
Ey ahaliii kalkın biz geldikkkk🫠
Keyifli Okumalar!
Bölüm Şarkısı:
Sezen Aksu - Git
"İçimizde ne kadar çok çocuk var büyüyememiş."
9.BÖLÜM
"YÜZLEŞME"
Cam kenarında kalmış kızdan:
Aslında her şeyin başladığı zamanla aynı olduğunu çok acımasız bir şekilde yaşayarak öğreniyoruz. Her şey başladığı gibi orada biterdi. Hiç bir şey değişmezdi. Değişen bizdik, değişen zamandı. Değişmeyen tek şey yalan olan yaşamlardı. Başladığımız noktadayız her zaman, ne ileri gidiyoruz ne de geri geliyoruz.
Kişiliklerimiz de hayatlarımız da yalandı. Nerede olursak olalım hep bir yalanın içinde kalıyorduk. Ne kadar çok yalan sevmiyoruz desek de yalanın ta kendisiydik. Ne kadar çok uzak durmaya çalışırsak o kadar çok yakınlaşıyorduk yalanlara. Aynı başladığımız gibi devam ettiriyoruz ve aynı şekilde bitiriyoruz.
Kime ne şekil yalan söyleyeceğimizi bilemiyoruz aynı hayatın bize ne getireceğini bilmediğimiz gibi. Zamanı geldiğinde çıkıveriyor ağzımızdan sahte sözcükler. En sevdiğimiz insanlara bile yeri geldiğinde yalan söylüyorsak sahteydik, olmamıştık. İstemeden söylediğimiz yalanlardı sırları doğuran. Bilerek söylediğimiz yalanlardı küle dönüştüren. Uzunca bir nefes, yaşayış, sene gelip geçiyordu. Yaşıyorduk sırlarla, onları kovalayan gerçekleri arka plana atarak. Bilinmezliğin içinde iki yolla savaşıyorduk.
Zaten bir bilinmezliğin içinde yaşayan başkarakterler değil miydik?
İçimizde ne kadar çok çocuk var büyüyememiş.
Peki, ya biz o çocukları hiç büyütmek istedik mi?
İçimizdeki çocuğun büyüdüğünü zanneden çoğu kişi olduğu gibi çocuk kaldığını zanneden de birçok kişi vardı.
Peki, hangisi gerçekti?
Hangisi bizi biz yapandı?
Hangisi bizi doğru yolda ilerletecek adımdı?
Kandırıyorduk kendimizi, çocukluğumuzu, hayallerimizi, umutlarımızı.
Hiç bitmeyen bir boşluğun içinde cevapsız kalacak bir ton soruyla yaşıyoruz. Asla cevap alamayacağımızı bilsek de devam ediyoruz o cevapsız soruları sormaya. Nedenlerimizi, niyelerimizi sıralamaya devam ediyoruz. O bitmeyecek olan sorularımızla yaşamayı öğrenmiyoruz ki onlarla yaşamaya kendimizi zorluyoruz.
Kendimizi zorladığımız birçok yalanla yaşamaya devam ediyoruz. Onlarla yüzleşmeye hiç kalkışmıyoruz. Belki yüzleşmeyi denesek bir şeyler düzene girerdi?
Zorluklarla yaşamıyoruz ki yaşamı zorlaştırıyoruz.
Söylediğimiz yalanlarla, bilinçli bir şekilde yaptığımız hataları göz ardı ederek, hayatı zorlaştırıyoruz.
Bende inanmak istemediğim bir ton şeylerle hayatımı zorlaştırıyordum. Bütün gerçeklere kulaklarımı tıkayarak, anlamak istemeyerek zorlaştırıyordum hayatımı. Bütün gerçekliğiyle karşımda duran babamın burada olduğuna inanmak istemiyordum. Kendimi kandırmayı tercih ediyordum. Daha çok camda bekleyen çocukluğumu...
Kendimi istediğim kadar kandırsam da, ortalığı yıkıp yaksam da karşımda bana pis bir şekilde sırıtarak bakan babamın gerçek olduğunu değiştiremezdim. Değiştiremiyordum.
-öyle bakma babası canımız yanıyor-
İç ses neden burada?
-patron olduğu için-
Olmasın iç ses olmasın.
-keşke olmasaydı Dila-
Çocukluğuma veda etmek istemiyorum iç ses, onu bu şekilde hatırlamak istemiyorum.
-elimden bir şey gelmiyor Dila, baban burada onunla yüzleşmen gerekiyor-
Korkuyorum, söyleyeceği bütün sözlerden.
-korkma ben yanındayım-
Hep yanımda ol.
-her daim yanında olacağım-
Ne yapacağımı şaşırmış bir durumdaydım. His ve yön duyularımı kaybetmiş gibiydim. Kalbim anlam veremediğim bir sebepten yerinden çıkacak gibiydi. Nefes almakta zorlanıyordum. Anlamsız bir şekilde karşımda duran babama şaşkın bir yüz ifadesiyle bakıyordum. Onun ise yüzünde pis bir sırıtma vardı.
Bir baba kızına nasıl böyle bakışlar atabiliyordu?
"B...Baba!"
Yüzümde sadece sorguladığıma dair bir ifade vardı. Anlam veremiyordum artık. Beni araması gereken yerde karşımda durmuş tiksinirce bakıp sırıtıyordu babam. Bense sadece bakıyordum. Bir şeyleri anlayıp çözmek amacıyla lakin onu da istemiyordum artık.
"Bizi yalnız bırakın." Babamın sert sesiyle irkilerek kendime geldiğimde gözyaşlarımı tutuyordum. Akmamalıydılar. Gür çıkan sesle irkilen sadece ben değildim, yanımdaki maskeli adamlarda irkilmişti babamın sesine. Çok geçmeden bizi odada yalnız bıraktıklarında gördüğüm adam hiçte babam değildi.
Babam yavaş adımlarla karşımdaki sandalyeye ilerledi ve sırıtmasına devam ederek oturdu. Karşımda duran adam benim babam olamazdı, o kızına böyle davranmazdı çünkü.
Hangi baba çocuğuna bu denli nefret dolu bir bakış atardı? Hangi baba çocuğuna suçlu gözüyle bakardı? Hangi baba çocuğuna pis pis bakardı?
Bir baba çocuğunu el üstünde tutmalıydı. Ona kötü davranacak her hangi bir hareket yapmamalıydı. Onu mutlu etmeli, onunla oyunlar oynamalıydı kötü bakışlar atmamalıydı. Onun yüzünü güldürmeliydi suçlu sensin diyen gözlerini üstünde tutmamalıydı. Kızına sahip çıkmalıydı kötülüklerden.
"Ne kadar da uzun zaman olmuştu görüşmeyeli." Sesindeki ima, yüzündeki sırıtma, gözlerindeki bakışlar, nefretini belli ediyordu. Konuşması bozguna uğratacak kadar güçlüydü. Kahretsin içimdeki baba sevgisini! Buradaki rolünün bir baba rolü olmadığını gördükçe çocukluğum arkamdan konuşuyordu. Sığınmıştı bana, şimdiki Dila'ya. Tepki vermemeye çalışsam da olmuyordu. Yaptığım tek şey kafamı sağa sola hareket ettirmekti. Hala neyi kabul etmiyorsam!
"Neden korkuyorsun? Sana bir şey yapacak değilim ya." Sesi o kadar net ve o kadar çok ürperticiydi ki korkmamak imkânsızdı. Elim ayağıma dolaşmıştı. Karşımda oturan adamın benim babam olduğuna hala alışabilmiş değildim. Evet, yüzü babamın yüzüydü ama davranışları, hareketleri benim babamın hareketi değildi. Karşımdaki adam hem babamdı hem de değildi.
"B...Baba s...sen mi..."
"Yeter ama artık, burayı aşmış olman lazım. Ne kekeleyip duruyorsun ilk defa karşına çıkmıyorum ya?" Bana bağırdı, babam. Sözümü bitirmeme izin vermeden bana bağırdı. Benim şok olmamdan sinirlenmiş olduğu her halinden belli oluyordu. Yeniden harekete geçtiğinde konuşmaya devam edeceğini anlaşmıştım.
Benim babam ilk kez bana bağırmıştı.
"Benim tamam mı? Ahmet Deniz, tanıdın, anladın ve idrak ettin artık. Nasıl bir kızsın ya sadece beni görmen ile bu hale geldiysen olacaklardan sonra ne hale gelirsin Allah'a Kerim. " Sesi sertti. Ürpertici sesiyle beni korkutmaya devam ediyordu. Babamın karşısında ne yapacağıma, ne diyeceğime karar veremiyordum. Berk'e kafa tutarken iyiydim, güçlüydüm ancak düşman safında olan babamı görünce işler değişmişti. Konuşmak istiyordum ama dilim tutulmuştu. Ağzımı açıp laf edemiyordum. Kafa tutmak istiyordum çocukluğum engel oluyordu. O bana kıyarken ben çocukluğuma kıyamıyordum.
Alnımdan dökülen terlerim yüzümden aşağı süzülüyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya devam ediyordu ve ben rahat nefes alamıyordum. Konuşmaya çalışsam da konuşamıyordum. Gözlerimin yavaş yavaş kapanmaya başladığında en son hatırladığım gözümün kapandığı ve açılmadığıydı. Bir zaman sonrada sesler kesilmişti.
💦
Kalbi kırık yazardan:
Bütün arkadaşlarını göndermiş oturma odasında karanlığın içinde tek başına oturuyordu Bulut. Girdiği çıkmazı aydınlatmaya çalıştığı her halinden belli oluyorken yaşadığı her kayıpla kafayı yememek için direniyordu. Beynini soktuğu bu stresten çıkarıp adam akıllı düşünmesi gerektiğinin farkındaydı.
Kendisine iyi geleceğini bildiği en iyi şeyi yapmaya karar verdi. Oturduğu koltuğundan kalkıp evinin koridoruna yöneldi. Yavaş ama kararlı adımlarıyla koridorda yürümeye başladığında gayesi emin adımlarla banyoya girmekti. Yoğun düşünceleriyle banyoya girdiğinde ne halde olduğunu görmek için aynada kendine baktıktan sonra üstünü çıkarttı ve kendini derin sulara bıraktı.
Suların ona iyi geleceğini biliyordu her ne kadar ondan nefesini almış olsa da.
Ne kadar süre banyoda vakit geçirdi bilmiyordu. Tek yaptığı düşünmekti. Neyi nasıl yapacağını düşünerek deli edecekti kendini. Artık soğuktan üşümeye başladığını hissettiğinde tavana bakmayı kesip oturduğu yerden kalkıp suyu kapattı. Gözlerini kapatıp derince bir nefes aldığından teninde hissettiği ürpertiydi, vücudun süzülen soğuk su damlalarıydı. Beline doladığı havluyla aynanın karşısına geçtiğinde tekrar ve tekrar aynanın karşısında yüzüne tiksinerek baktı. Çok vakit geçirmeden banyodan çıkıp sakin ama atılmak istenmeyen adımlarıyla odasına geçip üstünü giydi.
Bulut kafasını dağıtmış durumda değildi ona iyi gelen şeyi yapmasına rağmen. Üstünü giydikten sonra mutfağa geçti, ocağa makarna suyu koyduğunda eski anına derin düşüncelerine dönüş yaptı hiç gitmemişken.
Diğer taraftan Naz kendini evine atmış kapıya yaslanmış ağlıyordu. Bir şeylerden korktuğu her halinden belli oluyordu. Kendine biraz geldikten sonra direk yatak odasına gitti ve kendine sıcak yatağına attı. Ağlıyordu, geçmişine, çocukluğuna, hayal kırıklıklarına, yalnızlığına.
Terk edilmiş her çocuk ne kadar kalabalık bir aileye de sahip olsa her daim yalnız hissederdi.
Aslı ve Asya ise odalarında birbirlerine sarılmış derin düşüncelere dalmışlardı. Arkadaşı Dila'ya bir şey olmasından korkuyordu Asya. Birlikte geçirdikleri eğlenceli, güzel günleri düşünerek kendini toplamaya çalıştıkça geride kalan çocuklukları gözünün önüne geliyor düşüncelerinden vazgeçemiyor daha çok endişeleniyordu. Aslı ise kardeşinden tanıdığı Dila için tetikteydi. Ellerinden geleni yaptıkları halde nasıl bir şekilde Dila'yı bulmadıklarına şaşırıyordu.
Elif ise kuzeni ve teyzesi için korku, endişe içindeydi diğer birçok kişi gibi. Can ve Batu ise Üsküdar sahilinde oturmuş biralarını içiyorlardı. Can derin düşünceler içindeydi. Batu ise yaptığı salaklıklara sövüp duruyordu. Ne kadar macera arayışı içinde olsalar da arkadaşları kayıptı, günlerinin çoğunu yan yana geçirirken geyiğe almak kolaydı lakin yokluğunda bu duygu bile tatsızdı.
Hepsi de arkadaşları için birçok duyguyu içinde barındırıyordu. Kimisi çocukluğundan tanıyordu, kimisi okuldan, kimisi yeni tanımıştı Dila'yı. Hepsinin arasında birçok duygu geçmişti. Dila hepsinin hayatlarında bir yerde karşılarına çıkıyordu. Fakat Dila, Bulut için çok farklıydı. O hepsinden bin kat daha duygusaldı bu olayda. Hepsinden daha fazla duygusaldı ama aralarında en mantıklı düşünen yine oydu. Yaşının verdiği bir olgunluk muydu yoksa yaşadıklarından mı geliyordu bu olgunluk?
Hepsinin tek bir amacı ve isteği vardı o da Dila'yı sağlıklı bir şekilde bulmaktı.
💦
Camda hayallerle bekleyen çocukla yüzleşen ruhu kanatılmış kızdan:
Şiddetli bir baş ağrım vardı. Gözlerimi henüz açmış değildim ama etrafımın sarıldığını hissediyor, daralıyordum. Keşke hissettiğim tek bu olsaydı... Yalnızlığımı yine en acı şekilde hissediyorken bir yerlerde kalmış hayallerim alev alevdi. Beni merak eden birilerinin gerçekliğinden korkuyordum. Yapacakları her adımın çıkaracağı yangın, yangının sonuçları, alınan zararlar karartıyordu nefesleri.
Sanki hayaldi hepsi günü geldiğinde gerçeklikleriyle geri gideceklermiş gibiydi. Hiç gelmeden, gelemeden.
En son hatırladığım babamın bana pis bakışlarının arasında kapanan gözlerimdi. Kendime geldiğimde gözlerimi hiç açmak istemiyordum. Ne kadar çok istemesem de tüm gerçekliklere rağmen yavaş yavaş açmayı denedim göz kapaklarımı. Usulca denediğim ilk anda gözümü alan ışıklarla geri kapatmıştım. Yılmadan tekrardan denediğimde ilkinden daha uzun tutmaya çalışırken vuran acıyla kısık sesle inleyip tekrardan kapatmıştım gözlerimi inanamadıklarıma. Birkaç saniye gözlerimi kapalı beklettikten sonra inatla araladım kirpiklerimi. Bekledim, acıları hissettim, yılmadım ve başardım. İrislerim izbe depoyu seçti her seferindeki gibi.
Ellerimin gevşeklik hissi beni şaşırtmıştı. Babama bakışlarına rağmen hale kaydedemediğim duygular harlanıyordu. Anladığım kadarıyla ellerim bağlı değildi bu durum yaşanan onca anlara rağmen sağlanmıştı. Şaşırtıcıydı, korkutucuydu. Yapacağım her şey aleyhime olacakmış gibiydi. Lehime diyerek çıktığım adımlarım kendi cezam olacakmış gibiydi. Öyleydi, şu an itibari ile atacağım her adım bütün yükümlülükleriyle benimdi, tercihimdi, cezamdı.
"Yoksa beni serbest mi bıraktılar?" ufacık bir an kendimi çok mutlu hissetmiş, kurtulmanın sevincini yaşamıştım. Kısa sürmemesi için içimden dualar geçiriyordum. Düşüncelerimin, sevincimin haklı olduğunu içimden görebiliyordum. Ellerim bağlı değildi aynı şekilde ayaklarımda. Buradan gitme zamanımın çoktandır gelmişti zaten. Hemen ayağa kalkıp buradan çıkmak için her zaman buraya giren adamların çıktığı kapıya doğru koşmaya başladım.
Kurtulacağım.
Kapıya ulaştığımda içim kıpır kıpır kıpırdı. Derin nefes alıp verdikten sonra kapının kolunu tuttum büyük umutlarla aşağıya hareket ettirdim.
Kapı açılmadı.
Dila yenilgiye uğradı.
Kapının açılmamasıyla tüm duygularım yerle bir oldu. Vazgeçmeyecektim. Odada bulunun diğer kapıları açmayı denemeye başladığımda her adımım direnişimdi.
-biz kolay vazgeçmeyiz ki zaten-
Evet iç ses biz son ana kadar savaşırız. Şimdi olacağı gibi...
İkinci kapıyı denedim açılmadı. Vazgeçmeden üçüncü kapıyı denedim ve o da açılmadı. Kapıların açılmamasının yüzünden oturup ağlamak üzereydim. Olmuyordu, buradan çıkmaya çalıştıkça batıyordum dibe, çekiliyordum içine. Yılmadan dördüncü kapıyı açmayı denediğimde sonuç aynıydı, hüsran dolu. Dört kapı, dört kurtuluş, dört umut açılmadı. Bütün umutlarım bitmişti. Eğer kalan son iki kapıda açılmazsa oturup ağlayacaktım. Derin bir nefes alıp verdiğimde göz kapaklarımda birikmiş yaş silip çıkışa doğru adımladım. Titriyordum. Korkuyordum. Kapının kulpunu tuttuğumda yine aynı sonuçla karşılaşmamak içindi dualarımın ardı sıra sıralanışı. Elimin hareket etmemesiydi manzaramın bir çıkmaz olma düşüncesi.
Annem için açılmalısın kapı. Kaybettiğim benliğim için, çocukluğumun yok olmaması için açılmalısın.
Dila için, kalp hırsızı ufak kız için.
Aklımdan geçen bütün karamsar düşünceleri def edip ellerimi aşağıya doğru kulpu tutarak hareket ettirdim. Manzaramın bir kez daha aynı olmaması için kapattım gözlerimi. Duyduğum tıkırtı sesiyle hızlıca araladım gözlerimi. Sevincim yüzüme yansıdığında mutluydum. Kapı açılmıştı.
Açılan kapıdan sonra odaya hızlı bir giriş yapmamla gördüğüm yüzle şoka girmem bir olmuştu. Odada yatakta uzunca yatan kişiyi gördükçe gözlerimi kapatıp açıyordum. İnanmak istemiyordum. Gördüğümün doğruluğundan emin olamıyordum. Karşımda yatan annemi gördüğümden beri iyi değildim, olamıyordum.
Annem, bu boş odada, sağlık ekipmanları konulmuş şekilde yatağa yatırılmış bir durumdaydı. Kolunda serum takılıydı. Onu en son gördüğüm halinden daha iyi gözüküyordu. Toparlanmıştı ya da toparlanmaya çalışıyordu. Kaçırdıkları bir kadına eziyet ederken diğerine sahip çıkmıştılar. Fotoğrafta gösterildiği halde olmadığı için mutluydum.
Annem başını bana doğru çevirdiğinde direk yanına koştum ve ona sımsıkı sarıldım. Asla bırakmak istemiyordum annemi. Bir daha onu bırakırsam kaybetmekten çok korkuyordum. Onu kaybetmekten, bir daha görememekten, sesini duymamaktan, gözlerinin içinde olmamaktan...
Ağlıyorduk. Birbirimize kocaman sarılmıştık. İkimizde sımsıkı bağlanmıştık birbirimize, kalplerimize. İkimizde o kadar çok korkmuştuk ki kaybetmekten sarılmamız sımsıkıydı, gitmemizi engellemek amacıyla.
"Anne çok korktum çok." Hıçkırıklarımın arasında nihayet konuşabilmiş, anneme sarılabilmiştim. Nihayet onu bulmuştum. Çok şükür, çok şükür!
"Şşşş... Sakin." Annemin sesini duymak bile o kadar iyi gelmişti ki şu an zamanı durdurabilirdim bu soğuk depoda. Onun bir daha sesini duymak bana dünyaları verdiğinden tekrarladım hafızamdan sözlerini, sesini.
"Tamam, buradayım." Sesi zorla çıkmış, beni iyi etme çabasındaydı. Annem artık buradaydı, yanımdaydı, kollarımın altındaydı. Ona sarılmak düşündüğümden, hissettiğimden çok fazlasıydı; yuvamdı. Onu bir daha görmek ise bambaşkaydı. Kaybedilen her savaşa yeniden kafa tutmaktı.
"Sana bir şey yaptılar mı? İyi misin anne?" Çok korkmuştum ona bir şey olacak diye. Bana yaptıkları zerre umurumda değildi ama anneme bir şey yaptıysalar burayı onlara dar ederdim. Ne kadar çok sakin kalmaya çalışsam da başaramıyordum. Nefes alış verişlerimi kontrol edemiyordum. Buradan çıkmak için kafamın yerinde olması gerekiyordu.
"Hiçbir şey yapmadılar kızım, tamam mı? Ben gayet iyiyim dert etme. Sen nasılsın asıl onu söyle? Sana bir şey yaptılar mı?" kendisinin ne halde olduğunu umursamadan zorla da olsa ağızından dökülen sözcüklerle bozguna uğramıştım. Annem her ne halde olursa olsun beni düşünmekten asla vazgeçmeyecekti, vazgeçmiyordu. Annem her zaman böyleydi. Beni her zaman her şeye karşı hep ön planda tutmuş, savaşmıştı.
Annem benim kalkanımdı.
Annem benim gücümdü.
"Sen bunları boş ver," dediğimde saçlarına dokunarak varlığını derinlerime kadar hissettim. Anneme yaşanan olayları anlatıp kötü olmasından korktuğum için susmayı seçtim, kaybettiğimiz gerçeği arka plana attım. Ona burada olanları anlatmayacaktım. Kalbimin, sultanımın daha kötüye gitmesini engellemek için sessizliği seçtim, kısa bir süreliğine. İyileşmemiz için buradan hemen çıkmamız gerekiyordu.
"Anne, babam bizden ne istiyor? Neden bizi kaçırdı?" Kafamın içindeki tonlarca sorulardan birini anneme yönelttiğimde bakışlarındaki pişmanlığı gördüm. Hayır, anne bunun benimle bir ilgisi olmasın! Gerçekleri öğrenmeyi hem istiyordum hem de istemiyordum. İşiteceğim gerçeklerle yüzleşmeye hazır değildim, hazırda olmak istemiyordum.
Annem bir kaç kaçamak bakış attıktan sonra derin bir nefes aldı ve uzun soluklarla verdi. Bu annemin çok gergin olduğu zamanlarda yaptığı bir kaç hareketten biriydi. Anlamaya çalışıyordum ama anlam vermeyeceğim kadar karışık bir olayın içindeydim.
Bu çıkmazın içinde olmamayı diliyordum.
"Hepsini anlatacağım kızım hem de hepsini tüm gerçekliğiyle ancak hızlıca buradan çıkmalıyız." Her şeyi bütün gerçekliğiyle öğrenmek isteyip istemediğimi sorgulamaya başladığımda bir gerçekle karşı karşıya gelmiştim. Çocukluğum. Her daim hayaller kuran kız çocuğu. Beklemekten vazgeçmeyen umut dolu küçük kalbin sahibi... Yıllar geçse dahi bir gram eksilmeyen sevgi. Yapılan her şeye rağmen lanet dolu baba aşkı, yetimlik.
Annemin gözlerinde gördüğüm endişe dolu bakışlar içimi yakıyordu. Rüya olmasını dilediğim bir anın içindeydim. Zordu, zorluyordu. Benliğim içim içimi kavururken duyduğum sesle irkilmem bir olmuştu. Bu gerçeği hâlâ kabul edebilmiş değildim. Ne annemin burada olmasına ne de bunları yaşatanın babam olduğunu anlayabilmiş değildim. İdrak etmekte zorlandığım en büyük sınavdı. Cevabı yoktu, sözleri yoktu, harfleri terk edilmişti.
Kalp atmıyordu, nefes alınmıyordu, yaşam yoktu.
"Bence de her şeyi tüm gerçekliğiyle anlatma zamanı geldi hanımlar, sizleri şöyle alalım." Zor bela açtığım kapının girişinde durmuş sağ eli pantolonun cebindeyken sol eliyle kâbuslarımın yaşandığı ortamı gösteriyordu. Bize baktığı yüz ifadesindeki netlik nefret bakışıydı. Neden öyle baktığını anlamaya çalışsam da anlayamıyordum.
İstemiyordum tekrardan o sandalyeye oturmak. Annesizlikle savaştığım kâbusları görmek, tekrardan sınanmak istemiyordum. Ellerimde hissettiğim acı ile irislerim kısa bir süre aşağıya elime kaydığında annemin sıktığını gördüm. Kraliçemde benim gibi istemiyordu o yüzleşmeyi, gerçekleri.
İkimizde bilmiyorduk nefeslerimizin sonunu. Günler önce bebeğini kaybetmiş bir kadına karşı günler önce çocukluğu ölmüş kız vardı. İkisi de aynı kişiydi. Hayır, ne annem bendi ne de ben annem. Ne yaşamış olursak olalım yaşadığımız bu acı farklıydı, aynı tonda değildi. Sınavların yolu yanlıştı veba doğru. Seçimlerimiz belirleyecekti gerçekleri.
Seçimler sırları doğururken başka bir seçim gerçekleri doğrtacaktı.
"Yüzleşme vakti geldi artık." Babamın kendinden ödün vermeyen otantik sesi hız kesmeden kulaklarımızı doldurduğunda canımı yakmaya devam ettim. Annemin tuttuğu sağ elimi değil sol elimi kesiyordu tırnaklarım. İçimde büyüttüğüm korkulu gözlerle anneme döndüğümde gözyaşlarının yastığına doğru sızıntısına şahit oldum. Yabancıydı ve yine net bir şekilde konuşması birçok duygunun, duygumun katiliydi. Odaya giren bir kaç adam zoruyla çekiştirildiğimde dudaklarımdan kalbimin sözcükleri çıkıyordu. "Anne..." Kaçtığım sandalyeye tekrardan oturtulduğumda maskeli adamlardan biri arkama geçip başıma silah dayadığında hareketsiz kaldım. Başka çarem yoktu.
Peşimden de annemi sedyesi ile birlikte odadan çıkarttıklarında dudaklarımı ısırıyordum. Bunları hak edecek ne yapmıştık? Neden buradaydık ve neden bunların sorumlusu babamdı? Kim olduğunu kendilerinin bile bilmediği maskeliler annemi yattığı yataktan kaldırdıklarında sessiz kalamadım. "Ne istiyorsun baba? Görmüyor musun annemin ne halde olduğunu?" yapma baba, bunu bize yapma. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda sonucunu bile bile beslediğim umutla tekrardan baktım katilimize. Gülümsemesi nefret etmemi daha çok sağlıyordu. "Görüyorum," yüz ifadesi açıktı, okunuyordu. Kızını görmeyen bir babaydı o. "Ne halde olduğunuz umurunda değil!" kaybettiğim çocukluğuma, kazanmışken benden giden kardeşime rağmen en çok bu sözlerde yaralanmıştım. Kanatılmıştım, hayali kanatlarım kırılmıştı.
Dudaklarım mühürlendi.
Babam sağ elini kaldırıp adamlarına gönderin işareti yaptığında karşımda duran gereksiz köpeklerden biri her zaman girdikleri kapıya ilerledi. Şu şahsiyetsizlere köpek dediğimde bile hayvanlara haksızlık yapmama rağmen af diliyordum her saygısızlığımda. Aradan geçen kısa zamandan sonra odaya elleri kolları bağlı şekilde Erdem Abiyi soktuklarında şaşkındım. Başımı anneme çevirdiğimde acıyan karnını tutarken gözleri odaya giren kişiyi seçtiğinde gördüğüm yüzle, korkuyla, şaşkınlıkla daha da şaşkına uğradım. Yanımdaki sandalyelerden birine de onu oturttuktan sonra karşımızdaki sandalyelerden birine babam oturdu ve gergin ortamı iyice germeye başladı.
Bulut, iki günlük yabancım benim için verilen ilk görevi yerine getirmişti. Sevinmem mi gerekiyordu bilmiyorum. İçimde bir yerlerde kıpırdayan sesler mutlu etmeye çabalıyordu. Olmak istemediğim duruma rağmen.
"Vay, vay, vay, en yakın dostum Erdem Özkaya seni burada görmek ne büyük lütuf." Alaycı bir yüz ifadesiyle dalga geçmeye bayılırmış gibi konuşmaya devam etti babam. Bu kadar nefret dolu olmasının sebebi neydi anlamıyordum. Bizlerin hepsini buraya toplayıp karşımıza geçtikten sonra yüzleşme vakti demesi garipti. Neyle yüzleşecektik onu da anlamış değildim zaten. Şu an yaşadığım her an deliceydi, korkutuyordu.
"Ne istiyorsun lan benden? Beni... Dur dur gördüğüm hasta kadının burada ne işi var lan? Sen nasıl bir manyaksın? Yüzleşme yapacağım diye, benden alacağın intikamına kızını niye katıyorsun şerefsiz!" depoyu dolduran haykırışlarla onu ilk defa bu derece gözümü dönmüş görüyor, bu ana şahit oluyordum.
Erdem Abinin neyden bahsettiğini bilmiyordum ama ona katılıyordum. Babamın onunla bir meselesi varsa ve onu çözmek için buradaysa bizim ne işimiz vardı burada? Bizi neden buraya topladı yüzleşme vakti diyerek? Kafam allak bullaktı hiç değilmiş gibi. Zaman geçtikçe soruların azalması gerekirken daha da artıyordu.
"Ahmet!" annem yaşadığı olaya rağmen oturtulduğu sandalyeden doğrulmaya çalışırken hafif bir acı inlemesi ile babama seslendiğinde kalbim atmayı kesmişti resmen. "Anne!" annemin inlemesini duyunca yerimden kalkmak istedim ama babamın adamları izin vermediğinde ağlamamak için direniyordum. Sorularımı sırlamamak için hangi duygunun ön planda olduğunu bilmeden yerime sabitlendim. Yeşillerim üç tarafa gidip geliyordu.
Annem, babam ve Erdem Abi.
"Ahmet, yapma bura yeri değil." Annem babama neden yapma diyordu ki? Tek anladığım şey babamın, annemin ve Erdem Abinin arasındaki olayın buraya kadar taşınmış olmasıydı. Fakat çözemediğim bir şey daha da benim burada olmamdı. Yapamıyordum, kendime eziyet etmemeye savaştıkça daha çok itiliyor, daha çok işkence ediyordum ruhuma.
"Yeter, yeter artık! Bu nedir ya aranızda gizli gizli konuşmalar." Artık dayanamamış olaya müdahale etmeye karar vermiş sessizliğimi bozmuştum yüksek çıkan sesimle. Ses tonumdan dolayı bana dönen bakışlardan kaçmadan, başımın ucunda tutulan silahı görmezden gelerek ciddi bakışlarımı attım çift gözlere. Etki etmeyeceğini bile bile. Sesimin sert çıkmasına aldanmadan konuşmaya devam ettim. "Benim burada ne işim var? Babamın beni kaçırmasının sebebi nedir? Erdem Abinin burada ne işi var ve yetmezmiş gibi annemin bu haldeyken burada olmasının geçerli bir sebebi var mı?"
Babama o kadar sinirlenmişim ki onlarca soruyu dizmiştim sıraya. Benim verdiğim tepkiler bekleniliyormuş gibiydi. Ne annem, ne babam, ne de Erdem Abi bir tepki vermişti bana karşı. Maskeli adamlar ve babamın yanı başında duran Berk bu derece başı dik olmama alışamamış gibi şaşkındılar. Yüzüme geçen anlamsız ifade ile üçüne de bakıp duruyordum. Lütfen bir şey söyleyin, lütfen tepkisiz kalmayın!
"İşte bu yüzden buradayız Dila. Senin bu sorularını cevaplamak için."
"Ne saçmalıyorsun sen baba?" Artık akıl almaz hale gelmişti bu olay. O kadar saçma geliyordu ki her şey anlamaya ve çözmeye çabalamayı kesmiştim artık. Ne olacaksa olsun bitsin diye düşünüyordum. Yeter ki annem sağ çıksın!
"Ben saçmalamıyorum Dila, her şeyi öğrenmek için buradayız. Bütün gerçekleri söylemek için bu haldeyiz." Yine ukala bir tavırla bana cevap vermişti babam. O kadar ciddi duruyordu ki bu halinden korkmamak mümkün değildi. Direndim, yılmadım, iç sesimden güç alıp asıl Dila'yı öne attım. Kurban bendim, öyle olmaya da devam edecektim.
-biz hiçbir zaman kokmadık Diloş-
Korksakta belli etmedik iç ses.
-biz bize yeteriz çünkü-
Evet, sen bana ben sana yeteriz iç ses.
-bazen bana âşık olduğunu düşünüyorum-
Ne şaşırtıcı biliyor musun aynı duyguları bende hissediyorum, düşünmek yetmiyor çünkü.
-sana odaklanamayız Diloş önüne dön-
Ben olduğum yerdeyim iç ses gelen sensin.
-çağırdın-
Hayır, sadece senden güç aldığımı dile getirdim. Kendini gaza getiren sensin.
-ben olmasam çok alırdın o gücü-
Alırdım iç ses.
-sen o gücü alamazsın-
Alırım.
-alamazsın bu konuşma burada bitmiştir-
Ama...
"Ha bir de, bir daha sakın bana baba deme. İnsanlar babalarına baba der Dila." İşte bu, bu kadar ciddiyetini bozacak bir konuşmaydı. Ondan kendisine baba demememi istemesi bir saçmalıktı. İnsanlar babalarına baba derdi babacığım o yüzden sana baba diyorum ya. Yine de duyduğum sözlerle bakışlarımı anneme çevirdiğinde yüzündeki acının yanında kabulleniş vardı, istemsiz bir kabulleniş. Erdem Abinin bakışları ise bambaşkaydı. Hem isteyen hem de istemeyen bakışlara sahipti. Babam ise halinden gayet memnundu.
Ben yoktum, ne hissetmem gerektiğini şaşırmıştım.
"Zaten o sebeple sana baba diyorum ya baba." Saçma olan ne varsa oluyordu şu an hem de en saçması. Herkesin birbirinden alakasız tepkiler vermesi, düşünmesi, sözleri.
"İyi de Dila, ben senin gerçek baban değilim." Sesindeki o heyecan, o bekleniş, ufacık titreme olmaması; yüzündeki mutluluğu; gözlerinin içindeki sevinç çığlıkları yaktı.
"Ne!" Şaşkınlığımdan ilk başta işittiklerime inanmasam da çevremdeki ikilinin bakışları ve yüz ifadesi doğrular nitelikteydi. İnanmadım, inanmıyorum.
Annemin gözünden akan yaşlar hız kesmeden devam ederken içindeki çığlıklar susuyordu. Bakışlarındaki sözler ise darmadağın ediyordu.
Erdem Abi her ne kadar üzülmüş gibi olsa da yeşilleri öyle demiyordu. Sevinç çığlıkları atmamak için zor duruyor gibiydi. Önceden dikkat etmediğim bir detay gerçeklere itiyordu. Gözleri yeşildi, gözlerim yeşildi ve burada yanı başımda yüzleşmenin tam ortasındaydı.
İşte şimdi anlamıştım bir şeyleri. Babamın bizi buraya neden topladığını, nefret dolu bakışlarının sebebini... Birçok şeyi anlamıştım. Çocukluğum ölümüne koşuyordu, ruhunu koruyarak.
"Kim demek ister gerçekleri ya da durun bu zevk bana ait olmalı." Babam o kadar çok zevk alıyordu ki durmak bilmiyor daha çok istiyordu bu hissi. Görüyordum, okunuyordu. İstediği şey oluyor diye sevinen çocuklar gibi neşe doluydu. Başka bir çoğulun katili olurken...
"Ahmet, yapma ne olursun?" dedi annem. Canı yandıkça mı akıyordu yaşları gerçekler ortaya çıktıkça mı? Bilinmiyordum onun gerçeğini. Bilmek istemediğim içinde annemin hislerini okumuyordum.
"Ahmet, yapma." Erdem Abinin de sesi sert çıkmıştı. Onu da görmedim, istemezdim hislerini okumak, bilmek. Fakat babam bunlara kulak asmadan konuşmaya devam etti çünkü o yıllardır bu anı bekliyordu. Söylediği bütün yalanlar bu yüzendi. İntikam!
"Sevgili Dila, senin gerçek baban Erdem Özkaya. Şimdi bana baba demene gerek kalmadı. Gerçek babana baba diyebilirsin." Ölüm bu kadar kolay mıydı? Ansızın gelirdi evet, lakin bu hissizdi. İşittiklerim bıçağımdı, silahımdı, suç aletimdi. Her yüzleştiğimiz gerçekle daha da kanıyordum. Gözümün önüne gelen çocukluğum her anında daha da yakıyordu. Dila'yı çiziyordular, onu yok ediyordular. Büyüyememiş onca çocuğa rağmen büyümek için savaşan çocuğu yok ediyordular.
Evet, ölüm kolaydı, ansızındı, darmadağın ederdi ama yeniden de doğururdu. Bir Dila ölmüştü başka bir Dila doğmuştu.
Bir kişi gider, bir kişi gelir.
"Ne?"
Hayretler içerisindeydim. Şok olmuştum. Kafamı bir sağa bir sola hareket ettiriyordum. Yüzümdeki şaşkınlık ve şok ifadesi her şeyi açıklıyordu. Kabul etmiyorduk gerçekleri, belki bir iddiaydı, belki basit bir oyundu. İnanmak istememem suç olmamalıydı.
-gerçekler bu kadar açıkken inanmamak aptallık olur Dila-
Bana Dila deme iç ses.
-aptallık yapma ve gözlerini aç gerçeklere-
Hayır, aptal olmayı istiyorum.
-bu sana bir şey kazandırmayacak-
Hayır, kazandıracak ben inanıyorum.
-yanılmaya devam et-
"Siktiğimin herifi bunu neden yaptın lan." Erdem Abinin sinirlenmesi bir kez daha sözcükleri doğruladığında yerinde duramaması, maskelilerin zorla ona engel olmaya çalışmasını izliyordum. Öfkesini kusmak için babama saldırmak için yerinden kalkmaya çabalıyordu ama adamlar buna izin vermiyordu, verecek de değillerdi sonuçta bir kişiye onlarca kişiydiler.
"Bana yaptıklarınızın hesabını sormayacağımı mı zannettiniz." Babam nefretini kusmak için elinden ne geliyorsa yapıyordu çekinmeden. Hoşuna gidiyordu olduğu durum, izlediği manzara.
"Kızım," bağırışların arasında duyduğun kısık sesle yeşillerimi yeşillerle buluşturduğumda daha da yandı canım.
"Anne," iniltimi kimse duymasa da annem duymuştu. Başımıza dayatılan silahları patronlarını korumak için geri çektiklerinden annemle baş başaydım. Onca adam tek bir adamı korumak için sadece bir adamın üstüne oynuyordular.
Annem ağlıyordu. Bu olanlardan kendini suçlarmış gibi bana baktığından tuttuğum yaşlarımı saldım. Annemin bu bakışını çok iyi biliyordum. Ne zaman bir şey olsa ve bu şey ondan kaynaklanıyor olduğunu düşünüyorsa bu bakış pişman olma bakışıydı.
"Özür dilerim!"
Dileme anne, sen benden hiçbir zaman özür dileme. Ben senin kızınım bunu hiçbir şey değiştiremez.
Annem benden özür dilemişti. Şu an yaşadıklarım, duyduklarım birbirine karışmıştı. Ne hissetmem gerektiğini kestiremiyordum. Tek isteğim sağlam kalmaktı, annemde kalmaktı.
"Daha dur o kısma çok var. Daha başlamadık bile." Annemin özrünü duyanın tek olmadığımı babam olmadığını öğrendiğim adamın sesiyle anlamıştım. Babam oynadığı bu oyundan çok zevk aldığını ona baktığımda rahatlıkla görebiliyordum, herkesin göreceği gibi.
"Sakın Ahmet, sakın!" Erdem Abi öfke kusmaya devam ediyordu. Babamın her ne söyleyecekse söyletmek istemiyordu. Kendimi onların yerine koyduğumda neden böyle bir isteğin olmayacağıyla karşı karşıya geldim. Olamazdı, olmamalıydı.
"Dilacığım, zannettiğim kadarıyla annenin hamile olduğunu öğrenmişsindir. İşte o bebek de sevgili baban Erdem'den."
Artık duyduklarıma şaşıracak halde değildim. Gözlerim büyümüş bir halde onlara bakıp kafamı sağa sola hareket ettirmekten başka bir şey yapamıyordum. Dilim tutulmuştu. Baba dediğim adam babam değildi. Abi dediğim adam babamdı. Ben kimdim? Neydim?
"Seni mahvedeceğim. Seni doğduğuna bin pişman edeceğim. Duydun mu şerefiz piç?" Erdem Abi ya da babam yakaladığı boş bir anı değerlendirerek adamlardan birinden aldığı silahı babama karşı uzatmış öfkesini kusuyordu. Onca koruma bir işe yaramamıştı. Kader miydi, şans mıydı?
"Önce o silahı indir Erdem. Etrafın adamlarımla dolu! Bana bir şey yaptığın an hepinizin işi biter." Babam yine bildiği yoldan ilerliyordu, tehdit. Erdem Abi de öfkesini kusmaya devam ediyordu. Onlara gerçek hitaplarla seslenemiyordum, zordu çünkü.
Artık çıkan sesleri duymuyordum. Bütün bağrışlara ve yalvarışlara kendimi kapatmıştım. Duymak, anlamak ve hissetmek istemiyordum.
"Erdem dur, yapma!" annemin konuşmasıyla Erdem Abi afalladı. "Çocuklarımız için." Depo sessizliğe büründüğünde bütün gözler annemdeydi ve annem bu cümlesinde o kadar mutluydu ki ona bebeğini kaybettiğini söylemek haksızlık olurdu.
Gözlerimden düşen gözyaşlarım dayanılacak noktayı geçtiğimin göstergesiydi.
"Bebek mi? Hahahaha." Babamın yapacağını anladığım an onu susturmak için hareket etmeye çalıştım ama adamlar beni yine tuttu ve yerime geri oturttular. Bana karşı gelebilirken bir babama karşı gelemiyordular.
"Bunu sakın yapayım deme yoksa sana acımaz ve seni mahvederim. Duydun mu beni?" Sesim o kadar sert çıkmıştı ki kendimden ben bile korkmuştum. Annem benim kırmızı çizgimdi. Her nerede olursam olayım, her ne şekilde olursam olayım annem benim kırmızı çizgimdi. Eğer ki o çizgim aşılırsa onlar için olabileceğimden daha kötü bir Dila olurdum ve onları doğduklarına bin pişman ederdim. Şu an babam o sularda geziyordu. Yapacağı ufak bir hamleyle bütün gidişatı değiştirirse karşısında bulacağı çocuk ben olmayacaktım o çocuk onun katili bile olabilirdi.
-bu konuda haksızız Diloş-
Ben her zaman haklıyım iş ses.
-hayır, değilsin-
Sen öyle san daha doğrusu sen öyle kabul et.
-fazla oldun sen-
Senin gibi.
"Bebeğini girdiğin ameliyat neticesinde kaybettin Songül Hanım." Babam dediklerimi bile takmadan yapmıştı yapacağını. Kimse umurunda değildi aldığı zevk ona yetiyordu.
Annem duydukları karşısında hıçkırıklarla boğulmaya başlamıştı bile. Babam benim kırmızı çizgimi aşmıştı ve onunla ödeşmek için elimden gelenin fazlasını yapacaktım.
"Bunun hesabını çok kötü bir şekilde ödeyeceksin Ahmet Deniz. Duydun mu beni? Seni doğduğuna bin pişman edeceğim." Bütün öfkemin binde birini kusmuştum babama karşı. Göz göze geldiğimiz o an onun gözlerinin içine öyle bir baktım ki kötü günlerin onu beklediğini anlasın istedim.
Annemin hıçkırıklarına dayanamayan Erdem Abi konuşmaya başladı. "Songül ağlama lütf..."
Babam bildiğim adam anneme acımazken abi bildiğim adamın bakışları, hareketleri kimin ne olduğunu gösteriyordu.
Babam, Erdem Abinin zayıflığını fırsat bilip silahı ondan almaya çalıştığında silahı bırakmayan Erdem Abi ile babam arasına bir çatışma çıktı. Silah bir oyana bir buyana hareket ediyordu. Maskeliler televizyon izler gibi izliyor kurtarmaya çalışmıyordular.
"Beni kandırmanın hesabını ödeyeceksiniz oğlum bunun hesabını ödeyeceksiniz." Babam avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Babamın adamları onu kurtarmak yerine koşmaya başlayınca bir iş olduğunu anladım. Babamın adamlarından biri ise sesli bir şekilde konuşmaya başladı.
"Abi polis geliyor kaçmamız gerekiyor." Demesine kalmadan duyduğum silah sesi ile korkmuştum. Kafamı annemden yana çevirirken ona bir şey olmaması için dua ediyordum. Kafamı çevirdiğimde anneme bir şey olmadığını gördüm ve derin bir nefes aldım. Aldığım derin nefesle karnımın acıdığını hissettim. Elimi karnıma bastırıp çektiğimde acıyı tekrardan yaşadım. Elime baktığımda ise geriye doğru bir kaç adım attım.
Elimin kanlar içinde olmasını görmem ile annemin çığlığını duymam bir oldu.
"KIZIM!"
Erdem Abinin sesi ise acıyı bir kez daha hissetmemi sağladı.
"DİLA KIZIM!"
Erdem Abinin bana doğru koşması ile onun kollarına yığılmam arasında çok az bir saniye farkı vardı. Annemin bağrışları, Erdem Abinin haykırışları...
"Dila kızım dayan ne olur dayan? Bak daha yeni bulduk birbirimizi. Bizi bırakıp gitme? Hadi dayan kızım."
"Kızım gitme ne olur gitme. Sende gidersen dayanamam."
İkisine son bir kez daha bakıp hafif bir gülümseme ile baktım gözlerine. "Sizi çok seviyorum." Kimi ne kadar sevdiğimi bende bilmiyorum. Zor nefes alıyordum. Kekeleyerek zor söylediğim son cümlem ile gözlerim acıya daha fazla dayanamadı ve yavaşça kapandı.
Son gördüğüm annem ve son duyduğum ise onu çığlığıydı.
BÖLÜM SONU
Ne oluyor bu lanet kitaptaaaa? Asla vazgeçmeyeceğim bu cümleyi kurmaktan.
Bu bölümde ki favori sahneniz ya da cümleniz?
Sizce ilerleyen bölümlerde neler olacak?
Sizce geçmişte neler yaşandı?
Ve Dila kurtulacak mı?
Spotify hesabımda kitabın şarkılarını dinleyebilirsiniz✨ Beni sosyal medya hesaplarımdan takip etmeyi unutmayın. Kitap hakkında merak ettikleriniz ve daha çoğu şey için oradan ulaşabilirsiniz.
Wattpad/Inkspired: izzetcanduman
Instagram/TikTok: izzettcanduman
Spotify: İzzetcan Duman
Okuduğunuz için teşekkür ederim🤍 Gelecek bölümde görüşmek üzere🥰 Yorumlarınız ve oylarınız benim için önemli.
Seviliyorsunuz😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.06k Okunma |
190 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |