
Ey ahaliii kalkın bizzz geldik :)
Sizi daha fazla bekletmeden bölümle baş başa bırakıyorum, böyle de iyi niyetli bu adam. 😂😂
Şaka, şaka gülün diye çünkü çok fazla gelemeyeceksiniz biraz daha.
Keyifli Okumalar👇🏻
Umarım keyifli olur...
Bölüm Şarkısı:
Pinhani&Kalben- İyi Değilim Ben
"Güçsüz olan bizi yanıltan hislerimiz."
6.BÖLÜM
"KAYIP"
Siz hisselerinizin peşine hiç düştünüz mü?
Hiç onların size ne hissettirdiğinin farkına vardınız mı?
Onların neden bu kadar anlaşılmaz ama bir o kadar da güzel olmasına şaşırdınız mı?
Onların hiç bitmesini istediniz mi?
Onların size kötü geleceğini düşündünüz mü?
Ben girdiğim o çıkmazdan kurtulmanın yollarını arıyordum. Fakat aradığım tek şey kurtulmak değildi. Bir diğer aradığım ise kayıp hislerimdi. Kaybolmuştum onca hissin arasında. Hangisi gerçek bendi bulamıyordum. Bir tarafta mutlu olan kendimi görürken diğer tarafta acıların altında ezilmiş başka ben görüyordum. Ne anlatıyordum kendime? Aradığım gerçek ben miydi? Kimi arıyordum?
Yüksek seslerin hâkim olduğu bağrışmayla kendime geldiğimde ellerimin ve bacaklarımın bağlı olduğunu oturtulduğum sandalyede gözlerimi açtığımda görmüştüm. İlk başta her şeyin bir rüya olabileceğini düşünmüştüm lakin bağrış seslerini duyduktan sonra hiç bir şeyin rüya olmadığını anladığım andı. Nasıl bir hikâyenin içindeydim ben, neler oluyordu? Yetişemiyordun bu dinamiğe, anlamıyordum yaşadığım olayları.
-keşke rüyada olsaydık-
Keşke iç ses keşke!
-ne yapacağız Diloş-
Bilmiyorum, şu an hiçbir şey bilmiyorum.
Oturtulduğum sandalyede soğukluğu hissettiğimde bedenimi büzmeye çalıştım fakat yapamadım. Kendimi sıktığımda gayem sıcaklık hissetmekti. Burnuma gelen paslanmış demir kokusundan da anlaşılacağı üzere kullanılmayan eski bir depoya getirilmiştim büyük ihtimalle. Kafamı kaldırdığımda ise çevreye bakmaya çalıştım, acıyan bedenim zorlasa da dik durmaya çabaladım.
Büyük bir odanın içindeydim, dört yerden odaya giren kapılar gözlerimin sevinçle açılmasını sağladı. Etrafıma koyulmuş iki sandalyeye baktığımda burada tek kalmayacağımı düşünüyordum. Yanıma gelecek birilerini düşündükçe kafaya yiyeceğimden paslanmış demirlerde gezdirdim bakışlarımı, rahatsız edici kokuyla yordum.
Dört kapılardan birinin ardındaki odaların içinden geliyordu bağrışma sesleri. Oydu, beni arayan gizemli kişi. Sesinden tanımıştım çünkü o sesi unutmak mümkün değildi. Hatırladıkça yaşanılan her şey gözümün önündeydi. O andan sonra asla unutamazdım, kaçırıldığım o an öldüm sanmıştım. Bir daha seveceklerimi göremeyecekle yüzleşip delicesine korkmuştum. O ses benim korkumdu. Aramıştı beni, elimden çekmişti yalan olan yaşamımı. Yalanda olsa hayatımdı, onun elleriyle alamayacağı kadarda benimdi.
"Yaptığın hatanın farkında mısın sen!"
Sadece sesini duyduğum o adamın bağrışma sesini dinliyordum şimdi de. İlk beni kaçırmıştı, şimdi de birilerine bağırıp duruyordu. Kimdi bu adam? İnsanlarla olan derdi neydi? Bizimle uğraşmasının altında hangi sebep yatıyordu, anlamış değildim. O, yine bağırmaya devam ederken bir anda ortalığı yüksek ses doldurdu. Bir anda kesildi sözler, bağırışlar, yalvarışlar. Yerimde sıçramamı sağlayan o ses bir el ateşlenmiş silahın patlama sesiydi.
-korktuğumuz o ses-
Duyduğum silah sesi beni darmadağın etmeye yetmişti zaten. Korktuğum o sesle birlikte çığlık attığımda, o sese vereceğim başka bir tepkide yoktu zaten. Çığlık attığıma ne kadar pişman olursam olayım o boş odada sesim yankılandı. Yankılanan sesim beni ele vermişti. Beni duymama imkânları olmadığı halde diledim duyulmamayı. Şu an hazır değildim, karşımda göreceğim yüze. Sesi ne kadar yabancı gelse de karşıma babamın çıkması demek idamımdı.
Allah'ım lütfen duyulmamış olayım.
Olmadı, çığlık atmamın üstünden çok geçmeden kapılardan biri büyük gıcırtıyla açıldı. Adım seslerini duydum onların nefes seslerimi duydukları gibi. Kapının açılmasıyla kalbimin ritmi de değişmişti.
İçeriye giren adamların boyları bile korkmama vesile olurken ellerinde ki silahlar ise ölmeme vesile olacaktı. Gelen dört adamda simsiyah giyinmişti, şaşırtıcı olmayan şekilde hepsinin yüzünde kar maskeleri vardı. Kim olduklarını göremiyordum. Görebilmeyi umut etmiştim ama her zaman ki gibi umut ettiğim şeylerin tersi yaşanıyordu. Gelen adamlardan biri konuşmaya başladığında adamın sesinden beni arayan kişi olduğunu anladım. Bumbuz olan o seste hiçbir duygu kırıntısı göremedim.
-yolun sonuna geldik galiba-
Hayır, gelmedik iç ses. Gelmeyelim.
"Hoş geldin Dila Deniz!" sesini özellikle ayarlamış gibi alaya alarak konuştuğunda iyice gerildim. Vücudum gittikçe soğuklaşıyorken benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ne saçmalıyordu şimdi bu adam? Beni kaçırmış ve yetmezmiş gibi ellerimi, ayaklarımı bağlamıştı; oda yetmezmiş gibi yan odamda birini öldürmüşken alaycı bir tavırla nasıl konuşabiliyordu? Ne garipti, duygusuzun önde gideniydi.
"Ne saçmalıyorsun sen?" İsmini dahi bilmediğim bu adama korkusuzca sert çıktığımda maskelerin arkasında şaşkınlığın olduğunu hissediyordum. Neyden güven alarak yaptığımın farkında bile değildim ama yaptığımla kendimi daha güçlü hissediyordum çünkü hissetmek zorundaydım. Sesimi çıkarmam demek acizlik demek değildi, sesimi çıkarmam demek karşımdakinin güçsüzlüğünün göstergesiydi, kanıtıydı. Sesimi çıkarmam demek karşısında korkmadan dimdik ayakta durabilirim demekti. Sesimi çıkarmam demek güçtü, ona yenilmeyeceğimin simgesiydi.
"Demek sert çıkıyorsun öyle olsun. Fakat bu senin işine yaramaz, beni korkutamazsın." Sesindeki o değişimi hissetmiştim. Saçmalık dolusu şekilde konuşuyordu. Gerçekten saçma bir tavrı vardı bana karşı. Söyledikleri, yaptığı imaları beni aşağılıyordu.
"İsmini bile bilmediğim birinden korkacak değilim." Ona karşı meydan okuyordum. Getireceğe her şeye karşı tepkisiz kalmıyor sesimi çıkarıyordum. Bir etki eder miydi? Sanmıyorum. Bana karşı daha fazla nefret duygusu mu beslerdi? Kesinlikle, evet.
-korkuyoruz ama niye yalan söylüyorsun-
İç ses sen bir sussana. Doğru yerlerde benimle çelişkiye düş bakim. Sinirimi bozma.
-gerçekleri söyleyince niye suçlu oluyorum hanımefendi-
Söyleme iç ses, sana kimse gerçekleri söyle demedi.
-sen dedin-
Demedim.
-dedin-
Demedim.
-içinden geçirdiğinde demiş oluyorsun canımcığım-
Sus, iç ses, sus.
"Öyle mi? Peki, öyle olsun ama şunu bil ki ben korkmam." Sesindeki o tını değişmediği gibi yüz ifadesi değişmiyordu, arkasına saklandığı maske gizleyemiyordu yüz ifadesini tahmin etmemi. Adamın sinir bozmaktan başka bir işe yaradığı yoktu. Söylediğimin arkasında olduğumu belli etmeye çalışarak bir yüz ifadesi oturttum yüzüme.
"Orası hiç belli olmaz," dediğim sıralarda bu gücün nereden geldiğine şaşırıyordum. Susmadığım için keyifliydim, bedenim aksini söylesede. "Ayrıca sen korkağın önde gidenisin. Eğer korkmasaydın karşımda arkasına sığındın bir kar maskesi olmazdı." Sesimdeki alaycı tavrı hissetmiş olmalı ki tebessüm etti. Kendini bilmiş şey, acayip sinir ediyorsun?
Ben Dila'ydım senin kuklan olacak güçsüz kız değildim, olmazdım. İster canımı yak, ister tehdit et asla sana yenilmeyecektim. Küçüklüğümden beri savaşan biri için kolay lokmaydın bay ukala yabancı.
"Seni küçük yalancı!" alaya alarak cevap vermesi, olmayan şeyi inanarak söylemesi, yüzündeki amaçsız sırıtmayla sinirlerimi bozmayı gayet de başarmıştı. Yalancı mı? Bana yalancı diyordu, kendini saklamaktan gocunmayıp bana korkak diyordu, küçük diyordu. Ne hadle? Ellerim çözük olsaydı gidip ona saldırır ve oracıkta öldürürdüm. Bundan çok emimdim.
-katil olurdun yani-
En kralından iç ses.
-saçmalama Diloş, biz o kadar ileri gitmeyiz-
İstersek gideriz iç ses.
"Ben yalan söylemiyorum, burada yalan söyleyecek tek kişi sensin. Ne kadar zavallıca!" bana yaptığı gibi yapmış aşağılamıştım onu. Yeniden sert çıktığımda ise yüz ifadesinin bir gram bile oynamadığını gördüm. Bu adam gerçekten çok sinir bozucuydu. Yüzünde gördüğüm bir ara tebessüm etmesiydi. Zaten ya gözlerine bakıyordunuz ya da dudağına. Bu halde bile gereksiz bir varlıktı. Nefes almaması kimsenin hayatına etki etmezdi. Hayırsız evlat, ne işle burada benle uğraşıyordu.
"Tamam, öyle olsun o zaman." Sesindeki o küçümseyici kelimeyi aldığımda şaşkına uğramamı beklermiş gibi bir yüz ifadesi vardı. Fakat unuttuğu bir şey olacaktı: Ben kolay kolay pes eden bir kız değildim. Hele de korkup bir köşeye gidip her dediklerini yapacak bir kız hiç değildim. Gayet de o adama karşı koyabilirdim. Savaşçı kızdım ben unutmayalım.
"Beni niye kaçırdın korkak herif!"
Ona psikolojik bir baskı yapmaya karar vermiştim. Naz'ın bana öğrettiği gibi adamın zayıf noktası olduğunu düşündüğüm noktaya oynayacak, işimi kolaylaştıracaktım. Başarılı olursam onun bana yapmak istediğini ben ona yapacak, onun söz sahibi olacaktım. İkimiz de birbirimizi yönetmek istiyorduk.
"Korkak herif demek?" dişlerini sıktığını hareket eden dudağından görmüştüm. Derin bir nefesi içine çektiğinde gelecek olan bombaya hazırladım kendimi. "Bence kelimelerine dikkat et çünkü bu iki oldu. Yok, ben etmem diyorsan da üzülen taraf sen olursun." Sesini yükseltmesi, emir kipiyle konuşmasından korkacağımı zannetmiş olmalı ki öyle bir beklentiye girmişti. Bu adam salaktı, kaçırdığı kızı tanımıyordu, bilmiyordu. Gözlerinin içine baktım, ona onun dilinden cevap verdim.
"Senden korkmuyorum kendini bir halta yaradığını zanneden korkak herif." Bir defa daha dediğimi tekrar etmekten zevk duyuyordum. Kendime güvenim tamdı. Korkmuyordum! Çünkü korkarsam ben kaybederdim. Asla korkup pes etmemeliydim. Edersem kontrol karşı tarafa düşerdi. Karşı tarafsa bana hiç acımazdı.
"Sesine ve üslubuna dikkat et, seni son kez uyarıyorum!" Adam beni ne kadar çok da korkutma çabasındaydı. Sert ama bir o kadar da baskın sesiyle konuştuğunda öyle olacağını zannediyorsa acayip yanılgıya düşerdi. Şu kısacık anda bile onların piyonu olmayacağımı görmüş olması gerekirdi tabii zeki biriyse.
-sende içten ayrı, dıştan ayrı oynuyorsun adamla-
Eeee bir Dila olmak kolay değildir.
-Allah Allah çok bilmiş-
Senin bilmişin iç sesim, senin.
Anlamadığım tek nokta beni korkutunca eline ne geçecekti? Ne kadar çok korkmamaya çalışsam da içsel düşüncelerimle korkuyordum. Korktuğumu belli etmemem gerekiyordu.
-etmiyoruz ki kuzum adama kafa tutuyoruz-
Öyle olması gerekiyor iç ses.
-fişimizi çekmemiz mi gerektiği-
Abart iç ses, abart!
-ben abartmam gerçekleri söylerim-
Söyleme o zaman iç ses çünkü fişimizi çektiğimiz falan yok, rahatla.
-amin-
Ben bu iç sesimle kafayı yerdim. İçten içe, iç sese kahkaha atarken yüzümde gülümseme oluştuğundan tuhaf bakışların odağı olmuştum. Her ne kadar maskelerin arkasına sığınsalarda gizleyememiştiler benden duygularını.
"Bana sürekli aynı şeyleri demekten vazgeç, senden kokmuyorum! Artık söyler misin benden ne istediğini?" aynı şeyleri duymaktan sıkıldığımdan def ediyordum onları başımdan. Sürekli papağan gibi aynı şeyleri tekrar etmesi komikti. Salak, aynı şeyleri yaparak beni korkutacağını sanıyordu. Bence adamın birini korkutma hastalığı vardı, deliydi. Evet, evet, zihinden deliydi.
İyice psikolojimizi bozdular iyi mi!
"İlk olarak o ses ayarına bir dikkat et yoksa üzülen sen olursun. İkinci ve son olarak da zamanı geldiğinde öğrenirsin." Adamı sinirlendirmiş olmalıydım. Çünkü dişlerini sıkarak verdiği cevapla komik duruyordu. Daha fazla adamı sinirlendirmek istemiyordum. İstesem de yapamazdım çünkü adamın verdiği emirle ağzıma bant yapıştırıp gitmişlerdi.
İçimdeki o sorularla yeniden boğuşuyordum. Neden kaçırıldığımı bilmiyordum, bu olanların sebebini bilmiyordum, anneme bunu yapanın kim olduğunu bilmiyordum. Aslında ben hiç bir şey bilmiyordum. Bu bilinmezlikte koca bir çıkmazdı.
💦
Kaybetme korkusunu tekrardan yaşayan çocuktan:
Karakolda yaptığı teşhis Dila'yı ne kadar çok etkiledi, bilmiyordum. Fakat Dila bunları aşacak bir güçte kızdı işte bunu biliyordum. Tanıyordum çünkü onu, tanıdığımı fark etmeden.
Annesinin kaçırıldığını öğrendiğinde ki sessiz bağrışlarını, haykırışlarını hissetmiştim. Ağlıyordu ve bunu sesli bir şekilde yapmıyordu. Dila sesli ağlayamadığından dolayı kendini ne kadar güçsüz hissederse hissettin ben Dila'nın çok güçlü bir kız olduğunu biliyordum. Her şeyi içinde yaşamak güçsüzlüğün değil güçlülüğün simgesidir.
Herkes kendisinin güçsüz olduğundan bahsediyor. Kimse ben güçlüyüm demiyor. Aslında kendisine bir baksa ne kadar da güçlü olduğunu görebilecek. Güçsüz olan biz değiliz ve hiç olmadık, olmayacağız da.
Güçsüz olan bizi yanıltan hislerimiz.
Kadınlara güçlü olduğunu göstermek için avukat oldum. Sırf kadınlar içinde değil: Dışarı çıkıp baktığımız da çevremizdeki insanların kendine güvenmediğini görmek mümkün. Bu kişilere kendini tanıtacak ve hiç bir kimseden bir farkı olmadığını gösterecektim. Ona yapılanı bir başkalarına yapmalarına izin vermeyecek, ayakta durmalarını sağlayacak gücü verecektim. Yemin etmiştim, söz vermiştim anneme. Kadınları ezdirmeyecektim.
Karakola geldikten sonra Dila verdiği bir kaç isimle bize bir kapı araladığından işimiz daha da kolaylaşıyordu. Tabii ki hala zordu ancak adımlarımız genişlediğinden olay daralıyordu. Murat Abiyle konuştuklarımıza göre bir araştırma yapacaklardı. Dila'nın verdiği isimleri araştırıp olay saatinde ki yerlerini tespit edeceklerdi. Annesinin kaçırılması neticesinde hastaneye de bir soruşturma açılacaktı.
"Bulut ben kendimi iyi hissetmiyorum en iyisi ben arabaya gidip seni orada beklesem olur mu?"
Dila bu gergin ortamdan bunalmış olmalı ki buradan çıkmak istedi. Sesindeki o yorgunluk ve acıyı rahatça hissedebiliyordum. Acaba diyorum Dila'yı bu kadar iyi tanıdığım için mi onun her bir şeyinin ne anlama geldiğini biliyordum. Peki ya ben Dila'yı tanımadan da bu hissettiklerimi hissedebilir miydim ki? Dila'ya arabanın anahtarını verdikten sonra Murat Abiye dönüp kaldığımız yerden konuşmaya devam ettim.
"Bak Bulut bu olay tamamen kasıtlı ve planlı yapılan bir olay. Her şeyi sırayla yapıyorlar. Kesinlikle bir dertleri var ki bu kadar çok uğraşıyorlar." Murat Abi olanları değerlendirdiğindeki ses tonu zor bir dava olduğunun kanıtıydı. Aslında doğruydu dedikleri. Bu kadar çok ilgilenmelerinin bir sebebi olmalıydı.
"Komiserim Erdem Bey'in verdiği ifade burada."
Polis görevlilerinin biri gelip Erdem'in ifadesini Murat başkomisere verdikten sonra gitmişti. Başkomiserle birlikte bakmak için harekete geçtiğimizde Murat Komiserin telefonu çaldı. Telefonu cevaplayarak odadan çıkınca bende Dila'yı çağırmam gerektiğini düşündüm. Telefonumu çıkarıp ona mesaj attım.
Bulut: Arabanın arka koltuğunda dosyalar vardı onları sana bir zahmet getirebilir misin?
Dila'ya attığım mesajda ifadeden bahsedemezdim çünkü yaşadıkları neticesinde buraya öyle bir gelirdi ki ortalık darmadağın olurdu. Bu sebeple ona dosyaları getirmesini söyleyerek önlem almaya çalıştım. İfadeyi izinsiz incelememek içinde başkomiseri bekledim. Umarım Dila gelirdi.
Başkomiser kısa bir süre sonra odaya döndü. Zaman geçmişti, mesajım ona çoktan gitmişti. Demek ki canı çok sıkkındı içeriye gelmediğine göre. Başkomiserin ifadeyi açmasıyla birlikte yanına geçtim, birlikte incelemeye başladım.
İfadeye genel çerçeveden baktığımızda "ben hiç bir şey yapmadım" anlamındaki mesajları görmek mümkündü. Adım kadar emindim bu Erdem adındaki şahısın bu olayla doğrudan ilişkisi olduğunu.
Babasıydı en büyük şüphelimiz. Yıllardır ortalıkta olmayıp yalan söylemişti ailesine. Evlenmediği halde evlendim diyerek acı çektirmişti kızına. Bir baba nasıl çocuğuna acı çektirebiliyordu? Hiç mi düşünmüyordular onların ne derece yara alacağını? Alıyordular, hem de hiç geçmeyecek, defalarca kanayacak yaralar alıyordu o çocuklar. Umut ediyordular babalarının onları seveceğini, isteyeceğini, acıtmayacağını.
Baba olmak istemezdim, daha adam akıllı çocuk olamamışken.
Karakolda işim bittiğinden mutluydum. Vakit kaybetmeden hızlı adımlarla rotamı şu sıralarda kalbimi hissettiren kıza çevirdim. Karakoldan çıktıktan sonra sola dönerek otoparka ilerdim. Adım attıkça ayaklarım birbirine dolanacak gibi oluyordu. Gözlerim arabamı seçtiğinden adım atamadım, zorlandım. Arabanın sağ arka kapısı açıktı, köşede kaldığından da geçenler fark etmiyordu. İçime oturan yumru hissi korkuttuğundan koşar adımlarla oraya ilerledim.
Dila içeride ol, içeride ol, içeride ol...
Yoktu arabanın içinde. Dosyaların yeri oynamıştı çünkü bütün dosyalar üst üsteydi lakin şimdi yerde gördüğüm iki dosya açıklıyordu işlerin ters gittiğini. Hemen cebimdeki telefonu alıp Dila'yı aradım. Arabanın içini telefon zil sesi doldurdun istedim, gözlerimi yumdum alacağım cevap için. Korkarak açtım gözlerimi, kabul korkarak dinledim sesi. Çaldı, çaldı, çaldı ama açan olmadı. Bir kez daha aradığımda yine aynı sonuçla karşılaştım, cevapsız kalan bekleyişler. Ne yapmam gerektiğini şaşırmış durumdaydım. Ellerim kollarım bağlıydı sanki. Kımıldayamıyor, konuşamıyordum. Elimde tuttuğum telefon mesaj sesiyle titrediğinde hızlıca gelen mesaja baktım. Ondandı, kalbimi çalan kızdan.
Dila: Dosyaların arasında seni bekleyen küçük bir hediye var.
Hediye mi? İyi de nerden çıkmıştı bu hediye. Sabah yanıma bindiğinde elleri boştu. Anmamak için diretiyordun çünkü biliyordum anlarsan kaybolurdun. Koltuğun üstündeki dosyaları karıştırıp altına baktığımda boştu. Yere düşen iki dosyayı kaldırdığımda küçük kare bir kağıda yazılmış notla karşılaştım.
Titriyordum. Yaşlarım akmak için direttiğinden reddettim onları. Olmazdı, olamazdı, olmamalıydı. Notu aldığımda derin bir nefes çektim içime. Gökyüzüne baktım, çocukların pamuk sandığı bulutları izledim, okuma cesareti gelene kadar. Aradan geçen kısa zaman beklememem gerektiğini fısıldadığından gözlerimi bilgisayar yazısıyla yazılmış nota çevirdim. Korkuyla okudum.
Sevgili küçük avukat Bulut Aras! Çok sevgili müvekkilin Dila elimde. O yüzden hal ve hareketlerine dikkat etsen iyi olur. Eğer Dila'nın başına bir şey gelsin istemiyorsan polisten uzak dur. Olurda bir halt yiyip polise haber verirsen sen pişman olursun. Seni izlemekte olacağım. Her saçmaladığında aklına sevgili Dila'yı getir. Ha bu arada bir şey yapmaya kalkma. Benden de haber bekle.
Okuduğum notla birlikte şoka girmiştim. Dikkat çekmemem gerekiyordu o yüzden normal gibi arabaya atlayıp oradan uzaklaştım. Arabada ilerlerken de gruba mesaj yazdım.
Kime: ÇIKMAZ SOKAKTAN ÇIKIŞ
Bulut: Herkes bütün işlerini bıraksın ve hızlı bir şekilde Naz'ın evine gitsin.
Bulut: Dikkat çekmeden, arka kapıdan girin.
Mesajı nasıl yazdığımı bile bilmiyordum. Bütün hislerimi kaybetmiştim. Korkuyordum! Ya Dila'ya bir şey olursa? Düşündükçe kafayı yiyecektim. Aşırı yoğun duygular arasından düşündüğüm onca gerçekten sonra kendimi Naz'ın evinin önünde buldum. Kendimi toparladıktan sonra da hızlı bir şekilde arabadan inip Naz'ın evine gittim. Salona girdiğimde herkesin yüzünde ne olduğunu sorgular bir bakış vardı. Bu sefer hiç düşünmeden lafı da eveleyip gevelemeden söylemeye karar verdim. Bu sefer zaman kaybedemezdim. Bu sefer olmazdı, olamazdı.
"Dila kaçırıldı!" içim yanıyordu, bu gerçek istemeden de olsa öldürüyordu ruhumu. Kimine göre yabancıydım kimine göre yılların çocuğu.
"Ne?" bir bir dökülmüştü şaşkınları ağızlarından. Hepsinin aynı tepkiyi vermesi onlara karşı bir duygu hissetmemi sağlamamıştı. Tek düşündüğüm Dila'yı kurtarmamız gerektiğiydi. Karakolda olan her şeyi bir bir anlattım hepsine. Erdem Özkaya'nın ifadesinden, arabaya geldiğimde karşılaştığım manzaradan...
Notu okuyanların ağzı açık kalıyordu. Asya her ne kadar yanımızda olsa da ruhen burada değildi. Sessizce çekildiği kenarda ağlıyor arada bir laf atıyordu ortaya.
Naz her şeyi unutmuş gibi bana yardım edip olanları algılamaya çalışıyordu. Kabul ettiği her gerçeklerde sonuçlar arıyordu.
Elif, ağlamamak için diretiyordu bunu odada görmeyen kimse kalamamıştı. Söylenen sözlerden geri kalmıyor, bazı anlarda bildiklerini söylüyor, bazı anlarda da bizim bulduklarımızın gerçeklerini anlatıyordu. Fırsat yarattıkça da Asya'ya yardım ediyor, kendine gelmesini sağlıyordu.
Aslı, Ege, Çınar pür dikkat kesilmiş bulduklarıyla olaya dâhil olmuş yeteri kadarda bilgi toplanmıştı. Grupta aklı başından olan ilk üçlü olduğundan en çok onlara yükleniyordum planlama yaparken. Sözlerini dikkatle seçiyordu Ege son olaydan sonra. Büyük ihtimalle konuşmamız işe yaramıştı. Aslı'nın bir eli her daim kardeşi Asya'nın ellerindeydi.
Can ve Batu arkadaşlarının arasında daha aklı yerinde olduklarından çok yardımcı oluyordular. Batu hala akıllanmış değildi her seferinde bir heyecanın içine koşuyordu, orada heyecan varsa vardı yoksa yoktu.
Hepsinin izlemekle kalmamış yorumlarda bulunmuştum içimden. Bu kadar olay yaşanırken hepsi güvenilir miydi? Kendi arkadaşlarımdan sonuna kadar emindim. Onlara her daim, her yolda güvenirdim.
Dila'nın arkadaşları pusulama girdiklerinde kararsızdım. Asya'ya güvenirdim haliyle arkadaşımın kardeşiydi ve biz birçok ortamda birlikte bulunmuştuk. Elif'e güvenirdim çünkü her halinden teyzesi ve kuzenine üzüldüğü belli oluyordu. Onlar için çabası da takdire şayandı. Naz, o da güvenilirdi. Evini açmıştı bir kere, burada benden sonra en çok çabalayan ikinci isimdi. Güvenmemek elde değildi. Can ve Batu işleri bozuyordu. Her ikisini de gözüm tutmamıştı. Tutacak gibi de durmadığından gözlerim üstündeydi.
Dila güvendiyse güvenmeyi seçtiğim halde dikkat edecektim.
Aradan geçen onca zamana rağmen, ne kadar konuşursak konuşalım hala o gerçeği kabul etmiş değildim. Kabul ettiğimi söylesemde, öyle göstermek için çabalasam da öyle değildi. Kabul edemiyordum yanımdayken kaçırılmasını. Nasıl dikkat etmezdim, nasıl onu yalnız bırakırdım? Suçluydum, olacakları öngöremediğim için.
Uzunca tartışmıştık. Adam akıllı kararlar vermek için en doğru yollarda koşmuş, mantıklı sorular sorup cevaplamıştık. Kimi sorularımız cevaplarına kavuşamasa da teorilerle doldurmuştuk boşlukları. Planlar yapmıştık tekrardan, yenileyerek. Her ihtimali tartmış eskisinden geniş çaplı ayrılmıştık araştırmaya. Aradığımız bir kişi değildi çünkü. İki kayıp, iki yaşam...
Ege ve Batu, Dila'nın babası Ahmet Deniz'in peşine düşeceklerdi, bulunanların üstüne katarak.
Asya ve Can, Ayşe Hanım'ın peşine düşeceklerdi. Yeterli delil olmadığından serbest kalmıştı. Yaşanılan bu olay hiçbirimizi şaşırtmadığından onu da hızlıca plana dâhil etmiştik.
Elif ve Aslı da binadaki diğer komşularla konuşup olayın detaylarını, olay öncesi hakkında bilgi toplayacaklardı.
Çınar'da Erdem'in peşine düşecekti. Serbest kalacaktı o da birkaç güne, tutmazdılar içeride. Şu an işlerine yarayacaklarını düşündüklerindendi tutmaları.
Naz ve ben de Dila'yı kaçırmış olan kişiyle ilgilenecektik ve en büyüğü ise olayı genel çerçeveden inceleyecektik.
Herkesle görev ayrımı yapıldıktan sonra Naz'ın binasının arka kapısından dikkat çekmeden ayrılmıştık. Asıl şimdi başlıyorduk hikâyeye. Kayıplarımız vardı, korkularımız vardı fakat her şeye rağmen ataktaydık.
Kendimi uzun stresli günden sonra eve attığımda benliğime çekildim. Ağladım. Savaşmanın verdiği yorgunluğu atlatacağımı sandığım anda bambaşka bir savaşın içine girmiştim. Karar vermem gerekiyordu, bu yolda nasıl ilerleyeceğime, neyleri yasaklayacağıma.
Kendime gelip yerinde düşünmek için banyoya attım ruhumu, kaçtığım beni. Sıcak suyun altında olmak onca şeye rağmen nasıl oluyordu da kendime gelmemde en büyük etken oluyordu. Düşünürdüm ben, her daim. Çocukken de düşünürdüm, annem için, kardeşim için. Büyüdüm düşünmekten vazgeçmedim. Hayatım değişmedi, değişmeyecekte çünkü ben hala o gündeyim.
Banyodan çıkıp temiz kıyafetlerimi giydiğimde bir arama olmuş mu diye telefonumu kontrol ettim. Yoktu, olmamıştı. Oturma odamdaydım, ruhsuzdum. Masanın üstündeki dosyaları kenara itip boşluk açtım kendime. Tükenmez kalemlerden birini aldım elime yazdım yasaklarımı ve yapacaklarımı önümdeki küçük kâğıda.
Yasaklananalar;
Yalan söylemek yok.
Aşk yok. (üstü çizili)
Sır yok.
Yapılacaklar;
Kardeşin için yaşa.
Dila'ya yardım et.
Kendini bul.
Kalemi kenara bıraktıktan sonra gelecek olan telefonu beklerken olayları belli bir düzene sokmaya karar verdim. Ne de olsa ilk büyük davamdı.
💦
Bedenen değil ruhen uzun zamandır kayıp olan kızdan:
Ağzımı bantlayıp gitmelerinin üstünden baya zaman geçmişti. Oturduğum sandalyede zaman terimini yitirmiş durumdaydım. Zamanı kavrayamıyordum. Artık sıkıntıdan patlayacak duruma gelmiştim. İçimden geçirdiğim cümleler beni yitirip bitiriyordu.
Annemin nasıl olduğunu bilmiyordum. Bu olayların sebebini bilmiyordum. Aslında ben hiç bir şey bilmiyordum.
Açılan kapının sesiyle kendime geldiğimde adamların içeri girdiğini gördüm. Yine ismini bilmediğim adam yanıma geldi. Karşımda ki sandalyeye oturan adamın yüzündeki sırıtma sinirlenmeme sebep oldu. Maskeliydi.
Bir şeyler söylemeye çalıştığım da ise karşımda kıkırdamaya başladı. Yaptığı iyice sinirlerimi bozduğundan olduğum yerde çırpınmaya başladım. Benim rahat durmayacağımı anlamış olmalıydı ki yanındaki adama kaş göz hareketiyle onayladıktan sonra ağzımdaki bandı çıkardılar.
Hızlıca çektikleri bant canımı yakmıştı. Bandı çeken adama kaşlarımı çatarak baktım. Sadece ona da değil odada ki herkese kaşlarımı çatarak baktım. Hepsinin yüzü aşağıya eğik itaat edercesine duruyorlardı. Hiç biri de burada bulunmalarının yanlış olduğunu bilmiş gibi durmuyorlardı. İyice sinirlendim.
"Bu kadar da korkak olma ama ya. Adamların sürekli yanında mı olacak? Ayrıca ben bir kadınım saygı göstermek zorundasın!" Sert ama bir o kadar da sinirli sesimle karşımda ki adama laf attım. Dediklerimden etkilenecek olacak ki yüzündeki ifade değişti. Yüzüne baktığımda dediklerimin pek de hoşuna gitmediğini görmüştüm. Onun yüz ifadesi benim hoşuma gitmişti ve sırıtmıştım. Gözlerinden belli oluyordu zaten yüzünü kıstığını.
Hafif kahkaha attığımda adamın kafası olduğu yerden bu tarafa dönerek bana baktı. O da buna rahatsız olmuş olacaktı ki yüzündeki sinir daha da belli olmaya başladı.
"Senle anlaşamayacağımız belli oldu." Sesindeki siniri dibine kadar hissettim. Yüzündeki siniri zaten görüyordum. Anladığım kadarıyla adamın sert tarafını görmemem gerekiyordu.
"Öncelikle sakin olmalıyız, anlaşabilmemiz için." Bunu hayatım için yapmam gerekiyordu. Karşımdaki adamı ne kadar az sinirlendirirsem o kadar iyiydi benim açımdan.
"Demek anlaşmak istiyorsun?" Karşımdaki adamın yüzünden de anlaşılacağı üzere dediğim hoşuna gitmişti. Demek ki o da benimle anlaşmak istiyordu ya da bana ihtiyacı vardı. Yüzündeki o sırıtma beni ne kadar çok delirtse de bir şey yapmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Anlaşmamız gerektiğini düşünüyorum." Sesimin titrememesi için o kadar çok uğraşmıştım ki. Eğer sesim titrerse kendini benden üstün görecek ve bana yapmaması gereken şeyleri yapacağını anlayabiliyordum.
"O zaman konuşacağını da düşünmüşsündür." O derinden gelen istek beni çok delirtiyordu. İçimdeki kanlar fışkırmamak için zor duruyordu. Kendimi kontrol etmeliydim.
"İstediğim sürece evet." Karşı davranmamak içim kendimi ne kadar çok tutmaya çalışsam da bunu yapmak zorundaydım. Eğer bunu yapmasaydım benim açımdan kötü olacaktı. Yaptığım hoşuna gitmiş olacaktı ki yüzünde gülümseme belirdi.
"O da iyi." Artık sabrım taşmak üzereydi ve sabrım taşarsa hiçte iyi sonuçlar doğurmayacağı kesindi.
"Beni neden kaçırdınız?" En başta sormam gereken soruyu sakin kalmaya çalışarak yabancıya sordum. Çünkü artık bir şeyleri öğrenmek istiyordum.
"Hepsini konuşacaksınız ama benimle değil patronla, zamanı geldiğinde"
Patron mu? Ne demek istediğini anlamıştım. Karşımdaki adam benim için bir şey ifade etmiyordu. Çünkü karşımdaki adam çalışandı. Patron yokken onun sözü dinleniyordu. Bu da benim daha burada olduğumun göstergesiydi.
"O zaman onun yerine neden sen buradasın?" Sorduğum sorunun hem saçma hem de çok önemli olduğunu düşünebiliyordum.
"Burada olmamasının sebebi sensin." Ne saçmaladığını anlayamamıştım. Benim patronla ne işim olabilirdi ki?
"Benim yüzümden mi?" Sesimdeki o anlamsızlığı hissetmiş olacaktı ki yüzündeki tebessüm gidip yerine nefret duygusu gelmişti. Bunu yüzüne bakan herkes görebilirdi, maskenin arkasına saklanmasına rağmen.
"Eğer siz olayı bu kadar kurcalamasaydınız benim yerime o burada olacaktı." Ne diyordu bu adam anlamış değildim. Tabii ki de olayı kurcalayacaktım. Anneme ne olduğunu bilmeden yaşayamazdım sonuçta. Sinir bozucu adama ne kadar çok kızsam da karşı çıkmamam gerektiğinin bilincindeydim. Hele de bu kadar ileri gitmişken.
Tam ağzımı açacaktım ki bir piyon olan adam beni susturdu. "Artık uzatmaya gerek yok. Ben şimdi konuşacağım ve sende kesmeden dinleyeceksin anladın mı?" her şeyi yapan oyken sabırsızca konuştu. Nasıl daha fazla dayanamadığını söyleyebilirdi, bunda hakkı nasıl kendinde görürdü? Kabul ettiğimi söylercesine başımı aşağı yukarı salladığımda her şeyin yeni başlayacağının farkında değildim.
"Şimdi seninle Bulut'u arayacağız ve sende sana dediklerimi birebir söyleyeceksin, söylemezsen de anneni unut."
Annem mi? Annem onların elinde miydi? Evet, onların elindeydi. Bunu bana söylemiş, söylemekle kalmamış fotoğrafını göstermiştiler: Annemin bir odada yatakta cihazlara bağlı şekilde olduğu bir fotoğraftı. Başımı aşağı yukarı salladığımda adamı onayladım, konuşmakta güçlük çekiyordum.
Annem çok kötüydü. Annemi o halde görmek idamıma bir adım daha yaklaştırmıştı. Her onayın geçeceği sınamadan da elbet bir gün geçecektim.
Adam bana söylemem gerekenleri söyledikten sonra çok geçmeden de aynı beni aradığı gibi özel numaradan Bulut'u aradı. Yanımda bulunan sandalyelerden birini alıp tam karşıma oturduğunda bu yakınlık hoşuma gitmedi. Telefondan yükselen arama sesi telefonu hoparlöre aldığını gösteriyordu. Arama yapılan telefon üçüncü çalışta açıldığında kalbim atmayı kesti. Durdu. Sanki atmaya ara vermişti.
Telefon açılır açılmaz Bulut konuşmaya başladı. "Seni şerefsiz niye kaçırdın lan kızı? Seni bir elime geçirirsem..." Bulut'un bağrış seslerinden çok korktuğu ve endişelendiğini anlamamak mümkün değildi. Kalbim yeniden atmaya başladığında şaşkındım. Ne oluyordu bana?
"Hop, hop orada dur bakalım delikanlı." Bulut'un bağrışma sesini susturan adamın sesi çok yüksek çıktığında irkildim. Fakat Bulut'un da ondan bir farkı yok gibiydi. "Dila, nasılsın? Sana bir şey yaptılar mı?" Bulut benim iyi olup olmadığımı sorduğu zaman adam bana bakıp kaş göz hareketiyle dediklerini dememi istedi. Kafamı aşağı yukarı salladım. Çünkü bunu yapmak zorundaydım.
"B... Bulut." Sesimi kontrol etmeye çalışmama rağmen yine de titremesini sağlamış kekelemiştim. Bulut'un benim sesimi duyunca afalladığını hissettim.
Afallamış mıydı gerçekten?
"İyi misin?" duyduğum ses nasıl olduğumu sorduğunda içimde bir yerlerdeki körelmiş olan bir duygu hissettim. Beni bu durumdayken bile mutlu ettiren bir duyguydu. Kendimden nefret edecektim bu gidişle.
"İyiyim ben. Bulut polise sakın bir şey söyleme! Eğer söylersen adamlar bana bir şey yapar! Sen sadece onların istediklerini yap olur mu? Zaten başka çaremiz yok. Benim için, annem için Bulut." Telefonu benden kaçırdı karşımdaki gereksiz varlık. Son söylediğimin hoşuna gitmediği her halinden belli oluyordu. Belli olan başka bir şey daha vardı ama bu bana yapacağı şeydi. Geber, geberde kurtulayım.
"Bulut, annemi de bunlar kaçırmışlar." Diye bağırdım benden uzaklaştırılmaya çalışılan telefona. Telefonu kapattığı gibi karşıma gelmişti adam. Aşırı derecede sinirliydi bunu hissediyor ve görebiliyordum. Bulut' a söylemememi istediklerini söylediğim için bana tokat attığında ismini bile bilmediğim adamdan korkmam gerektiğini anladım. Ama ben ne olursa olsun korkmayacaktım. Annemin bana öğrettiği gibi. Karşımdaki adamın maskeli yüzüne baktığımda burnundan soluduğunu gördüm. İşte o zaman her şeyin değişeceğini anladığım ve hiç bir şeyin de eskisi gibi olmayacağı anladığımda ilk andı.
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bunu biliyor ve anlıyordum.
-peki biz buna hazır mıyız-
Hiç sanmıyorum iç ses.
BÖLÜM SONU
Neler oluyor bu lanet kitapta?
Hadi yine iyisiniz diğer bölüm hemen peşine geliyorda bir hafta bölüm beklemiyorsunuz.
Allah aşkına biri çıkıp şu adama maskenin bir işe yaramadığını Dila'm gibi haykırabilir mi çünkü gerçekten kendini bir halt sanıyor. Sürekli kelimelerine dikkat et, son kez uyarıyorum diyen biri nasıl korkutucu olabilir.
Canım hırsızımız da iş başında. Çocukluğundan beri savaşan biri için bu adam korkmak az bile desem de öyle değil her birimiz biliyoruz. İçten içe o kadar korkuyor ki bunu dışarı yansıtmamak için ekstra çaba sarf ediyor. Annesini görememek, babasının hain olup olmadığını bilememek, yalanlar onu o kadar korkutuyor ki iç sesiyle didişmeye giriyor bu seferde.
Beni bıraksanız ben konuşmaya çok devam ederim o yüzden susuyorum.
Durun sormam gereken sorular var.
Sizce Dila'yı kaçıran gerçek kişi kim?
Patron diye seslendikleri şahsın planı ne?
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |