Yeni Üyelik
19.
Bölüm

13│Her Şeyin Fazlasına Dönüşen Zehir

@jangmisshii

Anıların ve gerçekliğin birleştiği bu bilinmezlik denizinde, zihnimdeki dalgalar birbiri ardına çarpışıyordu. Belleğimin derinliklerinden yükselen bu çelişkili görüntüleri nasıl açıklayacağımı bilememenin verdiği şaşkınlıkla, düşüncelerim arasında kayboluyordum. Her şey, yerli yerine oturmayan bir yapbozun parçaları gibiydi, ama hangi parçanın nereye ait olduğunu kestiremiyordum. Kafamın içinde yankılanan sorular, cevaplarını bulamamanın sancısıyla beni suskunluğa itiyordu. Her kelime, dilimin ucuna gelip gitmiş, ama hiçbiri ses bulamamıştı.

Ansızın Bijal yengenin seslenişiyle irkildim; beni bulunduğum bu karmaşadan çekip çıkaran bir çağrı gibiydi.

"Meena, canım, iyi misin? Yüzün biraz solgun görünüyor."

Bir anda masadaki herkesin gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Hepsinin bakışlarında aynı endişeli ifade vardı. İçimdeki karmaşayı saklamak ve onların huzurunu bozmamak adına, yüzüme zar zor bir gülümseme yerleştirdim. Ancak bu gülümsemenin ardındaki gerçeği gizlemek için gözlerimi kaçırdım, sahte bir huzurun maskesi ardında saklanarak.

"Sanırım... Sadece biraz yorgunum. Uzun bir gün oldu, hepsi bu."

Odadaki sessizlik, aniden çalan kapı ziliyle bozuldu. Kalbimde biriken heyecan, bir volkan gibi patlayarak beni yerimden fırlattı.

"Ah, sonunda geldi!"

O an, tüm dikkatlerin üzerimde toplandığını fark ettim; yüzüme yayılan utanç dalgası anında alev aldı.

"Yani, şey... Salman Bey'i kapıda bekletmesem iyi olur."

Kendimi toparlamaya çalışarak, bir an duraksadım ve ardından mümkün olduğunca sakin görünmeye çabalayarak kapıya doğru yöneldim. Arkamda kalanların kıkırdamaları, bu çabamın ne kadar nafile olduğunu açıkça gösteriyordu.

Nihayet kapıya ulaştığımda, derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve kapı kolunu çevirdim. Açılan kapının ardında, beklediğim yüzle karşılaştığımda, tüm bu duygular bir anda yerini tarifsiz bir mutluluğa bıraktı.

"Salman... Bey."

İşte, buradasın; bu huzursuzluk denizinde bana sığınacak bir liman olmaya geldin.

Salman, kapının eşiğinde durdu ve hafif bir mahcubiyetle konuştu.

"Geciktiğim için özür dilerim, Meena."

Gözleri, derin bir nehrin akışı gibi baştan aşağı üzerimde gezindi; bakışlarının sıcaklığını cildimde hissettim ve nihayet boynumu saran dupattada durakladı.

"Hayal ettiğimden bile daha muhteşem..."

Bu iltifatın yarattığı sıcak dalga, yanaklarıma yayıldı. Elim, sanki kendi iradesiyle hareket ediyormuş gibi dupattaya gitti; başımı hafifçe omzumun üzerine çevirdim, bu ani utancın içinde kaybolarak.

Salman, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle içeriye adım attığında, ona yol vermek için geri çekildim ve arkamı döndüm. Ancak bir adım bile atamadan Salman'ın dupattanın ucunu sağlam bir şekilde tuttuğunu hissederek olduğum yerde durakladım. Sesim hafif bir uyarı tonuna büründü ve kelimeler arka arkaya döküldü.

"Salman Bey, lütfen, aileniz burada."

"Bunun farkındayım Meena; işte tam da bu yüzden buradayım."

Salman, anlamazdan gelerek küçük bir oyun oynamaya kararlı görünüyordu.
Bu duruma sahte bir kızgınlıkla karşılık vermek üzere ona döndüğümde, aslında bu beklenmedik olayın sorumlusunun Salman olmadığını fark ettim. Dupatta, usulca kapının koluna takılmış ve beni mahcubiyet denen sinsi duygunun kollarına bırakmıştı. O anın tatlı telaşı içinde, aceleyle dupattayı kurtardım ve Salman'ın neşeli gülüşü arkamda yankılanırken adımlarımı hızlandırarak salona doğru ilerledim.

İçeride akşam yemeği sona ermiş, herkes sofradan kalkıp koltuklara geçmişti. Salonun huzurlu atmosferinde, sıcak bir sohbetin yankıları dolanırken, Salman beni takip ederek içeri girdi. Önce ev halkını nazik bir tebessümle selamladı, ardından ailesine içten bir sevgiyle sarılarak koltuğa yerleşti.

"Nerelerde kaldın, oğlum?"

"Bugün senaryo okuması tamamlandı. Nisha da bunun için bir kutlama yemeği organize etmiş..."

Salman, annesine durumu izah ederken bir an durakladı; ardından, gözlerimin içine derin bir anlamla bakarak devam etti, sanki sözlerinin ardında yatan samimiyeti hissetmemi istercesine.

"...Benim de son anda haberim oldu."

"Seni bekledik ama Bijal Hanım ve Meena öyle leziz yemekler hazırlamışlardı ki dayanamayarak sofraya oturduk."

"Açıkçası, ben de olsaydım onları yemeyi tercih ederdim."

Sanjeet amca, sohbetin akışında bana dönünce, gözlerimi Salman'dan ayırmak zorunda kaldım.

"Hadi Meena, tatlıyı getir; Salman yemeğe katılamadı ama hiç değilse onun kadar güzel bir tatlıyla bu eksikliği telafi edelim."

Başımı onaylarcasına hafifçe eğip mutfağa geçtim, içimde tatlı bir telaşla. Arpita, peşimden geldi ve yanımda sessizce durarak yardım etmeye koyuldu. Her bir kâse, basundinin kremsi beyazlığı ve üzerini süsleyen incecik badem dilimleri ile adeta birer sanat eserine dönüşüyordu. Bu dikkatli hazırlık, tatlının lezzetini görselliğiyle de taçlandırarak misafirlere sunulmaya hazır hale getirdi.

Tatlıları taşıyan tepsiyle salona geri döndüğümüzde, Sanjeet amcanın gözleri bir çocuğun sevincini yansıtır gibi parladı.

"İşte, tatlılar da geldi!"

Arpita ile birlikte, basundi dolu kâseleri dikkatli bir şekilde misafirlere dağıtmaya başladık. Salman'ın yanına geldiğimde, ona doğru uzattığım kâseyi alırken bir anda elimi tutarak kâseyi bırakmamı engelledi.

"Meena, bu tatlıyla bizi zehirlemeyeceksin, değil mi?"

Sözleri, odada hafif bir gülüşme yaratırken, ben de göz ucuyla etrafı kolaçan ettim, elimi nazikçe çekmeye çalışırken.

"Her şeyin fazlası zehirdir, Salman Bey; fakat emin olabilirsiniz ki ben asla aşırıya kaçan biri olmadım."

Bu sözlerden sonra, elimi sıkıştığı yerden dikkatlice sıyırarak geri çektim ve ilk lokmalar ağızlarına ulaştığında, odadaki ifade değişikliklerini dikkatle takip ettim. Salim amca, basundiden ilk kaşığını alır almaz yüzünde beliren memnuniyet ifadesiyle dikkatimi çekti. Beğenisini gizlemeyerek arka arkaya birkaç kaşık daha aldı ve bu durumu gören Salma teyze, hafifçe gülümseyerek, onu uyardı.

"Salim, yavaş ye. Biliyorsun, şeker hastalığın var ve dikkatli olman gerekiyor."

Salim amca, basundinin tadını çıkarmaktan aldığı keyfi bozmadan, sevecen bir gülümsemeyle başını salladı.

"Haklısın, Salma. Ancak insan, yıllardır bu kadar iyi yapılmış bir basundi yemeyince kendini tutmakta zorlanıyor."

Sanjeet amca, Salim amcanın kaşığını tatlıdan uzaklaştırmakta pek aceleci olmadığını fark edince, hafif bir gülümsemeyle ona takıldı.

"Sizi bilmem Salim Bey, ama bu hızla devam edersem, sanırım şeker komasına gireceğim!"

Salma teyze, merakla bir kaşık alıp tatlının tadına baktı ve yüzünde beliren memnuniyet ifadesiyle biraz daha eğildi.

"Elinin lezzetli olduğu kesin, ancak bu tarifi bu kadar iyi uygulamayı nasıl başardın? Yoksa, annen mi öğretti sana?"

Bu soru, kalbimde ağır bir yük gibi hissettiren geçmişin o karmaşık günlerine, çocukluğuma doğru sürükledi beni. O anılar, bir yandan içimdeki özlemi körüklerken, diğer yandan üzerini örttüğüm yaraları yeniden gün yüzüne çıkardı.

15 Mart 1989, Ahmedabad

Sıcak bir öğleden sonraydı. Araba, bahçenin taş döşeli yolunda yavaşça ilerlerken, tekerleklerin taşlara dokunuşu hafif bir tıkırtı sesi çıkarıyordu. Yolun her iki yanında açmış olan çiçekler, bu sessiz geçişi selamlar gibi hafifçe sallanıyordu.

Araba, fıskiyenin önünde yavaşça durduğunda, aşağıya indim ve evin geniş kapısına doğru ilerledim. Rasvinder, her zamanki gibi kapıda bekliyordu. Ona okul çantamı uzattım ve nazikçe odama götürmesini rica ettim. Rasvinder çantayı alıp merdivenlere yöneldiğinde, evin sessizliğine kulak verdim. Merdivenlerde yankılanan hafif ayak sesleri dışında her şey sükûnet içindeydi.

Bu sessizlik, evin geniş salonlarında yankılanırken, bir yandan da huzur verici bir dinginlik taşıyordu. Babam henüz işten dönmemişti ve annemin de nerede olduğu belli değildi. Rasvinder'in adımları üst katta kaybolurken, içimde hafif bir merak uyandı. Chauri teyzeyi aramak için evin odalarını dolaşmaya başladım.

Nihayet mutfağa vardığımda, Chauri teyzeyi tezgâhın başında buldum. Arkasından sessizce yaklaşıp ona sarıldığımda, irkilip hafif bir çığlık attı. Ancak beni görünce rahatlayarak derin bir nefes aldı ve yüzünde sıcak bir gülümsemeyle yanağımı okşadı.

"Ah, küçük hanım, beni korkuttun. Söyle bakalım, öğlen yemeği için ne istersin?"

"Önce sen annemin nerede olduğunu söyler misin?"

Chauri Teyze, hafif bir tereddütle cevap verdi.

"Birkaç saat daha dışarıda olacak. Ama hemen sevinme, Meena; bu süre zarfında mutfaktan uzak duracaksın."

"Lütfen, dadı, sen de başlama."

"Biliyorsun ki, bu yasağa uymanı sağlamam için bana ödeme yapıyorlar."

"Yasaklar sadece ebeveynler varken geçerlidir. Henüz eve gelmediklerine göre, kim bana karışabilir ki?"

"Ama-"

Chauri teyze itiraz etti, ama ben sözünü kestim.

"Hadi ama dadı, beni oyalama. Bana öğreteceğine söz vermiştin, hatırlamıyor musun?"

Chauri teyze, başlangıçta biraz tereddüt etse de sonunda ikna oldu ve birlikte basundi yapmaya koyulurken, mutfak malzemeleri ve baharatların kokusu etrafımızı sardı. Chauri teyze, dikkatle sütü kaynatırken, ben de elime geçen bir tutam safranı gösterişli bir şekilde karıştırmaya başladım.

"Bak bakalım, doğru yapıyor muyum?"

Onun dikkatli bakışları altında safranı sütle harmanlarken, bir anda elimden kayıveren bir kaşık, tezgâhın üzerine düştü ve etrafa küçük lekeler saçtı. Chauri teyze, kaşlarını çatarak bana baktı, ama gözlerindeki gülümsemeyi saklayamadı.

"Seninle çalışmak bir macera olacak gibi, küçük hanım."

Bunun üzerine mutfağın ortasında döktüğüm sütü temizlerken, aramızdaki neşeli çekişme kahkahalar arasında kayboldu. Chauri teyzenin yanaklarında beliren gamzeler, içten bir kahkahanın habercisiydi ve ben de ona ayak uydurarak güldüm.

Basundinin kıvamı mükemmel bir şekilde oturduğunda, üzerini ince ince dilimlenmiş bademlerle süsledik. Tatlı, tezgâhta bir sanat eseri gibi duruyordu, emeklerimizin parıltılı bir yansımasıydı. Ancak mutfağın o sıcak ve neşeli atmosferi, annemin zamansız gelişiyle bir anda dağıldı.

Kapının sertçe açılmasıyla birlikte annem içeri girdi ve yüzündeki soğuk ifade, odanın sıcaklığını anında çekip aldı. Gözleri, mutfaktaki dağınıklığı hızlıca taradıktan sonra Chauri teyzeye dikildi.

"Chauri, Meena'yı mutfağa almaman gerektiğini sana kaç kere söylemem gerekiyor?"

Chauri Teyze, mahcup bir şekilde başını eğdi, gözleri yere sabitlenmişti.

"Özür dilerim, Hamsa Hanım. Küçük hanımın üzülmesini istemedim, bu yüzden-"

Annem hemen sözünü kesti, sesi sanki bir bıçak gibi havayı yararak geçiyordu.

"Jawed'in onun mutfakta vakit geçirmesini istemediğini biliyorsun. Meena'nın derslerine odaklanması gerekiyor, böyle basit işlere değil."

Bu sözler, mutfağın dört duvarında yankılanırken, annemin kararlı adımlarla tezgâha yönelip, büyük bir kayıtsızlıkla basundi dolu kaseyi alışı ve çöpe döküşü gözlerimin önünde ağır çekimde yaşandı. Annem, hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp giderken, ardında bıraktığı sessizlik daha da ağırlaştı.

"Annem..."

Sanırım o gün beni en derinden yaralayan, annemin tatlıyı dökmesi değil, beni azarlamaya bile değer görmeyişiydi. Onun gözünde adeta görünmezdim; varlığım, yokluğumla eşdeğerdi.

Hatıraların ağırlığı, zihnimi bir girdap gibi kuşatırken, kelimeler boğazımda düğümlendi. Sesim çatallanırken, gözlerimin dolacağının sinyallerini alınca boş kaseyi elime alarak mutfağa döndüm. Avuç içlerimi soğuk tezgâha yaslayarak eğildim, başım önümde. Gözyaşlarım, birbiri ardına inci taneleri gibi düşerken, arkamdan gelen hafif bir boğaz temizleme sesiyle irkildim.

"Meena, sen... Ağlıyor musun?"

Gözyaşlarımı saklamak için başımı çevirmeye çalıştım, ancak Salman hızlı bir hareketle nazikçe çenemi tuttu.

"Benden saklamana gerek yok. Sadece gülüşünü değil, gözyaşlarını da benimle paylaşabilirsin."

Ardından boynuma dolanmış olan dupattanın ucunu incelikle eline aldı, dikkatlice yüzüme yaklaştırdı ve gözyaşlarımı sildi.

"Ancak yalnızca onları kurulayabilmek için..."

"Salman Bey, bana karşı neden bu kadar anlayışlısınız? Gözyaşlarımın sebebini hiç mi merak etmiyorsunuz?"

"Bazen sadece orada olmak, yanında olmak yeterlidir. Sebeplerin ne olduğunu her zaman bilmemize gerek yok; bazen sessizlik, en güçlü bağları kurar..."

Salman bu sözleri söylerken bakışlarını gözlerimden dudaklarıma doğru kaydırdı. Parmaklarının sıcaklığı yanaklarımda yankılanırken, dokunuşu hem teselli edici hem de koruyucu bir his uyandırdı.

"...O yüzden, sadece yanında olmama izin ver."

Peki, benim asıl sebeplerimle yüzleştiğinde yine de yanımda kalabilecek miydi?

Yeni gün, yeni odamda sessizce doğuyordu. Göz kapaklarımın ardında kalan son rüya kırıntılarını silkeleyerek uyandım. Yavaşça kollarımı havaya kaldırıp gerinirken, bedenimdeki her kas adeta yeni bir güne merhaba diyordu. Yorganın sıcaklığından sıyrılarak dizlerimin üstünde yükseldim ve pencereye doğru uzandım.

Pencereyi araladığımda, sabah esintisi nazikçe yüzümü okşadı; serinliğin verdiği tazelikle içim canlandı. Dışarıdaki caddenin gürültüsü, kuşların neşeli cıvıltılarıyla birleşerek odaya doldu. Bu sesler, şehrin uyanmakta olan canlılığını ve günün telaşını fısıldayan görünmez bir senfoni gibiydi. Saçlarım, esintinin hafif dokunuşuyla dalgalanırken, yataktan kalkıp ayaklarımı yere bastım.

Makyaj masasının önüne geçip aynaya bakmak için eğildiğimde, sandalyeye rastgele asılmış olan dupatta gözüme ilişti. Kumaşın tanıdık dokusu, beni bir anda Salman ile paylaştığımız güzel anılara götürdü. O anı düşünürken, dudaklarımda beliren gülümseme, içimdeki tatlı mutluluğu dışa vurdu.

Tam bu sırada, koridorun diğer ucundan Bijal yengenin sesi yankılandı. Sesine hafif bir sabırsızlık ve telaş karışmıştı.

"Sanjeet, giderken lütfen bunları da alır mısın?"

Onun bu tanıdık sesi, düşüncelerimden sıyrılmama neden oldu ve merakla odadan çıktım. Koridorda, Bijal yengenin yeni yıkanmış çamaşırlarla dolu bir sepeti taşıyarak yavaş adımlarla salona doğru ilerlediğini gördüm.

"Sanjeet! Sana söylüyorum, duyuyor musun beni?"

Bijal yenge, Sanjeet amcanın çoktan çıktığını fark edince, hafifçe söylenerek elindeki sepeti koltuğa bıraktı. Ardından, bir elini alnına koyarak derin bir nefes aldı, diğer elini ise beline yerleştirdi. Onun bu hareketi, yorgunluğunun ve günün telaşının sessiz bir ifadesiydi.

"Bijal yenge, daha sabahın erken saatleri. Neden bu kadar yüksek sesle konuşuyorsun?"

Yanına vardığımda, tereddüt etmeden arkasından usulca eğildim ve kollarımı sevgi dolu bir şefkatle boynuna doladım.

"Arrey, Meena! Hala yapılacak o kadar çok iş var ki..."

"Sana bugün için de izin alabileceğimi söylemiştim."

"İşe başlayalı kaç gün oldu ki hemen izin almaya kalkıyorsun? Sen işine git, ben her şeyi hallederim."

Bijal yenge, sepeti almak için hamle yaptığında bir anlık tereddüt yaşadım, fakat ondan önce davranarak sepeti kucakladım.

"Hiç olmazsa çamaşırları asayım. Merak etme, fazla oyalanmam."

Bijal yengenin karşı çıkışlarına kulak asmadan daireden çıktım. Asansörü beklemek yerine, merdivenleri hoplaya zıplaya indim. Khan ailesinin kalabalığı, arka bahçedeki geniş çardağın altında toplanmış ve kahvaltı sofrasına oturmuştu. Sabahın serinliği, kahvaltı masasına yayılan taze çay ve baharatlı yemeklerin kokusuyla birleşip etrafı sarıyordu. Sohbete dalmış olan aile fertlerinin sıcak gülümsemeleri ve kahkahaları havada yankılanıyordu. Onları bölmemek için, herkese hızlıca selam verdim ve gözlerimle Salman'ı aradım; fakat o, bu neşeli kalabalığın arasında yoktu.

Çamaşırları asmak için iki ağacın arasına gerilmiş olan ipe doğru ilerlerken, arkamdan gelen küçük adımları hissettim.

"Yohan, sen miydin? Beni korkuttun."

Minik Yohan, peşimden yavaşça gelmişti; gözlerinde meraklı bir parıltı, yüzünde ise her zamanki sevimli ifadesi vardı.

"Adımı hatırlıyor musun?"

"Ne o, yoksa sen benim adımı unuttun mu?"

Ağaçların arasında uzanan çamaşır ipine doğru birlikte yürürken, sabah güneşi yaprakların arasından süzülerek üzerimize dökülüyor, her adımda etrafımızda dans eden gölgeler oluşturuyordu.

"Unutur muyum hiç, Meena abla? Üstelik bana verdiğin sözü de hâlâ tutmadın."

Sepeti çimenlerin üzerine bırakıp doğrulduğumda, Yohan sevimli bir ciddiyetle parmağını bana doğru sallıyordu. Bu hareketiyle, küçük bir öğretmen edasıyla beni uyarmaya çalışıyor gibiydi, ki bu da içten içe beni gülümsetti.

"Ne sözüymüş bu, neden hatırlamıyorum ki?"

"Bana benimle oynayacağına dair bir söz vermiştin. Hani babaannemlerdeyken?"

O sırada, elimdeki pembe sariyi asarken birden durdum ve alnıma hafifçe vurdum.

"Ah, şimdi hatırladım. Sözümü hafta sonu yerine getireceğim, Yohan."

"Kriket maçı! Sen, ben ve amcam çok iyi takım olacağız!"

Yohan'ın Salman'dan bahsetmesiyle içimde ani bir panik dalgası yükseldi. Kalbim hızla çarpmaya başlarken, elimdeki sariyi titreyen parmaklarımla ipe asmaya çalıştım. Sariyi ipe geçirdiğim an, ellerimin titremesi daha da belirginleşti ve bir an durakladım.

"S-Salman amcan mı?"

"Evet, işte bak, orada!"

Yohan, heyecanla işaret parmağını ileriye uzattı ve sabırsızlığına yenik düşerek hızla oraya doğru koşmaya başladı. Arkasından seslendim, ama o çoktan uzaklaşmıştı bile. Gözlerim, Yohan'ın koştuğu yönde, çimenlerin üzerinde rahat bir şekilde uzanmış olan Salman'a takıldı.

Salman'ın dün gece mutfakta sarf ettiği sözler zihnime dolduğunda, nefesim kesildi; kelimeleri ve o anın gerginliği zihnimde yeniden canlandı

Salman'ın dün gece mutfakta sarf ettiği sözler zihnime dolduğunda, nefesim kesildi; kelimeleri ve o anın gerginliği zihnimde yeniden canlandı. Ne yapacağımı bilemez bir halde, sariyi bir perde gibi önüme çektim, sanki onun ardına saklanarak bu yoğun bakışların etkisinden korunabilirmişim gibi.

Oysaki, aramıza giren hangi engel başarabilirdi bu bakışların sıcaklığını ve derinliğini hafifletmeyi?

Bir anda, sari nazikçe kenara itildi ve Salman karşımda beliriverdi. Parmakları hala sarinin kumaşını tutarken, gözlerini yüzümde gezdirmeye devam etti. İkna olana kadar, sanki bakışlarıyla ruhumu okurcasına, her detayı dikkatle inceledi.

"Meena, bugün dünden çok daha iyi görünüyorsun."

"Sizin sayenizde, fakat biliyorum ki teşekkür etmeme bile izin vermeyeceksiniz."

"Evet, çünkü zaten ödeştik; hayatımda tattığım en iyi basundiyi yaparak."

Gülümseyerek kabul ettim övgüsünü; biraz da utangaç bir edayla başımı eğdim.

"Mutfakta sergilediğin yeteneklerden hiç bahsetmemiştin bana. Belki de ben senin dünyana dair sorular sormayı akıl edemedim. Seni ne kadar az tanıdığımı fark ettim o an."

"Salman Bey..."

"Fakat bu kadarı yeterli değil, Meena; ruhunun derinliklerinde daha fazlasını keşfetmek istiyorum."

O sırada, sari rüzgarın nazik dokunuşuyla hafifçe savruldu, tıpkı bir dalganın kıyıya vurması gibi. Yaprakların tatlı hışırtısı, etrafımızda bir melodi yaratırken, rüzgarın serin nefesi yüzümüze hafifçe dokundu.

"Seni tanımak, Meena, kristal kaplı bir mağaranın derinliklerine inmek gibi. Her adımda yeni bir parıltı, her bakışta gizlenen eşsiz bir güzellik karşılıyor beni."

Güneşin ilk ışıkları şehrin uykulu sokaklarına vururken, işe geç kalmamak için aceleyle apartmandan dışarı fırladım. Adımlarımın hızı, kalbimin ritmiyle yarışıyordu adeta. Hava serin ve taze, sokaklar ise henüz yeni uyanmaya başlamıştı. Otoparka vardığımda, Salman'ın gösterişli jipi hemen dikkatimi çekti; parlak kaportası sabah ışığında parıldıyordu. Ancak, daha şaşırtıcı olan, Pratap'ın jipin etrafında oyalanmasıydı. Salman çoktan yola çıkmış olmalıydı, şoförsüz gitmesine şaşırarak Pratap'a doğru adımlarımı hızlandırdım.

"Günaydın, Pratap. Salman Bey bugün arabayı kendi mi kullanmak istedi?"

Pratap, beni gülümseyerek selamladı ve zarif bir hareketle jipin arka kapısını açtı.

"Daha doğrusu, gecikeceğinizi tahmin ederek beni sizi ajansa bırakmam için görevlendirdi."

"Gerçekten gerek yok, ben otobüsle-"

İtiraz etmeye yeltendim, fakat Pratap, sahte bir acındırma edası takınarak sözümü kesti.

"Efendim, Salman Bey'in talimatını yerine getirmezsem, akıbetim hakkında hiç mi endişelenmeyeceksiniz?"

Onun bu alaycı ve bir o kadar da samimi tavrı karşısında, gülümseyerek boyun eğdim. Fakat arka koltuğa geçmek yerine, ön koltuğa oturmayı tercih ettim. Pratap, arka kapıyı kapatmak zorunda kaldı ve ardından şoför koltuğuna geçip motoru çalıştırdı.

Araba, kalabalık şehir akışında ilerlerken aynaları dikkatlice kontrol etti ve hafifçe gerilerek tedirgin bir sesle sordu.

"Salman Bey'in menajeri ile tanıştınız mı?"

"Evet, maalesef, tanıştık."

Yanlış anlaşılma ihtimaline karşı aceleyle ekledim, kelimelerim dikkatlice seçilmişti.

"Doğrusu, karşılaşmamız pek de hoş değildi. Sonrasında da işler yolunda gitmedi; hatta benden nefret ettiğini bile düşünmeye başladım."

"Nisha, Salman Bey'e gerçekten çok düşkündür; geçmişteki sansasyonları göz önünde bulundurunca, bu konuda biraz da haklı. Ancak, bu durum size karşı kötü niyet beslediğinden değil, tamamen Salman Bey'i koruma amacından kaynaklanmaktadır."

Ajansın önüne vardığımızda, araba yavaşça durdu. Pratap, içten bir nezaketle araçtan inip yolcu kapısını açtı. Aşağı indiğimde, yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.

"Ancak, bana göre endişelenmenize gerek yok; sizi tanıdıkça düşündüğü gibi biri olmadığınızı fark edecektir."

Keşke bu kadar basit olsa, ama bunu gerçekleştirmek sandığımdan daha zor olacak.

Pratap'a veda ederek ajansın girişine doğru ilerledim. Danışma masasındaki kadına nazik bir selam verdikten sonra asansörün önünde beklemeye başladım. Tam o anda, yanımda Nisha belirdi.

Bugün karşılaşmayı en son isteyeceğim kişi bile değilsin.

Nisha, kusursuz bir takım elbise giymişti; kumaşın kalitesi ve dikimin zarafeti, adeta bir moda dergisinden fırlamış gibiydi. Ceketinin omuzlarına oturuşu, kendinden emin duruşunu daha da belirgin hale getiriyordu. Gözleri, soğuk bir parıltıyla etrafı süzerken; yüzündeki ifade, her zamanki gibi mesafeli ve ulaşılmazdı.

"Salman'ın arabasında ne yapıyordun?"

"Size de günaydın, Nisha Hanım ve görüşmek üzere."

Onu cevaplamaktan ziyade görmezden gelmenin daha akıllıca olacağına karar verdim. Zira, bu tür tartışmaların bir sonuca varmayacağını biliyordum. Asansörün kapıları açıldığında, içimde beliren huzursuzluk hissi, Nisha ile bu kadar dar bir alanı paylaşmak istemediğimi hatırlattı. Sessizce geri çekildim ve merdivenlere yöneldim.

Çalıştığım departmana adımımı attığımda, ofisin tanıdık atmosferi beni karşıladı. Ofisime yöneldim ve çantamı dikkatlice masama bıraktım. Ardından, Neha ve Rahul'un yanına giderek günün ilk selamlarını verdim. Sohbetimiz, işlerin nasıl gittiğine dair kısa bir değerlendirmeyle başladı.

Kısa bir süre sonra, Vikram içeri girdi. Her zaman olduğu gibi enerjik bir hali vardı ve varlığı odaya yeni bir canlılık kattı. Arka arkaya, Arjun ve Priya içeriye girdiler; onların da gelmesiyle, ekibin tam kadro toplandığını hissettim. Hep birlikte, günün en önemli toplantısı için hazırlıklara başladık.

Toplantının sonuna gelindiğinde, Radhika Hanım elindeki notları dikkatlice toparlayıp masanın üzerine koydu. Gözleriyle odadaki herkesi taradıktan sonra, gülümseyerek bana ve yanımda oturan Vikram'a doğru döndü.

"Bu arada, Meena ve Vikram, yeni televizyon reklam kampanyamız için birlikte çalışmanızı istiyorum."

Bu sözler üzerine, hafifçe arkama yaslanmış halde oturduğum sandalyemde hızla doğruldum. Kalbim heyecanla çarpmaya başlamıştı; henüz işi öğrenme aşamasında olduğum için, projeyi elime yüzüme bulaştırmaktan endişe ediyordum.

"Radhika Hanım, benim gibi bir acemiyi projeye dahil ederek riske atmak istediğinizden emin misiniz?"

Radhika Hanım, bu tereddüdü anlayışla karşılayarak yumuşak ve teşvik edici bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Sorumluluk alarak işin inceliklerini daha iyi öğreneceğini düşünüyorum. Bu projede yer almak, senin için mükemmel bir gelişim fırsatı olacak."

Vikram, yanımdaki sandalyede rahat bir şekilde oturuyordu. Gözleri güven verici bir ifadeyle parladı ve konuşmaya dahil oldu.

"Endişelenme Meena, ben yanındayım. Bu projeyi birlikte üstleniriz ve harika bir iş çıkarırız, hiç şüphen olmasın."

"Size güvenim tam, arkadaşlar. Amacımız televizyon, radyo ve basılı medya aracılığıyla geniş bir kitleye ulaşmak. Yaratıcı fikirlerinizi bir araya getirerek muhteşem bir iş çıkaracağınıza inanıyorum."

Radhika, dosyasını kolunun altına sıkıştırarak toplantı salonundan çıkarken, odada hafif bir esinti bıraktı. Herkes yavaş yavaş salonu terk ederken, ben bir süre daha tek başıma oturdum. Düşüncelerim, geniş kitlelere ulaşabilecek yaratıcı bir reklam fikri bulmak üzerine yoğunlaştı.

"Büyük bir kültürel zenginliğin, renklerin ve geleneklerin harmanlandığı bu topraklarda, insanların kalbine dokunacak bir hikaye bulmalıyım."

Masada önümde açık duran not defterine, Hindistan'ın renkli festivallerinden birini konu alarak bir taslak çizmeye başladım. Diwali, ışıkların festivali... Bir araya gelen aileler, mutlulukla dolup taşan evler ve umut dolu yeni başlangıçlar. İşte bu, insanların kalbine dokunacak bir hikayeydi.

Tam bu düşüncelere dalmışken, toplantı salonunun kapısı hafifçe aralandı ve kapının arasından Neha başını uzattı.

"Öğle yemeğine çıkıyoruz, Meena, bize katılmak ister misin?"

"Siz önden gidin, ben bunu bitirip size katılırım."

"Tamam, ama fazla gecikme."

Neha'nın arkasından kapının kapanışını izledim, ardından sandalyemde arkama yaslandım. Yorgunluk, ince bir sis gibi omuzlarıma çökmüş olsa da çalışmaya devam ettim. Birkaç ekleme daha yaptıktan sonra, yavaşça yerimden kalktım ve salonu terk ettim.

Ofise döndüğümde, odanın boş olduğunu fark ettim. Sessizlik, çalışmanın ağırlığını hafifletir gibiydi. Masama doğru ilerleyip not defterimi dikkatlice bıraktım. Gözlerim, masanın üzerinde unuttuğum telefonuma takıldı. Saatlerdir sessizce orada duruyordu, sanki benim ilgimi bekliyormuş gibi. Telefonu elime aldım, ekranında beliren birkaç mesajın titreşimi, merakımı uyandırdı.

Tam mesajları açmak üzereydim ki, bir ses düşüncelerimi böldü.

"Meena'cığım, seni burada bulduğum için sevindim."

Kapıda beliren Nisha, elinde taşıdığı karton bardaktan yükselen kahve buharı gibi, odanın atmosferine kendi soğuk varlığını yaydı.

"N-Nisha Ha-nım?"

"Seni ofis ortamında görmek istedim, fakat ne yazık ki buraya uygun olmadığını itiraf etmeliyim."

Gözlerindeki küçümseyici bakış, onun kişiliğinin keskin ve soğuk bir aynasıydı; bu bakışlar, bir kış sabahının ayazında donmuş bir göl kadar sert ve duygusuzdu. Her adımı ile birlikte, odanın içindeki hava biraz daha ağırlaşıyor, sessizlik onun varlığına boyun eğiyordu.

"Burası senin masan mı?"

Nisha, masanın üzerinde duran kamelyaların solgun yapraklarını kokladı. O an, çiçeklerin tükenmiş zarafetiyle alay edercesine, yüzünde beliren küçümseyici bir ifadeyle, aile fotoğrafımı kaptı. Fotoğrafı, umursamaz bir tavırla masaya çarparak bıraktığında, odanın sessizliği aniden çatladı. Bu küçümseyici hareket, içimdeki öfkeyi tetikledi. Sinirlerim, bir telin gerilmesi gibi gerildi ve elimdeki telefonu sertçe masaya bıraktım.

"Hangi rüzgar attı sizi buraya? Şüphesiz, beni özleyip gelmiş olamazsınız."

"Hayatım, küstah tavırların bana etki etmez. Ben Salman kadar iyimser değilim; sende gelecek vaat eden bir ışık göremiyorum."

"O halde, neden benden uzak durmayı denemiyorsunuz?"

Nisha, karşısındaki bu meydan okumaya karşılık verirken, vücudu mükemmel bir özgüvenle donanmış gibiydi. Başını hafifçe yana eğdi, bu hareket, alaycı bir merak ifadesi taşıyordu.

"Önce ajansta işe başlıyorsun, ardından Galaxy'ye taşınıyorsun. Yabani bir ot gibi, seni ne kadar temizlesek de her seferinde yeniden karşımıza çıkıyorsun."

"Eğer günün birinde Salman Bey benden gitmemi isterse, o zaman giderim; ama bu karar sizin elinizde değil."

İşaret parmağım, bir kılıç gibi Nisha'ya doğrulmuştu. Ona karşı kendimi savunmak, içimde bir zafer duygusu uyandırmış, özgüvenimi tazelemişti. Fakat Nisha'nın gözlerinde beliren o sinsi parıltı, henüz oyunun bitmediğini anlatıyordu. Sözlerimden etkilenmemiş, aksine yeni bir hamle için fırsat kolluyordu.

"Farkındayım, hayatım, ve bunu gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapacağım."

Arkasını dönüp giderken, onun bu tavırla uzaklaşmasının rahatlığını hissetmeye başlamıştım ki, bir anda geri döndü. Beklenmedik bir hareketle elindeki kahveyi elime döküverdi. Sıcak sıvı, cildime değdiği anda acı bir çığlık boğazımda düğümlendi. Aniden gelen bu darbe karşısında sendeledim, ama Nisha çoktan uzaklaşmıştı bile.

Ofisten ayrılmak üzereyken, sırtı hala bana dönük bir halde, son bir kez seslendi.

"Ya da... Ben ne yapabilirim ki, sen zaten kendine en büyük kötülüğü yapmadın mı?"

Sözleri, kahvenin yarattığı acıyı unutturacak kadar derindi. Her harfi, içimde bir yankı bırakıyor, ruhuma işliyordu. Nisha'nın bu son hamlesi, onun sadece fiziksel bir darbe değil, aynı zamanda psikolojik bir yıkım ustası olduğunu gösteriyordu. Geriye kalan tek şey, Nisha'nın arkasında bıraktığı enkazın ortasında, onun sözleri ve hareketlerinin ağırlığıyla baş başa kalmaktı.

"Meena, elin... Eline ne oldu?"

O an, düşüncelerimin girdabında öylesine kaybolmuştum ki, Vikram'ın yanıma geldiğini bile fark edemedim. Ellerini bana uzatmıştı, ama dokunmaya çekiniyordu, sanki parmak uçlarıyla dokunsa elimdeki acıyı daha da artıracakmış gibi.

"Dayanılmaz bir şekilde acıyor."

Gözyaşlarım ansızın yanaklarımdan süzüldü; tıpkı masumiyetin korumasız kaldığı bir anda, bir çocuğun hıçkırıklarıyla dünyaya meydan okuması gibi. Ancak bu gözyaşlarının kaynağı elimdeki acı mıydı, yoksa kalbimdeki derin sızı mı, kestiremiyordum. Sadece Nisha'nın beni tehdit edişinin ardındaki hakikati sorguluyordum.

Benimle ilgili ne biliyor ki beni böylesine köşeye sıkıştırabiliyor? Eğer elinde etkili bir koz varsa, bu, Salman'ı kaybetmeme yol açabilir. Böyle bir durumda ne yapmalıyım: Ondan uzak mı durmalıyım?

Düşünceler, karanlık bir bulut gibi zihnimi sararken, Vikram sessizce beni departmanın mutfağına yönlendirdi. Camekanın önünde duran masadan bir sandalye çekip beni oturttu. Sandalyeye yerleştiğimde, karşı duvarda asılı duran ilk yardım dolabına doğru yöneldi. Dolabın içini dikkatlice karıştırdı ve bir krem buldu. Ardından, önümde diz çökerek elimi nazikçe kendine doğru çekti.

"Bu krem acını hafifletir, merak etme, yarına hiçbir şeyin kalmaz."

"Yarın için pek umudum kalmadı."

Bu cümle, Vikram'ı aniden hareketsizleştirdi, elindeki kremi tutan parmakları bir an duraksadı. Gözlerinde, sözlerimin ağırlığını anlamaya çalışan bir düşünce belirdi.
Ardından, içindeki kararlılığı yeniden bulmuş gibi, Vikram nazik hareketlerle kremi sürmeye devam etti.

"Az önce ofisten çıkan Salman Khan'ın menajeri miydi? Buraya senin için mi geldi? Meena, yoksa bunu sana o mu yaptı?"

Sesinde hem şaşkınlık hem de endişe vardı, sanki cevabım her şeyi açıklığa kavuşturacak bir anahtardı.

Boşluğa kilitlenmiş bakışlarım, yavaşça Vikram'ın yüzüne indi. Ama ne diyeceğimi bilememenin verdiği çaresizlikle sessizlik en doğru cevap gibi geldi. Sözcükler boğazımda düğümlenmişti; nereden başlayacağımı, nasıl açıklayacağımı bilmiyordum.

"Anlatmak istemiyorsun, bunu anlayışla karşılıyorum."

Vikram, kelimeleri nazik bir anlayışla dile getirdikten sonra yavaşça ayağa kalktı. Onun hareketiyle ben de yerimden doğruldum. Yanık olan elimi avucunun içine aldı, sanki bu küçük hareketle tüm yükümü paylaşmak istercesine. Bakışlarım önce Vikram'ın yüzünde duraksadı; gözlerinde derin bir endişe ve samimiyet vardı. Ardından, gözlerim ellerimize kaydı, parmakları avucumdaki acıya sessiz bir şefkatle dokunuyordu.

"Salman Bey ile ne tür bir bağlantın var, bilmiyorum ama eğer sana zarar veriyorsa... Lütfen kendine bunu yapma."

Tam o anda, koridordan yankılanan adım sesleri kulaklarımızı doldurdu. Başlarımızı sesin geldiği yöne çevirdiğimizde, Salman'ın silueti belirdi. Elimi yavaşça Vikram'ın avucundan çektim, ancak olduğum yerden kıpırdamadım. Vikram, belki şaşkınlığın etkisiyle belki de durumu umursamıyormuşçasına, hareketsiz kaldı. Salman ise, yüzündeki gülümsemenin hızla silindiği o an, gördüklerini yanlış anladığını belli eden bir ifadeyle geldiği yöne doğru döndü ve koridorda yavaşça kayboldu.

"Peşinden gitmeyecek misin?"

"Başka hiçbir şeyi böylesine içten dilememiş olsam da, artık gidemem."

 

İş arkadaşlarım öğle yemeğinden döndüğünden beri, sessizliğin huzurunda masama çekilmiş, projeye adanmış bir dikkatle çalışıyordum. Zihnimin derinliklerinde birbiriyle çarpışan düşünceleri susturmanın yegâne yoluydu bu; kalemin kağıda dokunuşunda, parmaklarımın klavyede dans edişinde bir tür sükûnet buluyordum. Arada bir, Vikram ile göz göze geldiğimizde ona her şeyin yolunda olduğunu anlatmaya çalışsam da, o sessiz çırpınışlarımın ardındaki gerçeği sezmişti. Masama, üzerinde gülen bir yüz çizilmiş küçük bir çikolata bırakmıştı. O küçücük jest, içimdeki karanlığı bir anlığına da olsa aydınlatmış, dudaklarımda hafif bir tebessüm oluşturmuştu.

Gün nihayet sona erdiğinde, çantamı alıp kapıya yöneldim. Ancak birkaç adım atmışken, adımlarım beni geri çağırdı. Masama döndüm ve kurumuş kamelyaları alarak ofisin kağıt dolu çöp kutusuna bıraktım.

Eğer ondan gerçekten uzaklaşmak istiyorsam, belleğimin derinliklerine kök salmış bu anılardan vazgeçmeyi göze almak zorundayım.

Tek başıma asansöre bindim ve sessizce ajanstan çıktım. Otomatik kapının ardındaki dünyaya adım attığımda, yol kenarında bekleyen kırmızı araba gözlerimi yakaladı: Salman'ın arabasıydı bu. Çantamın omzuma astığım askısını daha sıkı kavradım, merdivenleri dikkatle indim ve ileriye bakarak yürümeye devam ettim.

Salman, arabanın önünden geçerken ani bir kararlılıkla yoluma çıkarak beni durdurdu.

"Meena, konuşmamız gerek."

"Konuşacak gücüm kalmadı, Salman Bey."

"Açıklığa kavuşturulması gereken bir konu varken sessiz kalmak, büyük bir kayıp sayılmaz mı?"

Bilmem, ben her iki şekilde de kaybetmeye alışkınım.

Yorgun bir nefes alarak arabaya yaslandım; Salman'ın kararlı duruşu, sanki üzerime çöken ağır bir gölge gibiydi. İçimdeki direnç, onun inatçı bakışları karşısında yavaş yavaş eriyordu. Pes etmenin eşiğinde, kalbimde bir savaş veriyordum; bu duruş, her zamankinden daha güçlü ve kaçınılmaz görünüyordu.

"Hey, Meena!"

Elinde kaskıyla Vikram, motosikletine binmek üzereyken gözleri beni buldu; yüzündeki ifade, içinde bulunduğum zor durumu sezdiğini açıkça ele veriyordu. Adımları hızlandı, kararlılığı ve koruma arzusuyla yanımıza doğru yaklaşırken, Salman'ın omuzları bir yay gibi gerildi.

"Salman Bey, merhabalar."

Salman, başını omzunun üzerinden çevirip Vikram'a baktığında, bakışları arasında sessiz bir meydan okuma vardı.

"Daha önce bir reklam projesinde birlikte çalışma fırsatımız olmuştu."

"Üzgünüm, fakat sizi anımsayamadım."

"Bu gayet mümkün, çünkü ben projeyi geliştiren ekipte yer alıyordum."

Salman, konuşmanın cazibesini yitirdiğini hissetmiş olacak ki, bakışlarını tekrar bana çevirdi. Ancak Vikram, neşesini bozmadan ve kararlılığından ödün vermeden söze devam etti.

"Artık Meena da o ekibin bir üyesi. Hatta şu anda üzerinde çalıştığımız bir proje bile mevcut."

Bu haber, Salman'a beklenmedik bir darbe gibi indi; yüzündeki hayal kırıklığı, onunla bu sevinçli haberi paylaşmamış olmanın bir yankısı olarak belirginleşti. Gözlerimi onun üzerindeki ağırlıktan kaçırarak Vikram'a döndüm ve sesime yumuşak bir tını katarak sordum.

"Umarım seni çok bekletmedim."

Vikram, kısa bir an için tereddüt etti, ancak hemen ardından durumu nazikçe kavrayarak toparlandı.

"Hiç de değil. Proje üzerinde beyin fırtınası yapabileceğimiz sakin bir yer biliyorum, seni oraya götüreceğim."

Vikram, kaskını bana uzattığında, yüzümde beliren hafif bir gülümsemeyle onu aldım; içimdeki kararsızlık, bu basit hareketle daha da görünür hale geldi. Vikram motosikletinin yanına dönerken, kalbimdeki ağırlık, adeta gitmemek için direnen bir çığlık gibiydi. O an, Salman'ın sesi kulaklarımda yankılandı; sanki içimde kalmak isteyen her parçama hitap edercesine, son bir kez daha şansını denemek istercesine seslendi.

"Meena, gerçekten onunla gidecek misin?"

Kalmak, tanıdık ve güvenli bir limana demir atmak gibiydi; fakat gitmek, bilinmezliğe açılan bir kapının eşiğinde durmak demekti.

Ve ben, o kapıyı bir kez aralamıştım.

"Size de iyi akşamlar, Salman Bey."

Arkamda bıraktığım varlığının ağırlığını her adımda hissederek, çoktan motosiklete binmiş olan Vikram'ın yanına ilerledim. Kaskı başıma yerleştirip arkasına oturduğumda, cesaret edip arkamı dönemedim; fakat motosikletin aynasında, hâlâ yerinde duran Salman'ın bulanık yansımasını gördüğüm an, geçmişin karanlık gölgesi yeniden üzerime çöktü.

O gün, annemin çöpe döktüğü o kıymetli tatlı gibi, şimdi de senden vazgeçmem istenmişti. Bana uğruna savaşmaktan ziyade geri çekilmek öğretilmişti. Bu yüzden, erişmeyi arzuladığım her şey, daima ufuk çizgisinde beliren bir hayal gibi, benden hep kilometrelerce uzakta kalmış gibiydi.

Sen, Salman, bir çocuğun uğruna gözyaşı döktüğü o tatlının ta kendisi miydin, yoksa her şeyin fazlasına dönüşen bir zehir mi?

 

BÖLÜM SONU

Dipnot:

Rasvinder: Genellikle Pencap kökenli bir isimdir ve "lezzetin sahibi" anlamına gelir. Bu isim, hem erkekler hem de kadınlar için kullanılabilir, ancak daha çok erkekler arasında yaygındır.

 

Loading...
0%