

Ey ahali kalkın biz geldikkk🖤 Nasılsınız?
Ben... ağlıyor olabilirim😍
Çok uzatmayacağım bölümün sonunda uzun bir yazıyla sizlerle olacağım o zamana kadar hoşça kalın!
Bu bölüm Çıkmaz Sokak'ta okuduğunuz en uzun bölüm olacak o sebeple sindire sindire okuyunuz🤩
Keyifli Okumalar:')


"Bugün masalı ben yazıyordum, yıllarca dinlediğim masalların sonuna bir sonda ben ekliyordum. Bu masal benim masalımdı, sonda benimdi, başlangıçta."
15.BÖLÜM- FİNAL
"HİKÂYEMİZİN SONUNDA, MASALIMIZIN BAŞLANGICINDA, PERİ KIZI VE BALIK"
Selana Gomez – People You Know
Selin Geçit – Yalancı Bahar
Bir son çizildi gerçeklerle, bir başlangıç yazıldı doğumumla.
Her şey küçük bir bedenin dünyaya gelmesiyle başladı; sevgiyle başlayan hikâyem zaman geçtikçe sevginin ihanetine, intikamına döndü. Küçük bir çocuk, babasının sevgisini isterken kalp kırıklıklarını aldı. Masal anlatan sesiyle uyumak isterken bağırdığı sesiyle uyudum.
Babamı istedim, intikamını aldım.
Sevdiğim adamın kollarındayken kalbimin bu denli tehlikeli atmasının tek sebebi babamdı. Babam bildiğim adamdı. Camdan dışarı izlemek yerine bana iyi bir baba olsaydı bu kollar katilim olmazdı, güvende hissetmek isterken tedirgin hissetmezdim. Çocukluğumu güzel hatırlamak isterken, yaralı olduğunu hatırlamak çok acıtıyordu.
Hastalıklı beyni; çocukluğunu, bana yaşattı. Yaralı olan çocukluğunun her saniyesini benden, sevdiklerimden, ailesinden çıkardı. En kötüsü de bunu yaparken rahat hissetmesiydi, bir an olsun kötü hissetmediğiydi. Kaldırmakta zorlandığım gerçekte buydu, ölse bile kötü hissetmeyecekti çünkü biliyordu, ölüm onun cezası değil kurtarıcısıydı.
Bu geceyi unutmayacaktım, 14 Kasım bizim ilk gecemizdi; ilk kış mevsimine merhaba dediğimiz gündü, balığıma hayatının en güzel haberini verdiğim gündü, yılların yaralarını görmezden gelip tekrardan biz olduğumuz gündü. Vazgeçmek yerine savaşmayı kabul ettiğimiz o gündü.
Çocukluğum konuştu... "Yapma, bu hayat bize zarar vermeye devam edecek..." dedi.
Çocukluğumun gözlerine baktım, hala inandığı o umudu istiyordu, hala babasını istiyordu. Bu seferde ben susmadım, çocukluğuma bugünden seslendim. "Hayat bize zarar verdi minik kız, hiç eksilmeden vermeye de devam ediyor ama umut etme çünkü umutların acı bir gerçekle yıkıldı. Annen yok oldu, baban geldi ama o da gitti. Umut etme minik kız, umutların mezarda kaldı." Minik kız, geleceği sil.
Kalbim... Tehlikeli suların içinde yaşarken konuştu. "Sevme papatya, sen sevme. Sen sevdiğin sürece bu kalp yaralı, bu kalp eksik... Sen sevme ki biz yaşayalım, sen sevme ki kalbin rahatlasın."
Seven kalbime nasıl sevme diyebilirdim ki, onu nasıl sustura bilirdim, bilmiyorum. Elimi kalbime attım, gözlerimi camdan dışarıya hala yağan kara odakladım; sanki kar içimi temizliyordu, kar beni bu hikâyeden siliyordu. "Kalbim, benim yaralı kalbim... Hala sevdiğim için atan kalbim gel de sen söyle kendine sevme diye, onu unut, aileni unut diye sen söyle. Belki sen kendine söz geçirirsen o zaman bende sevmem, bende unuturum gerçekleri."
Sen sev, ben seveyim. Sen sevme, ben de sevmeyeyim.
Aklım ne kadar yaptığının yanlış olduğunu haykırsa da o yanlışa, hataya kendimi teslim ettim. Bu seferde hatayı ben yapmak istedim. Zaman dolarken o hatayı görmezden gelmek yerine yaşamım için kaçmadan o hatayı yapayım. Belki de bu hata beni yaşatacaktı...
Yaptıklarımı tasvir etmeyen bir iç sesim vardı. Beni, yalnızlığa sürükleyen bir iç sesim vardı. Ben affedebilirken o affedemeyen taraftı. Aslında affetmeyen de bendim, affedende; bu benim kararsızlığımın savaşıydı. Kendimle savaşıyordum ve karşı tarafa da iç ses diyordum.
-ben senim papatya bazen kabul etmek istediğin şeyleri kabul etmeyen bazen de kabul etmediğin ama kabul etmek istediğin şeyleri tercih eden sesinim-
Sen benim gizli yönümsün iç ses. Sen benim dillendirmekten korktuğum gerçekleri saklayan sesimsin. Sen benim en iyi sırdaşım, tek gerçeğimsin.
-yarın bana da veda etmeyeceksin demi papatya-
Yarın her şeyi bitireceğim o gün iç ses ve ben o gün en çokta sana veda edeceğim çünkü sen hayatımın yaralı tarafını neşelendiren sesimdin ve senin süren yarın sonlanıyor. Ben rahat nefes aldığımda geçmiş kapanmış oluyor, sende geçmişimin en güzel sesi olarak orada kalıyorsun.
-senin geçmişinin en güzel sesi olarak kalmak bana verebileceğin en güzel hediyeydi papatya-
Beni affet iç ses, her şeyinle iyi ki...
-hoşça kal papatya-
Şimdi değil iç ses, yarın hoşça kal diyeceğiz.
-yarın en çok ben konuşacağım için mi yarın hoşça kal diyoruz papatya-
Kesinlikle öyle iç ses, yarın en çok sen konuşacaksın o yüzden şimdilik benimlesin.
Yarın bizim sonumuz ve başlangıcımız...
Bulut'la geçirdiğim eşsiz dakikalarında bir sonu vardı. Ne kadar bazı anların sonsuza kadar bitmesine dilesek de o dileklerimiz gerçekleşmiyor, o an bitiyordu. Sonsuzluk yoktu. Bir gün ölüm bizi bu hayattan götürüyordu. Bir çiçek yaşam suyunu almadığında soluyordu, soldukça da yok oluyordu. Sevgi zaman geçtikçe yok oluyordu, sevgi diye adlandırdığımız anlayıştı çünkü sevgi son bulmasaydı ayrılıklar yaşanmazdı, annemle babam yanımda olurdu. Sevgi sonsuz olsaydı ihanetler olmazdı.
Eğer ki sonsuzluk olsaydı kimse üzülmezdi, kimse ağlamazdı, kimse canını acıtmazdı...
Sonsuzluk yoktu, acılı gerçekler vardı.
Sonsuzluk olsaydı sırlar aydınlanmaz, çıkmaz sokaklardan bir çıkış olmazdı.
Gece geç saatlerin içinde derin düşünceler içindeydim. Yalnızdım. Düşmanım çok yakınımdaydı ama ben yalnızdım çünkü kaderimin bana biçtiği buydu. Ailesiyle vakit geçiren güneşim vardı, kardeşiyle hayaller kuran balığım vardı.
İçtiğim sıcak çikolata soğuktan titreyen bedenimi ısıtıyordu. Geçirdiğim güzel dakikaların sonunda evime geçmiştim. Çok üşüdüğüm için hızlıca üstümü değiştirip kalın giyinip annemin battaniyesinin altına girdim. Televizyona bağladığım CD'de annemin kına gecesinin kayıtları vardı. Yaptığım sürprizin ardından geçirdiğimiz güzel dakikaları izliyordum. Defalarca izlememe rağmen ilk defa izliyormuşum gibi hüzünlü, heyecanlı, eksiktim.
Yüzümüzdeki gülüşleri gördükçe gözyaşlarımı akıttım, belki de o zaman ki gülüşlerimiz şimdi ki yaşlarımızdı. Onlara veda edemediğim her gün ölmeye devam edecektim, onların ölümünü kabullenmediğim sürece hayata devam edemeyecektim. Ne kadar zor olsa da anneme ve babama hoşça kal demenin zamanı gelmişti. Sevgime, kalbimin yarısına veda etmek zorundaydım.
Kalbimin yarısı; annem, babam...
Vedaları sevmezdim, vedalardan hep kaçardım ama bu gece onlara veda etmediğim sürece de yaşayamazdım, rahatça nefes alamazdım.
Zaman geçti; kına gecesi bitti düğün fotoğraflarını inceledim her ayrıntısıyla bilmeme rağmen. Albümü inceledim, gülümseyip aile olduğumuz günün gülüşlerini kazıdım hafızıma. İstanbul beyaza büründü. Yıllar önce bizim açtığımız beyaz defterin silah sesleriyle kırmıza boyandığı günden sonra beyazları sevmez oldum. Ne kadar beyazları sevmesem de kaçmadım, o rengi hep yaşattım. Papatya oldum, mezar taşına sarıldım, bulutlara aşkla baktım...
Sevmediğim o renk yaşama sebebim oldu.
Açtığımız o beyaz defterin kirlendiği günü izledim; ilk defa baba deyişim, annemle babamın evet deyişleri, kahkahalarımız, eğlendiğimiz dakikalar, silah sesi, bağırtılar, gözyaşlarımız, yok oluşum, ölümüm, yalvarışlarım, öksüzlüğüm, yetimliğim...
Evin içini saran hıçkırıklarıma aldanmadan ayağa kalktım annemle babamın odasına gittim. Komodinin içinde olan annemin defteri çıkardım, babamın sevdiği kalemini de aldım komodinin içinden. Yatağın başlığına sırtıma verip dizlerimi kendime doğru çekip destek aldım. Onlara veda edecektim, annemin günlüğünün son sayfasını dolduracaktım.
💦
İstanbul / 2008
"Anne, odandaki defter de ne yazıyor?" mutfakta akşam yemeğini hazırlayan anneme seslendiğim soruyla duraksadı. Anlam veremediğim duraksamasından sonra gözlerimin içine baktı. Sanki bir şeyleri hatırlamış gibiydi.
"Nereden çıktı bu soru kızım?" afalladığını gördüğümde yanlış bir soru sorduğumu anladım.
"Söyleyeceğim ama kızmayacaksın tamam mı?" çocuksu çıkan sesim yaşıma çok zıttı.
"Sana hiçbir zaman kızmadığımı biliyorsun güzelim," annemin içten gelen sesiyle gülümsedim. Karıştırdığı yemeğin altını kapattı, yanıma gelip dizlerinin üstüne çöktü, 8 yaşındaki benim önüme çöktü. Ufak bir kızgınlık belirtisi yoktu.
Yaptığımın çok yanlış olduğunu bilmeme rağmen kalbime söz geçiremiyordum. Ne kadar çok babamı unutmayı denesem de olmuyordu. Okuldaki kızların babası onları almaya geliyordu, dışarda ellerinden tutan babaları vardı, parkta onları sallayan babaları vardı. Onların babaları vardı, benim babam yoktu.
"Babamdan kalan bir eşya var mı diye dolabını karıştırdım anne," çekinerek kurduğum cümle ile annemin kaçları çattı ama kızgın değildi, kırgındı. "Karıştırırken de defterini buldum ama açmadım, sana sormak istedim."
Dolabı karıştırmanın yanlış olduğunu biliyordum ama babamı özlediğim için yaptım o yanlışı. Annemin defterini açmadım, belki de benim bilmemem gereken bir şeydi o yüzden de anneme sordum. Annemin gözlerinden okuduğum kırgınlık kalbimi kırdı, ağlamak istedim. Ellerimi tutan ellerine baktım, gözünden düşen yaşın elimize damlamasıyla başımı kaldırdım, gözlerine baktım. Hiç düşünmeden küçük ellerimle annemin yaşını sildim ve yanağına ufak bir öpücük kondurdum.
Biz böyleydik; ne zaman birimiz ağlasa onun ellerini tutardık yalnız olmadığını bilsin diye, gözyaşlarını silerdik anlaşıldığını bilmesi için, öperdik ki gülümsesin diye.
Annem gülümsedi...
"O benim günlüğüm," küçük yaşta olmama rağmen annemin sesinin titrediğini hissettim. Gözlerinde ki kırgınlığında ne kadar büyük olduğunu gördüm.
"Senin günlüğün mü vardı anne?" hem ortamı yumuşatmak için hem de gerçekten merak etmem ile heyecanlı şekilde konuştum.
"Evet, benimde her kızın olduğu gibi günlüğüm vardı." Benimde günlüğüm vardı ama yazmıyordum. Kendime bir söz vermiştim; babam ne zaman gelir bizimle yaşarsa o zaman o günlüğü yazmaya başlayacaktım.
"Peki, hala yazıyor musun anne?" babam bizimle olmadığı için ben yazmıyordum ama annemi bilmiyordum. O da babam olmadığı için yazmıyor muydu?
"Yazmıyorum güzelim, bende senin gibi günlüğüme yazmıyorum," sevindiğimde yanlış hissetmiş gibi oldum. Annemin de yazmaması hoşuma gitmişti ama bu nedense yanlış bir şey gibi gelmişti.
"Sende mi babam bizimle olmadığı için yazmıyorsun günlüğünü?" sevinçli çıkan sesimle annemin yüzü düştü. Canım yandı. Annemin üzülmesini istemiyordum.
"Üzülme prensesim, beni üzmedin aksine hoşuma da gitti defteri bulman çünkü sen bulmasaydın ben bugün bu konuşmayı sana yapamayacaktım," annemin konuşmasıyla gerildim. Defteri bulduğumda kızmayacağını biliyordum ama hoşuna da gitmez diye düşünmüştüm. Öyle olmadı. Annem defteri bulduğum için mutluydu ama beni korkutuyordu.
"Anne beni korkutuyorsun."
"Korkma güzelim, kötü bir şey söylemeyeceğim," annemin kırılgan çıkan sesine rağmen rahat bir nefes verdim ve ne diyeceğine dikkatimi verdim. "Bu defterin son sayfası boş, uzun bir sürede boş kalacak çünkü o sayfayı ben değil sen dolduracaksın." Yüzündeki kırılganlık tebessüme döndüğünde güzeldi ama anlamıyordum.
"Nasıl yani?" diye şaşkınca sordum.
"Büyüdüğünde beni daha iyi anladığında bu defterin son sayfasını doldurmanı istiyorum kızım. Şu an çok küçüksün ve benim sana anlatamadıklarım var, zamanı geldiğinde beni daha iyi anlayacaksın işte o gün bu defteri doldur." Şok yaşadım, annemin kurduğu her cümlede şok yaşadım.
"Ama ben seni anlıyorum anne," masumca konuştuğumda annem gülümsedi ama bu gülümsemesi acılıydı.
"İşte bu sebeple büyüdüğünde dedim şimdi ki düşüncen büyüdüğünde aynı olmayacak kızım, sen çocuksun, çok masumsun o yüzden şimdi değil." Ben çocuktum, masumdum ve babamı istiyordum.
"Peki, anne seni anladığımı ve bu defteri dolduracağımı nasıl anlayacağım?" ya anlayamazsam doğru zamanı, ya annemin dediği olmazsa ne yapacaktım, bilmiyorum.
"Doğru zaman sana kendini gösterecek kızım. Doğru zamanı anladığında ben senin hayatında çok uzaklarda olabilirim, sen beni anladığında bu defteri oku ve benim defterime hoşça kal de, işte o zaman beni daha iyi anlayacaksın."
"Sana hoşça kal demek istemiyorum anne," kırılgan sesimle konuştuğumda kalbim sızlıyordu, yaşıma çoktu bu konuşma.
"Bir gün herkese hoşça kal diyeceğiz kızım, kendimize bile."
💦
Günümüz
Okumuştum, İstanbul'a gelip tekrardan bu eve yerleştiğimde anneme hoşça kal demek için bu defterin tozlu sayfalarında, annemin geçmişini okudum. Bazen yerle bir oldum, küçücük yaşta yaşadıklarında dolayı. Bazen çok mutlu oldum, ailesiyle geçirdiği yılları okurken.
"Evet, babam yok ama beni her şeyden çok seven ailem var günlük, işte bu bana verilen en güzel hediye."
Annem ailesi olduğu için şanslıydı. Birbirlerine gösterdikleri sevgiyle büyüdüler, annelerinin sevgisiyle yaşadılar. Babaları yoktu ama anneleri vardı. Bu satırları ilk okuduğumda ne kadar çok anneanneme kırgın olsam da hayran kaldım, onun gücüne sahip olmak istedim.
Babamı okudum. Nasıl aşk yaşadıklarını satırlardan da öğrendim. Annemin ilk aşkının verdiği mutluluğu okudum. Nasıl terk edilişini okudum, nasıl tekrardan başladıklarını okudum.
"Ben âşık oldum günlük!"
"O kadar güzel bakıyor ki, kayboluyorum bakışlarında. Hep bana baksın istiyorum günlük, her zaman benimle olsun istiyorum."
"İlk aşkımın son olmasını istiyorum günlük. Sonuna kadar onu seveyim istiyorum."
"Gitti. Beni ve çocuğumuzu bir yalan uğruna terk edip gitti günlük. Bir kez olsun dinlemedi, bir kez olsun gerçekleri benden duymak istemedi ve gitti."
"Sonuna kadar Erdem'i seveceğim günlük."
Doğumumu okudum, annemin hayatının nasıl neşe kaynağını olduğumla yüzleştim. Tek limanıydım, katlandığı acıların geçmesini sağlayan masum kızıydım. Onun sığınağıydım.
"Cennetim doğdu günlük. Benim tek sığınağım, mutluluk sebebim, yaşamım, nefesim, kalp hırsızım, Dila'm. Onu her şeyden çok seveceğim."
"İyi ki Dila'm, iyi ki prensesim..."
"O benim yaşadıklarımı yaşamayacak günlük. Zamanı geldiğinde beni suçlayabilir ama benim yaşadığım kırgınlığı yaşamasın, babasının terk edişini bilmesin, hep onun geleceğini beklesin, ne kadar beklediği kişi yanlış kişi olsa da. Eminim ki çok güzel baba-kız olurdular... Birbirlerine bu kadar benzerken çok didişirdiler ama hepsi sevgilerinden olurdu."
"Günlük daha fazla bu sırrı taşıyamıyorum. Her gün babasını beklerken onun gelmeyeceğini, babasının Ahmet değil de Erdem olduğunu nasıl söyleyeceğim? Ona bu acıyı nasıl yaşatacağım, daha çok küçük."
"Belki de gerçekleri bilmemeli günlük, her şey geleceği için."
Defteri açtım, kalemi usulca yuvasından çıkardım. Dizlerimin üstündeki defterin son sayfasına geçmişimizin mürekkebini akıttım.
📝
Merhaba günlük,
Ben Dila, hani sayfalarca anlatılan masum kız. Kalp hırsızı olan, babasını bekleyen o kız. Bu sayfalar bu günlüğün belki de bu geçmişin gelecekteki son cümleleri. Annemin dediğini yapmaya geldim annemin günlüğü. Sana günlük değil anne diye sesleneceğim çünkü bu günlükle anneme, onun geçmişine sesleneceğim.
Anne, annem... Beni duyuyor musun, bilmiyorum. Ben büyüdüm. Senin kızın büyüdü anne. Gözünden sakındığın, sevgini en içten hissettirdiğin, masum, küçük kızın büyüdü. Anne... Ben büyümek istemiyorum, ben senin mezarını değil seni istiyorum. Toprak kokusunu değil, senin kokunu istiyorum. Yine ellerimden tutsan, gözyaşlarımı silsen, yanağımdan öpsen... Yine yanımda olsan olmaz mı anne?
Benden gitmemiş olsan...
Anne ben seni anlamak istemiyorum, ben seni istiyorum. Okudum, senin geçmişini okudum. Ne kadar ağladığını da okudum, ne kadar mutlu olduğunu da okudum. Anne ben seni okudum... Yalnızlığını yaşadım, üzüntünü hissettim, çaresizliğini yaşattım, hayallerinin bir bir ölümünü izledim, senin gidişinin ağırlığını yaşadım. Benim için çektiğin her acıdan nefret ediyorum anne, benim için yaşadığın her kötü duygudan nefret ediyorum anne.
Şimdi ise sana veda ediyorum, sana söz verdiğim gibi günlüğünün son sayfasını seni anladığımda ve benden gittiğinde dolduruyorum. Bu vedam sadece sana değil, babama, bana ve geçmişine. Seni her şeyden çok sevdim anne, senin beni sevdiğin kadar olmaz ama çok sevdim, sevmeye de devam ediyorum. Size veda etmek istemiyorum ama veda etmedikçe de yaşayamıyorum. Bu çok ağır ama sizin gittiğinizi ve gelmeyeceğinizi kabul etmem gerekiyor. Sizi, hiç yaşamamış gibi hayatımdan silmem gerekiyor.
Yapamıyorum... Ben sizlere veda edemiyorum anne.
Babam... Bu son yazılarda sen de yaşa çünkü bu günlük bunu hak ediyor. Seni çok bekledim, hala da bekliyorum, beklemeye de devam edeceğim. Ben hep seni bekleyeceğim baba. Gelsen de gelmesen de seni hep bekleyeceğim. Bir gün geldin, hayatıma girdin ama ben kabul edemedim. Keşke... Keşke o gün seni kabul edip sana sarılsaydım, keşke seninle geçireceğim o kadar gün varken senden kaçmasaydım. Keşke baba, keşke sana daha erken seslenebilseydim, seni yaşatabilseydim, kalbimde değil gerçekten yaşatabilseydim.
Baba... Beni affet, seni daha erken kazanabilirdim ama ben seni kaybettim. Şimdi de kendimi kaybediyorum.
Anne, baba sizleri çok seviyorum. Hoşça kal demek istemiyorum, çünkü onu dersem sizden gidemem, sizi unuturum, yaşatamam. O yüzden hep benimle kalın, benimle yaşayın, benimle olun ama gitmeyin. Beni, kızınızı, sevginizin tohumunu, kalp hırsızınızı terk etmeyin. Hoşça kal yok, benimle kalın, biz olalım. Gerçekte olmadık bari kalbimde aile olalım, aile kalalım.
Beni girdiğiniz çıkmaz sokaklarda yalnız bırakmayın, elimden tutun birlikte çıkalım bu masaldan, siz ellerimden tutarsanız ben yaşarım, rahatça nefes alırım. Siz yanımda olamazsınız ama kalbiniz benimle olur bu da her şeye değer.
Sizi çok seviyorum ailem.
Kalbimde kalın.
İyi ki sendin annem!
İyi ki sendin babam!
Sevgilerle sizin kızınız, Dila Özkaya.
Başka bir günlükte görüşmek üzere, annemin günlüğü.
📝
💦
İki kimlik içimde sıkışmış kızdan:
Asya Güçlü kimdi?
Asya Deniz kimdi?
İki kimliğin içinde sıkışmış durumdaydım. Kasım ayının bu derece soğuk olmasına aldanmadan sahilde yürürken aklımı karıştıran bu iki soruydu. Gerçek Asya ne hissediyordu, ne istiyordu, bilmiyorum. O kadar karmaşık durumun içindeyim ki gerçekten neler hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Yabancılaştığım bu kimlik gün geçtikçe canımı acıtıyordu ama gerçek kimliğim daha da çok canımı acıtıyordu.
Ömer Güçlü, babam ya da dayım. Hangi kimliğini kabul edersem edeyim her türlü içim kan ağlıyordu. Babam olarak kabul ettiğimde sevgisiz büyüttüğü kızı olarak canımı acıtıyordu, dayım olarak kabul ettiğimde beni görmezden gelmesi kalbimi paramparça ediyordu.
Kimsesiz bıraktığı içindi en büyük nefretim. Kime karşı nefret etmem gerekiyordu bilmiyordum ama hayata karşı büyük nefret besliyordum. Sevgisiz bırakılan Asya için, kızından koparılan annem Müge için, kardeşlerinin nefes aldığını bilmeyen Çiçek ve Bulut için, ablam Aslı için, kardeşimden öte, can parçam Dila içindi nefretim.
Ben, hiçbir zaman yalnızlığı kabul edemeyen o kızdım. Her zaman arkadaş, kardeş arayıp biz demek için savaşan kızdım çünkü ben yalnızlığımı kabul etseydim özgür olmazdım, nefes almazdım.
Benim için değildi nefretim, bizim içindi.
"Asya," duyduğum çatallı ses ile arkamı döndüm. Gecenin karanlığında seçtiğim bu parlaklık ablamdı, Aslı'ydı. Yanıma doğru attığı adımlara karşılık verdim. Ortak bir bankın önünde durduğumuzda gözlerimiz sulu suluydu. Birbirini isteyen kollarımız ise daha fazla ayrı kalamadı pes ederek birbirini sarmaladı.
Dünyamı yalnızlaştırmayan tek gerçekten biriydi ablam. Ne olursa olsun her şeyde birbirimiz için savaşırken de öyleydi şimdi gerçek kimliğimle de aynı olacaktı. Bir kıza nasıl söylenirdi sevgisiz büyütülmesinin sebebinin kardeşinin kimliği olduğu, bilmiyorum. Tek bildiğim gerçek var, o da o benim ablamdı, öz ya da üvey bu hiçbir şeyi değiştirmezdi.
"Seni çok merak ettim Asya," duyduğum fısıltı ile gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Yaşadığım ağır darbeyle kendimi hayata karşı kapatmıştım, her şeyden vazgeçmiştim. İntikam isteyen küçük kızlardan vazgeçmiştim en başta. Ben vazgeçtiğimde canım yanmaz sandım ama sandığım gibi olmadı. Gerçek kimliğim beni vazgeçtiğim o intikamın sıcak kollarına bıraktı.
"Abla," zorlukla çıkan sesim her şeyi kanıtlar nitelikteydi. Bedenimi saran bu yuvaya hapis olmak istedim. "Ben kimim?" kollarınla sarmalayarak koruduğun kız kim abla, kollarındaki minik kız kim?
"Sen benim dünyamsın, nefesimsin, ailemsin," duyduğum hırıltılı ses ağladığını gösteriyordu. Acaba gerçek kimliğimi biliyor muydu? "Sen benim her şeyimsin." Saçlarımda hissettiğim sıcak dudaklar onundu, içine çektiği nefes kokumdu.
"Özür dilerim abla, sana yaşattığım bütün sevgisizlikler için özür dilerim." Senden aldığım hayatın için, annen için, baban için özür dilerim.
"Özür dileme Asya, özür dileme eğer sen özür dilersen ben ablan olmamışım demektir. Biz kardeşiz, sevgide de, sevgisizlikte de." Lütfen abla, lütfen beni yalnız bırakma.
"Ben Asya, Asya Güçlü değil, Asya Deniz hiç değil," dedim ablamın kollarından kendimi çekerek. Ellerini tuttuğumda ise, bütün sıcaklığını hissettim. "Sadece Asya, sevdikleri için yaşayan özgür ve cesur kızım." Gözlerimden akan yaşlar ablamı rahatsız etmiş olacak ki diğer eliyle yaşlarımı sildi.
Banka oturduğumuzda konuşmuyorduk, havalar bozmaya başlamış; gittikçe soğuyordu. Kasım ayını ilk defa bu kadar soğuk hissediyordum. Evden çıkalı çok olmuştu, büyük ihtimalle abim çoktan gelmişti. Kafamı onlarla yormam ile gülümsediğimi hissettim. Sevgimi hissettiğimde gülebildiğimi bir kez daha gördüm.
"Benim Asya'msın, kardeşimsin." Ablamın gözlerinin içine baktıkça nefes aldım, o gülümsedikçe sakinleştim. Buradaydı, yanımda. Annemizi kaybettik, onun için savaşan tek tarafken. Yaşamlarımız acı bir gerçekle darmadağın olacakken ellerimizden tuttuk, yalnız bırakmadık birbirimizi. Şimdi de yan yanayız. Bugünümüz için, geleceğimiz için.
Kendime söz vermek istedim. Bu hayattan hıncımı alana kadar gülecektim, bu hayatta istediğime kavuşana kadar acımasız olacaktım.
"Seni çok seviyorum abla," dediğimde dünyalarımız güzelleşti. Bildiğimiz bu gerçek bugün en büyük destekçimizdi.
"Seni seviyorum Asya'm," titrek çıkan sesi bizim gerçeğimizdi.
Biz sevgisiz çocuklardık, en ufak konuşmada sesleri titreyen kızlardık.
Ablamın kollarına sığındığımda daha iyiydim. Omuzuna başımı koyduğumda, eli ellerimdeydi. Belki konuşurduk, belki konuşmazdık ama burada, kendi yuvamızdaydık. Yalanlar yoktu, sevgisiz bırakacak aile yoktu, zorla bir şeylere kalkışan sahte insanlar yoktu. Yaralı, küçük kızlar vardı.
Uçsuz bucaksız denizi izliyorduk, kendimizden söz ediyorduk. Parçalanmış ruhlarımızla geçmişi siliyorduk kafamızdan, masum ellerimizle geleceğimize kapı açıyorduk. Önümüzden insanlar geçiyordu, hava gittikçe soğumuştu, üşüyenler ısınmanın yollarını aramıştı. Galiba tek üşümeyen bendim, bizdik.
Üstümüze doğru düşen kristal ile başımı yıldızlara kaldırdım, görmek istediğim kişiyi arar gibi. Yıldız yoktu, kar vardı. Kasım ayı bu gece ara verdiği mevsime merhaba diyordu, istemsizce de olsa tebessüm ettim. İstanbul bu gece beyazlara sarılıyordu, erkenden olan bu beyazlık bizim kapattığımız bir hikâyenin sonuydu.
"Kar yağıyor," dedim sevinçli sesle.
"Tutar mı dersin?" kar yağdığı günlerde ablam her zaman ilk bu cümleyi kurardı. Kıkırdadığımızda birbirimize baktık, eski günler yaralayıcıydı ama güzeldi çünkü bizim ilişkimiz geçmişi güzelleştiriyordu.
"Eğer ki burada bu şekilde oturmaya devam edersek bizde beyazlara bürüneceğiz," dediğimde kıkırdamalarımız kahkahaya döndü. Oturduğumuz banktan kalktığımızda kar şiddetini arttırdı, yerler şimdiden beyazlara bürünmeye başladı.
"Ya da boş ver abla, bu gece beyazlara bürünelim." Yağan karın altında koşmaya başladığımda çocuk Asya'nın kırık kalbini hissettim. Bu gece onun gecesi olacaktı, onun güldüğü gece olacaktı çünkü yarın ki Asya çok farklı biri olacaktı.
"Hadi Asya daha hızlı koş, çok yavaşsın." Ablamın sesiyle birlikte koşmamı hızlandırdım. Bana yetişmekle kalmayan ablam çoktan beni geçmişti. Bu gece koştum. Kar bana geleceği verdi bende geçmişi sildim.
Bu kar uzun yıllar sonra sadece İstanbul'a yağmadı, yıllar önce odasının camından karın yağışını izleyen, bir kere oynama fırsatı sağlanmayan küçük Asya için de yağdı eşsiz kar.
💦
Geleceği için çabalayan çocuktan:
İhanet ettiğim sevginin kollarında geleceğin hayallerini kurduğumda bir şeylerin değişeceğine inancım güçlendi. Yarın büyük bir gün olacaktı, bütün gerçekler ortaya çıkacaktı. Ağır darbeler alacaktık, çok yıpranacaktık ama birbirimizin ellerinden tutacak, en büyük destekçimiz olacaktık.
Peri kızımın verdiği şans bu sefer her şeyi değiştirecekti, buna inanmakla kalmayacaktım, gerçekleşmesi içinde her şeyi yapacaktım.
Kollarında kendimi bulduğum aşkımdan kardeşimin yanına geldim, müjdeli haberi vermem gerekiyordu. Verdiğimiz savaş nihayet güzel neticelenmişti. Çiçek, kardeşim artık rahat nefes alacaktı, koşabilecekti, istediği her şeyi yapabilecekti. Çiçek, kalbinden korkmayacaktı.
Eve geldiğimde, Ege içeride televizyon izliyordu. Uzun zaman olmuştu onunla sohbet etmeyeli. Ege bizim komşumuzun oğluydu. Annesi Hatice Teyze annemle abla kardeş gibi olduğu için bizi de öyle büyütmüştüler. Hatice Teyze, annemin en yakın arkadaşıydı, ablasıydı. Bize siz kuzensiniz dedikleri günden beri de öyleydi, biz kuzendik.
Bugün hastaneden öğrendiklerimle can dostum Aslı'nın gerçek kuzenim olduğuyla yüzleşmiştim. Ne kadar da her şey iç içeydi, o kadar planlıydı ki her şey bizim dostluklarımız bile kontrol altındaydı. Ahmet Deniz, hasta olmasına rağmen zeki bir adamdı, her adımı önceden tahmin edebiliyordu. Ki bunu da lehine çok güzel oynatıyordu. Onu bugüne kadar yakalayamadığımızın en gerçek sebebi de buydu, kurnaz ve zekiydi.
Peri kızımın anlattıklarıyla ne kadar şaşırsam da plana sadık kalmalıydım. Ahmet'i öldürmeyi ne kadar çok istersem isteyeyim bunu peri kızıma bırakmak zorundaydım. Kader oyunu gibi gözüken bu planda Ahmet kendini öldürecekti ve böylece kimsenin ceza çekmesine gerek kalmayacaktı.
Yarın büyük gündü, bizim geçmişimizin kapandığı geleceğimizin başladığı gündü. Bir ölüm bir doğum vardı.
Ege'ye selam verdikten sonra odama ilerledim. Yıllar önce bu evden polislerle çıkışımı her gün hatırlıyordum, çalışma odamda ki vedayla yerle bir oluyordum ama vazgeçmiyordum. Yaşayacaktım, her gün geçmişi telafi edecektim. Yılmadan savaşacaktım. Dolaptan kalın kıyafetler seçip banyoya ilerledim. Banyoda üstümü değiştirdikten sonra geri odaya geçtim.
Çiçek, yatakta uyuyordu. Yine kablolara bağlıydı, neyse ki bu son günleriydi. Yavaş adımlarla yanına gittim, yatağın diğer tarafından başucuna geçip saçlarını kokladım. Alnına kondurduğum buse ile gözlerini açtı, gülümsedi. Gülümsedim.
Çok mutluydum. İçimdeki kıpırtılara engel olamıyordum, nihayet ki yılların savaşı sona eriyordu. "Abim," gülümseyerek çiçeğime baktım. Yüzündeki tebessümün artması çok hoşuma gidiyordu, hep tebessüm etsin istedim. Çocukluğumuz gözlerimin önündeydi, babam gelecek diye korktuğumuz gecelerde birbirimize sarılışlarımız, annemin bizi sakin tutmak için oynadığı oyunlar...
Geçmiş ne kadar kirli olsa da içinde mutlu eden anılarda vardı.
"Abi, geldin," duyduğum mırıltılı ses ile daldığım düşüncelerden uyandım. Canının yanmasını istemediğim için gözlerinin içine baktım, bundan sonra her zaman yanında olacağımı bilmesi için. Üçüncü dünya savaşı da çıksa bundan sonra onları yalnız bırakmayacaktım. İyi abi olmak için savaşacaktım.
"Kendini yorma çiçeğim, artık hep yanındayım." Kurallar değişti Çiçek, kurallar bizim istediğimiz gibi oldu. Artık birbirimizden ayrılmayacağız, bize engel olacak patron yok. Özgürlüğün verdiği hisle dikkat ederek çiçeğime sarıldım. Sarılışıma karşılık verdi.
"Sana çok güzel bir haberim var," kulağına fısıldadığımda mucizenin gerçekleştiğini anlamasını istedim. Kendimi geri çektiğimde gözlerinin parladığını gördüm. Dünyalara bedeldi bu bakışlar... "Artık kalbini düşünmene gerek yok çünkü uygun dokuda kalp bulundu. Dokularınız uyuştu, artık senin de normal bir kalbin var." Mucize dudaklarımın arasından döküldü. Yaşlar akmaya başladı, gülümsemeler büyüdü.
Dudaklarını araladığında bir şeyler demeyi istediğini anladım ama sevinçten ne diyeceğini bilemediğini anladım. Titriyordu, ağılıyordu, rüya gibi bir gerçekle yüzleşiyordu. Onu o kadar iyi anlıyordum çünkü onun kadar bende bu haberi, bu mucizeyi bekliyordum. Umudumuzu kestiğimiz bu mucize o kadar güzel zamanda geldi ki bizi tekrardan bir araya getirdi, bize bir gelecek sundu.
Babasının iyileşmesine izin vermediği o küçük kız bugün iyileşiyordu. Hastalığının ilerlemesini sağlayan Ahmet Deniz'e yani gerçek babasına rağmen o kız bugün iyileşiyordu. Annesinin tek duası bugün itibari ile gerçekleşiyordu.
Çiçek'in hayali gerçek oluyordu. Hayallerinin ilk adımını bugün atıyordu, bugün onun ikinci doğum günüydü. Yarın gerçekleşecek olan intikamdan sonra onu en güzel gerçek bekliyordu. Çiçek iyileşiyordu. Biri ölmüştü ve onun ölümü Çiçek'e hayat veriyordu. Bir taraf üzülürken diğer taraf sevinç çığlıkları atıyordu. Yaşamın olduğu gibi...
"B-ben kurtuldum, ben kurtuldum, ben kurtuldum..." defalarca kez tekrar etti Çiçek. Kendine inandırmaya çalışıyor gibiydi, o kadar gerçekçi gelmiyordu ki tekrar ederek kendini inandırmaya çalışıyordu. Gözlerimden akan yaşlar ant içiyordu, bu dünyayı kardeşleri ve sevdiği kız için daha güzel hale getirecekti. Dünya acımasızdı ama ben ona meydan okuyordum, sevdiklerim için her şeyi yapacaktım çünkü biz bunu hak ediyorduk.
Evin içini saran zil sesi ile kendimize geldik. Çiçek hala gerçekleri tekrarlıyordu, inanması zor bir gerçekti hele de onun için. Ege'nin kapıyı açtığını gelen seslerden anladım. Sesler bir ara kesildi, kimin geldiğini çözmek için harekete geçecekken kapının başında onu gördüm, kardeşimi.
"A-asya," şaşkınlığım ile Çiçek'te sayıklamayı bırakmıştı. Büyük ihtimalle benimle birlikte o da Asya'ya bakıyordu. Normal şartlarda böyle bir durumda yoğun duygular hissetmezdik ama öğrendiğimiz gerçekler bizi direk yoğun duygulara yitiyordu.
"Bana da yeriniz var mı?" çekingence sorduğu soru ile gözlerim doldu. Kardeştik ama bizim vereceğimiz tepkilerden çekiniyordu. Ayrı kaldığımız yıllar ellerimizi bu gerçeği tutuşturmuştu. Bu hayat bize zaman borçluydu, biz üç kardeş hasret gidermeliydik. Biz birbirimizi tanımalıydık.
"Var."
"Var."
Aynı anda çıkan sesimiz ile Çiçek'e döndüm. Anlaşmadan yaptığımız bu onay güldürdü. Asya yavaş adımlarla yanımıza ilerlemeye başladığında onu Çiçek'le arama aldım. Yüzünde ki mutluluğu saklamaya çalışsa da gözle görülüyordu.
"Hoş geldin Asya, iyi ki de geldin," heyecanlı sesiyle konuştu Çiçek. Aldığı güzel haberden sonra ikizinin yanına gelmesi onu daha çok mutlu etmişti. Gözlerindeki parıltıları gördükçe bende mutlu oldum. Bu anı çok beklemiştim.
"Hoş buldum Çiçek," hala çekingen davranıyordu. Tahmin ediyordum da böyle bir durumda insan nasıl davranacağını bilemez ki.
"Hoş geldin, kardeşim!" ağızımdan çıkan kelimelerle şok yaşattım. Çiçek'in gururlu bakışları arasında duygusal bakışlar da vardı, bu bakışlar Asya'nındı. Gözlerinden yaşların süzülmesiyle içim burkuldu, ağlamasının mutluluktan olduğunu biliyordum ama yine de duygulanmıştım.
"Hoş buldum, abi!" duyduğum o kelimeyle kalbim delicesine atmaya başladı. Onunla birlikte ağlamaya başladığımda bize gülen Çiçek'in kıkırtıları kulaklarımı doldurdu. Onun kahkahasının ardından Asya ile ben de kahkaha atmaya başladık. Oda bizim kahkahalarımızla doldu.
Uzun dakikalarca kahkaha attığımızda bunun Çiçek içi zararını bilmemize rağmen durmadık. Yaptığımız yanlıştı, bunu bile bile devam ettirmemeliydik. Onlara baktığımda bu anı bozmak istemedim, o kadar güzel gülüyordular ki izlemekten başka bir şey yapmadım. Onların gülüşüyle, tebessüm ettim. Sadece izledim, onların muhteşemliğine şahit oldum...
"Asya," Çiçek'in heyecanlı çıkan sesi ne demek istediğini ele vermişti. "Ben iyileşiyorum, artık normal bir kalbim olacak." Çiçek sustu, Asya şaşkındı, bense onları izlemeye devam ettim.
"B-bu çok güzel bir haber," Asya'nın sevinçten yüksek çıkan sesi ile kıkırdadık. Asya hiç düşünmeden Çiçek'i sarmaladığında, Çiçek'te sıkıca sarıldığı kolların arasından bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
Onların sarılışına bende eşlik edip ikisini bir sıktığımda, ikisi de homurdanmaya başladı. Pes etmedim daha da sıktım, inat değil miydi yaptım. Onlar ikiz olarak homurdanmaya devam etti bende abileri olarak kale almadım. Şu an onları böyle sıkmak hoşuma gitse de fazla uzatmadım, ne de olsa Çiçek tam iyileşmemişti.
Kendimi geri çekmem ile Asya üstüme atladı , "Kız gücü." diye bağırıp beni gıdıklamaya başladı. Onları sıkmamdan sonra benden böyle intikam aldılar. Kahkahalarım ve yalvarışlarım bütün eve yankılandı. Asya beni gıdıkladıkça arkadan da Çiçek ikizini gazladı. Sırf daha eğlenelim diye karşı koymadım ve bu eşsiz güzel anı çocuk gibi yaşadım.
Zaman geçti bizler sohbet etmeye başladık. Geçmişimizden konuştuk, ne kadar yaralıda olsak her konuyu konuştuk. Asya bizim bu hikâyeye dâhil olmamızı dinledi, benim neden ihanet ettiğimi anladı, kardeşim beni, abisini anladı. Çiçek'in hastalığından bahsettik, neden bu kadar ilerlediğine kadar her şeyi anlattık. Biz anlattık ama o da anlattı. Babası bildiği dayımızı anlattı bize, abisi bildiği kuzenimizi anlattı bize, annesi bildiği yengesini anlattı, ablasını anlattı. Aslı, Asya'nın hiçbir zaman kuzeni değil ablası kalacaktı, bu her ikisi içinde böyle olacaktı.
Sevgisiz büyüyen çocuk, bizi, ailesini arayışını anlattı. Yaşlar bu gece eksik olmadı ama susmadık hep konuştuk.
Annemizi anlattık kardeşimize... Onun fotoğraflarını gösterdik, nasıl iyi bir anne olduğundan bahsettik. Biz bu gece kardeş olduk, sonsuza kadar. Kaçmadan, yalanlamadan konuştuk; eleştirmeden dinledik, bazen sustuk gözlerimiz konuştu ama bu gece biz olduk.
Ağladık, güldük, hırpalandık, annemizi andık, hayaller kurduk...
Belki de birbirimize veda ettik...
💦
Masalın perisinden:
Büyük gün gelip çattı. Hayatımın en büyük günü bugün olacaktı; her şeyin konuşulduğu bir oyun, kader oyunu. İçimdeki duygunun ne anlatmak istediğini bildiğimi sanıyordum ama tam olarak ne demek istediğini bilmiyordum. Korkum bütün bedenimi sardığındandı belki de bu düşüncelerim. Korkuyorum, planladığım şekilde olmazsa kaybeden olmaktan korkuyorum. Korkum kendim için bile değildi, korkum sevdiklerim içindi.
Saat ilerliyordu, çok değil bir saat sonra plan başlamış olacaktı. İlk adım düşmanlarımızı buraya getirmekti. Asya ve Aslı, Ömer'in mal varlığına tedbir koyduracaktı ki şu an koydurmuş olmalıydılar. Bunu öğrenen Ömer hiç vakit kaybetmeden Asya ya da Aslı'yla iletişime geçecekti, bunu fırsat bilen bizde eve yani buraya çağıracaktık.
Geriye Naz ve Ahmet Deniz kalıyordu, onlarda bendeydi. Kapılarını çalarak her şeyi konuşmaya eve çağırdığımda büyük toplanma gerçekleşecekti. Büyük bir uğraşa girmemize gerek yoktu çünkü onlar her zaman hazırda bizden gelecek hamleyi bekliyordular. Beni bitirmeyi beklerlerken sadece bir hamleyle onları bitirecektim.
Bugün masalı ben yazıyordum, yıllarca dinlediğim masalların sonuna bir sonda ben ekliyordum. Bu masal benim masalımdı, sonda benimdi, başlangıçta.
Bir vedaydı bugün; 15 Kasım 2027. Bu masal, başladığı yerde, benim evimde bitiyordu. Beni bu acıya yiten o gün bu evde, bu odada annem bıçaklandı şimdi de bu odada annemin anısına bir son verecektim. Her şeyin suçlusu Ahmet Deniz'i kendi ellerimde öldüreceğim, korkmadan, bir kez bile düşünmeden yapacağım. O nasıl ki bizi düşünmediyse bende onu düşünmeyeceğim.
Naz, hayatının gerçeklerini öğrenecek. Çok güvendiği patronun ihanetiyle yüzleşecek. Darmadağın olacak, geçmişini silmek isteyecek, kendini yok etmek için çabalayacak ama gerçeklerden kaçamayacak çok canı acıyacaktı. Naz bugün ihanetin ne derece yaktığını hissedecekti.
Çok değişik hissediyorum... Bir tarifi olmayan onlarca duygunun içindeyim, sanki kayboluyorum. İstediğim her şeye sahibim ama istediğim o sahiplik yok. Aradığım o cevabı bulmuşum ama soru değişmiş gibi. Koşmuşum, rahatça nefes alabildiğim o yere gitmişim ama nefes almak istemiyorum. Ne kadar çok sustuysam o kadar çok konuşmak istiyorum.
Masallar anlatmak istiyorum ama anlattığım her masal benim hayatım da olsun istiyorum. Onlara bir son biçmektense onları dünyalarıma dâhil etmek istiyorum ama bu da olağanüstü bir boyut. Bir masala son verirken onlarca sonsuzluğa uzanan masallar yaratmak istiyorum.
Ne kadar çok karmaşık duygular içindeyim, ne kadar çok bir bilinmezlikte boğuluyorum. Sırların olduğu bu evrende gerçeklerin yaratacağı bir sonun ağırlığının altında eziliyorum ama bu sonu da istiyorum.
Galiba çıkmaz sokaktan çıkmak istemiyorum ya da çıkmak için onlarca çaba sarf ediyorum.
Kararsızım.
Korkuyorum.
Tam olarak neyden korktuğumu da kestiremiyorum. Ahmet Deniz'den korkmuyorum, ne kadar çok hayatımın baş katili olsa da. Naz'dan korkmuyorum, bir zamanlar dostumken şimdi düşmanım olmasına rağmen. Sırtımda bıraktığı izlere rağmen ondan korkmuyorum çünkü Naz, bir yalanın içinde intikam peşinde. Bulut'tan korkmuyorum, çocukluğumun katili, sevgimin katili, duygularımın katili ama ondan korkmuyorum çünkü onu her şeye rağmen deliler gibi seviyorum. Onu sevmek çok acıtıyor, onu sevmek çok zor ama seviyorum. Bütün acılara rağmen kalbim onun sevgisini istiyor her ne kadar inkâr etse de.
Bütün yaşananlara rağmen sevmek çok zor; içimdeki yangın sönmedi, nefretim dinmedi, hayal kırıklığım her geçen gün batıyor, kokusu midemi bulandırırken sesi sakinleştiriyor. Ne kadar kaçmaya bahane bulursam bulayım seviyorum ve sevmekten kaçamıyorum.
-bu sevgi senin değil çocuk Dila'nın sevgisi papatya-
Ama o çocukluğumun katili iç ses, çocukluğumun ondan nefret etmesi gerekmiyor mu?
-zaten nefret ettiği için her şartta seviyor papatya-
Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak iç ses... Bundan sonra ben eskisi gibi gülemeyeceğim, eskisi gibi şarkılara anlam yükleyemeyeceğim çünkü ben iç ses, ben değişiyorum.
-değişmek istemediğin halde değişiyorsun papatya-
Ben sadece rahatça nefes almak istiyorum iç ses.
-o nefesi bugünün sonunda alacaksın papatya-
Zamanı geldi iç ses. Bu masalın sonu geldi!
Yavaş hareketlerle oturduğum koltuktan kalktım, oturma odasına baktım. Her şey hazır mı diye kontrol ediyordum aslında. Hilal şeklinde yerleştirdiğim 5 sandalye, 5 kişiyi temsil etmekteydi. Hayatları sırlarla mahvedilmiş 5 kişiydi... Onların izlediği manzara da ise Ahmet Deniz ve ben olacaktık. Onu adım adım öldürüşüme şahit olacak 5 kişi; Ömer Güçlü, Asya Güçlü, Aslı Güçlü, Naz Çetin, Bulut Aras.
Ahmet Deniz bugünün, bu hikâyenin belki de masalın son kurbanıydı.
Ben Dila ise bugünün katili, bu hikâyenin kurbanı, bu masalın kahramanıydım.
Çocukken, babamı beklediğim o dönemler benim kahramanımın babam olacağına inanırdım. Her pencereden baktığımda onun bir gün geleceğini beni bu acılı bekleyişten kurtaracağına inanırdım. Ben çocuk Dila, gelmeyecek babamı hala bekliyorum ve hala da kahramanım olacağına inanıyorum. Olmadı, bu seferde hayat benim istediğimi vermedi. Babam kahramanım olmadı, katilim oldu. Babam kahramanım olmadı kahramanlığını bana bıraktı ve bana kendi hayatımın tek kahramanının yine ben olacağımı gösterdi. Öyleydi de, ben kendi hayatımın kahramanıydım.
Babam bildiğim adam beni parçalarken gerçek babam kumar oynadı; oynadığı kumarda kaybederken benim kazanmamı sağladı. Sormadılar, Dila ne ister diye kimse sormadı. Onlar sormadı ben yıkıldım, şimdi de ben sormayacaktım kimsenin ne istediğini.
Gözlerimi sandalyelerden çektikten sonra oturma odasının üzerinde gezdirdim. Anılar kendini hatırlattı, her an film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Bu odada yaşadığım her anı şu an tekrardan yaşıyordum, gözlerimdeki akan yaşlarla.
Yavaş adımlarla evi gezmeye başladım. Mutfağa gittim, yenilen yemekler, geçirilen güzel dakikalar... Annemle babamın odasına gittim. Evi baştan aşağıya değiştirmiştik, annemle babam evlendiği için bize güzel bir gelecek çiziyorduk bizi bekleyen gerçeklerden habersiz. Yeni aldıkları yatak odası takımında gezdirdim gözlerimi, bir kez dahi olsun kullanamadıkları bütün eşyalara ellerimi sürdüm. Onların adına bir iz bıraktım bu eşyalara.
Tabutlarının yattığı o yatağa son kez uzandım. Son kez onların adını andım bu odada. Son kez bu odada veda edip kalbime yerleştirdim onları.
Gözyaşlarım dinmiyordu, aktıkça aktı, geçmişi her anıyla kapatıyordum bugün. Kendi odama girdiğimde ise uzunca odamı izledim. Her detayına uzun uzun baktım. Bir daha onlara sahip olmayacaktım, bir daha onları yanımda görmeyecektim. Bu odada bugün kapanıyordu çünkü ben evimi terk ediyordum. Bugün bu evde son günümdü çünkü ben evime veda ediyorum.
Evime veda ediyorum.
Uykusuz gecelerim, kızlarla sabahladığım geceler, pijama partilerimiz, insanları çekiştirmemiz, saçma sapan oymadığımız oyunlar... Evime, odama, çocuk kalpli o kıza veda ettim.
Hoşça kal evim!
Hoşça kal ruhu iyileşmeyen kız!
Hoşça kal umut dolu bekleyişler sunan papatya!
Hoşça kal!
Çalan zil sesi bütün eve yankılandığında daldığım düşüncelerden uyandım. Kapıya doğru yürürken akan gözyaşlarımı sildim, sanki gelen kişi hiç anlamayacakmış gibi. Kapıya attığım her adımda sıcak basıyordu, korku bedenime yerleştiği andan beri saklanıyordu. Titriyordum, yaşadığım karmaşıklık bir bilinmezliğe soksa da o kapıyı açtım ve planın başlamasına izin verdim.
Gelen üçlüyü gördüğümde anladım ki her şey başlıyordu. Kapıda bekleyen Asya, Aslı ve Bulut'u içeriye davet ettiğimde bana kızacaklarını biliyordum. Planı bildiklerini sanıyordular ama bildikleri sınırlıydı. Onlar içeriye girdiğinde gözlerim karşı daireye kaydı, az sonra kapısını tıklatacağım o kapı. Daha fazla bakmayı kesip dış kapıyı kapatıp oturma odasına yol aldım.
Odaya girdiğimde şaşkınca bana bakan üçlüyü gördüm. Tam da beklediğim tepkileri vermiştiler. Gözleri hilal şeklindeki 5 sandalyedeydi, oturacakları sandalyelere uzunca baktılar ne anlama geldiğini bilmeden. Benden bir açıklama beklediklerini gözleriyle gösteriyordular. Her birinin gözlerinin içine baktım, o kadar anlamlı baktım ki gözlerim doldu. Kendimi sıktım, şimdi ağlarsam plan aksayabilirdi.
"Üçünüzün de tahmin ettiği şey doğru," dedim ne kadar çekinsem de. Duyduklarına karşılık verecekleri cevapları tahmin ediyordum. Onlara göre fazlaydı bu adımım.
"Bu çok fazla Dila," diyerek ilk adımı atan Aslı oldu. Sana göre çok fazla olabilir ama hiçe öyle değil Aslı çünkü bu oyunun bir parçası da sizlerin canı.
"Gerçekten güneşim, bu sandalyeler fazla olmuş," beni anlamayacağınızı biliyordum papatyam. Bu adımım fazla kalmamakla birlikte az bile. Bildiğim gerçeklerden dolayı gözlerine zor bakıyordum her birinin. Gözlerim sevdiğim adamı bulduğunda onun ne diyeceğini dinmeyi bekledim.
"Planının bir parçasında bu kadar ileriye gittiysen vazgeçtiğin bir şeyler var peri kızım," gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladığında kaşlarını çattı, yüzü hafiften soldu. Kurduğu her kelimeden yarattığım iğneler battı kalbimin üstüne. Vicdanım şimdiden konuşmaya başladı. Anlamasınlar istedim, beni bugün anlamasınlar istedim. Bugün tanıdıkları Dila olmayacaktım çünkü bugün hiç düşünmeden canlarını yakacaktım.
Kendi intikamımda gerçeklerle canlarını yakacaktım. Çok düşündüm, canlarını yakmadan bu işi nasıl halledebilirim diye. Ne kadar düşünürsem düşüneyim başka bir yol bulamadım. Canlarını yakmayacağım tek bir yol vardı o da her şeyi onlardan saklamaktı. Gerçekleri bilip susmaktı.
Benden bekledikleri gerçeklerin canlarını yakacağını her biride biliyordu, her biri de bu gerçeği kabul ederek gelmişti bu eve. Yıllardır yaşadığımız hayatın gerçeklerini bir günde öğrenmek parçalıyordu, hiç yaşamadığın o duyguları bir arada yaşıyordun. Tarifi yoktu, acısı büyüktü. Kalplerinin atışını duyamayacaktılar, çocukluklarının altında ezilecektiler.
"Lütfen sorgulamayın," zorlukla konuştuğumda dikkatler üstümdeydi. "Siz sorguladıkça benim canım yanıyor, sorgulamayın ki canım yanmasın." Sorgulayın, asıl sorgulayın ki canım yansın çünkü size vereceğim zarar canımı daha fazla yakıyor.
Üstümdeki gözlerin yoğunluğu içime işliyordu, içimdeki sesler ne kadar zorlaştırsa da dayanmaya çalışıyorum. Bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim, düşündüğümden kat kat fazlaydı bu duygu. Yılların kapalı sırları anahtarı gördüğü gibi koşmuştu çıkışa. Onlar bile saklanmak istemiyordu, onlar bile saklanmak istemiyordu.
"Neden bizimle, bizden vazgeçebileceğini saklıyorsun güneşim?" duyduğum mırıltılı ses konuşup konuşmamak arasında kalmış gibiydi. Asya'nın gerçeği yüzüme vurmasıyla parçalandım ama parçalandığım şey neydi, bilmiyorum. O kadar çok yıpranmıştım ki neler hissettiğimi anlamaz duruma gelmiştim.
"B-ben sizden vazgeçmem," kekeleyerek cevap verdiğimde yaşlar akmak için diretiyordu. "Ben, sizden nasıl vazgeçebilirim ki papatyam düşünsene? Her şeyim olan senden nasıl vazgeçebilirim?" vazgeçebilirdim, onların iyiliği için vazgeçebilirdim ama sonuna kadarda da savaşırdım. Son çare olarak vazgeçerdim.
Bana inanın papatyam. Bana inanın sevgilim. Eğer ki başka bir yol varsa o yolu seçerim ama tek yol sizlerden vazgeçmek ise gözümü bile kırpmam, vazgeçerim. Ama siz inanın ki bu yol var olmasın biz birlikte olalım çünkü siz inanırsanız bende inanırım.
-en çok senin inanman gerekiyor papatya-
Ben inancımı yitirdim iç ses, gerçekleri öğrendiğim gün bütün inancımı kaybettim.
-inanç kaybedilmez papatya inanç her zaman seninle bazen bir gözde bazen de bir dokunuşta-
İnanç ve umut aynı anlamda iç ses. Bir gün inançta biter umutlarda biter.
-ama senin inancın hiçbir zaman bitemez papatya çünkü senin çok sevenin var-
Benim, benden çok sevenim var iç ses. Her şeyimle, her anımda beni çok seven ailem var. Zaten başlarına ne geldiyse sadece beni sevdikleri için geldi. Eğer ki onlar beni sevmeseydiler, bana bağlanmasaydılar bu kadar çok canları yanmayacaktı iç ses.
-hayır papatya onların canları seni sevdikleri için yanmadı onlar bu acıyı senden önce tatmaya başladılar-
Benim var oluşum yarattı bu acıyı iç ses, inkâr etme her şeyin sorumlusu benim.
-sana ne dersem diyeyim bu düşüncenden kurtulamayacaksın papatya o yüzden seni kalbine bırakıyorum-
Bak sen bile dediklerime inanıyorsun, inanıyorsun ki tersini söylemiyorsun. Ben var olmasaydım hiçbiri bu derece yara almayacaktı. Asya ailesiyle büyüyebilirdi, yıllardır aradığı sevgiden mahur kalmazdı. Beni sevmeseydi, sevdiği adamdan o ağır darbeyi almazdı, beni sevmeseydi abisinden nefret etmezdi. Ondan aldığım çok şey var; yaşamak için çabaladığı duygularını aldım, abisini aldım, babasını aldım, annesini aldım, kardeşini aldım. Ben ondan hayatını aldım iç ses, beni seven o çocuktan bütün hayatını aldım.
Eğer ki Aslı'nın hayatına Asya girmeseydi ailesi onu sevecekti. Bir intikam içim hayatı çalınan kıza verilen duygu her şeyden habersiz olan diğer kıza da verilmezdi. Ben var olmasaydım Aslı sevgisizlikle büyümeyecekti, Asya'nın kaderini yaşamayacaktı.
Balığım... Annesi yaşayabilirdi, babası yaşayabilirdi. Eğer ki ben var olmasaydım ailesiyle mutlu bir hayat sürebilirdi. Kardeşinin hastalığının bu derece ilerlemesine engel olurdu, onun için her şeyiyle savaşırdı. Kaybettiklerini sandığı kardeşine sahip çıkardı, ona öyle bir sevgi verirdi ki herkes mutlu olurdu.
Beni sevmeseydi büyütüldüğü, yetiştirildiği intikamı alırken canı yanmazdı. İntikamı alırdı hayatını düzene koyardı ama beni sevmeseydi. Beni sevdi hayatı mahvoldu, beni öldürmedi kendini öldürdü.
Kimi sevdiysem zarar verdim, anneme, babama, aileme... Yani yaralı kalbim en doğru kararı veriyor iç ses.
-sen kendini buna inandırmışsın papatya o yüzden ne dersen de kendini başka bir şeye inandıramayacaksın-
"Vazgeçersin peri kızım, sen bizden vazgeçersin." Ağlamamak için kendimi tuttuğumu biliyorlardı da ağlamam için zorlar gibi bakıyordular. Bakışlarından kaçtığımda bu hareketim dediklerini onaylar nitelikteydi. Kalp kırıcı olan bu hareketim en ağır şekilde yaraladı. Beni anlamayın isterken neden beni anlıyorsunuz?
"Gözlerini kaçırıyorsun," titrek çıkan ses tamamen hayal kırıklığıydı. "Doğruladığının farkında olduğunu varsayıyorum." Asya kurduğu cümlelerle yaralamaya devam etti. Yaralıydım ve bugün daha da fazla yaralanıyordum. Yaralanmaktan kaçmıyordum.
Konuşamıyordum. Dilim tutulmuştu, ne demek istiyorsam hepsi bir bir susuyordu. Anlatmak istiyordum, bugün ne olursa olsun her şeyi onlar için yaptığımı anlatmak istiyordum. Onlardan vazgeçme sebebimin yine onlar olduklarını bildikleri halde haykırmak istiyordum. Yangının ortasında onlardan vazgeçmezdim, ama o yangını da çıkarırdım.
"B-beni..." Zorlukla sesimi çıkarabildiğimde evin içini saran zil sesi bütün dikkatleri bozdu. Kim gelmişti? Bugün buraya kimsenin gelmemesi gerekiyordu, birinin gelmesi demek planın bozulması demekti. Korkulu gözlerle etrafa bakındığımda benden başka korkanın olmadığını gördüm. Kapı yumruklanmaya başlayıp kaba bir ses bağırmaya başladığında kimin geldiğini anladım.
"Babam geldi, yolda tedbir kararı için aramıştı bende plana sadık kalarak buraya çağırdım." Asya kendisine düşen adımı yaptığını açıkladığında kapıda ki adamın Ömer Güçlü olduğunu bir kez daha anladım. Korktuğum o dakikaların ardından rahat bir nefes aldığımda daha iyiydim. Bugün bir şeyin bile ters olmasından korkuyordum çünkü bugün bu hikâye bitmek zorundaydı, herkesin iyiliği için.
"O zaman başlayalım," mırıltılı ses Aslı'ya aitti. Başladığımızın kanıtı olan ses ise yumrukların hâkim olduğu evin kapısıydı. Koltuğun üzerindeki eşyalara baktım, benimle birlikte diğer üçü de koltuğa baktıklarında neyle karşılaşacaklarını biliyordular. Koltuğun üstünde yer alan halatları Aslı'ya uzattım, kalın bandı ise Asya'ya uzattım. Elimdeki Smith Wesson türündeki revolver tabancıyı avuçladığımda hazırdık.
"Asya sakince kapıyı açıyorsun ve babanı içeriye davet ediyorsun. Ömer içeriye girdiğinde, Bulut arakadan saldırarak bize karşı koymasını engelliyor. Aslı, sen burada bekliyorsun. Ömer içeriye girdiğinde ona doğrultulmuş silahla karşılaşacak zaten eli kolu Bulut tarafından tutuluyor olacak. Onu karşı koymadan orta sandalyeye oturtup bağlıyoruz. Aslı sen burada dâhil oluyorsun. Sesinin çıkmaması içinde ağzını bantlıyoruz." Hızlıca konuştuğumda bazı noktaların karmaşık olduğunu daha doğrusu karmaşık anlattığımı biliyordum. Kısa sürede bu kadar olduğu için itiraz etme lüksümüz yoktu. Her birinin gözlerinin içine baktım, belki de son bakışlarımızdı nereden bilebiliriz. "Anlaştık mı?" başlamaya hazır mıyız sevdiklerim?
"Anlaştık!" elindeki halatları sıkıca saran Aslı onayı verdiğinde gülümsedim, gülümsedi.
"Anlaştık, güneşim!" mırıltılı çıkan sesi korktuğunu gösteriyordu ama buna mecbur kaldığımızı da biliyordu. Gözlerim tekrardan onu bulduğunda başımı salladım güven verircesine. Gülümsedim, hayatın bize bunu borçlu olduğunu göstermek için. Öyle bir gülümsedi ki sıcacık hissetim, evimdeymiş gibi hissettim.
"Her zaman seninle, peri kızım!" hayran dolu çıkan ses ile içim kıpır kıpır oldu, kalp atışlarım hızlandı. Bu seferki gülümsemem konuşmadı, bu sefer gözlerim konuştu. Beni yalnız bırakmamasını söyledi bakışlarım. Bizim bakışlarımız konuştu o da kabul etti.
"Başlayalım."
Veda cümleleri gibiydi başlangıcımız. Biz başlarken veda etmiştik şimdi de asıl vedayı bu hikâyeyi başlatanlara edecektik. Hikâyeyi kendi yazdığımız masala çevirecektik. Aldığım derin nefes ile son kez aynadan kendime baktım. Dışarda kar yağışının başlaması da bir mesajdı, artık başlıyorduk.
Hikâyemizin sonuna, masalımızın başlangıcına başlıyorduk.
Peri kızı ve balık bu sonda yeni başlangıç için savaşıyordu.
Asya yumruklanan kapıyı açmaya gittiğinde derin bir nefes aldık her birimiz. Korkak adımlar atıldıkça omuzlar dikildi, sırtımız dimdik oldu cesur olduk. Asya adım attı her birimiz cesaretlendik. Asya'nın peşinde giden Bulut ise temkinli adımlar attı. Ömer'in şimdiye kadar ki çıkardığı ses Ahmet Deniz'i kıllandıracak seviyeye ulaşmıştı. Tek dileğim vardı ki bu planı çözmemiş olmasıydı ama onun zekâsını düşündüğümde çoktan planı çözmüş olacağını tahmin ediyordum.
Asya'nın kapıyı açtığını gelen kilit sesinden anladım. Kapıya atılan yumruklar sustuğunda ise titremeye başladım. Çaprazımda duran Aslı'nın ise benden pek bir farkı yoktu. Şimdiye kadar Ömer'in nefret dolu sesini duymamız gerekiyordu ama ev sessizdi. Kimseden ses çıkmıyordu. Duyduğum tek ses Aslı'yla birlikte korkarak aldığım nefeslerdi. Bir gariplik sessizdim, yolunda giden ama aynı zamanda da gitmeyen bir şey vardı.
Hareketlenmeler olduğunda ise tuttuğum nefesi saldım. Garip hissediyordum ama her şey yolunda gözüküyordu. Az sonra Ömer odaya girecekti ve onu alt edecektik. Adım sesleri yaklaşmaya başladığında ise gariplik devam etti, fazla adım sesleri vardı. Adımlar yaklaştıkça anladım, bizi neyin beklediğini, karşımda kimleri göreceğimi anladım. Aslı'ya kaş göz hareketi yaptığımda yanıma çektim, karşılaşacağımız manzaraya karşı koruma altında aldım.
Kapının girişinde gördüğüm ilk kişi tahminlerimi doğruladı, hiç şaşırmadığım bu manzarada kaşlarımı çattım. Geriye bir adım atarak arkama saklandı Aslı. Huzursuz nefeslerine kapılmamak için sakin kalmaya çalıştım. Karşımdaki yüzlere bakıp nefretimi körükledim bu da huzursuz hissetmemi engelledi. Kapının girişinde duran kişi Ahmet Deniz'di. Bir kez daha anladım ki onun zekâsını hafife almamalıydım. En başından beri bunu planladığımı bildiğini tahmin ediyordum. Naz'ın hiçbir şey yapmadan karşı dairemde oturmasının tek amacı bizi kontrol altında tutmaktı. Bizden bekledikleri adımı attık onlarda bizi kıskıvrak yakaladı ama oyunu ben başlatıyordum ve benim kurallarım geçerli olacaktı. Korktuğum o yola girecektim çünkü onu tek o şekilde yenebilirdim.
Evin içini ıslıkları doldurduğunda gözleri üzerimdeydi. Arkasından gelen kişilerle hiç şaşırmadım. Naz, Ömer, Asya Bulut ve birkaç adam... Korkak olduğunu gösterdiğini biliyor olmalıydı, karşıma tek çıkamayacak kadar korkaktı. Bunun üzerine gözlerinin içine bakarak alaycı bir tebessüm attım. Odanın içine herkes girdiğinde ise Ahmet tam karşımda durdu.
"Vah vah, planın bozuldu diye mi gülüyorsun!" neden güldüğümü anlamamış olmazdı ama o alaya almayı tercih ediyordu. İkimiz dışındaki bakışların hepsi şaşkınlık dolu bakışlardı. Benim bu olaya karşı gülmemi kimse beklemiyordu ama ben gülüyordum. Yaşadığım acıların öğrettiği gibi gülüyordum. Sırtım delik deşikti, kalbim paramparçaydı, ruhum ölüydü.
"Aaa ne kadar ayıp ama böyle korkak olmak senin gibi bir katile yakışıyor mu?" kahkaha atmaya başladığımda ise yüzünün kızaracağını biliyordum. Beyefendi alaya alınmayı hiçbir zaman sevmezdi, bu çocukluğunda da öyleydi şimdi de öyle. Hastalıklı beyni ona şakayı doğru öğretmemişti. Kaşlarının çatmasıyla doğru hareket yaptığımı anladım. Yüzü düştü, istediğini almadığında üzüldüğünü de görmüş olduk. Bulut'un ve Asya'nın kollarından tutan adamlar zorla çekiştirerek ikisini sandalyelere oturtturdu.
Benim planımı bozacağını sanıyordu ama yanılıyordu. Ben onun planını bozacaktım bundan da çok eminim.
Bulut'a baktım, korkuyordu. Benim için, kardeşi için, arkadaşı için korkuyordu. Gözlerimiz buluştuğunda yanaklarından aşağıya süzülen yaşını gördüm, kalbim durdu, aklım sustu, yaşlarım kurudu... Onun ağlayışı beni mahvetti, onun korkusu beni sarstı. Sevgimde kaybolan çocuğa baktım aynı zamanda. Umutlarla dolu olan o bakışlarına şahit oldum, savaşmak için direnen saf kalbini hissettim, korkusunu hissettim. Annesinin sırdaşı olduğunda o küçük bedeniyle sırtlandığı yükleri taşıdım. Kardeşinin hastalığı için ondan vazgeçtiğinde vazgeçtim. Balığım yaptı ben yaptım, balığım ağladı ben ağladım ama o kırıldı ben topladım. Yok olmasına izin vermedim, hayatı için, kardeşleri için.
Aşkım için değil borçlu olduğum çocukluğu için yaptım.
Gözlerimi hemen yanına kaydırdığımda, güneşimle buluştu gözlerim. Korktuğunu görebiliyor ve hissediyordum. Bir eli abisinin elinin içindeydi ama korkuyordu. Bize bir şey olmasından korkuyordu. Titrediğini hissediyordum, bütün umutları tükenmiş gibi bakıyordu. Bitmişti, onun gözlerinde gördüğüm yenilgi ile sendeledim, kafasında bitirmesi korkutucuydu ama onun için acılı gerçekti. Başımı sağ sola oynattığımda böyle yapmaması gerektiğini savundum, beni anlamasını istedim. Ben onları burada öylece bırakmazdım, hele de yeni kazandığı sevgiyi kaybetmesini istemezken.
Yapma papatyam, bunu bana da yapma kendine de yapma. Biz neler atlattık onları düşün. Senle ben koskoca beş yıl savaştık hem de kimsesizken, şimdi pes etme. Beni en zor günde yalnız bırakma, bunu bize yapma. Buradan el ele çıkacağız, bu günler geçmiş olacak, biz rahatlayacağız. Buraya gelme amacımızı gerçekleştireceğiz. Bakışlarımla anlattıklarımı anlamalısın papatyam, bunlar sana güç vermeli.
"Hayal âleminden çıkacak kadar büyüdüğünü sanıyordum ama yanılmışım, sevgili kızım." Alaycı ses ile odağımı düşmanıma çevirdim. Onun gibi alay ederek süzdüm onu, ondan korkmadığımı görmeliydi. Arkamda ki Aslı hala huzursuzdu ve büyük ihtimalle de gözleri sandalyelerdeydi. Yüzümden eksiltmeyeceğim alaycı tebessümümü tekrardan sunduğumda konuşmasında baskıladığı yerde midem bulandı. Gerçi onun sesini her duyduğumda midem bulanıyordu.
"Midemi bulandırıyorsun, kendini baba sanan ama korkağın önde giden adam." Bir şeyleri bildiğimi bilmiyorsa bile artık öğrenebilirdi, yaptığım imaları neye yoracaktı acaba? Ben konuştukça huzuru kaçıyordu, sürekli evi inceleyen gözlerinden okunduğu üzere.
Neden, neden kendi çocukluğunu masum insanlara yaşattın be adam. Seni seven insanların canını yaktın, neden seni isteyen küçük çocuklara sevgini değil de nefretini, kimsesizliğini verdin? Hiçbir suçu olmayan onlarca çocuğun hayatını mahvettin, kendi hayatını mahvettin ama dinmedi öfken, dinmedi nefretin. Kimi istedin hayatında, kimden kaçtın hayatından? Korkunu yenmek istemeden başka insanları korkutmanın peşine düştün, sana hiçbir zararı olmayan onlarca insanın zararın dokundun, senden babalık bekleyen çocukları görmedin.
Susmak istemiyorum, karşımda duran adamı gerçeklerini her saniye yüzüne yüzüne vurmak istiyorum. Hatalarıyla yüzleşmesini, onların ne derece yaralar açtığıyla yüzleşmesini istiyorum. Ahmet Deniz'den iyilik istiyorum. İmkânsız bir şey istiyorum hayattan, gerçekleşmesi imkânsız olacak en büyük şeyi istiyorum.
"Sen," ne diyeceğini bilemeyecek şekilde sarsılmıştı. Beklediği kişiyi karşısında bulamayacağıyla en güzel şekilde yüzleşti ve bu yüzleşeceği ilk şeydi. "Haddini aşıyorsun çocuk, hem de sevdiklerin elimdeyken." Hiç şaşamayan kimliği gün yüzüne çıktı, tehditten vazgeçmeyecek kadar korkaktı.
"Biliyor musun Ahmet Deniz, korkak kişilerin en ilk yaptığı hareket karşısındaki insanı tehdit etmekmiş, yani senin yaptığın gibi." Acımıyordum, acımayacaktım. Canını yakabildiğim kadar yakacaktım.
Söylediklerimin ne derece etkili olduğunu seğiren gözlerinden belli oluyordu. Her an yuğ törenine başlayacak gibi bir hale büründüğünde gittikçe komikleşiyordu. Yumruk yaptığı elini çözüp adamlarına sandalyede oturan Asya ve Bulut'u gösterdi. Az çok ne yapmaya çalıştığını biliyordum o yüzden karşı bir tepki vermedim. Adamlardan ikisi sandalyelere ilerlediler, belindeki silahları çıkartıp Asya ve Bulut'un başına doğru tuttular.
"Bence bir daha düşün derim, sevgili kızım!" yüzündeki nefret hiç değişmeyecekti, her zaman nefret dolu bakışlarında alaycı tavrıyla konuşacaktı. Kalkanı buysa eğer çokta iyi bir kalkan değildi, ben onun kalkanına inanmayacak kadar cesurdum, onun tehditlerine boyun eğmeyecek kadar da güçlüydüm. Benden saklayabileceği bir sırrı kalmamıştı, benim bildiklerimin onu kıskıvrak köşeye sokacaktı.
"Bana kızım deme çünkü ben senin kızın olamayacak kadar cesurum," dediğimde etraf sessizliğine devam etti. Daha fazla sohbet etmektense gerçeklerin konuşmasını tercih ederim ama karşımdaki adam çok farklı şeyler düşünüyordu.
"Tamam, seninle konuşarak anlaşamayacağız o yüzden daha fazla uzatmayalım ve bu işi hızlıca bitirelim ne dersin, sevgili kızım?" asla beni sinir etmekten vazgeçmeyecekti. Kızgın olduğunu görüyordum, onu derece de aşağıladığımın da farkındaydım ama vazgeçmeyecektim. Ona istediğini vermeyecektim.
"Bence de bu işi bitirelim ama bazı şartlar karşılığında," dediğimde şaşırdı. Bence bildiğim gerçeklerden haberi vardı, zekâsı bunu çoktan çözmüş olmalıydı. Kader oyununu oynadığımız sürece kazanan ben olurdum, bunu çok iyi biliyordum.
Naz'ın bakışları ilk andan beri üstümdeydi. Nasıl bu derece konuşabildiğimi sorguluyor olmalıydı, nasıl olurdu da Dila, Ahmet'e karşı gelebiliyordu? Kendisinin dahi yapamadığını yaptığım için dikkatini çekmiştim. Gözlerinin içine baktığımda ise pişmanlık görmüyor muydum, hala benim hak ettiğimi düşünüyordu yaşanılanları. Onun için o çok üzülüyordum, hele de öğrendiklerimden sonra. Çok az kaldı, bugün sende kendine üzüleceksin Naz.
Ömer ise halinden gayet memnundu çünkü istediğini ele geçiriyordu, Ahmet yok olacaktı ve kızlardan da bütün mal varlığını geri alacaktı ama bilmediği bir şey vardı; o bugün bu evden istediği şekilde ayrılmayacaktı.
"Senin şartlarına ihtiyacım yok küçük kız, şimdi senin beynini delik deşik edeceğim bu hikâyede böylece sonlanacak." Kararlıydı, eli belindeki silaha doğru ilerlediğinde elimde olan silahı avuçladım o harekete geçmeden yüzüne doğru uzattım.
"O elini belinden çekiyorsun," sert çıkan sesimle evdeki adamlar bellerindeki silahları çıkartıp bana doğru tuttu. Korkmuyordum, ayrıca gayet de rahat hissediyordum. Bulut ve Asya'nın yerinden kıpırdadığını gördüm, benim için endişelendikleri için yanıma gelmeye çalışıyordular ama adamlardan fırsat bulamıyordular.
Anne... Baba... Sizin istediğiniz gibi oldum, sizin istediğiniz gibi o adamdan korkmuyorum, korkmamda. Korkak olan bir adamdan neden korkayım ki? Sizin benim için oynadığınız bu kumar masasından kazanarak kalkacağım anne, bu sefer kaybeden biz olmayacağız baba. Kader oyunu da benim kumarım olacak.
"Vay! Cesaretliyiz," bu adamı çözmek çok zordu. Bir anı bir anını tutmuyordu; benden nefret eden Ahmet Deniz şimdi de beni hayranlıkla izliyordu. İzle Ahmet Deniz, izle çünkü bu son izleyişlerin olacak.
"Ben cesaretliyim ama koskoca adam olarak sen hiçte cesareti değilsin," imalı bir şekilde konuştuğumda ve onu çocukluğuyla vuracağımda kader oyununu kabul edecekti.
"Sen kendini ne sanıyorsun, sen kimsin ki ben sana cesaretli olduğumu göstereceğim?" tamda tahmin ettiğim gibi cevap veriyordu. Bence artık oyuna başlayabilirdim.
"Ama sen çok mızıkçısın Ahmet, hala mı büyümedin?" söylediklerimle bana pür dikkat bakan ikili Ahmet ve Ömer'di. Çocukluklarının konuya dâhil olması her ikisini de kötü etkileyecekti. İkisi de çocukluklarını sevmiyordu, ondan kalan bir anı istemiyordu.
"Sen..." duyduğum kaba sen Ahmet'in değildi Ömer'indi. Dili tutulmuş gibi bakıyordu, bu bakışlardı kazanmamı sağlayacak olan. "... bunu nereden biliyorsun?" anlaşılmayacak bir şey yoktu be Ömer. Hayatlarınız boyunca büyümeye çalışan sizlerin hala çocuk gibi düşünmenizi düşünmeye gerek yoktu.
Eski bir anı hatırlamış gibi derin düşüncelere dalmış gibiydi Ahmet Deniz. Eminim ki geçmişin tozlu sayfalarında geziniyordu, benim hikâyemi sonlandırmaya gelen adam kendi hikâyesinin içinde boğuluyordu. O kadar derin düşüncelere dalmıştı ki yanakların aşağıya süzülen yaşını hissetmedi. Sadece bir cümlem ile onu bu derece etkilediysem diğerlerini kullansam yok olurdu.
"Söylesene Ahmet Deniz, hastalıklı beyninle herkesi öldürürken geçmişinin silineceğini mi zannettin. Öldürdüğün herkes geçmişinin bir parçası değilken hem de." Ağır cümlelerimi ardı ardına sıraladığımda gözleri fal taşı gibi açıldı, hal ve hareketleri değişti. Üstüme doğru attığı bir adıma karşılık bende ona bir adım attım.
Bir adım o attı bir adım ben. Bir adım o attı bir adım ben. Bir adım o attı bir adım ben. Bir adım o attı bir adım ben. Aramızda bir adım vardı, gözleri üzerimde geziniyordu, derin düşüncelerinde uyanmış gibiydi. Hala şok içindeydi, nasıl davranması gerektiğini bilmiyor gibiydi, bir zamanlar benim olduğum gibi.
Herkesin çocukluğunda yaralayıcı anılar vardır, herkesin çocukluğu bir acıdır. Çocukluklar gün geçtikçe silinirdi çünkü geçmiş gelecekte var olmaz bozulurdu.
"Her şeyi biliyorsun, bütün hikâyeyi, bütün sırları, bütün oyunları... Her şeyi biliyorsun," olanları sıraladığında buna kendini inandırmak ister gibiydi. Sadece bir cümleyle her şeyi anladığına göre kader oyunumu da anlamış olacaktı. Yüzüne baktığımda ne istediğini bilemeyen o adamı okudum, kafası karışıktı.
"Evet, ben her şeyi biliyorum!" evin içi sessizliğe gömüldü. Herkesin gözü bizim üzerimizdeydi, ne de olsa yılların sırrı vardı. "Ben gerçeklerin anahtarıyım Ahmet Deniz, babamla oturduğunuz kumar masasında kaybeden ama aynı zamanda kazanan tarafım ve bugün de tekrardan o kumar masasına oturacağız son kez."
Cümleler kuruldu kumar masası hazırlandı.
Sözler söylendi sırlar kapıya geldi.
Gözler sustu kalpler haykırdı gerçekleri.
Her şey başladığı gün ki gibi bitecekti.
Bu evde, bu odada...
"Madem her şeyi biliyorsun neden böyle çocukça oyunlarla uğraşıyorsun, çıkıp herkese her şeyi anlatsana," diye söylenen Ahmet'e baktım. Bunu anlamamış olamazdı, gayet de anlamıştı ama her şeyi benim ağzımdan duymak istiyordu. Bu adam asla değişmeyecekti, çocukluğunda da böyleymiş şimdi de böyle.
"Gerçekleri söylemesi gereken kişi ben değilim sensin de ondan," dediğimde şaşırmadı çünkü beklediği cevabı verdim. Karşı taraf şaşkındı, bizim taraf korksa da cesurca beni izliyordu. Her şey her an değişebilirdi ama biz hala oyun peşindeydik. Karşı tarafın bir hareketiyle hepimiz ölebilirdik ama bu umurumuzda değil gibiydi. Hem delicesine yaşamak istiyorduk hem de ölümden kaçmıyorduk.
"Tam olarak ne istiyorsun Dila Deniz?" amacı her ne olursa olsun kelimeleriyle beni etkilemeye çalışıyordu. Planı çoktan çözmüş olmasına rağmen inatla sormaya devam ediyordu. Karşımda ki adam bir zamanlar babamdı. Her gün gelmesini beklediğim, sadece küçük bir cümlesiyle mutlu olabileceğim adamdı. Şimdi ki adamı ise tanımıyordum. Bu adam benim babam değildi, herkesin canını yaktığı halde yakmamış gibi davranan adam benim babam olmazdı.
Tanımıyordum, bu adımı tanımıyordum ve tanımakta istemiyordum.
Kardeşim dediğim kızı da hiçbir zaman tanımamışım. Sırlarımı paylaşırken mutluydum, birbirimize iyi gelirken mutluyduk ya da ben mutlu olduğumuzu sanıyordum. Onun en başından beri planı beni yaralamaktı ki yaptı da, beni çok güzel şekilde yaraladı. Böylelikle dostum dediğim kızı da tanımadığımı öğrendim.
Sevdiğim adam... Ben bizim için onlarca hayal kururken o hayallerimi öldürmenin peşindeydi. Bana yalan söylerken yaptığı planların altında eziliyordu. Âşık olduğu kızdan intikam almak ona zor gelmiş olsa da o intikamı aldı. Annemi ve babamı benden aldı, çocukluğumu benden aldı. Ne kadar istememiş olsa da beni parçaladı, bana ihanet etti. Ben ona inanırken o beni hançerledi. Ben onu tanıdığımı sanırken o nasıl tanımadığımı gösterdi ihanetiyle.
Tanıdığımı sandığım insanlar tanımadığım insanlara döndü.
-biz insanları hiçbir zaman tanıyamayız papatya çünkü insanlar tanınmayacak kadar karmaşıklık içindeler-
Bende o karmaşıklığın içinde yaşıyorum iç ses hem de sonsuza denk.
"Bir kader oyunu istiyorum, ucunda gerçeklerin konuşulduğu." Sesimin titrememesine dikkat ederek konuştum. Bütün gözler Ahmet'teydi, ne diyeceği merakla bekleniyordu. Ya kabul etmezse diye düşünüyordu herkes ama ben emindim, onu çocukluğundan vurduktan sonra bu oyunu net kabul edecekti.
"Ne oyunuymuş bu kader oyunu?" sesini kontrol altında tutmaya çalışan bir diğer kişi de Ahmet Deniz'di.
"Rus ruleti," dedim gözlerinin içine bakarak. Oyundan bahsettiğim anda anlamıştı zaten bu oyunu çünkü elimdeki silah bu oyunda kullanılan silahtı. Şaşırmadı, kirpikleri dahi oynamadı. İstiyordu, bu oyunu oynamayı benden çok istiyordu çünkü beni öldürürken zevk almak istiyordu ama ölenin kendi olacağını bilmezken.
"Bazı şartlarım var," dediğinde oyunu kabul ettiğini anladım. Arkamda duran Aslı'nın verdiği derin nefesi hissetim, aynı şekilde sandalyedeki sevdiklerimin de. Fakat arka tarafta işler istenildiği gibi değildi. Ömer'in şimdiden rahatsız olduğu belli oluyordu. Naz ise istiyordu, gerçekleri öğrenmek istiyordu.
"Şartların nedir?" söyleyeceği şartları az çok tahmin ediyordum ama bunlar korkutucuydu.
"Öncelikle oyunu tek biz oynamayacağız yani sandalyede oturanlar izleyicimiz değil kurbanlarımız olacak," dediğinde herkes birbirine baktı. Her şey başlamadan önce ki yaptığımız konuşma hafızamı kurcaladı.
Sevdiklerimden vazgeçer miydim?
Bu çok farklıydı; burada onların canı için vazgeçmiyordum direk onlardan vazgeçiyordum. Bunu yapabilir miydim? Gözlerim sandalyede oturan Asya ve Bulut' kaydığında dolan gözlerimi daha fazla tutmadım ufak bir süzülüş yaşandı. Arkamda duran Aslı'ya baktığımda ise iyice suçlu hissettim. Onlardan birinin canını hiç acımadan kıyabilir miydim?
El ele tutan kardeşlerden onay aldığımda bunu onları yapamazdım ama aynı zamanda da yapmam gerekiyordu. Bu yola girerken bu ihtimali düşünmüştüm yani buna hazırlıklı olmam gerekirdi ama kulaklarımla bu yolu duyduğumda yıkıldım, zorluğuyla yüzleştim.
"Senle ben oyuncuyuz, seçeneklerimiz beş kişi ama bu odada fazla seçenekler var," dediğimde oyunu da teklifini de kabul etmiş oldum. Ömer'in buradan gitmek istediğini hafiften arkaya doğru attığı adımlarından görüyordum. "Asya, Bulut, Aslı, Naz ve Ömer seçenekler sizlersiniz o yüzden geriye kalan üçlü sandalyeye yerlerinize geçin." Sert çıkan sesimle irkilen Ömer bunu pekte kabul edecek gibi değildi. Naz hiç itiraz etmeden Asya ile arasına bir sandalye alarak boş sandalyeye oturdu. Aslı olacakları kabullenerek arkamdan çıkıp Asya ile Naz'ın arasındaki boş sandalyeye oturdu.
"Ömer Güçsüz, korkak gibi geriye adım atacağına ileriye sandalyelere adım at!" aşağılayıcı ses Asya'ya aitti. Gözlerini geriye kaçan Ömer'e dikmişti. Kıskıvrak yakalanan Ömer ise hala buradan kaçmanın planlarını yapıyordu. Ölümü ilk defa bu kadar yakından hissediyordu. Korkması o kadar komiğime gitmişti ki kahkahaya boğuldum.
"Hayatını mahvettiğin küçük kızlardan daha korkaksın Ömer, soyadını bile hak etmiyorsun." Ömer'in de çocukluğundan bu yana zayıf noktası aşağılanmaktı, hor görülmekti. Asya ve benim onu hor görmemiz sinirlenmesine vesile olmuştu. Konuşmamak için kendini zor tutuyordu bu kıpkırmızı olmasından belli oluyordu. Yumruk yaptığı ellerini gördüğümde ise kahkaha atan tek kişi olmamak için sustum ve neler yapacağını izledim.
Gözleri hala kapıdaydı, burada olmayı hiç istemiyordu ama aşağılanan onurundan da kaçamıyordu. Gözlerini bir sandalyeye uzattı bir de kaçacağı kapıya. Abisinin arkasında bile korkaktı çünkü abisi onu hiçbir zaman adam olarak görmemişti. Abisini yok edeceği o günü sayıyordu kendi yok olacağı günü değil. Nihayet karar vermiş olacak ki yavaş adımlarla boş kalan son sandalyeye oturdu.
"Geriye kalan herkes dışarı, bir daha bu eve girmemek üzere!" kaba ve heyecanlı çıkan ses tamamen Ahmet'e aitti. Evi istediğim kıvama çevirdiği için mutluydum. Oyun benim istediğim gibi olmayabilirdi ama sonuçları benim istediğim gibi olacaktı.
Tanımadığım adamların hepsi aldıkları emirle evi terk ettiler. Evi tekrardan bizim nefesleri doldurmaya başladığında son adıma geldiğini anladım. Artık bütün gerçeklerin konuşulma zamanı gelmişti. Elimde tuttuğum silahı indirdiğimde oyunun kurallarını konuşmak için Ahmet'e baktım.
"Bir mermi altı atış var ki sen bunu zaten bilirsin," dediğimde Ahmet sırıttı. Tabii ki biliyordu. "Oyunu biliyoruz, kafamıza tutuyoruz eğer ki patlamazsa ortaya gerçekleri atıyoruz onunla yüzleştikten sonrada diğer atışa geçiyoruz." Oyun basitti, can yakacak kadar basit bir oyunda kumara oynuyordum. O merminin bende patlayacak olması demek kumarın kaybedeni demekti. Ve ben kaybetmek değil kazanmak istiyordum.
"Hayır, bir mermi değil iki mermi olacak. İki mermi, altı atış." Ne demek iki mermi? Oyun çok farklaşıyordu, bu oyunda kaybetmek daha da kolaylaşıyordu. "Üç atış hakkımız var, ikisi sandalyeden biri için bir atışta bizim için olacak şekilde. Mermi kime gelirse o kişi ölür tabii ölmeden önce gerçekleri öğrenir mi orası şansına bağlı."
Dondum. Karşımdaki adam benden sevdiklerimin katili olmamı istiyordu ve ben bunu kabul etmiştim. Göz göre göre onlara veda edecektim, onlardan vazgeçecektim. İki kişinin hayatı benim ellerimdeydi, kader oyunumuzdaydı. Şans bu oyunda en büyük dostumuzdu. Hastalıklı bir beyinle bir oyuna giriyorsam o oyundan katil olarak da, ölü olarak da ayrılabilirdim.
Psikopattı, ailesini öldürecek kadar psikopattı. Anlam vermekte zorlanıyordum. Bu adam ne derece kötüydü, nasıl oluyordu da hala ders almıyordu? Çocukluğundan ders almak yerine onu yaşatmayı seçen bu zihinden ne beklenirdi ki... Aldığı nefeslerin her birinde birinin canı vardı, kaç kişinin hayatına zehir olmuştu, bilmiyorum. Zehir olduğu hayatları saymaya kalkamazdık çünkü sayılmayacak kadar çoktu.
"Seçimi beş kişiden yaparım ve ölmediği sürece de aynı kişiyi seçerim kabul mü?" oyunu kendi tarafıma çevirmeye çalıştım, eğer ki Ömer ya da Naz'dan birini seçersem sevdiklerimi kurtarabilirdim.
"Herkes kendi tarafından seçecek başka türlüsü kabul değil," aldığım karşı cevap istediğimi vermedi. Şaşırmadım, katil birisiyle anlaşılamazdı zaten. Bu intikamda sevdiklerimden vazgeçecektim.
"Kabul, herkes kendi kişisini seçecek." Tek bir isteğim vardı; lütfen Allah'ım, lütfen şans onların tarafında olsun. Onları kaybetmek istemiyorum, benim yüzümden canlarından olsun istemiyorum. Eğer ki bugün bu anlaşmayı yapmasaydım yarın her şey daha kötü olacaktı o yüzden her şeyden vazgeçip o anlaşmayı yaptım.
Benim kabulümle oyun başlayacaktı. Gözlerim sandalyede oturan üçlüye kaydığında her birinin gözlerinin içine baktım. Şu ana kadar hiçbiri sessizliklerini bozmamıştı. En çokta şimdi onların sesine ihtiyacım varken. Uzun uzun baktım, veda ettim belki de bakışlarımla. Yaşanılan her an gözlerimin önünde canlandı, yaşadığımız en güzel günlerden en kötü güne kadar her şey bir bir tekrarlandı. Eski ben yalnızdı, hep hayaller kurardı. Şimdi ki ben hayallerin gerçekleşmeyeceğini biliyordu ve onları tek tek öldürüyordu.
"Beni affedin!" dedim titreyen sesimle.
Ahmet'in hoşuna gitmiş olacak ki kıkırdadığını duydum. Kaybedeceği kimsesi yoktu, kaybetmekten korktuğu bir şeyler yoktu. İntikam istiyordu, ne için intikam istediğini bilmediği halde intikam istiyordu. Sevdiği biri var mıydı bu dünyada, kaybetmekten korktuğu biri var mıydı?
Asya'ya baktım, çocukluğumun sırdaşına baktım. Ne çok şey yaşamıştık birlikte; kardeş gibiydik. Bende olan onda da olurdu, yaralı çocukluğumuzun en güzel yanı bizim arkadaşlığımızdı. Biz birlikte büyüdük, biz birlikte yaralandık, biz birlikte aştık onca zorluğu. Arkadaş değil, kardeş olduk. Şimdi sulu gözlerine baktığımda ondan vazgeçiyordum, ya onun canı ya da benim canım. Her şeyi atlatabilen biz bunu atlatamazdık, bu yükü ne o kaldırabilirdi ne de ben.
O sevgisiz büyümüş güneşti.
Ben umutlarla büyümüş papatyaydım.
Onun sevgisizliğine umut eken bendim, benim umutsuzluğumda da sevgi eken oydu. Biz birbirimizi tamamlayan kardeşlerdik. Birbirine ihtiyacı olan çocuklardık.
Gözyaşlarımı tutmaktan vazgeçtim, akıttım özgürce. Bu seferden acımdan kaçmak istemedim onu yaşamak istedim, saklamak istemedim herkes görsün istedim. Ellerimde iplerini tuttuğu üç hayata baktım, her birinin de yaşaması gerekiyordu, onları bekleyen birileri vardı, birlikte yaşamları gereken anılar vardı. Benim gibi değildi hiçbiri. Kimsesiz değildiler.
"Ö-öyle deme," kekeleyerek konuştu papatyam. Beni her defasında toparlamaya çalışan taraftı, bir kez olsun kendini benden öne koymadı, acısı varken acımla ilgilendi. "Affedilecek bir şey yok sen yapılması gerekeni yapıyorsun güneşim." Hayır, Asya ben hiçbir zaman olası gerekeni yaptım. Beni parçalayan herkesten özür dileyebilecek biriyim, bana vurana vuracak biri değilim. İyilik isteyip kötülüklerin her birini yaşamış o kızım.
"Ben sizden sizin için vazgeçecektim, size yaşam bırakmak için vazgeçecektim sizden yaşamınızı almak için değil," gerçekleri söylemek her zaman zor taraftı, bir kere konuştun mu her şey daha rahattı. Zordu vazgeçmek, zordu yüzlerine karşı konuşmak ama yapmadım, susmadım; konuştum. Uçurumdan aşağıya atladım canım yanmadı, hançerleri kalbime sapladım kan akmadı, ruhumu gökyüzüne armağan ettim yaşadım. Kaçtığım her gün daha da yaklaştım bu sona, sustuğum her gün konuşmak için bugünü seçti.
"Yaşam senle var peri kızım, senin olmadığın hayatta yaşam yok." Yaşlarımız bugünün kalemiydi, bugünü tarihe bir bir işliyordu. Veda etmek istemeyen tek kişi değildim, hepimiz yaşanılacak vedadan kaçıyorduk. Belki şansımıza güveniyorduk belki o şansı yaratacağımız için kaçıyorduk vedalardan.
"Buradan seninle birlikte çıkacağız Dila, burası bizim değil onların mezarı olacak." Aslı, yaşadığımız çok bir olay yoktu. Asya'nın ablası, Bulut'un yakın arkadaşıydı ama benimleydi, bana inandı. Bir zamanlar bizi kollayan o kızdı, ailem için savaşan o kızdı, kardeşini bana emanet eden kızdı.
Bizim konuşmamız bazı kişileri rahatsız etmişti. Naz'ın iğrenç bakışları, Ömer'in hala kaçmayı düşünmesi, Ahmet'in silahı izlemesi her hareketleri artık sonu istiyordu. Bugünün anlamını anladıklarında çok geç olacaktı ve iş işten geçmiş olacaktı. Son kez sandalyelere baktım, sevdiklerime, düşmanlarıma herkese baktım. Ben ne istiyorum? Şu dakikada en son düşünmem gereken o soru hafızamı kurcaladı, düşüncelerimi ele geçirdi.
Ben ne istiyorum?
Rahat nefes alabildiğim bir hayat istiyorum. Sevdiklerimle gülerek yaşadığım, ağlamanın yer almadığı günler istiyorum. Ailemi istiyorum; beni seven, beni suçlamayıp yanımda olacak olan ailemi istiyorum. Arkadaşlarımla eğlenebildiğim sonsuz dakikalar istiyorum. İşimde en iyisi olmak istiyorum. Hayaller kurmak istiyorum. Umut etmektense gerçekleşmesini istiyorum. Sevdiğim adamın ihanetini görmezden gelmek istiyorum. Annemle babamın ölümünü bilmek istemiyorum, onların benimle olmasını istiyorum. Parklara gittiğimde hüzünlenmek istemiyorum, okullara gittiğimde babalarıyla kızlarını gördüğümde ağlamak istemiyorum, çocukluğumun yaralı olmasını istemiyorum.
Ben imkânsız ne varsa onu istiyorum.
Şu an ne istiyorum? İntikam, şu an istediğim tek gerçek intikam. İmkânsız değil, sadece bir silah kadar yakın. Korkmadan, tereddüt etmeden o silahla beynini dağıtmak istiyorum. Hayatımı cehenneme çeviren adamdan hesap sormak istiyorum. Küçücük olan o kızdan neden bu derece nefret edip hayatını mahvettiğini söylemesini istiyorum. Ben gerçekleri istiyorum; babamın ve annemin öldüğü, sevdiklerimin bana ihanet ettiği hikâyenin gerçeklerini istiyordum. Çünkü o hikâyeyi masala çevirecek kalemi elimde tutuyordum.
"Sizin yaşam felsefeniz bizi ilgilendirmiyor, sevgili kızım. Şu an ilgilendiğim tek gerçek senin ve sevdiklerinin ölümü o yüzden şans adı altında ki kader oyununa başlayalım ve bu hikâye bitsin." Sinir bozucu sesiyle konuşmaya başlayan Ahmet'e baktım. Konuşan bakışlarımdan ne anladıysa onu uygulayacağımı bilsin ki ölenin kim olacağını görsün istedim.
Gözyaşlarımı sildim, yüzümü onun tarafına çevirdim. Elimle sandalyelerin önünü gösterdim, atılacak ilk adım ondan olacaktı. Yaptığım el hareketini anladığında ise ilk adımı attı, sandalyelerin önüne geçti. Beş kişinin de bizi rahatça görebildiğini biliyordum, kader oyunun en büyük şahitleriydi onlar. Olduğum yerden adımlar atarak Ahmet'in karşısına geçtim. Elimde tuttuğum silahın haznesini açtıktan sonra masanın üstünde duran mermi kutusundan bir mermi daha alıp diğer merminin tam karşısına yerleştirdim. Hazneyi kapattıktan sonra birkaç tur döndürdüm.
"Madem ölmeye bu kadar isteklisin, başlayalım o zaman." Elimde tuttuğum silahı ona uzattığımda şans kimden yanaydı bilmiyorum ama benden yana olmasını istiyordum. Gözlerim üzerindeydi, onun gözleri ise silahtaydı. Son adımı atmış oyunu başlatmıştım ama o hala silahı almamıştı. Ne düşündü, bilmiyorum. Neler planladı, bilmiyorum. Uzunca silaha baktı, karar verdikten sonra gözlerini kapatmadan silahı kavradı. Bu kumar oyununda ona güvenerek büyük hata yapıyordum.
"Oyun çok basit, sevgili kızım..."
"Bana, bir, daha, sevgili, kızım, deme, ben, senin, sevgili, kızın, değil, sevgili, düşmanın, ve, katilinim." Söylediğim her kelimeye baskı yaparak konuştum. Sözünü yarıda kesmem onu sinirlendirmişti bu her halinden belli oluyordu. Evdeki sessizlik gerginliği kat kat artırıyordu. Tüylerim diken dikendi, her an gerginlikten bayılabilirdim.
"Sevgili kızım," dedi tüm suratsızlığıyla. "Seçtiğin kurbanın ya silahı sıktığın ya da sıktırdığın kişi olacak, seçenekler iki." Ya ben öldürecektim ya da o beni öldürecekti, kural buydu.
"Kabul," diyerek iddialı sesimi konuşturdum. "Söyle bakalım, sevgili babacığım kurbanın kızın Naz mı, kardeşin Ömer mi?" ona bırakmadım, canını yaktım. Gerçekleri konuşmayı başlatmam yapbozun kayıp olan son parçasını bulmak demekti. Yapboz son parçasına kavuştu, son tablo resmedilmeye başlandı.
"Ne!" duyduğum ilk ses Naz'ın şaşkınlığıydı.
"Ne!" diğer şaşıran ise Asya'ydı. Şaşkınlıklarını sesli olarak belirtmeseler de Bulut ve Aslı'da şaşkındı. Yüz ifadelerinden bu sonuca varılırdı. An itibari ile sırların sonu gelmişti artık gerçekler konuşuyordu.
Ahmet'in yüzü şaşkın değildi, biliyordu. Kendi kızını kölesi olarak kullanacak kadar zalimdi, kızını babasız bırakacak kadar kalpsizdi. Yanında ailesi yok diye ağlayan kızına aile olmayacak kadar kördü. Bir zamanla aile arayan o çocukken ailesiz bıraktığı onlarca çocuğu görmüyordu, duymuyordu, hissetmiyordu. Ben dün canını yaktığım kıza üzülürken o yıllardır yaptığı hatalardan ders çıkarmıyordu.
Naz'ın şaşkınlığı hala geçmemişti, bir şeyleri anlamaya çalışır gibi kafasını sağa sola oynatıyordu. Gerçekleri öğrendiğim o ilk gün bende böyle bakmıştım anneme, babama, babam bildiğim adama. Her şey şaka gibi geliyordu, inanmak istemiyordun ama olanlar kendine inandıracak kadar da güçlü oluyordu.
"Ş-şaka şaka, değil mi?" inanılması zor gerçekler her zaman olmamış gibiydi. İstemezdin inanmaya, inanmak zordu çünkü. Yok olsun, bitsin isterdin; bitsin ki sen rahatla. Olmuyordu, olamazdı da çünkü gerçekler acıtırdı. "B-ben senin kızın olamam, sen patronsun, baba değilsin, olmazsın..." kendini inandırmak için miydi bu haykırışlar yoksa yalanlayarak sakinleşmek için miydi? "... babam yok, babam öldü, annem yok, ailem yok, ben yetimhanede büyüdüm, canım yandı ama baba yok, patron var, intikam var ama baba yok, aile yok!"
Gerçekleri tekrarlamak inanmanın ilk adımıydı. Korkulan gerçekler tekrarlandıkça inandırıcı gelir, tekrarlandıkça canın yanmaz ama o can kül olur. Parçalanırsın, tekrardan birleştirilirsin sonra bir gerçek geldi bir daha parçalar, zaman geçer ama parçalanan insanlara o zaman geçmez, onlar için her şey durur, her şey biter. Bir hisle yaşamaya çalışırlar tabii ona da yaşamak denirse.
"Hadi Ahmet Deniz, kızınla yüzleşsene!" bana yapılan acımasızlıkları onlara yaşatmanın verdiği duyguyla keyfim yerindeydi. Korkumu arka plana atıp kendimi yüzleşmeye verdim.
"Doğru mu?" titreyen sisiyle en zor soruyu sordu Naz.
Bir onayla hayatlar mahvoluyordu, bana yapıldığı gibi. Şimdi de hayatı mahvolacak kişi Naz'dı. Bana yaşattığı o duygudan haz alırken şimdi kendisi için de haz alacak mıydı bakalım?
"Doğru," dedi Ahmet Deniz. Herkes şaşkındı, herkes bu olayı anlamaya çalışıyordu. "Sen benim öz kızımsın Naz." Onay verildi, Naz'ın çocukluğu yara aldı. Onay verildi, Naz mahvoldu. Hayatlar çok kolay yıkılabiliyordu, bazen bir sözle, bazen bir bakışla, bazen bir hareketle, bazen bir dokunuşla. Sevmediğimiz hayatımız sadece bir hamleyle mahvoluyordu ama biz insanlar asla hayatlarımızın kıymetini bilmiyorduk. Her şeyin değerini kaybettikten sonra anlıyorduk.
Oturduğu sandalyeden ayağa kaktı Naz. Doğru düzgün adım atamazken babasının karşısına geldi. Kendimi bir adım geriye çektim ve onların yüzleşmesine izin verdim. Ne de olsa yılların konuşulacağı bir yüzleşme olacaktı. Titrediğini görüyordum, yerinde duramıyordu. Gözlerinden akan yaşları silmeye çalışmıyordu, onları benimsemişti. Bize bahsettiği çocukluğunun ağırlığı altında eziliyordu büyük ihtimalle.
"Nasıl oluyor bu, nasıl oluyor da sen babam oluyorsun?" gerçekler sanmadığımız yerlerden sanmadığımız kişilere bağlanabiliyordu.
"Bir çocuk nasıl oluyor biliyorsun Naz, bildiğin soruları sorma ve yerine otur." Bu adam asla değişmezdi. Yıllar sonra kızıyla gerçekleri konuşacakken kaçıyordu. Karşısındaki kızı yıkılmış durumdayken baba olmuyordu, zaten ne zaman baba olmuştu ki?
"Oturmuyorum, sen bana gerçekleri anlatana kadar oturmuyorum Ahmet Deniz." Naz kendinden ödün vermemeye çalışıyordu, belki de güçlü kalmaya çalışıyordu. Gözlerindeki öfkeyi ilk saniyeden görmüştü ve bu öfkesi ona zarar verebilirdi.
"Ağzını topla Naz, senin karşında..."
"Babam var."
Bu odadaki 7 kişinin de çocuklukları yaralıydı. Her birimizin farklı bir hikâyesi vardı. Kimisi ailesiz büyümüştü, kimisi umut ederek büyümüştü, kimisi sevgi bekleyerek büyümüştü, kimisi hor görülerek büyümüştü, kimisi korkularıyla büyümüştü. Herkes büyümüştü, herkes yaralı çocukluğunu büyütmüştü.
"Beni yetimhane köşelerine bırakmış babam var. Bir çöpmüşüm gibi alıp hiç tanımadığı insanlardan intikam alması için büyüten babam var karşımda. Söylesene Ahmet Deniz, neden kızını babasız bıraktın?" Naz konuştukça biz yaralandık çünkü benzer kaderler vardı bu odada.
Karşısında ağlayan kızına acımasızca bakan bir baba vardı, kızı ondan ufak bir sevgi sözcüğü beklerken. Yıkılan taraf tek Naz değildi, aynı zamanda Asya'da yıkılıyordu babasının tavrıyla. İki kız bugün babasının gerçek yüzleriyle yüzleşiyordu. Dışarda yağan kar bu evi beyazlatmıyordu kana boyuyordu.
"Baba olmayı hiçbir zaman istemedim ama anneleriniz sizi doğurmaya pek niyetliydi," kurduğu bir cümle üç kızın kalbini kırdı. "Bir zevkten neden sorumlu tutulayım ki, sen, o, bu bana ne sizden, bana ne sizin yaşamanızdan, sevginizden, ailenizden." Hor görülmek bu muydu, babası tarafından yerle bir edilmek bu muydu? Eğer buysa biz bunu en güzel şekilde yaşıyorduk. Sel olmuş gözlerimiz bir felakete imza atıyordu.
"Senden beklenen cevaptı; kızlarını zevkine bağlayıp görmezden gelmek." Asya ağır cümlesiyle susmadı konuştu.
"Zaten olmadın ki. Bana, kızına ya kızına, baba olmadın patron oldun." Naz kırgındı. İyi ki dedim, iyi ki benim babam Erdem'di. O beni sevmişti, sonradan kavuşsak da bana baba olmuştu.
"Ben baba olmadım, olmam da. Bir kez baba olmak istedim onda da aldatıldım; kardeşim dediğim adam sevdiğimi bile bile göz koydu ondan çocuk peydahladı bana senin kızın diye yutturdu, işte o gün babalığım bitti." Pişmanlık yok, yaşattıklarını görmek yok.
"Sen, hiçbir zaman baba olmadın, sen hiçbir zaman baba olmak istemedin. Madem benim babam olmak istiyordun neredeydin Ahmet Deniz, neredeydin? Ben kâbuslar görüp senin adını sayıklarken neredeydin, okulda arkadaşlarımı babası aldığında bir köşeye geçip ağladığımda neredeydin, korktuğumda kahramanlık yapacakken neredeydin? Sevdiğin kadına zarar verirken bana verdiğin zararı görmezden gelirken neredeydin? Söylesene Ahmet Deniz, bana baba olmak isterken neredeydin?" Susmadı, çocukluğum konuştu. İçime attığım her duygum ortaya çıktı hesap sordu. Canını yaksın istedim, söylediklerimle üzülsün kendini sorgulasın istedim.
Konuş çocukluğum, dök içini! Susma, sen susma ki ben güçlü kalayım, sen susma ki bugün biz kazanalım. Çektiğin acıları dillendir, canın yandığı kadar can yak, sözlerini kalkan olarak kullan onlar seni korur. Belki sen susmazsın bende konuşurum böylelikle geleceğimi güzel yaratabilirim.
"Yetimhanede yalnız kaldığımda gökyüzüne bakar seni beklerdim gelmeyeceğini bile bile, neredeydin baba, ben seni beklerken neredeydin? Dışlandığımda yoktun, ağladığım gecelerde yoktun, düştüğümde yoktun, mutlu olduğumda yoktun, sen ben aradığımda yoktun... Neden beni istemedin, neden beni kızın olarak görmedin?" Ben susmadım, Naz susmadı. Durumlar farklıydı, yaşanılanlar benzerdi, kaderlerimiz benzerdi ama değildi.
Ahmet düşünmüyordu aksine bu konuşmadan bıkmış gibiydi. Gerçeklerle yüzleşmek istemeyecek kadar hastaydı çünkü kendini suçlu değil haklı görüyordu. Suçluydu, hem de en suçlu oydu.
"Seni istemedim Naz, seni hiçbir zaman kızım olarak istemedin sen benim intikamım için bir piyondun ve öylede kalacaksın. Sen ise Dila, seni kızım olarak gördüğümde her şey çok güzeldi, ben mutluydum annen mutluydu ta ki senin benim kızım olmadığını öğrenene kadar. Annen benim en nefret ettiğim şey bana yapmıştı o yüzden cezasını çekmeliydi ama tek cezayı o değil senin de çekmen gerekiyordu. Sana başka ailem olduğunu söyledim ve sizden uzaklaştım. Naz'ı aldım yanıma gelecekte senden alacağım intikam için. Zaman işledi ve ben yeni piyonumu yani senin aşkını da sahiplendim." Biz yıpranıyorduk o yıpranmıyordu.
"Kendi çocukluğunu bize yaşatmaya hakkın yoktu Ahmet Deniz. Ömer'le aranızda ki anne kavganızı bize yansıtmanıza gerek yoktu. Kimse sizin anneniz gibi iki adamın peşinde değildi, kimse bir gösterip iki oynamadı. Sen kendi kızını sahiplenmedim, kız kardeşine onun istemediği takdirde dokundun, yeğenlerine sahip çıkmak yerine onları ayırdın; birinin hastalığının ilerlemesine vesile oldun, birini kendi çıkarların için kullandın. Sen kendi çocukluğunu o hastalıklı zihninle bize yaşattın. Bizi ya bizi, onlarca masum çocuğun hayatını mahvettin." İçimdeki öfke dışa vurmuştu, sesim yüksekti, gerçekler bütün evde yankılanıyordu.
Ömer şaşkın değildi çünkü her şeyi biliyordu. Onun şu an tek bir düşüncesi vardı, o da bu evden çıkmaktı. Bulut duyduklarıyla şaşkındı, Asya duyduklarından kulaklarını kapatmıştı, Aslı olayları anlamaya çalışıyordu. Bildiklerini duyan bizler ise öfkemize hâkim olmaya çalışıyorduk. Naz hala kendi gerçeklerini aşmaya çalışıyordu, Ömer her ismini duyduğunda ise tedirginleşiyordu. Gerçekleri bir bir açıklamaktansa haykırmayı tercih ettim.
Yumruk yaptığı elleriyle kendini sakinleştirmeye çalışıyordu Ahmet Deniz. Öfkesinin büyümesinden başka bir ifade yoktu yüzünde, bu ağırdı. Kendini haklı görmesi bizi yakıyordu ama ona etki etmiyordu.
"Kızım hiçbir zaman olmadı olmayacakta. Kendi çocukluğuma değindiğin an oyun moyun dinlemem seni gebertirim küçük oruspu. Annen benim annemden daha kötüsünü yaptı cezasını çekti, baban beni kandırdı cezasını çekti. Bulut, bana çalışmak zorundaydı çünkü kardeşinin hastalığı ilerliyordu. Naz bana çalışmak zorundaydı çünkü ona bir yaşam vermiştim. Sen benim hayatımı mahveden tohumdun, yani senin doğumunla bu hikâyeyi başlattım şimdi senin ölümünle de bu hikâyeyi bitireceğim."
Neden her konu benim doğumuma bağlanıyordu? Sadece bir bebektim ama onlarca hayatın değişme sebebiydim. Küçücük bedenimle birçok hayatın sorumluluklarını yüklenmişim, büyüdükçe de batmış bu yükler. Kendini göstermiş, yavaştan her duyguyu yaşatmaya geçmiş. Benimle büyümüş, ben büyürken onlarda yürümüş.
-konuş papatya konuş ki benim sonu gelsin-
Susmak istemiyorum iç ses.
-susma papatya-
"Sen hastasın!" haykırması ve hakaretlerinin ardından tek diyebildiğim buydu. Hiçbir zaman normal düşüncelere sahip olamamıştı.
"Annem kim?" Naz'ın sesi araya girdiğinde konuşmak istediklerinin olduğu belliydi. Onun gerçekleri bitmeden bambaşka gerçeklere atlamıştık. İçinde fırtınalar kopan kıza en ağır cümleyi söylemeye hazırdım.
"Ayşe. Senin annen Ayşe Çetin, bir aydır evinde oturduğun kadın senin annen Naz." Naz ağzını açamadı, yere çöktüğünde sessizce ağlamaya devam etti. Konuşmadı, sorgulamadı. İçindeki fırtınalara yenildi, gerçeklerin altında ezildi. Kendi elleriyle annesinin ölümünü onayladığıyla yüzleşti. Hayatının ne derece yaralı olduğuyla yüzleşmek sandığından daha zordu. Karşımda duran adam elinde tuttuğu silahı ayaklarının altında duran Naz'ın başına uzattı. Kızını kurban seçti, düşünmeden, gözünü kırpmadan.
"İlk kurban Naz," dedi. Naz kafasını yukarı çevirdiğinde namlunun ucuyla karşılaştı. Ağlayarak babasının gözlerinin içine baktı. Yapma der gibiydi bakışları, içi yanan kız babasını ihanetiyle karşı karşıyaydı. Odadaki herkesin gözleri silahtaydı, ucundan mermi çıkacak mıydı, çıkmayacak mıydı? Naz bu şans oyunundan kalkabilecek miydi?
Ahmet tabancanın emniyet kemerini açtı, elini tetiğin olduğu yere bastırdı. Sadece bir hamle, bir hamlesiyle silah patlayacaktı. Elini yavaşça aşağıya hareket ettirdiğinde tık diye ses duyuldu.
Silah patlamadı.
İlk kurban Naz, şans oyununda ilk kazanan oldu.
Derin bir nefes veren Naz, oturduğu yerden kalktı hiçbir şey demeden geri oturduğu sandalyeye ilerledi. Hayatı kurtulmuştu ama tepki vermiyordu. Onun tarafından düşünüldüğünde pekte yaşayabileceği bir hayat bırakılmamıştı ona. Hayatını mahveden gerçekleri bilmesi iyi miydi, kötü müydü bunu ona zaman gösterecekti.
Önüme uzatılan silahı Ahmet'in elinden aldım. Sıra bendeydi, benim kurbanımdaydı. Şans bizim tarafımızda olacak mıydı, silah patlar mıydı? Korkumu bir kenara bırakmam gerekiyordu, iyi düşünmeliydim. Kimi, nasıl seçecektim ki? Bu seçimden sonra yaşayabilir miydim?
Yaşayamazdım.
"Söylesene Ömer, kendi abinin kızını kendi kızınmış gibi alıp sevgisizce büyütmeni nasıl açıklayacaksın ya da abinin arakasından onu öldürmek için planlar yaptığını nasıl açıklayacaksın? Zaman kazanmam gerekiyordu, zaman kazanmak içinse elimizdeki son gerçekleri öne sürdüm. Tabii bu gerçeklerin de içinde sakladıkları sırlar vardı.
Asya onun zamanın geldiğini öğrendiğinde gülmeye başladı. Aslı ile Asya şimdi babalarına hesap soracaktı. Yılların verdiği sevgisizliklerini bugün konuşturacaklardı. Yüzlerindeki gülümseme büyüdü, bunu gören Ömer köşeye sıkıştığını anladı. Onun için zor dakikalar başlıyordu. Gerçi Ahmet Deniz kardeşinin onu öldürmeye çalıştığından haberi vardı.
"Beni sevmedin baba, öz kızındım ben senin kız kardeşinden aldığın kız değildim. Neden baba, neden beni sevmedin gerçi sen direk kızlarını sevmedin." Aslı kurduğu cümlelerle yüzleşmeyi başlattı. Asya'nın canını yakmak istemezdi ama kurduğu cümle ister istemez Asya'nın canını yaktı. Sevgisiz büyümesinin sebeplerinden biriydi Asya.
Ömer'in gülümsemesi soldu, Aslı'ya öyle bir baktı ki pişman gibiydi, af diliyordu sanki. "Ben seni sevdim kızım, seni çok sevdim ama öyle büyümen gerekiyordu. İntikamım için senin de sevgisiz büyümen gerekiyordu, beni affet kızım." Aslı ilk başta şaşırdı, babasından böyle bir dönüş beklemiyordu. Bambaşka cümleler duymayı beklerken duyduğu cümleler yüzünü güldürdü.
Asya duyduğu konuşma ile parçalandı, hissediyordum. Babasından beklediği cümleler bunlar değildi, ablasının sevilmesinin ama onun sevilmemesini beklemiyordu. Belki de bekliyordu ama duymaya hazır değildi. Dünyasının sevgisizliğiydi babası, ondan beklenilen sevgiyi görmemesi sadece intikamdı. Küçük bir çocuğun hayatını mahveden gerçek intikamdı.
"Vay be! Baba gibi baba, kızını seven ama fedakâr olan o baba. Biliyor musun bu yalanın tutmadı çünkü kızlarını sevmediğini çok iyi biliyoruz Ömer Güçlü." Asya'nın konuşması Aslı'yı üzüyordu çünkü Aslı sevildiğine inanmak istiyordu. Ömer yaptığının işe yaramadığını anladığında yüzünü büzdü, kaşlarını çattı, öfkesini kontrol altın almaya çalıştı.
"Kendini ne sanıyorsun Asya, benden intikam alabilecek kadar güçlü olduğunu mu?" alaycı konuşması Asya'yı kahkahaya boğdu.
"Senden intikam almayacağım Ömer Güçlü çünkü intikamımızı sevgisiz büyüttüğün kızların olarak aldık," dediğinde gözler Asya ve Aslı'nın üzerindeydi. "He bu arada senden de güçlüyüz, ne de olsa sen beş parası olmayan bir adamasın bizse onlarca parası olan kardeşleriz." Asya kurduğu her cümleye ablasını da katarak yalnız olmadığını gösteriyordu. Ömer fakirliğiyle yüzleşmeye gelmişti zaten o yüzden konu onun istediği yerdeydi.
"Evet, konu güzel bir yere geldi. Hemen bütün mal varlığımı geri bana veriyorsunuz yoksa külahları bozuşuruz." Ömer yaptığı küçük tehdidin bir işe yaramayacağını bilmeliydi. Yüzüne baktığımızda gözü paradan ve canından başka bir şey görülmediği gözüküyordu. Kaybetmesini sağlayan gerçekte buydu.
"Defol git baba, hayatımızdan ve bütün mal varlıklarımızdan uzak dur. Sevgisiz büyüttüğün kızlara bütün mal varlığını vermen sana verilecek en güzel cezaydı." Aslı ondan beklenilmeyecek şekilde babasına karşı koydu.
"Kızım, neden öyle diyorsun? Kardeşin olmayan birinin lafına kanıp neden beni harcıyorsun?" Ömer kurtulmak için her butona basıyordu. "Sen Asya, ben olmasaydım rahat bir yaşamın olmayacaktı; annen ve baban ölmüş olacaktı, kardeşlerinle çile çekecektin."
"Sen o karaktersiz burnunu bizim ailemize sürme dayı kılıklı şerefsiz. Eğer ki kardeşim bizimle olsaydı güvende hissederdi, mal onun umurunda değildi ki sen bunu görmeyecek kadar baba değilsin." Bulut sinirlerine hâkim olmayarak Ömer'e uyarıda bulundu. Konu kardeşleri olduğunda Bulut farklı kişiliklere bürünüyordu.
"Demek burada her şey biliniyor," imalı sesiyle gözlerini bizlere dikmiş olan Ahmet tek tek üzerimizde gezdirdi gözlerini. İçimiz ürperdi, korku bedenimize yayıldı. "Peki, Müge'yi öldürenin ben olduğumda biliniyor mu?" işte bunu kimse bilmiyordu Ahmet Deniz. Kendi kendini ele verdiğinle yüzleştiğinde ne halt yiyeceksin acaba?
Bulut başını Ahmet'e çevirdiğinde yüzünden de görüldüğü üzere şaşkındı. Duyduğu gerçek ile bambaşka birine döneceğini tahmin ediyordum. Bulut başıyla onaylamıyordu gerçeği, Asya nefret dolu bakışlarıyla Ahmet'i izliyordu. İki kardeş annelerinin katiliyle karşı karşıyaydı. Ne yapacakları ise belli değildi.
Bulut gözü dönmüşçesine hızlıca koşarak Ahmet'in üstüne atladı. Yumrukları Ahmet'in suratsız yüzünü buldu. Haykırışları evi doldurdu, onu durdurmak her geçen saniye zorlaşıyordu. Bizi duymuyordu, her saniye daha da artıyordu yumrukları. Evin içindeki curcunada elimde tuttuğum silahı zapt etmeye çalışıyordum.
"Sen ne hakla benim annemi öldürürsün oruspu çocuğu! Seni geberteceğim! Seni kimse elimden alamayacak duydun mu? Bu ellerine mi sıktın o silahı he bu ellerinle mi? Seni doğduğuna bin pişman edeceğim! Bu annem için, bu Asya için, bu Çiçek için, bu benim için, bu da Dila için!"
"Abi, abi yapma! Ne olur yapma, duy beni, abi!" Asya ne kadar denerse denesin sesini duyuramadı.
"Bulut sakin kal, Bulut yapma, yapma! Bulut, Bulut, Bulut..." defalarca denemsine rağmen Aslı'da sesini duyuramadı.
Bense bir şey diyemiyordum çünkü sevdiğim adamı haklı buluyordum. Annesini öldüren bir adamı öldürmek istemesi çok doğaldı ama yanlıştı. Öldürmek sadece anlık iyi hissettirecekti sorasını düşünmüyordu, öfkesine yenik düşüyordu. Elimde tuttuğum silahı kafama tutup sıktığımda tık diye ses evin içinde yankılandı. O hengâme de o ses nasıl duyuldu, bilmiyorum.
Silah patlamadı.
"İkinci kurban Bulut," dediğimde bütün gözler bendeydi. Silahı kendime sıkıp büyük bir risk almıştım. Aldığım bu risk işimize yaramıştı; Bulut, katil olmaktan kurtulmuştu, o hengâme sonlanmıştı. Ahmet'in kanlı yüzünü kala almadım ama balığımın kanlı ellerini gördüğümde kötü etkilendim. Artık bu oyunun bitmesi gerekiyordu.
İkinci kurban Bulut, şans oyununda ikinci kazanan oldu.
Her ne kadar kurban ben olsam da...
"Herkes yerine," sert çıkmasını istemesem de kaba oldum ve emir vererek konuştum. "Herkes hemen yerine geçsin." Bu ben değildim, bu kişi ben olamazdım.
Lafım ikiletilmedi ve herkes yerine geçti. Ahmet Deniz'in yerinden kalkmasına yardımcı olmadım o kendi çabalarıyla ölmekten son dakika kurtularak ayağa kalktı. Naz'ın kılını kıpırdatmadığını gördüğümde babasına kırdın olduğunu anladım. Ömer'in umurunda olmamıştı bu kavga çünkü abisinin ölmesi onun kazanması demekti.
"Birazda sizlerin gerçeklerinden bahsedelim," dediğimde gözler benim üzerimdeydi. Kimin gerçekleri olduğu merak konusuydu. Son kez konuşmak için kendimi hazırladım, gözlerimi babam bildiğim katilimde gezdirdim. Yüzü yara bere içindeydi, dayak yemesi de hoşuma gitmedi değildi. Ne kadar kaba ve şiddeti sevmesem de bazı insanların buna gereksinim duyduğuna inanırdım.
"Ahmet, Ömer ve Müge üç kardeş! Anneleriniz ortak fakat babalarınız çok farklı kişiler. Ahmet Deniz'in babası Kazım Deniz zengin bir iş adamı ve anneniz Zülayha'nın âşık olduğu adam. Ömer ve Müge'nin babası Ömer Güçlü! Kendi oğluna ismini veren bu adam Kazım'ın çalışanı ve annenizin âşık olduğu değil zorla evlendiği adam. Anneniz hiçbir zaman Ömer'le evlenmek istemedi ama ailesi ve yaşadığı yasak aşktan ötürü evlendi. Yasak aşkının meyvesi Ahmet'i, Ömer ne kadar kabul etse de Kazım Deniz oğlunu başka adamın ellerine bırakmadı sahiplendi. Ömer doğan oğluna adını yaşatması için verdiğinde çok mutluydu ta ki oğlu babasını istemeyene kadar. Müge doğduğunda Züleyha evi terk etti ve Kazım'a kaçtı daha doğrusu Kazım'ı seçti. Müge annesini hiçbir zaman tanımadı, aynı şekilde üvey olan diğer abisini de tanımadı. Ömer, Mühe'yi her şeyden uzak tuttu, kendinden bile. Müge'den de kendisini saklamasını istedi." Konuşmam Ömer ve Ahmet'i rahatsız ediyordu, onların gerçeklerini yüzlerine vurmam hoşlandıkları bir şey değildi. "Annesinin onları seçmediğini hazmedemeyen Ömer hep abisi Ahmet'ten nefret ederek büyüdü. Her gün ondan alacağı intikamı düşündü. Annesinden nefret eden iki kardeşti Ahmet ve Ömer. Ahmet annesinin onu sevmediğini görüyordu aynı şekilde babasının da ve annesinin başka adamlardan çocuğunun olması ondan nefret etmesini sağlıyordu çünkü annesi Ahmet'i hep gitmekle tehdit ediyordu."
"Sus! Dila sus!" geçmiş katilimi yaralamıştı, geçmiş konuşmak için can atarken onların geçmişi susturmak istemesi gerçeklerle yüzleşmek istememeleriydi.
"Siz birbirinizden nefret ediyorsunuz. Ömer, Ahmet'ten nefret ettiği için onun kızını Asya'yı rehine gibi kullandı çünkü kendi yaşadığını onun kızına yaşattı, sevgisiz büyüttü. Ahmet, Ömer'den nefret ettiği için onu kuklası gibi oynattı, her dediğini yaptırdı, her pis işte öne sürdü. Bu hikâyede hiçbir suçu olmayan Müge ise kurbanınız oldu. Sevdiği adamla mutluydu, çocuğu vardı. Ailesiyle mutlu mesut yaşıyordu ta ki abisi olduğunu bilmediği adamın cinsel saldırısına kadar. Kendini öldürecek kadar acı çekti bu kadın, hamile olduğunda mucize dedi aldırmadı, eşine yalan söyledi. Doğumda ikizlerinden bir kızını kaybetti ama hayata, çocuklarına tutundu. Her şey gayet güzel gidiyordu Süleyman'a gerçekleri söyleyene kadar çünkü Süleyman hasta kız istemiyordu, başkasının kızına bakmak istemiyordu. O günden sonra Müge'nin düzeni bozuldu çünkü Ahmet annesine olan nefretini Müge'den çıkartıyordu."
"Sana sus dedik!" abi kardeş benim susmamı istiyordu ama ben susmuyordum.
"Müge her şeyi öğrendi; Ahmet'in planını, Ömer'in tuzaklarını her şeyi öğrendi. Müge benim kimliğimi öğrendi, benim için yaratılacak olan intikamı öğrendi işte o gün Müge annemi aradı ama ulaşamadı o da yengesine gidecekti, abisine hala güveniyordu kızını ondan koparmasına rağmen. Abisine gideceği gün ölmekten korkuyordu o yüzden çocuklarına veda etti, onlara bir video bıraktı. Tahmin ettiği oldu, Ahmet onun üstüne Süleyman'ı saldı. Müge çocuklarının önünde Süleyman'ı öldürdü, sevdiği adamı öldürmeye dayanamayan Müge kendini de öldürecekti ama Bulut'un yalvarmaları onu hayata döndürdü, vazgeçti intihar etmekten. İşte her şey burada başladı, Ahmet, Müge'yi öldürdü."
Elimde tuttuğum silah hızla çekildiğinde başıma dayatıldı. Arkamda duran Ahmet beni rehin aldı, oyunun dışına çıktı. Kalbimi hissetmiyordum, deli gibi korkuyordum. "Sana sus dedim!" öfkeli sesi her şeye ele veriyordu öğrenilmesini istemediği bir gerçek vardı. Kimsenin bilmesini istemiyordu, kimsenin bu adamın canice bir seri katil olduğunu bilmesini istemiyordu.
"Neden, ilk kurbanının kendi baban olmasını söylememden mi korkuyorsun yoksa kız kardeşini öldürmeden önce ona babasını öldürtmenden mi korkuyorsun?" bir gerçek daha ortaya çıkmıştı. Bulut, annesiyle babasının öldüğü o günde yerde yatan adamın kim olduğunu öğrenmiş oldu.
"Sen hastasın," dedi titrek sesiyle Asya.
"Sen hasta değil seri katilsin," dedi geçmişi düşünerek Bulut.
"Ölümünü doya doya izleyeceğim, sevgili katil abim!" imalı konuşan ise Ömer'di.
Ahmet'in huzursuz nefesleri ensemdeydi. Silahın namlusu başıma değiyordu ve ben barut kokusunu alıyordum. Silahı sıkması demek, patlaması demekti. Kurban bensem ölüyordum ama kurban sandalyelerden biriyse yaşardım.
"Bence daha fazla konuşulacak gerçek kalmadı Ahmet Deniz o yüzden oyunu bitirelim. Üçüncü kurbanı seç bakalım." İntikam gözümü boyamıştı, onun canını almadan rahat edemeyecektim.
"Üçüncü kurban Ömer," sesindeki o kıkırtı bu kurbanın hoşuna gitmesiydi çünkü o da anlamıştı silahın patlayacağını. Daha doğrusu silahın şu an patlayacağını herkes tahmin ediyordu. Ömer ismini duymasıyla geriye kaçmadı bir tepki vermedi. Ölümü kabul ediyordu, nefret ettiği abisinin ellerinden ölümü kabul ediyordu bu da ona en büyük cezalardandı çünkü bütün ailesini abisi öldürmüştü; annesini, babasını, kardeşini.
"Ölmeyi her şeyden çok hak ediyorsun seni ihanetçi," kurduğu cümleler Ömer'e miydi? İhanet, bunlar Ömer'e olamayacak kadar nefret doluydu. "Sana ihaneti yasakladığım halde âşık olup en büyük ihaneti bana yaşattın." Kollarının arasından beni kenara ittiğinde yalpalayarak yere düştüm, düşerken de başımı masanın ayağına vurdum. Başımın acısıyla kıvranırken evin içini büyük bir ses kapladı.
Silah patladı.
Başımdan ağıya yaş bir şeyin süzüldüğünü hissettim. Yere yığılma sesi duyduğumda içimde kötü bir his oldu, anlam veremiyordum ama kalbim atmayı kesmiş gibiydi. Koku almak istesem alamıyordum sanki ölmüştüm. O sırada duyduğum çığlık ile duygumu anladım. O çığlık benliğimi öldürdü, o çığlık aşkımı öldürdü, o silah peri kızını öldürdü.
"ABİ!"
Asya'nın çığlığının üstüne hızlıca düştüğüm yerden kalktığımda Bulut'un sandalyeden düştüğünü gördüm. Gözlerim Ömer'e kaydığında ise sağlam şekilde sandalyede oturduğunu gördüm, vurulan Ömer değildi. Aslı ve Asya'nın, Bulut'un başında ona seslendiklerini duydum, onlara doğru adım attığımda ise kanlar içinde yerde yatan aşkımla karşılaştım. Can çekişiyordu, yerde kıvranıyordu, nefes almakta zorlanıyordu.
İkinci kurban Bulut, şans oyununda ilk kaybeden oluyordu.
"A-abim b-bir ş-şey y-yok," zorlukla nefes almasına rağmen hala Asya'yı sakinleştirmenin peşindeydi. Kalbinden akıyordu kanlar, ihanetini böyle ödetmişti. Bana âşık olan kalbini vurmuştu, öldürücü kurşunu hiç düşünmeden sıkmıştı.
"HAYIR," evin içinde ki çığlığım ile herkes kulaklarını kapattı. Belki de çığlığımı bütün dünya duydu Ben ağladığım, bütün dünya ağladı. Ben sustum, bütün dünya sustu. Kayıp yaşamak istemiyordum, bugün kayıp yaşamak istemiyordum.
Ölmeliydi, bana bu acıları çektiren adam ölmeliydi. Aslı ve Asya, Bulut'un başında ona seslenirken olduğum yerden geri sendeledim. Gözüm dönmüştü, bana yapılanların hesabını sormam gerekiyordu ve bunu için en büyük adımı attım. Arkamda yüzü kanlar içinde olan adamın elindeki silahı aldım. Hızlı davranmam onu yalpaladı. Nereye uğradığını şaşırdığı her halinden belli oluyordu. Yüzümdeki öfke bağırıyordu, nefret dolu gözlerim alev saçıyordu.
"Sen ölmelisin," dediğimde elimde tuttuğum silahı alnına dayadım. Başka bir olanak düşünemiyordum, o ölmeliydi.
-ölmeli papatya o ölmeli-
"Sen, ölmelisin! Annenin seni sevmemesinin nedeni ben değildim, babanın seni sevmemesinin nedeni ben değildim, annemin seni sevmemesinin nedeni ben değildim. Senin kuklan değildim. Sen ölmelisin!" tekrarladığımda gözler beni buldu. Yaşlarım durmadan akıyordu, nefes alamıyordum, yok oluyordum, eriyordum. Gözleri gözlerimdeydi, onu böyle öldürecektim. Sırıtıyordu, sonu gelmişti ama sırıtıyordu. Silahı tuttum, elimi tetiğe götürdüm.
Bir defa sıktım, silah patlamadı.
Bir defa daha sıktım, silah patlamadı.
Bu son atıştı, silah her türlü patlayacaktı. Onun beynini delik deşik edecektim bunu biliyordu ve ölümü kabullenmişti. Bu hikâyede ona ölüm yazılmıştı, benim masalımda ona ölüm yazılmıştı.
Son kez silahı sıktım.
Silah patladı.
Yüzüme kanlar fışkırdı, o yığıldı ben gülümsedim. Üstümdeki yoğun yük kalktı.
O öldü, onu öldürdüm.
Dördüncü kurban Ahmet Deniz, şans oyununda ikinci kaybeden oldu.
İçimdeki duyguları tarif edemezdim, çok farklıydı çünkü. Katil olmuştum ama iyi ki diyordum, iyi ki öldürdüm, o bunu hak etti diyorum. Bir yandan da garip hissediyorum çünkü o gelmesini beklediğim babamdı. Camlarda, sokak köşelerinde, yatağımda her yerde, en çokta çocukluğumda beklediğim babamdı.
Garip bir histi; hem gülüyordum hem ağlıyordum.
-Ahmet Deniz öldü-
-katilim öldü-
-ben öldürdüm-
-babam öldü-
Evet iç ses evet, o öldü, onu biz öldürdük.
Daha fazla ayakta kalmadım, Naz babasına koşarken bende balığıma koştum. Kanlı ellerimle ona gittim, ona veda etmeye gittim. Kanaması durmuyordu, nefes alması zaman geçtikçe zorlaşıyordu. Yıllar önce yaşadığım bu hissi şimdi onun yaşaması beni bitiriyordu. Arkamda duyduğum ses Naz'ın babasının başında ağlama sesiydi. Dış kapının açıldığını duyduğumda ise gidenin Ömer Güçlü olduğunu biliyorduk, hiçbir yere gidemezdi çünkü sonu hapishaneydi.
"Ç-çiçek sana emanet, ona iyi bak Asya." Bulut'un vedası canımı yakıyordu, hemen pes etmemeliydi. Savaşması gerekiyordu, benimle nasıl savaştıysa şimdi de savaşması gerekiyordu. Bunu bana borçluydu, ölemezdi.
"A-abi yapma, hemen pes etme!" Asya'nın yalvarışları bir işe yaramıyordu. Daha fazla seyirci olmadım ve hemen yanına çöktüm. Benim çökmem ile gözleri beni buldu. Gülümsedi, veda ederken gülümsedi. Ellerim başına gittiğinde başını avucumun içine yasladı. Bu dokunuşu içimi kanattı.
"Pes etmek yok balığım, bizim için, yeni geleceğimiz için pes etmek yok!" Hıçkırıklarımın arasından zorla konuştuğumda hala gülümsüyordu. Gülümsemesi vedasıydı.
"Ambulans yolda geliyor," Aslı'nın müjdesiyle derin bir nefes aldım.
Gitmek yok balık, vedalaşmak yok. Geleceğimiz var, birbirimize verdiğimiz sörler var, gidemezsin. Bana tekrardan ihanet edemezsin, o hançeri bir kez daha saplayamazsın. Canımı bir kez daha yakma balık, benden gitme. Bu kalpten gitme.
-bizden gitme balık-
"Yaşa peri kızım, bizim içi yaşa."
"Hayır, balık birlikte yaşayacağız."
"Beni öper misin peri kızım?" son istek miydi bu? Olmasın, bu son istek olmasın.
Gözlerimiz buluştu, nefeslerimiz birbirine kestiğinde usulca öptüm. Bedeninin hafiften soğudunu hissettim, soğuk dudaklarına sıcak tebessümümü sundum. Peri kızı son kez balığını öptü.
"Senin yaşamaya hakkın yok, benden ailemi aldın, benden kimliğimi aldın sen hırsızsın, benim katilimsin o yüzden ölmelisin." Naz'ın kin dolu sesini balığımın dudaklarındayken duydum, ne yapmak istediğini anladığımda ise o sondan kaçmadım kendimi ona bıraktım.
"N-naz, hayır!" Asya bağırdığında ise gözlerimi açtım, dudaklarında yaşadığımın adamın gözlerine baktım. İçimi yakan acı saplandı kalbime, hemen yanına, bir yanına daha.
Kalbimi delen o üç acı, üç kurşundu.
Umarım ki o üç kurşun kalbime zarar vermemiştir çünkü o kalp artık benim değildi Çiçek Aras'ındı.
Beşinci kurban Dila yani ben, şans oyununda üçüncü kaybeden oldum belki de son kaybedendim.
Nefes alamıyordum, canım çok yanıyordu, gözlerimden akan yaşlar balığımın yüzüne düşüyordu, daha fazla dayanacak gücüm yoktu. Kendimi hemen bulunduğum yere, balığımın kollarına bıraktım. Başım düştüğünde öldüğümü hissediyordum. Hoşça kal dememiştim ve biz gidiyorduk, onlara veda etmemiştim ve biz gidiyorduk. Başımı yana yatırdığımda çift bakış ela gözlerle karşı karşıya geldim. Göz bebeklerinde yansımalarımızı görüyorduk.
-gidiyorsun papatya-
Gidiyorum iç ses.
-beni bırakıyorsun-
Bırakıyorum iç ses.
-gitme papatya beni bırakıp gitme-
Geçmişimin en güzel sesi, hoşça kal!
-gitme papatya gitme-
Masallar güzel sonla biter iç ses, biz masal kahramanları değiliz bizler peri kızıyız, balığız, papatyayız. Masallarda görüşmek üzere iç ses, masallarda görüşene kadar da hoşça kal...
-hoşça kal papatya-
"Benim baharım, papatyam, peri kızım, kalp hırsızım senin gözlerinde ölmek bana verilen en büyük hediye." Zorlukla konuşmasına rağmen bana veda etti.
"İlk aşkım, son aşkım, ömrüm, balığım, deniz kokulum senin kollarında ölmek en güzel hediye." Vedalar kalpte, vedalar gözlerde, vedalar çıkmaz sokakta.
Asya'nın bize yalvaran sesini duyuyorduk ama o ortamdan çoktan gitmiştik, bedenlerimiz buz kesmişti. Bizler ölmüştük.
"Çok soğuksun balığım," gözlerimden yaşlar akmayı bırakmıştı.
"Sende çok soğuksun peri kızım," kalp atışını duymuyordum.
Ruhlar kaybolurken neden acıtıyordu? Mutluluk acıtmamalıydı, sonlar acıtmamalıydı. Onun kollarında ölürken, birlikte ölürken canım yanmamalıydı, acıtmamalıydı. Hoşça kal, balığım.
"Şiir okuyalım mı, son kez?" dudaklarından son döküldü, inandım. Masalımız bitiyordu.
"Çiçekler soldu," dedim geçmişe ithaf yaparak.
"Denizler her dalgada yenilendi," dedi denizleri sevdiğini göstererek. Ondan deniz almıştı en sevdiklerini.
"Balıklar öldü," dedim şimdiyi kast ederek.
"Perilere inanç bitti," dedi bana veda ederek.
"Sevgi ölümle noktayı koydu," dedim ona veda ederek.
"Sevgi ölümle veda etti," dedi gözlerime bakarak.
"Birbirlerine hasret," dedim son sarılışımızı hayal ederek.
"Birbirlerine tutkulu," dedi son öpüşümüzle.
"Bu ölüm bizim aşkımız," dedik gözlerimiz kapanırken.
Hikâyemizin sonu, masalımızın başlangıcında peri kızı ve balık son nefeslerini gözlerinin içinde verdiler.
Çiçekler soldu.
Denizler her dalgada yenilendi.
Balıklar öldü.
Perilere inanç bitti.
Sevgi ölümle noktayı koydu.
Sevgi ölümle veda etti.
Birbirlerine hasret.
Birbirlerine tutkulu.
Bu ölüm bizim aşkımız.
SON
Vedalar kalpte, vedalar gözlerde, vedalar çıkmaz sokakta.
Bitti mi İzzetcan?
Bitti...
Dört buçuk yıllık serüvenim bugün bitti. Yazmaya başladığımda 15 yaşındaydım ilk finali verdiğimde 17 şimdi ise 19 yaşındayım. Bir başlangıç yaptım bir de bitiş. Çok değiştim bu yolda iyi ve kötü.
İlk yazmaya başladığımda her şey eğlenceydi, meraktı ve bir deneyimdi. Denemek istemiştim; acaba bende kitap yazabilir miyim diye. O masanın başına oturduğumda aklımda hiçbir şey yoktu. Kurgu yoktu, karakterler yoktu, bir kalemin yoktu sadece ben vardım ve kendime olan inancım vardı. Aylar öncesinden aldığım derece beni bu masala bu hikayeye itti.
"Yazabiliyorum ki derece aldım, yazabiliyorum ki birilerine dokunuyorum," dediğimde sadece ödülüme ve birilerine dokunabildiğime seviniyordum.
Oturdum masaya açtım bilgisayarı başladım bir şeyler yazmaya. Olay örgüsü düşünmeden o an ne istediysem öyle yönlendirerek başladım yazmaya. Belki 9 bölüm yazdım bana göre uzun ama usta yazarlara göre kısaydı bölümlerim. Bu beni pes ettirecek bir şey olmadı hiçbir zaman. Bir daha oturdum o masaya kitabıma isim verdim: ÇIKMAZ SOKAK.
Okudum, yazdığımı okudum ve hiç beğenmedim. Çocukça yazmıştım bana göre, yaşıma hitap etmeyen şekilde yazmıştım çünkü deniyordum. Kitaplar okuyordum, bu sefer daha dikkatli okudum çünkü yazımlarına da odaklandım. İlk yazdığım o kitabı sildim, ilkim di ama güzel değildi.
Çıkmaz Sokak dedim, ben bir şey bulmalıyım, insanlara dokunacak, yaralayacak, hissettirecek bir kitap yazmalıyım dedim. Oturdum, yattım ve düşündüm. Sadece olayın başlangıcını tasarladım, karakterle isim aradım; Dila, Bulut, Asya, Aslı, Ahmet, Songül, Erdem, Ömer, Müge...
Tekrardan oturdum masaya, açtım bilgisayarı attım başlığı; Çıkmaz Sokak- Sırlar 1. Bölüm Dila.
Her şey o gün başladı. Yazdım, dikkat ettim, hissettim, İzzetcan olmadım Dila oldum. Kendimi soyutlamaya çalıştıkça daha çok içine girdim. Çok yerde kendimi kattım işin ucuna, yazdım ve bu benim dedim. Yazdım ve bunu ben yazmış olamam dedim. Yazdım, yazdıkça da geliştim, büyüdüm.
Çıkmaz Sokak-Sırlar benim acemiyken yazmaya başladığım ilk seriydi. Bölümleri yazdıkça gelişiyordum, o yüzden Sırlar'da çok hatam vardır. Bazı yerleri anlatamamışımdır, bazı yerleri yanlış yazmışımdır, güzel yazmamışımdır... Benim için farklı bir deneyimdi yazmak, ilk kitabım ilk kurumdu. Hatalarım elbette vardı, olacaktıda. Sonra tekrardan düzenledim ilk kitabı ve dedim ki iyi ki yazmışsın İzzetcan.
Yayımlamaya başladığımda ise hiçbir zaman okunma güdüsüyle paylaşmadım, istedim paylaştım. Belki okunurdu, belki okunmazdı ama ben yazıcaktım, yayımlayacaktım. İlk başlarda okuyan yoktu, sonra bir şey oldu okunmaya başladı.
Yazdım, durmadım, denedim. Okudum, öğrendim tekrardan yazdım. 1 K okunmaya ulaştığında çok çok mutluydum, kelimelerle ifade edemeyeceğim duygular yaşadım. Başardım dedim, ufakta olsa bir şeyler yapabildin dedim.
Ne zaman fırsat bulduysam kurgulayıp yazdım. Yazıyordum ama son belli değildi. Bir Ağustos akşamında (2022) ilk finalı kurguladım. Sırlar başlı başına hazırdı sadece yazmak kalmıştı. Kasım ayına kadar yazdım ve bitirdim.
Çıkmaz Sokak-Sırlar, 2022 yılının Kasım ayında bitti. Aralık'ta bölünü yayımladım. 20. Bölüm ile benim hayatım değişti. Ben tanındım. 5 K okunmam vardı, instagramda tanınmaya başladığımda ise Sırlar bitmişti.
Nasıl oldu bilmiyorum ama ben bir anda patlak verdim. Hızlı bir şekilde büyüdüm, böyle bir uğraş içinde değilken hemde. Ben biz oldu, eğlenmek için içerikler ürettim. Artık bir ailem vardı. Benimle kitap okuyan, benimle eğlenen.
2023 Ocak ayı, masaya tekrardan oturdum tekrardan bilgisayar açtım ve yeni başlığı attım; ÇIKAMAZ SOKAK 2- GERÇEKLER.
İşte benimle birlikte ikinci kitabın her anına şahit olan arkadaşlarım vardı. Her şeyleri onlarla paylaştığım, birbirimize yardımcı olduğumuz arkadaşlıklardı. Bölüm kapaklarını düzenlerken ki en büyük destekçim arkadaşım İdil'di. Dershane yollarında çok konuşmadık değil. Teşekkür ederim İdil, her anında yanımda olduğun için.
Gerçekler dediğimizde zaman duruldu. Kafamın içindekileri anlattım Vak Vak onu kapak haline getirdi. Elif, benim bu yolda ki en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Kitap için ne istediysem elinden gelenin en fazlasını yaptı. Teşekkür ederim Elif, sana minnettarım.
"Her nokta bir cümlenin sonu demektir. Yeni cümlenin başlayacağının işaretidir, aynı şekilde her veda bir çıkmaz sokağın sonu, yeni hikayelerin başlayacağının işaretidir. Gözler kalbin aynasıdır bu veda gözlerde... yeni kurgularda görüşmek üzere!" dedi Elif. Onun vedası da böyledi Gerçekler'e.
Bu yola başladığımdan bu yana asla desteğini eksiltmeyen İlker, ne al, ailem ve bir çok arkadaşım daha.
Desteğiniz benim en büyük neşe kaynağımdı o yüzden teşekkür ederim. İyi ki sizler!
Ve sizler... baştan sona bu hikayenin en büyük neşe kaynakları, destekçileri, şahitleri teşekkür ederim. Sizin okumalarınız, yaptığınız güzel yorumlar benim için en büyük başarıydı. İnandığım bu yolda bana en güzelini sizler verdiniz, iyi ki de verdiniz!
2024 de tekrardan düzenlenmiş halimizde sizinle buluştuk. Şimdi 4 Mayıs 2025'te güzel hayallerle burada sonlandırıyoruz. Her şey için teşekkür ederim.
Dila, benim için hep yaralı kalacak. O evlerimizde ki pencerenin bir köşesinde bir gün geleceğine inandığı babasını bekleyecek kalbimizde. Kalp hırsızı dediğim her gün aslında haklıydım çünkü Dila benim kalp hırsızımdı. Bana en güzel dünyayı veren ilk kapıydı. İlk karakterimdi bundan ötesi var mı?
Onun yara aldığı her saniye onunla yaralandım, onun kırıldığı her saniye onunla kırıldım. Dila ne hissettiyse her birini onunla hissettim. Yaşamadığım onca duyguyu yazabiliyor olmamda bundan kaynaklıdır belki.
Bulut, benim ilk karakterim. Onunla yaşadığım en büyük duygu ihanetinin ağırlıydı. Sevdiğin birine ihanet etmek kolay değildi, hele de geçmişi Bulut gibi kara olan gerçeklerle. Annesini ve babası gözleri önünde ölen bir çocuktu, kardeşine sahip çıkması gereken bir çocuktu. 15 yaşında hayatın büyük yükünü yüklenen o çocuktu. Bulut benim gördüğüm yaralı çocukların figürüydü. Her parçadan bir tane vardı onda...
Zorluklarla mücadele eden Asya'm. İstediği sevgiydi, sadece sevilmekti. Hor görülen bu isteği onu saf bir insana dönüştürdü. Kalbi saftı, göreceği ufak bir sevgiye bağlanacaktı. Öyle de oldu, en büyük acılarını sevgiden gördü. Asya, sevgisiz çocukların ablasıydı.
Aslı, ablaların ablası. Kardeşi ve kendi geleceği için dimdik ayakta, cesur bir kız. Babasına karşı gelerek hayallerinin peşinden gitti kardeşine sahip çıktı. Her anında yanında olmak için savaş verdi. Aslı, sevgisizliğin içinde yeşeren sevgi tohumuydu.
Çiçek, yaralı hasta kızım. Hayatı boyunca savaştı. İhtiyacı olan bir kalpti, ta ki o kalp ona gelene kadar lekelendi, kanlara boğuldu. O kalp ona geldi, masumu olduğu hikayede katili olan o kızın kalbi ona geldi. Şanstı belki de o üç kurşunun Dila'nın kalbine zarar vermemesi. Ölürken bile en büyük iyiliği Çiçek'e yaptı Dila.
Dila öldü, Çiçek yaşadı.
Ahmet, ona değinmek istiyorum. Yaralı çocukluğunun tek sebebi ailesiydi. Fiziksel ve psikolojik gördüğü şiddetti onu bu hale getiren. Sevgi nedir bilmeyen bu adamdan herkes sevgi istedi ama kimse ona sevgiyi öğretmedi. Sevdim dediği herkese zarar verdi bu da onun yaralı çocukluğuydu. Susmaktan haykırmayı unuttuğu çocukluğuydu. Hastaydı, yaptıklarını göremeyecek kadar hemde... Ama asla bu sebepler onu aklayacak değil. Her zaman seçme hakkın vardır o kötü olmayı seçti.
Veda geldi çattı, son demenin zamanı geldi. Onlar hep kalbimizde olacaklar belli mi olur belki bir gün sayfalarda, raflarınızda olurlar. Onlara veda bugün:
05.08.2023 (ilk veda)
04.05.2025(yeni veda)
Kitabın sonunda ki şiir 18 Mart'ta yazıldı. O gece peri kızı ve balığın sonu çizildi.
Bugün çok duygusalım, dokunsalar oturup aplayabilirim (bu ben ağlamayadabilirim slmslsödşdçr) sadece son yazısını yazmak için bile günlerce kaçtım, bir saniyelik işti ama ben kaçtım. Bitiyordu, yıllarımı verdiğim ilk dünyam bitiyordu. İnanmak istemedim ama bitti, şaka gibiydi ama bitti.
Onlar her zaman bizimle olacaklar, kalplerimiz onların...
Girdiğiniz her çıkmaz sokakta bizi hatırlamanız dileğiyle💦
Hoşça kal Çıkmaz Sokak!
Yeni kurgularda görüşmek üzere🖤
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Yeni serüvenlerimiz hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Yorumlarınız ve oylarınız benim için her zaman önemli.
Seviliyorsunuz😍
Hoşça kalın:(
Onlara bu son yakıştı.
Tom Odell - Another Love
⛔️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |