedeyim emin adımlarla Çiçek'in odasına ilerledim. Bitmiş, yok olmuş bütün inancımla o odaya girecektim. Bütün umutlarını öldüreceğim halde o odaya girdim. Solmuş yüzüne baktım, gözlerinin içinde ki parıltıyı hissettim. Yorgundu. Bu hayatta kalmak için çok yorgundu.
Odaya attığım ilk andan biliyordum, bu odadan çok daha kötü çıkacaktım. Kendim için değil ama Çiçek için pişmandım bu adımdan. Onu bu yalnızlığa mahkûm edeceğim için, onun çocukluğunun ruhunu öldüreceğim için pişmandım.
Yüzü gülüyordu. Her şeyden öte gülüyordu. Saf bir gülüşü bile yakacaktım ben, onun bütün gülüşlerini kurutacaktım. Annem düşünmemişti ama ben düşünüyordum. Çocuk ruhlarımızı, yalnızlığımızı her şeyden önce düşünüyordum.
"Abi," sesindeki o heyecan beni yakıyordu. Mutluluğu gözle görülüyordu. Onun gülümsemesi yıllardır kendimden çaldığım o duyguyu görmemi sağladı. Gülümsediğimde onun gülümsemesinin bana iyi geldiğini, beni cesaretlendirdiğini hissettim. Bütün dünyaya karşı onun bir gülümsemesi kaybettiğim bütün hislerimi canlandırıyordu.
"Günaydın çiçeğim." Bütün moralim onu görür görmez değişti. Duyduğum özlemle hemen sarıldığımda sarılmama karşılık verdi; heyecandan titreyen ellerini hissettiğimde yüzümdeki tebessüm büyüdü. "Günaydın abim." Şu an delicesine ağlamak istiyordum; onu hissettiğim için, onun gülüşünü gördüğüm için ve hala benimle olduğu için.
Savaşçı kızımdı benim, savaşçı çiçeğimdi. Savaşına hayran olduğum, ruhu hala çocuk olan kızdı.
"Nasılsın bugün?" nasıl olacaktı her geçen gün daha da ölüyordu. Kendime kızdım; onu bu kadar ihmal ettiğim için, kendime kızdım; iliklerimiz tutmadı diye. Kısa sürede uygun bir ilik bulunmazsa ölecekti. O yaşamak istiyordu ama kalbi buna izin vermiyordu.
Her geçen gün kötüye gittiğini biliyordu ama yine de pes etmiyordu, kendine olan inancından vazgeçmiyordu.
"Aynı abi. Ağrılarım daha da şiddetleniyor bazen dayanamıyorum ama..."
"Keşke ağrılarını senden alabilsem, keşke senin ağrılarını hafifletecek o kalbi bulabilsem, keşke senin için..." ölebilsem. Öldüğümde bile mutlu edemeyeceğim onu biliyorum ama yine de onun için ölmek istiyorum.
"Abi, deme öyle, yapma bunu bana da kendine de. Alıştım ben, dayanırım sen dert etme. Hem duydum ben bir ilik var o ilikle uyuşursam kurtulurum." Ölüyordu, yine beni düşünüyordu. Ölüyordu ama vazgeçmiyordu. Ölümle yarışıyordu.
"Abim," nasıl söylenirdi ki bu? Birine az zamanın var nasıl denirdi, hele de bu kişi kardeşinken? "Nasıl söylenir bilmiyorum ama..."
"İlik tutmadı değil mi?" Canım yandı, bedenimdeki her yer küle döndü. Gözlerim yanında ağlamamak için zorluyordu. Yaşama için verdiği çabası dinmezken hayatının mumları eriyordu. Biliyordum yine de vazgeçmeden savaşmaya devam edeceğini ama zordu. Kabullenmesi bile zordu.
"Bulacağım abim, sana uygun o kalbi bulacağım." Birinin canını yakmam gerekse bile o kalbi bulacağım. "Ben yaşayamıyorum ama sen yaşayacaksın, hayalini kurduğun her şeyi gerçekleştireceksin, söz veriyorum."
Ağlamaya başladığında ise sımsıkı sarıldım. Her şeyimdi. Tek ailemdi hala benimle olan. Ne yaparsam yapayım asla bırakmayacak tek kişiydi. Ne kadar çok ağlamamak için diretsem de gözümden akan o yaş damlası bunun olmayacağını gösteriyordu. Şimdiden bu hale girmişken ona nasıl annemin vedasını izletecektim.
İlk onu toparlamam gerekiyordu sonrasında yıkılacağını bile bile. Gözyaşlarını sildiğimde hala titriyordu. Onun bu derece yorulması beni yerle bir ediyordu. Hayat devam ediyordu, hayat bizim eksiklerimizlede devam ediyordu. Hayat sadece acısı olmayana devam ediyordu.
Annem yoktu, kardeşim ölmemek için savaşıyordu, sevdiğim kız benden nefret ediyordu ki onun hayatını yok eden benken ondan beklentim vardı bu benim yaramdı. Benim acı dünyamdı ve bu acı dünyada devam edemiyordum, yapamıyordum. Yoruldum. Hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktan, her şeyi kafama takmaktan ve bir sır uğruna mahvolan hayatlardan biriyken yoruldum. Seçim yapmaktan yoruldum.
Seçimler yalandan ibaretti, seçimler yok ederdi, seçimler öldürürdü.
Bir yalanı gerçek sanıp seçim yaptım, seçim yaptım sevdiğim kadını kaybettim, seçim yaptım iki nefes aldım, seçim yaptım ama ölemedim. Tek yapamadığım gerçek, becermek için savaştığım halde beceremediğim gerçek.
Ellerini tuttum defalarca kez öptüm. Doyamıyordum ona, o kadar çok özlemiştim ki onunla olmayı bu kadar zamandır aklım neredeydi diye soruyorum. Ona neden bu cezayı çektirdim ki? Neden hayat bizim yüzümüzü güldürmek için savaş vermiyordu? Neden onu iyileştiremiyordum?
Uzun uzun sohbet ettim onunla. Buraya geleli çok olmuştu ama benim gitmek gibi bir niyetim yoktu. Daha vedayı izletmemiştim, izletemiyordum. Güzelce geçirdiğimiz bu günü bozmak istemiyordum. Kahvaltı yaptık birlikte, onun sevdiği moda kataloğunu inceledik, sevdiği animasyon filmlerini gösterdi bana. Bensiz geçen günlerini anlattı.
Ağladığında yanında değildim, güldüğünde yanında değildim, bana ihtiyacı olduğu zaman yanında değildim. Onun yanında olamadığım her gün için kendimi yanına hapsetmek istedim. Artık o kadar çok yanında olayım ki benden uzaklaşmak istesin istedim. Birlikte mutlu olalım istedim. Bunun istek olarak kalmasına asla izin vermeyecektim.
Biz mutlu olacaktık, her şeye rağmen yüzümüz gülecekti.
Açtığı komik bir videoyu izliyordu çiçeğim. Yüzündeki gülümseme bütün enerjimi yüksek tutuyordu, gözlerinin içindeki parıltı içimin kıpır, kıpır olmasını sağlıyordu. Şu anki gülümsemesini kaybettirmek istemiyordum ama zamanı gelmişti. Belki de çoktan izlemeliydi bilemiyorum. Gözlerinin içinde ki parıltıya son bir kez daha baktım, solacaktı bakışları, ağlayacaktı, yıkılacaktı.
"Çiçek, abim, sana söylemem daha doğrusu izletmem gereken bir video var," sesimi ne kadar çok kontrol altına almaya çalışsam da titremesine engel olamadım. Sıcak basmıştı, konuşamıyordum. Bir şey izin vermiyordu, boğazımda konuşmamı istemeyen bir güç vardı.
"Video mu, ne videosu abi?" Anladı. İzleyeceği şeyin onu parçalayacağını anladı. Gözlerinde ki parıltı hemen silindi, yüzündeki tebessüm kayboldu. Daha şimdiden böyleyse fazlasını düşünmek istemiyordum.
Annemle veda etmeye hakkı var.
Annesiyle veda etmeye hakkı var.
"A-annemin veda videosu." Kekeledim, bu kayıptı, annemin kaybıydı, yok oluştu. Yalnızlık, çocuk ruhunun yalnızlığı! "Biliyorum söz verdirtmiştin iyileşince izletmem için ama zamanı geldi." İyileşeceği belli değildi.
Yüzündeki şaşkınlık, korku kedini belli ediyordu. İzleyip izlememek arasında içinde çelişkilerle savaşmaya başladığına emindim. Tuttuğum ellerini bıraktıktan sonra odada ki televizyonu açtım. Flaşa aktardığım o veda videosunu yavaşça ve usulca yerine yerleştirdim. Dosya gözüktüğünde sadece bir düğmeye basma işi kalmıştı. Elim gitmiyordu, o düğmeyi basmaya cesaretim yoktu.
Kardeşimin bunu izlediğinde hastalığının ilerleyeceğini bile bile buraya gelmiş vidoyu açmaya çalışıyordum. Nasıl abiydim ben, kardeşimi iyileştirmem gerekirken onu daha da kötü etkiliyordum. Bu kadar ileri gelmişken sadece son bir adımda mı takılıyordum? Nasıl bir bencildim ben? Kendimi sevmiyordum, sevemeyecektim ve bunun hesabını kendime soracaktım.
Daha şimdiden gözlerinden gözyaşları akıyordu. Yanına gidip ellerini tekrardan tuttuğumda sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki benimde gideceğimden korktuğunu anladım. O hep izleyiciydi, babamın gidişini, annemin gidişini ve en sonda benim gidişimi izledi. Hala da hayatında gidişler vardı. Ben ne kalıyordum adam akıllı ne de gidebiliyordum. İkimiz içinde zorlaştırıyordum.
Tek kelime edemiyordum, gözlerinin içine bakıp geçecek diyemiyordum. Zordu, geçmeyeceğini bildiğim halde bu acıya onu da sürüklemek zordu. Geri çekildiğimde göz göze geldik. İlk başta ikimizde kaçırdık gözlerimizi. Yine denk geldiğimizde ise sadece baktım, inanmasını isteyerek, güvenmesini isteyerek. Güvenmek zordu bana çünkü ansızın gidebilirdim.
Cesaret edipte son düğmeye basamadığım kumandayı Çiçek elimden hızlıca aldı ve hiç düşünmeden o düğmeye bastı. Video oynatıcının sesi kulaklarıma geldiğinde ise buradan geri dönüşün olmadığını fark ettim. Böylelikle bencilliğimi yine yapmış oldum.
Gözlerimin içine bakan gözler annemin sesiyle irkildi. Titreyen dudaklarını ısırmaya başladığında ise kalbim sızlıyordu. Gözlerindeki yaşlar sessiz hıçkırıklara döndüğünde tuttuğum gözyaşlarım kendini saldı. Sımsıkı elimi tutuğunda canı yanıyordu anlıyordum. Canı yandıkça daha da sıkıyordu elimi. Keşke onu sadece elimi sıkmasıyla iyileştirebilseydim.
Annemin her sesiyle daha da kötü oluyordu, her ismini duyduğunda kafasını yatırıp gözlerini kapatıyordu. Yüzleşiyordu annesinin gerçekleriyle, yüzleşiyordu annemin asıl gidişiyle, yüzleşiyordu bizim hayatımızı mahveden olayla.
Yüzleşecekti abisinin nasıl birine dönüştüğüyle.
"Çocuklarım, her şeylerim... Canımdan çok sevdiklerim. Üzülmeyin ne olur bunu kendinize de bana da yapmayın. Eğer şu an bu videoyu daha doğrusu benim vedamı izliyorsanız ben yokumdur. Sakın, sakın arkamdan ağlamayın. Biliyorum kafanızda çok soru var, yine biliyorum ki neden oldu diye sorguluyorsunuz. Yapmayın bunu, yaşayın, mutlu olun ve sakın birbirinizi bırakmayın. İkinizi birbirinize emanet ediyorum. Her zaman birbirinizi kollayın. Neden diye sorduğunuzu duyabiliyorum ama tek şunu bilin; ben yapamıyorum, daha fazla babanızın gerçek yüzüyle uğraşamam. Çok zorlandım, çok yıprandım, çok yoruldum. Gülemiyorum, sizinle bile olsa rahat nefes alamıyorum. Yaşadım, sizin için devam ettim ama olmuyor yapamıyorum. Tek babanız değildi ama siz sadece bunu bilin olur mu? Çiçek, kızım, yavrum sakın kendini üzme. Kendini yıpratmamaya dikkat et. Kalbine dikkat et çiçeğim. Mis kokulum benim, ne olursa olsun hayallerinden vazgeçme, onlar için çabala, onlar için yaşa. Çiçeğim hep gül olur mu hep gül. Büyü, eğlen, oku sakın yılma pes etme. Hep bir umudun olsun, seni çıkmaza soksa da bir umudun olsun. O umut seni yaşatacak kızım, o umut seni mutlu edecek ama sakın umuda bağlanma. Sadece umut etmekle olmaz çabalayacaksın, çabalayacak ve olacakları göreceksin. Bulutum, oğlum... Kendini yormamaya dikkat et. Abiyim diye yıpratma kendini. Abi demek her şeyi üstlenmek demek değil tamam mı? Onunla ol, kardeşini koru, birlikte gülün ama ağır yükler altına girme. Mutlu olun, hayallerinizin peşinden gidin, çünkü onlar sizin yaşama amacınız. Onlar sizi ayakta tutacak güzel şeyler o yüzden de pes etmeyin. Pes etme oğlum, yılmadan çalış çabala ve istediğin işi yap. Kendi ayaklarının üstünde dur. Çiçek kızım sende bak sende çalış çabala ve kendi ayaklarının üstünde dur. Sizin kimseye ihtiyacınız yok, siz birlikte olduktan sonra her şey kolay olur ama beraber olduğun sürece. Sizi çok seviyorum, size harcadığım güzel zamanları unutmayın olur mu? Yazmak istemedim çünkü yazarsam duygu olmazdı, yazarsam duygularımı hissedemezdiniz. O yüzden size video çektim. Beni son görüşünüzün olduğu bir video, benimle yüz yüze geldiğiniz son video. Sakın beni unutmayın ve hep mutlu hatırlayın. Vazgeçmeyin, mutlu olun ve birlikte olun. Benim iyi kilerim. İyi ki siz, iyi ki dememe vesile olduğunuz için çok teşekkür ederim. Siz de iyi ki deyin, sizde hep gülün. Ben gittiğim yerde çok mutlu olacağım ve güleceğim. İyi ki siz dünyalarım."
Odanın içi Çiçek'in hıçkırıklarının sesiyle dolduğunda onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Beni duymuyordu, görmüyordu. Ne kadar çok çabaladıysam da başaramıyordum. Odadan hızlıca çıktığımda hastanenin büyük koridorunda bağırarak yardım istiyordum. Geri odaya girdiğimde krize girmiş olan Çiçek'le karşılaştım. Lütfen bir şey olmasın ona, lütfen!
Odaya giren doktor beni dışarı attığında delice korkuyordum. Ona bir şey olmasından, bir daha gözlerini açamamasından korkuyordum. Kalbi çok hassastı ama ben bencillik yapmış daha da kötü ettim. Ne zannediyordum ki vedayı izlediğinde krize girmeyeceğini mi? Hayır, daha da kötü olacaktı bunu bilerek o videoyu izlemesine izin verdim.
Koridorda mekik dokuyordum. Uzun süredir kapının önünde doktorun çıkmasını bekliyordum ama hiç ses yoktu. Bu kadar uzun olmamalıydı bir şey vardı ve bunun düşüncesi beni öldürüyordu. Duyduğum kapı sesi ile hemen arkamı döndüm. Doktorun çıktığını görünce hızlıca yanına ilerledim. "Kardeşim nasıl doktor?"
Doktorun yüz ifadesine bakılırsa pekte iç açıcı bir konuşma yapmayacaktı. Bunu her yönden anlıyordum. Gözlerinin içi bitti bakışları atıyordu. "Öncelikle çok geçmiş olsun Bulut Bey. Kardeşinizi kontrol altına aldık şu an iyi. Fakat onu çok yıpratmışsınız bu sağlığı açısından çok kötü durumda," dedikleriyle ölüyordum. Ona kötü geldim, onu iyileştirmeye çalışırken kötü geldim. "Bugünlük uyutma kararı aldık en azından kalp ritimleri az da olsa normale girmiş olur."
"T-teşekkür ederim."
Hastaneden ayrılırken çok kötüydüm. Olmadı yapamadım ona iyi gelemedim. Paramparça olmakla kalmamış kardeşimi de parçalamıştım. Yürüyecek gücü kendimde bulamıyordum. Attığım adımların birinde yığılıp kalabilirdim. Bu halde eve gidemeyeceğim için hemen telefonumu elime aldım ve son konuştuğum kişi Aslı'yı aradım.
Aslı ikinci çalışta telefonu açtığında birini yolcu ediyordu. "İyi günler doktor bey," dediğinde annesinin kontrolü aklıma geldi. Annesi çok kötü hastaydı bunu sabah ki konuşmamız da söylemişti. "Alo, Bulut." Yıpranmış sesiyle geri döndüğünde bir şeylerin onun açısından ters gittiğini anladım.
"A-aslı g-gelip beni buradan al, ben çok kötüyüm." Sesimi ve ne halde olduğumu hiçbir şekilde umursamadım. Şu an tek bir şeye ihtiyacım vardı o da yardımdı. Bana iyi gelecek bir yardım.
"Neredesin ki sen, hem de iyi misin sesin çok kötü geliyor?" Arkada konuşan başka bir ses duydum ve bu ses çok tanıdıktı. Asya'nın sesiydi. Acaba Dila ile mi konuşuyordu ki? Peri kızımı düşünmek az da olsa iyi hissettirirken kardeşime yaptığım acımasızlık ağır basıyordu. Tam da o sıra Asya'nın endişeli seslerini duymaya başladım.
"Ne oldu ablacığım, bir sıkıntı mı var?" Aslı'nın sesi ile daha da korkmaya başlıyordum. Bir şey olmuştu bunu anlıyordum. Konuşmayı dinlemeye başladım.
"Abla, Dila'ya ulaşamıyorum. Elif aradı onlarda ulaşamıyor. Bugün ailesiyle yüzleşecekti ve Elif evden çok kötü ayrıldığını söyledi. Otelde yok. Nerede bu kız?" Duyduklarım şoka girmeme yetmişti. Ortalıkta yoktu ve bu kötüye işaretti üstelik ailesiyle yüzleşmiş.
"A-aslı, D-dila..."
"Canım sakin ol buralardadır. İstanbul'lu sonuçta bir yerlerdedir, mezarlıktadır bakarız şimdi biraz sakin ol." Olamaz, olamaz. Ona bir şey olmamalı.
"Olamam abla olamam. Ya kaldıramadığı bir şey söylediyseler? Bu sefer kaldıramaz." Ne diyordu Asya, ne kaldıramaması? Ne yapmıştı kendine? Lütfen aklıma gelen şey olmasın, lütfen!
"Aslı, Dila iyi mi? Cevap ver bana." Sesimin yüksek çıktığını etraftaki insanların bana bakmasından anlamıştım. Korkuyordum hem de delicesine.
"Canım gelir o otele sen biraz sakinleşir misin?" Nasıl sakin kalabilirsin Aslı, nasıl?
"Aslı Dila..."
"Abla olmaz bu sefer izin veremem. Dila bir kez intihar etti bir kez daha etmesine izin vermem, veremem." Ne diyordu bu kız, ne intihar etmesi. Ne demekti intihar etmek?
Kaynar su başımdan aşağıya döküldüğünde bile yandığımı hissetmiyordum. Yaşadığım şokla kendime gelemiyordum. Ben ölmek istemiştim, peri kızım ölmek istemişti. Ona bu kadar zarar vermiş olmak beni öldürüyordu. Ona bu kadar zarar vermek beni yakıyordu.
"Asya, Dila iyi mi, Asya? Asya bana cevap ver! Asya diyorum konuş artık konuş!"
"Bulut sakin olur musun?" Yeterli cevaptı. Telefonu direk kapattım. Kendimi direk arabaya attım. O kadar fazla hız yaptım ki kendimi hemen mezarlığa atmak istiyordum. Korktuğum şey olmamalıydı. Bu sefer kaldıramazdım. Önce annem sonra Çiçek şimdi de peri kızım olmazdı, olamazdı.
Onun ölmesi benim ölmem demekti. Gelip hesap sorsun, haykırsın ama ölmesin, ölmesin. Ben ondan can aldım o da benden canını almasın, anılarını almasın.
Ölmesin! Ölmesin peri kızım! Ölmesin!
💦
Öğrendiklerim yerle bir olmama yetiyordu. Günüm berbat bir güne döndüğünde ise elimden gelen tek şey izlemekti. Önce kardeşimin fenalaşmasına vesile oldum şimdi de sevdiğim kadının canına benim yüzünden kıyma ihtimalinin olduğunu öğrendim. Çok ağırdı yüzleştiğim gerçek.
Sevdiğim kadının canına kıymaya denemiş olması ve bunun sebebinin ben olması hissedemediğim onca duygudan ağırdı, annemi kaybettiğimdeki o duygudan çok faklıydı. Yanıyordum ve bunu sonuna kadar hissediyordum ama yapabildiğim hiçbir şey yoktu; kıpırdayamıyor, nefes dahi alamıyordum ki olan tek şey yanmamdı. Sıcak ateş bile duygularımı temsil edemiyordu.
Hangi duyguyu hissedeceğimi şaşırmış durumdaydım. Onu bulabilecek miydim bilmiyordum ama tek bir isteğim vardı o da onu sağ sağlam bulmamdı. Çalan telefonlarımı duymuyordum, gözümden akan yaşlar olayların akışına yetişemiyordu, içimde ki ağır duygu eriyip yok olmama yardım ediyordu. Her geçen saniye daha da ağırlaşıyordu içimdeki duygu.
Mezarlığa doğru son sürat sürdüğüm araba canımı tehlikeye atacak derecede tehlikeliydi. Trafikte yaptığım bu sürat sadece benim değil çoğu kişinin hayatını da riske atıyordum. Umurumda mıydı? Hayır. Umurumda olan tek şey peri kızımın yaşıyor olmasıydı.
Öğrendiğim gerçekten ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama mezarlığa gelmiştim. Arabayı boş bulduğum ilk yere hızlıca park ettiğimde ki düzgün park etmediğime çok emindim. Hızlıca arabadan inip koşar adımlarla mezarlığa girdiğimde bana doğru gelen Asya ve Aslı'yla karşılaştım. Asya bitmiş bir şekilde yürüyordu. Üstündeki gergin hava yarattığı korku gözle görülecek derecedeydi. Aslı kardeşinin kolunu girmiş ona yardımcı olmaya çalışıyordu. İkisinin yüz hatlarından da anladığım üzere Dila burada yoktu, yaşıyordu en azından.
Bedenimi saran bu duyguyu hala anlam veremiyordum. Hissediyordum, ağır derecede kalbinin kırıldığını ve şu an hiçte iyi durumda olmadığını. Korkuyordum bu hissimin onun canı olmasından. Hemen bulmam gerekiyordu ama neredeydi? Kafayı yemek üzereyim. Nasıl olurdu da bir anda ortadan kaybolurdu?
Aklıma yeni düşen tohum ile korkularım derinleşti. Naz beni tehdit etmeye kalktığında ciddiydi. Dila'ya bir şey yapacak kadar gözü dönmüştü. Dila'nın geri döndüğünden haberleri var mıydı? Varsa bir şey yapmak için çok erken değil miydi?
"Her şey senin yüzünden duydun mu her şey senin yüzünden," ağlamaklı gelen ses Asya'ya aitti. Haklıydı. Her şey benim yüzümden oluyordu ve olmaya da devam edecekti. Gözlerinin içinde ki nefreti görebiliyordum, her an bir şey yapıp beni öldürecek gibi bakan o gözler kardeşi için de her şeyi yapacağını gösteriyordu. Gözlerinin altındaki kızarıklık, saçlarının birbirine girmiş olması ve solgun yüzü ağladığının gösteriyordu. Çok ağlamıştı görebiliyordum.
"Asya biraz sakin olur musun, konuştuk seninle bu konuyu, lütfen!" Aslı beni savunmaya geçtiğinde tekrardan iyi bir arkadaş seçtiğimi düşündüm. Bencilce, sevdiğim kadını aramak için çıktığım bu yolda arkadaşım beni savunuyor diye mutlu olmaya kalkıyordum.
"Haklı Aslı, yalan söylemiyor her şeyin sorumlusu benim," sesim hissizdi. Ne kadar çok içimdeki anlamını bilmediğim duygu olsa da dışarıya bunu yansıtmamalıydım. Bencil olmaya devam etmeliydim, çünkü ancak bencil olursam onları yenebilirdim. Asya'nın dediklerimle yüz ifadesi bir gram bile oynamıyorken tersine Aslı yeniden beni savunmaya kalkıyordu ki Asya onu durdurdu.
"Kendini bilmen ne büyük bir şey," kin doluydu ve bu kin ona da bize de zarar verirdi. "Nasıl karşımıza çıkabiliyorsun?" Hesap soması gereken yerde değildik bunu ikimizde biliyorduk ama şu anki durumumuz zaman algısını yitiyordu.
"Asya her şeyi konuşuruz ama şu anki konumuz benim neden dışarıda olduğum ya da ne yüzle karşınıza çıktığım değil." Ters bir cevap vermek istemiyordum ama şu an umurumda olan Asya'nın duyguları ya da hesap sorma isteği değildi. Hızlı davranmalı ve neler olduğunu öğrenmeliydik.
Başka şartlar altında Asya ile tanışmış olsaydık eminim ki çok didişirdik ama iyi anlaşırdık. Çok yakın bir arkadaş olacağımız ikimizin de zaman tanımadan istediğini yapabilmesinden geliyordu. Asya'yı ablası Aslı'dan ayıran noktada buydu daha fazla cesaret. Zaman mekân tanımadan sevdikleri için her şeyi yapabilecek biri olması. Benim gibi.
"Konumuzun ne olduğunun gayet farkındayım, sen hiç merak etme. Fakat şunu da bil ki bu durumda olmamızın en büyük sebebi sen ve ortakların." Asya böyleydi, onu tanımıştım. Konu sevdikleriyse hiç olmadığı birine dönüyordu. İster istemez bu cümle içimdeki duyguyu tetikledi. Bizim onlarla farkımız vardı: Onlar intikam alıyordu ama ben zorunda bırakıldığım bir şeyi en az hasarla atlatmaya çalışıyordum.
"Bilip bilmeden konuşuyorsun. Konuşmakla da kalmayıp haddinin aşıyorsun." Karşımdaki Asya'ın sinir küpüne döndüğünü görebiliyordum. Kızarmıştı, ellerini yumruk yapmış derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Artık şu çocukça didişmenize ara verin ve asıl konuya odaklanalım." Aslının en akıllı fikri vermesi ile sustuk. Hala birbirimize kızgın dolu bakışlar atıyorduk ama bunu görmezden gelmek zorundaydık. Sonuçta daha çok yan yana olacak ve didişecektik.
Etraftaki sesler, yoldan geçen arabalar, kabalık İstanbul'un telaşı ve doğanın sesiydi. Derin düşüncelere daldığımızda onu nerelerde bulabilirdik onu düşünüyorduk. Çok gözümüzün önünde bir yerde olmalı ki hiç aklımıza gelmesin. Uzağa gidemezdi, kötüydü ve çare arayacaktı. İstanbul'daydık buradan başka bir yere gidemezdi.
Asya da Aslı da aynı benim gibi derin düşüncelerdeydiler. Bizim gittiğimiz uçurum kenarına gitmiş olabilir miydi? Çok dolmuş olmalıydı ve az da olsa içini boşaltmak için oraya gitmiş olabilirdi. Benim için önemli olan bir yere gider miydi? Bilmiyordum, şu an adam akıllı düşünecek halde değildim. Kontrol amacıyla arabama doğru ilerlerken Aslı durdurdu.
"Nere gidiyorsun?" Anlamıştılar bir şey bulduğumu bunu yüz ifadelerinden anlayabiliyordum. Bugün birlik olmak zorundaydık o yüzden de nereye gittiğimi paylaşmaktan çekinmedim. "Uçuruma gidiyorum, orada olabilir."
"U-uçurum mu?" Asya'nın korkularını tetiklemişti olmaktaydım. Zaten gergindi iyice germiş oldum. Elleri titremeye başladığında ise gerçekten korktuğunu görebiliyordum. Asya iyi kızdı ama sevdikleri konu olunca aklını kaybediyordu.
Hızlıca mezarlıktan ayrıldığımızda kızlar arkadan geliyordu. Aslı'ya gittiğim yeri tarif ettiğimden dolayı ben hızla ilerliyordum. Büyük ihtimalle de izimi onlara kaybettirmiştim. Çok gergindik o yüzden ne kadar uzak olursak o kadar iyiydi ikimiz içinde. Yoksa ya Asya ya da ben birbirimize fiziksel olmasa da ruhsal açıdan zarar erecektik.
Uçuruma ilk gittiğimizde her şeyin başlangıcı olan o gündü. Benim gerçekleri, intikam alacağım kızın peri kızımın olduğunu öğrendiğim gündü. Yıkılmıştım öğrendiğim gerçekle. Nasıl olurdu da sevdiğim o kadından intikam alırdım? Nasıl olurdu da hayatımı mahveden intikamın sebebi onlar olurdu. Öğrendiğim gerçek yetmezmiş gibi de o akşam o aileyle yemeğe çıktım. O gün zihnime yavaş yavaş düştüğünde nasıl da korkmuştum yakalanmaktan? Garsonun beni tanıdığını anlasaydılar her şey biterdi ama anlamadılar.
Anladılar. Erdem Özkaya'da anladı, Dila Deniz'de anladı. Çaktırmayan tek kişi peri kızımdı, çünkü arkadan başka şeylerin peşindeydi; gizli mesajların peşindeydi. Fakat Erdem Özkaya çok zaman sonra kıskıvrak yakalamıştı beni hiç beklemediğim o anda.
Bir anlaşma yaptık ve o anlaşma bütün palanın akışını bozdu.
Uçuruma geldiğimde ise hızlıca arabadan indim. Sessizdi. Kimse yoktu. Burada değildi. Arkamdan gelen araba sesiyle anladığım üzere kızlar gelmişti. Arabadan hızlıca ilk inen Asya oldu ama iner inmez o acı gerçekle yüzleşti. Hayır dercesine kafasını yatırdığında çığlık atacağını anladım.
Asya'nın attığı çığlık içine hapis ettiği duygulardı. Onları rahatlatmak için bir zamanlar peri kızımla yaptığımız gibi bağırmak içini dökmekti. Bir çığlık bile buna yetiyordu. Asya'nın gözlerinden akan yaşlar durmuyordu ve kafayı yemiş gibi dönüyordu. Sakin değildi, iyi düşünemiyordu. Korkusu onu içine çekmişti.
"Yine yok, Allah kahretsin ki yine yok!" Sinirini sesli şekilde dile getirmeyi başaran Asya hala sakin değildi ve iyi düşünemiyordu. Aslı kardeşini sakinleştirmek için yanına ilerledi. Fakat Asya'nın gözü kimseyi görmüyordu.
Aradan kısa bir zaman sonra Asya az da olsa sakinleşti. Dila'yı bulmak için birbirimize ihtiyacımız vardı. Ortalığın daha konuşulur hale gelmesi ile ne düşünüyorsak söylemeye başladık.
"Bence sakince düşünürsek buluruz," dedi diyeceklerimizden çekinerek Aslı.
"Otele dönmüş olabilir mi?" bir umutla söylediğimde cevabın ilk andan olumsuz olacağını tahmin ediyordum.
"Yolda tekrardan aradım bir giriş olmadı hala," siniri geçmediği sesinden belli oluyordu Asya'nın.
Çok yakınımızda bir yerdeydi bunu hissedebiliyordum. Bulamadıkça kendime kızıyordum. Nasıl bulamazdım ya nasıl? Gözümüzün önündeydi bundan emindim.
"Gözümüzün önünde bir yerde ama neresi?" dediğim de Asya'nın sinirinin tekrardan yükseldiğini gördüm. Korkusu her geçen saniye artıyordu ama elinden bir şey gelmedikçe bana sarıyordu. Üstüme doğru koşarak geldiğinde Aslı da onu durdurmaya kalktığında durdurdum. İçini dökerse daha iyi olacaktı bunu biliyordum.
Yumruk yaptığı ellerini göğüs kafesime doğru geçirmeye başladığında karşılık vermiyordum, vermezdim de. Sakinleşmesine yardımcı oluyordum, evet, canım yanacaktı ama bu onun iyiliği içindi. Yine bencildim. Önceden düşünmem gereken durumları şimdi mi düşünüyordum? O kadar olaydan sonra.
"Hepsi senin yüzünden, neden geldin ki, neden? Neden yaptın bunu Dila'ya, neden?" ağlaması hıçkırıklara döndüğünde bağırıyordu. Benim kendime sorup da cevaplayamadığım soruları soruyordu. Daha ben cevaplayamamıştım ki sana cevaplayayım. "Eğer sen annesini bıçaklatmasaydın, eğer sen o onayı vermeseydin şu an bu halde olmayacaktık."
Annesini bıçaklatmasaydın.
Tabii ya evindeydi. İlk aklımıza gelecek ama bizim gideceğini düşünmediğimiz o yerde, evindeydi. Her şeyi bitirmeye geldiyse o evden de çıkmak zorundaydı. Geçmişiyle yüzleşecekse en baştan evinde yaşamayı öğrenmeliydi. Her şeyin başladığı o geceye dönmek zorundaysa o evde olmalıydı. Annesi, babası ve bütün geçmişi o evdeydi.
Dila acı dolu evindeydi.
"Buldum. Dila'nın nerede olduğunu buldum." Sesim heyecanlı çıkmıştı. Dediklerimden sonra Asya durmuş gözlerimin içine bakıyordu. Aslı büyük bir umutla yanımıza geldiğinde ise gözlerimin içi parıldıyordu. O intihar etmeyecekti, edemezdi. Peri kızım geçmişiyle yüzleşecek ya onu silecekti ya da onu kabullenecekti.
"N-nerede?" kekeleyen Asya'ydı. Kardeşini bulduğu için yüzündeki o gülümsemeyi görebiliyordum. O olmasaydı hala Dila'yı arıyor olabilirdik. Asya isyan etmeseydi, Dila yerini bize göstermeyecekti.
"Akla ilk gelen ilk yerde ama bizim onu gideceğine ihtimal vermediğimiz yerde," dediğimde sevinç çığlıkları atmamak için direniyordum.
"Evinde yani," diyen Asya'ydı. Benim kadar sevindiğini görebiliyordum.
"Evet, evinde."
Arabaya nasıl bindik hatırlamıyorum. Olabildiğince hızlı bir şekilde uçurumdan ayrılıp o eve gidiyorduk. Dila'yla hikâyemin başladığı o eve.
💦
Umduğu ne varsa kaybeden kızdan:
Son çizildiği daha doğrusu çizdiğim gibi değildi. Olmadı. Çizdiğim sonda hapiste olması gerekenler dışarıdaydı, rahat yaşaması gereken ben hapisteymiş gibi zorlanıyordum, rahat nefes alamıyordum. Karşımda gördüğüm kişi bütün her şeyi yerle bir etmeye yetiyordu.
Bulut parçalamıştı ama asla vazgeçmemi sağlayacak engel değildi ama şu an karşımda gördüğüm Naz bütün planımı altüst ediyordu. Yüzleşecektim ve buradan geri gidecektim ta ki buna bir şeyler engel olana kadar. Önce içimdeki bir ses, bir duygu buradan gitmemi zorlaştırıyordu şu an Naz'ın da dışarıda olması gitmeme engel koyuyordu. Suçlular cezalarını çekmediği sürece ben nasıl rahat edecektim, annemle babam nasıl rahat uyuyacaktı.
Hiç mi vicdanları yoktu? Şu an onların yerinde olsam hiçbir şekilde hayatını mahvettiğim kişinin önüne çıkmazdım. Herkes kendi yoluna baktıktan sonra hainlik yapıp tekrarda gözüne gözükemem. Ama hiçbir şey sandığım gibi olmadığı için şu an karşımdaydı dost bildiğim düşman.
İçimi döktüğüm, sırlarımı paylaştığım, birlikte eğlendiğim, yeri gelir birbirimizi idare ettiğim kardeşimin sırtımdan hançer sağlayacağını nereden bilebilirdim? Sevdim, kardeşim dedim, değer verdim ama karşılığı en acı şekilde aldım.
Bir adamın kuklası haline gelmektense ölmeyi yeğlerdim. Bir adamın kendi çıkarlar ve zevkleri uğruna bir piyon olmaktansa o adamı tahtından eden olurdum ama bu hiçbir şekilde böyle olmadı. Çünkü ben ne oyuncuydum, ne de izleyici, ben kurbandım. Hayatı yerle bir edilecek kurban.
Saf gibi hiçbir şey anlamamıştım. Burnumun dibinde dönen olayları anlamayacak kadar kördüm. Hissettiğim duyguları karşılıklı zannedecek kadar hissiz ve kördüm. Belki de gerçeği anladığımda karşılarına çıksaydım her şey daha farklı olabilirdi. İkisinin de gizlisi vardı ve ben saf olarak günü geldiğin de anlatmaları için bekliyordum.
Anlattılar hem de en güzel şekilde. Annemi aldılar, babamı aldılar, bütün inançlarımı, sevgimi yaktılar. Yandım ben, hala da yanıyorum ve durdurulacak kadarda yangınım yok. Bitsin istedim daha da başa döndük. Ölmek istedim küçük Dila kurtardı. Her şey bitiği sandığımda yanılmıştım çünkü asıl hikâye o gün başlıyormuş şu an onu anladım. Eminim ki hala bilmediğim çok yalan ve sır vardır. Dürüstlük yoktu bizim dünyamızda hiçbir zaman olmadı bundan sonrada olmasına ben izin vermiyorum.
Daha yaşadığım şoku üstümden atamamıştım. Fakat Naz her şeyden çok konuşmak istiyormuş gibi gözüküyordu. Gözlerinde ki parıltı artık daha yakın olmamız mıydı, yoksa beni eski Dila sanması mı? Ben değiştim, değişmek zorunda kaldım. Hissizleştim bir kere, yalnızım. Ailem yok. Kardeşim var ama her şeyden ötem, canı uğruna yapacağım her şey.
Hala bulunduğum ortama alışabildiğim söylenemezdi. İnanamıyordum böyle bir şeyin gerçek olduğuna, nasıl olurdu ki? Nasıl ikisi de elini kolunu sallaya sallaya gezebiliyordu aklım almıyor.
"Yaşadığın şok bittiyse biraz konuşalım komşum," her bir cümlesini vurguluya vurgulaya söylüyordu. Sormuyordu direk emir veriyordu. Ne sanıyordu ki kendini? Kraliçe, prenses, bebek...
-bebek en ideali bence papatya-
Haklısın iç ses en güzeli bebek oldu. Bebek dediğimizde de tatlış bebişlere de hakaret olacak ama neyse.
-diyorsun-
Diyorum iç ses, diyorum.
"Bakıyorum da ikiyüzlülüğünden bir eksilme olmamış gayet yerinde duruyor." Bu sefer aşağıdan almayacaktım, düşmanımdı o. Benim hayatımı yerle bir eden kişilerden biriydi. Parmağı vardı, biliyordu annemin de babamın da öleceğini. Göz göre göre ihanet etmişti bana.
"Sende düşmanların aldığı gardı almışsın, kıyamam!" alay ediyordu. Benim durumumla alay ediyordu. Benim karşısında eriyip bittiğimi göremeyecek kadar ya kör oldu ya da gerçekten biz diye bir şey kalmadı.
-zaten biz diye bir şey hiçbir zaman var olmamış ki papatya-
Haklısın iç ses, yine haklısın. Biz hiçbir zaman arkadaş olamamışız.
"Sana acıyorum biliyor musun Naz? Bir adamın kölesi olacak kadar karakterin yokken, gelip bana diklenmende sadece güçsüzlüğünü gösterir." Bu sefer ne olursa olsun canı yanan ben olmayacağım. Savaşmam gerekiyorsa da savaşacağım, bu sefer kaçmaktan tarafta değilim. Canım yanacak çok iyi biliyorum ama ben vazgeçmeyeceğim ve adımlarımı daha sakin daha emin atacağım.
Gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Anlıyordu artık benim eskisi gibi olmayacağımı. Kolay lokma değildim artık onlar için. Bu sefer zordu, hissediyordum hem de çok zordu. Ellerindeki titremeden anlıyordum onun içinde zor durumdu bu. Alışmıştı karşısında uysal Dila'yı görmeye.
Eskiden olsa sarılırdık birbirimize. Kolay kolay da birbirimizi kırmazdık. Şimdi birbirimize nefretle bakıyorduk. İki dost olduk mu iki düşman. Daha doğrusu dost olduğumuzu sanan bendim. Yanılan, hayal kırıklığına uğrayandım.
Ağlamak istemiyordum. Naz'ın karşısında ağlamak istemiyordum. Özlüyordum onu ama ağlamayacaktım. Bu kozu eline vermeyecektim.
"Sen hiçbir zaman doğru konuşmayı öğrenemedin Dila. Hep bir atar, hep bir tavır. He birde gözde olma vardı. Kimse senden başkasını daha çok sevemez havalardaydın. Ama ne oldu havanı mı söndürdük." Acımasızca oynuyordu. Zayıf noktamdan vurmak da ancak onun gibi birine yakışırdı.
"Bir adamanın kulu köpeği olmaktansa herkesin gözdesi olmak daha akıllıca!" Artık oyun iki taraf için de geçerliliğini sürdürüyordu. Bu sefer tek başlarına arkadan, arkadan iş çeviremeyeceklerdi. Önce geçmişimi olduğu gibi kabul edecektim ondan sonra da herkesten hesap soracaktım.
"Sevdiklerinin hayatının ipi ellerimizdeyken biraz daha üslubuna dikkat etmeni öneririm malum bir kazayla ailenden biri ölebilir. Anneannen, teyzen dur dur sevgili kardeşin Asya. Hepsinin hayatı senin ellerinde, yaptığın her hareket birinin canı demek!" Bu kadar da düşmüştüler işte. Sevdiklerimle beni tehdit ederek ne yapmaya çalışıyordular. Şok üstüne şok yaşıyordum. Nasıl hala benimle uğraşıyordular.
Sevdiklerime kırgındım ama ölmelerini isteyecek kadarda nefret etmiyordum. Hatalarını anlasınlar istiyordum sadece. Çocuklarının emanetlerine sahip çıksınlar istiyordum. Asya'm, papatyamın ölmesini asla istemezdim. Kaybetmeye korktuğum kişiydi. O benim her şeyimdi. Onunla hayata tekrardan tutunmuşken onsuz devam edemedim. Kardeşimdi, ailemdi.
İtalya bize iyi geliyordu sadece geçmiş devam etmemize izin vermiyordu. Geçmiş için buradaydık onu ya kabullenecektik ya da yok edecektik. Gözlerimin önünden geçen zaman ister istemez duygulanmama vesile oluyordu.
"Annemi, babamı aldınız Naz. Yetmedi mi, daha ne istiyorsunuz benden?" sesimi kontrol altına almayı başarabildiğim için mutluydum. Alığım nefesler rahatsız etmeye başlamıştı. Daha fazla orada kalamayacaktım bir an önce evime girmek istiyordum.
-çıkmaz sokağımızın aydınlandığı tek yere-
"Daha seninle hesaplaşacağız, sohbetler edeceğiz. Sen hiç merak etme yarım kalan her şeyi tamamlayacağız. Şimdi biraz dinlen çünkü buna ihtiyacın var; bir de lütfen ilk kurbanını seç yoksa biz seçeceğiz." Asıl hikâye şimdi başlıyordu.
"O kölesi olduğun şerefsize söyle elinden geleni ardına koymasın, çünkü asıl kurban sizde. Sizde ilk kurbanınızı seçin yoksa ben seçmesini bilirim ve ben seçersem sandığınız şeylerden çok dahası olur." Korktu. Söylediklerim birer blöfden ibaretken bunu anlamayacak kadar kördü. Onun korkması ise benim işime gelecekti hissediyordum
💦
Kapıyı açtığım ilk anda annemin kokusu buruma geldi. Daha adımımı atmamışken annemle seslerimizi duymaya başladım. Yıllar sonra evime giriyordum ve bu her şeyden çok ağırdı. Yavaş adımlarla kendimi eve attığımda gözümden bir damla yaş düştü. Evin içinde ki anılarımızı görmeye başladığımda yaşlar daha da hızlandı. Kalbimin üstündeki o ağrıyı yıllar sonra tekrardan hissettim.
Evim annem kokuyordu.
Evim babamın son dokunuşlarıyla doluydu.
Evim beni içine çekiyordu, yaşamın tohumu buradaydı gelecek ve geçmişle.
Attığım her adımda daha da rahatlıyor hissi bedenimi sarıyordu. Anılar, sesler aklımdan geçiyordu. Hafızam geçmişi tekrar yaşıyordu. Ailemi hissediyordum. Buradaydılar benimle, yanı başımda.
Duyduğum ses ile irkildim. Kapının zili çalmakla kalınmamış yerinden çıkacak kadar güçlü vuruluyordu. Korkuyordum. Ne oluyordu şimdi? Kim böyle gelirdi ki buraya hem de benim geldiğim ilk günde? Tabii Naz'dı. Lafları yediremediği yetmezmiş gibi kapıma dayanmıştı şimdide. Hızlıca kapıya gittim, delikten bakmadan kapıyı açtım. Karşımda görmeyi beklemediğim kişi vardı ve bu beni sarsmıştı.
Karşımda bana bakan çift ela gözler.
Korku, yüzünden okuduğum ifade buydu.
Bulut tam karşımda gözlerimin içine bakıyordu.
"S-senin burada ne işin var?" Arkasından gelen seslere kesildiğimde bu sesin Asya oluğunu anlamam çok uzun sürmedi. Karşımdaki ela gözler sevinçliydi. Ne hakla?
"Seni merak ettim."
"Ne hakla. Katil vasfıyla mı?"
"Konuşabilir miyiz?"
Asya, Bulut'u itip hızlıca bana sarıldı. Korkmuştu. Ağladığını, harap olduğunu görüyordum. Sesi çok derinden geliyordu. Meraktan öldüğünü söyleyen Asya'yı çeriye aldım. Ne olduğunu anlam veremeyen Asya gözlerini bana dikti.
"Seninle. Konuşmak. İstemiyorum." Kapıyı sertçe kapattım. Karşıma saygısızca geçemezdi. Hiçbir şey olmamış gibi gülümseyemezdi.
Merak etmesi gereken zamanları çoktan geçmiştik. Yapması gereken şeyleri yapma zamanını da çoktan geçmiştik. Yüzsüzce karşıma çıkmaları tesadüf müydü? Pek tesadüfe benzemiyordu çünkü.
-şimdi ne yapacağız papatya-
Bilmiyorum iç ses, bilmiyorum.
-her şey sandığımızdan da zor olacak papatya-
Zaten ne zaman kolay şeyler bizi buldu ki iç ses.
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitaptaaaa!
Bir bölüm sonu daha. Ben duygulanmaya devam ediyorum zaman geçtikçe okunma oranıda artıyor, sizden gelen güzel mesajlar...
Bu hikayede en büyük emek sizlerde, onu benimseyip okuduğunuz için teşekkür ederim 🤍
Bölümü nasıl buldunuz?
Asya ve Bulut arkadaş olsaydı ne kadar didişirdiler?
Naz ve Dila'nın yeni ilişkileri nasıl olacak?
Bulut ve Çiçek için en zoru annelerinin onlara vedasıydı.
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |