16. Bölüm
merve gökdere / Call It Fate│An Indian Love Story / 15│Başlamadan Biten

15│Başlamadan Biten

merve gökdere
jangmisshii

Salman'ın kolları etrafımda güvenli bir kalkan gibi dururken, içimde bir yerlerde uzun zamandır bastırdığım duyguların dalgalandığını hissettim. Kaçacak bir yerim yoktu, ama bu anın içinde, aslında hiç de kaçmak istemediğimi fark ettim. Ona teslim olmak, bu yükten kurtulmak, sırtımda taşıdığım o görünmez ağırlığı hafifletmek istiyordum. Belki de, en derin yaralarımı ve sakladığım yüzümü onunla paylaşma vakti gelmişti.

Belki de bu yüzden, onun güvenli kollarında kalmak, geçmişin hayaletlerinden kurtulmanın en doğru yolu gibi hissettirmişti.

Yıllardır tek başıma üstesinden gelmeye çalıştığım, içimde sessiz fırtınalar koparan ne varsa, şimdi onunla birlikte ses bulmak istiyordu. Ailesinin emanetine sahip çıkamamış, nişanlısına sırt dönmüş zavallı bir ruhun feryadıydı bu; sadece o duyabilir, o anlayabilirdi.

Hala beni sımsıkı tutarken, gözlerimin derinliklerinde biriken yaşlar buruk bir gülümsemeyle birleşti. Dudaklarım yavaşça aralandı ve sesim, içimdeki tüm o karmaşayı dışa vururcasına yankılandı.

"Bana karşı bir borcunuzun olması, sandığınızdan daha ağır sonuçlar getirebilir. Bunu göze alabilir misiniz?"

Salman, bu ciddiyeti dudaklarının köşesinde beliren muzip bir kıvrımla yumuşatmaya çalıştı. Hayatın getirebileceği zorlukları küçümseyen bir özgüvenle, düşünmeden yanıtladı.

"Eminim, Meena, adım kadar."

Onun kendinden emin sözleri, içimdeki gerçeğin ağırlığını hafifletmeye yetmese de, onun cesaretine hayran kalmaktan kendimi alıkoyamıyordum. İçten içe, bu sözlerin bir vaatten öteye geçemeyeceğini bilsem de, kendimi bu tatlı yanılsamaya teslim etmek istiyordum.

"Siz bu kadar emin olmadan önce... Sizinle paylaşmam gereken önemli bir konu var."

"Seni dinleyeceğim, Meena, ama daha sonra. Nasıl olsa önümüzde bolca zaman var."

Salman, dudaklarındaki gülümsemenin gölgesini kaybetmeden, sakin bir edayla bana sırtını dönüp gardırobuna doğru ilerledi. Dolabın kapaklarını açtığında, içerideki kıyafetler, sanki geçmişin ve geleceğin renkleriyle dolu birer tabloymuş gibi önüne serildi.

Bir süre boyunca, dikkatle askıdaki kıyafetleri inceledi. Parmakları, kumaşların üzerinde geziniyor, her bir dokuya farklı bir anlam yüklüyordu. Nihayet, iki gömleği eline alıp, bir karar anının ciddiyetiyle bana doğru döndü.

"Sen karar ver, hangisini giymeliyim?"

Onun bu umursamaz tavrına karşılık, yanına doğru adım attım. Ellerine nazikçe dokunarak, askıları aşağıya indirmesi için hafif bir baskı uyguladım.

"Hayır, Salman Bey, bu konu ertelenemez. Şimdi, hemen konuşmalıyız."

"Meena, ne zamana kadar bana böyle hitap etmeye devam edeceksin?"

Parmaklarım, hafifçe titreyerek burun kemiğime doğru uzandı ve orada kısa bir süre sıkıca kaldı.

"Önceliğimizin bu olmaması gerektiğini düşünüyorum."

"Ama ben önce bunu çözmek istiyorum."

Çözmemiz gereken daha ciddi konular vardı ve bu konular, üzerimize kara bulutlar gibi çökmekteydi. Fakat Salman, sanki bu fırtınanın farkında değilmişçesine, kendi önceliklerini savunuyordu. Bu basit cümlenin ardında, onun inatçılığı ve belki de bir şeyleri kontrol altında tutma isteği yatıyordu.

"Bakın, size-"

Tam o anda, Salman'ın sabırsız bakışlarına rağmen sözlerimi tamamlamaya çalışırken, kapının zili çaldı. Salman, yüzünde hafif bir kararsızlıkla bana baktı, sonra gömleklerin asılı olduğu askıları yatağın üzerine fırlattı.

Yatak odasından çıkıp koridora yönelirken, kapının açıldığını belirten ince bir klik sesi duyuldu. Merakım, adımlarımın hızını artırırken, boynumu uzatıp kapıya doğru baktım. Salman'ın kapıyı açmasıyla birlikte, ardında beliren figür beni bir anda dehşete sürükledi.

"Günaydın, hayatım."

Nisha, odanın eşiğinde tüm neşesiyle duruyordu; yüzündeki gülümseme, odadaki havayı aniden değiştirmişti.

"Nisha, bu saatte burada ne yapıyorsun?"

"Haklısın, kaza haberi medyaya sızmasın diye bütün gece uğraştığım için sabah biraz geç kalkarım diye düşünmüştüm."

Salman, kapıda adeta bir duvar gibi durarak Nisha'nın yolunu kapatıyordu. Ancak Nisha, bu engeli umursamadan, kararlı bir adımla içeriye girmek için hamle yapınca Salman, istemeyerek de olsa kenara çekilmek zorunda kaldı. Nisha'nın adımları, salona doğru uzanan bir yol çiziyordu.

"Fakat aklım sende kaldı. Sabah erkenden hastaneye gittiğimde taburcu olduğunu öğrendim. Oysa menajerin olarak bu haberi bizzat senden duymayı-"

Sözleri bir anda kesildi; bakışları salonda beni bulmuştu. Yüzünü kısmen kapatan büyük güneş gözlükleri, bir an için duraksayıp beni süzerken yavaşça aşağı indi. Kaşları soğuk bir ifadeyle kalkarken, gözleri buz gibi bir bakışla üzerimde gezindi.

"Sanırım buraya gelmek için acele eden tek kişi ben değilmişim... Belki de o, zaten hep buradaydı."

Nisha, cümlesinin son kısmını hafif bir mırıltıyla tamamladı. Sesinin yankısı, bir meltem gibi havada asılı kaldı, fakat o sırada içeri giren Salman bu ılık rüzgarı hissetmeden yanımızdan geçti. Nisha'nın gözleri, o an bana sabitlenmiş, adeta bir hedefi vurmak için nişan almış gibiydi.

Ancak Salman'ın varlığıyla birlikte bu bakışlar, bir anda yön değiştirerek onun üzerine çevrildi. Bir elini yanağına koydu; bu hareket, yüzünde yapmacık bir şefkat maskesi oluşturdu.

"Gereksiz detayları bir kenara bırakalım, hayatım. Sen nasılsın? Ağrın var mı?"

Salman'ın yanağını okşayan zarif, kemikli parmaklar, içimde bir kıvılcım gibi çakan kıskançlığın alevini körükledi. Bu görüntüye daha fazla katlanamadan arkamı döndüm, zira Nisha'nın bu hareketi beni tetiklemek için yaptığının fazlasıyla farkındaydım. Ona bu zevki tattırmamaya kararlıydım; sabrın ince ipinde dengede durmak zorundaydım.

"Ben gayet iyiyim, Nisha. Bunu... Meena'nın desteğine borçluyum."

Ardından Salman, üzerini değiştirmek üzere yatak odasına doğru ilerlerken, gözlerimiz kapının eşiğinde bir anlığına buluştu. O an, güven veren gülümsemesi içimde beliren huzursuzluğu yatıştırmaya yeter gibi görünüyordu. Ancak bu huzur anı kısa sürdü; Salman, gülümsemesinin sıcaklığıyla birlikte kapının ardında kayboldu.

Gözlerimin önünden kaybolan bu sıcaklığın ardından, Nisha bileğinde tembelce sallanan çantayı gevşek bir hareketle koltuğun üzerine savurdu. Tam önümde durduğumda, aniden arkasını döndü ve omuzlarına kusursuzca oturan pardösü, bu hareketiyle hafifçe dalgalandı, sanki kendi varlığını hatırlatmak istercesine.

"Ne kadar daha bekleyeceğim?"

Pardösüsü, omuzlarından kaymak üzere olan bir bulut gibi duruyordu, ama ben kıpırdamadım.

"Ben... Sizin hizmetçiniz değilim."

"Bu özel hizmet sadece Salman'a mı mahsus? Peki, bunun karşılığında ne alıyorsun?"

"Nisha Hanım, haddinizi aşıyorsunuz."

Nisha'nın yüzü, incelikle işlenmiş bir porselen maskesi gibi çatladı; altta yatan öfke, bir volkanın patlamasını andırırcasına yüzeye vurdu.

"Sana Salman'dan uzak durmanı söylediğimi hatırlatırım, Meena. Beni hafife almanın sonuçlarını görmek istemezsin, değil mi?"

Bu tehdidin altında yatan soğuk dehşet, her nefes alışımda içimi titretse de, kendimi bir şekilde toparlayıp sakinliğimi korumaya çalıştım. Çünkü pes edemezdim; bu, içimde yanan sevdanın bir sınavıydı.

"Bu konuda size hiçbir söz vermedim. Beni tehdit ettiniz ve bana zarar verdiniz, ancak yine de sessiz kaldım. Çünkü Salman Bey'e olan sevgim, size olan korkumdan daha büyük."

"Ah, zavallı Meena..."

Nisha, ciddiyetimin ona ne denli gülünç geldiğini belli eden keskin bir kahkaha attı ve işaret parmağını bir hançer gibi göğsüme dayadı.

"O sadece ufak bir uyarıydı. Geri adım atmanı sağlamadıysa, artık daha ileri gitmekte tereddüt etmeyeceğim."

Keskin tırnağını tenime her batırışında, içimdeki kararlılık bir pamuk ipliği gibi çözülüyor, ruhumun derinliklerinde yankılanan bir teslimiyet hissi bırakıyordu. Beni geriye doğru iten her adımda, ayaklarımın altındaki zeminin güvenliğinden bir parça daha kopup gidiyordu.

Sonunda, bacaklarım arkamdaki koltuğa çarptı ve bana kaçacak bir yer bırakmadı. Kalbim, bu kapana kısılmışlık duygusuyla birlikte hızla çarpmaya, göğsümde bir davul gibi yankılanmaya başladı.

"Salman ile hangi koşullar altında tanıştığını biliyorum. Peki, ya sen o güzel çiçekleri hastane odana gönderen ya da tüm masraflarını üstlenen cömert kişinin kim olduğunu biliyor musun?"

"S-Salman Bey, tüm bunların arkasındaki kişi oydu."

Ancak kelimeler dudaklarımdan dökülürken, içimde beliren şüphe, sessiz bir yılan misali zihnimin derinliklerine doğru sinsice kıvrılıyordu. Bir yanım Nisha'nın sözlerinin gerçeğe ne denli yakın olduğunu sorgularken, diğer yanım ustaca dokuduğu manipülasyon ağının farkında olmanın verdiği tereddütle çırpınıyordu.

Ve o, bu durumun farkında olarak, her kelimesiyle içimdeki direnişe daha güçlü bir darbe indiriyordu.

"Gerçeği öğrendiğinde hayallerin sarsılabilir; fakat bilmelisin ki çiçekçiyi arayıp yalnızca kamelyalardan oluşan on iki adet buket hazırlamalarını isteyen kişi Salman değildi."

"Siz... Bunu nereden-"

Nisha'nın tüm ayrıntılara vakıf oluşu, kalbimin kuytu köşelerinde yankılanan bir deprem misali beni sarsmıştı. Aylardır bir mendile sararak sakladığım, her bir yaprağında Salman'ın sevgisini aradığım o kamelyanın aslında onun tarafından gönderilmediğini öğrenmek, ruhumda onulmaz bir yara açmıştı.

Gözlerim geçmişin buğulu anılarına dalmışken, farkında olmadan gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Fakat Nisha, bu anın zaferini kaçırmamak istercesine, son darbesini indirmekten geri durmadı.

"Son olarak, Salman'a yardım ettiğim başka bir konu daha vardı: seninle ilgili bilgi toplamak..."

İçimde, derinlere gömülü korkularım, bir kasırganın öncü rüzgarları gibi hızla yükselmeye başladı. Ahmedabad'daki yaşantıma dair bir şeyler öğrenmiş olabileceği düşüncesi kalbimin etrafında görünmez bir çember gibi daralıyor, nefes almak her saniye daha da zorlaşıyordu.

"...Ancak, onun senin bir intihar vakası olduğunu öğrenmesini istemedim. Senden güçlü bir kız olarak söz etmişti, inanabiliyor musun? Onun bu inancını sarsmamak için elimden geleni yaptım. Bu yüzden bana teşekkür etmelisin."

Nisha, Salman'dan uzak durmam karşılığında bu sırrı saklamaya devam edecek; peki, bunu gerçekten istiyor muyum?

Sessizliğimi korurken, Nisha'nın gözlerinde haklılığını ilan etmemi bekleyen bir sabırsızlık vardı. Ancak kelimeler boğazımda bir düğüm gibi sıkışmıştı, düşüncelerim ise bir kuş sürüsü gibi darmadağınık hâlde kanat çırpıyordu.

"Nisha Hanım, bunu nasıl bir şantaj aracı olarak kullanabilirsiniz?"

"Bu durumun etik olmadığınım farkındayım, Meena. Fakat anlamalısın ki, Salman benim korumam altında. Onun etrafındaki herkesi titizlikle seçerim ve sen, bu dairenin dışında kalmalısın."

Nisha'nın bu delici bakışları altında, içimdeki tüm savunma mekanizmaları birer birer yıkıldı. Korumayı umduğum tüm sırlar, bir anda çıplak ve savunmasız bir halde, onun acımasız yargısına teslim oldu. Salman'ın etrafında oluşturduğu o görünmez duvar, aslında kendimi içine kapattığım bir kafesti. Bu engeller, Nisha'nın değil, benim eserimdi.

Bu yüzden ben, dairenin dışında kalmalıyım, hemen şimdi.

Gerçeklerle yüzleşmenin ağırlığı omuzlarıma çöktüğünde, artık orada kalamayacağımı anladım, her ne kadar kendimden kaçmak mümkün olmasa da. Ayaklarım beni nereye götüreceğini bilmeden hareket etmeye başladı. Kapıyı arkamdan hızla kapatırken, içeriden Salman'ın sesi yankılandı.

"Nisha, Meena nerede?"

Dairenin dışında, yüreği içeride asılı kalmış bir halde...

Salman'ın kapısından uzaklaşırken, adımlarım beni evimin huzur dolu ama bir o kadar da karmaşık duygularla yüklü kapısına götürdü. Dün gece öylece çıkıp gitmiş olmanın verdiği telâşla, çantamı yanımda getirmediğimi hatırladım. Neyse ki, son anda anahtarı aklıma getirmiş ve cebime atmıştım. Bu küçük metal parçası, şimdi beni kendi sığınağıma ulaştıracak tek araçtı.

Anahtarı cebimden çıkarıp kilide yerleştirirken, parmaklarımın hafifçe titrediğini fark ettim. Tam anahtarı çevirmek üzereyken, kapı aniden kendiliğinden açıldı ve kapının eşiğinde, Sanjeet amca beliriverdi. Yüzündeki şaşkınlık, sabahın bu erken saatlerinde karşılaşmayı beklemediği bir manzaraya tanıklık etmenin verdiği bir ifadeydi.

"Meena, bu vakitte nereden geliyorsun?"

Sanjeet amcanın ani sorusuyla irkilmişken, Salman'ın dairesindeki hareketliliği fark ettim ve bu telaşla Sanjeet amcayı da içeriye çektim. Kapıyı kapatırken, düşüncelerim bir girdap gibi zihnimde dönüp duruyordu. Sanjeet amca, bu halimi sessizce izlerken, ne açıklama yapacağımı düşünüyor, kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyordum. Bütün gece dışarıda olduğumu bilmesini istemiyordum; bu, yanlış anlaşılmalara yol açabilirdi.

Tam o anda, Bijal yenge antrenin girişinde belirdi. Yüzünde her zamanki sakin ve güven veren ifadesiyle, durumu hemen kavradı.

"Meena, dün anahtarını düşürdüğünü söylemiştin; şükür ki onu bulmayı başarmışsın."

Bijal yenge sözüne devam ederken, elimde tuttuğum anahtarları hafifçe havada salladım, çıkardığı tını adeta küçük bir zil gibi çevremizde yankılandı.

"E-evet... Şans eseri, güvenlik görevlisi apartmanın girişinde bulmuş ve yanına almış."

"Neyse ki kaybolmamış, ancak bu olaydan sonra, Meena, daha ihtiyatlı olman gerektiğini unutma."

Bijal yengenin bu beklenmedik yardımı, üzerimdeki yükü biraz olsun hafifletti. Sanjeet amca, onun sözleriyle ikna olmuş gibi başını salladı ve evden çıkarken yüzünde hala bir parça merak vardı ama daha fazla sorgulamadı. Kapıyı arkasından kapatmasıyla birlikte, derin bir nefes aldım ve Bijal yengeye minnettar bir bakış attım.

Ayaklarımın altında adeta bir ağırlık varmış gibi, onları sürükleyerek salona doğru ilerledim. Nihayet kanepeye vardığımda, kendimi kontrolsüzce onun yumuşak kollarına bıraktım. Bijal yengenin bu halime olan üzüntüsünü saklayamadığını görmek zor değildi.

Yanıma oturduğunda, onun şefkatine duyduğum ihtiyaç daha da belirgin hale geldi. Başımı yavaşça kucağına koydum, sanki orası dünyanın en güvenli ve huzurlu yeriymiş gibi. Onun parmakları saçlarımda gezinirken, gözlerimden süzülen yaşlar yanaklarımdan kaçıp, sığınacak bir liman bulmuşçasına kucağına aktı.

"Bijal yenge, sen de nereden geldiğimi merak ediyorsun, değil mi? Lütfen tereddüt etme ve içindeki soruyu dile getir."

"Bazen önemli olan nereden geldiğin değil, Meena, nereye gitmek istediğindir. Önce sen söyle, yolun nereye varmalı?"

İlk zamanlarda, Salman'ın bana duyduğu sevginin gerçekliğinden kuşkuluydum. Ona olan hislerimin karşılık bulamamasından korkmuştum. Kalbimde filizlenen duygular, onun bakışlarının derinliğinde yok olup gitmesin diye endişelenmiştim. Her buluşmada, sözlerinin ardında saklanan anlamları çözmeye çalışarak, içimdeki bu sessiz korkuyla savaşmıştım. Onun kalbinde gerçekten bir yerim var mıydı, yoksa bu sadece benim hayal dünyamın bir yansıması mıydı? Bu soruların ağırlığı altında ezilirken, Salman'ın gözlerine bakarak büyülü bir cevabın ipuçlarını aramıştım.

Ancak şimdi, bu sevgiye layık olamamaktan duyduğum korku içimi kemiriyordu; bir kemirgenin karanlıkta sessizce ilerleyişi gibi, yavaş ama sarsıcı bir şekilde ruhumu ele geçiriyordu. Zira ben, ailesine, nişanlısına ve en önemlisi kendisine ihanet etmiş birisiydim. İçimdeki bu karanlık, bir gölge gibi peşimi bırakmıyor, her an onun kalbinde yer edinme umutlarımı gölgede bırakıyordu. Eğer Salman, içimdeki bu derin sırrı keşfederse, bana aşkla bakan gözlerinde aniden beliren bir nefret ateşi yanmaya başlayacak, o alevler kalplerimizi yakıp kül edecekti. O an, hayal ettiğim tüm mutluluklar bir anda yok olup gidecek, kalbimdeki sevgi, yerini acı ve pişmanlığa bırakacaktı.

Kısacası, yolumun nereye varacağını bilemiyorum; belki de asıl soru, bu yolun beni ona ulaştırıp ulaştırmayacağı.

Zihnimdeki dalgalanmalar eşliğinde yatak odama döndüm. Gardırobumun kapağını araladım; içinden seçtiğim zarif bir kurta ve rahat bir kot pantolonu özenle yatağın üzerine bıraktım. Ardından makyaj masasının önüne geçtim, aynadaki yansımama bakarak yorgunluğun izlerini silmeye çalıştım. Gece boyunca peşimi bırakmayan düşüncelerin gölgesi, yüzümde hala hissediliyordu.

Tam o anda, komodinin üzerinde duran telefonumun ekranı bir ateşböceği gibi parıldadı ve içimdeki merak kıpırdanmaya başladı. Parmaklarım, gönderenin Salman olduğunu fark ettiğimde kısa bir tereddütle durakladı, ardından ekranı kaydırarak mesajı açtı.

Meri Prem: Günün telaşı içinde ilaçlarını almayı sakın unutma. Akşam, yarım kalan konuşmamızı nihayete erdirmek için sabırsızlanıyorum.

Gözlerim ekrandaki yazıların içine dalarken, yavaşça yatağın kenarına iliştim. Zihnimde dolanan düşünceler, bir nehir misali akıp gidiyordu, ama hiçbir kıyıya ulaşamıyordu. Parmaklarım, sanki görünmez bir melodi çalıyormuş gibi klavyenin üzerinde usulca gezinirken, aklımdaki kelimeler bir türlü somut bir form almayı başaramıyordu. Her seferinde sildim, yeniden başladım, ama ne yaptıysam kelimeler bir türlü yerli yerine oturmuyordu.

"Ne yapsam olmuyor, artık bırakmalıyım."

Bu sözlerin ardından ekranı kapatıp telefonu bir kenara bıraktım. Yatağın üzerine serpiştirilmiş halde duran kıyafetleri nazikçe toparlayarak üzerime geçirmeye başladım. Aynadan son bir kez kendime baktıktan sonra, derin bir nefes alarak odamdan çıktım.

Her adım, beni günün getireceklerine, belki de akşamın getireceği cevaplara biraz daha yaklaştırıyordu. Bugün, belki de bir dönüm noktası olabilirdi; belki de akşam, nihayet içimde biriken kelimeler doğru bir şekilde kıyıya vurabilirdi.

Ancak her şeyden önce, yaşanacak bir gün daha vardı önümde.

Ofisin sessiz atmosferi, sabahın erken saatlerinin getirdiği dinginlikle birleşiyordu. Masamın üzerinde, sayfaları dağınık bir şekilde serilmiş bir dosya duruyordu. Vikram ile geliştirdiğimiz proje için satış grafiklerinin dalgalı çizgilerini, hedef kitle analizlerini ve bütçe dağılım tablolarını dikkatle inceledim; her bir verinin, projemizin başarısına katkı sağlayacağına olan inancımla, bilgisayarda açık olan veri işleme programına tek tek aktardım.

Sayfaları bir araya toparlayıp dosyanın kapağını kapattım. Ayağa kalktım, dosyayı aldığım gibi odanın diğer ucundaki kitaplığa doğru yavaş adımlarla ilerledim. Dosyayı rafların arasına yerleştirirken, ofisin sessizliğinde yalnızca klavye tuşlarının ritmik sesleri duyuluyordu. Herkes kendi dünyasında, derin bir yoğunlukla çalışıyordu. Ben ise, zihnimi meşgul etmeye çalışarak zamanın akışını unutmayı deniyordum. Ancak, akşamın getireceklerini düşünmemek mümkün değildi.

"İzlerini silmeye hevesli görünüyorsun ama bırak, Meena, kalsınlar."

Birbirimizde öylesine derin izler bıraktık ki, artık bu izleri silmek yetmez; adeta kazıyarak yok etmemiz gerek.

Kitaplığa uzanırken, düşüncelerim Salman'a kaydı. Ona nasıl davranmam gerektiği konusunda kararsızdım. Son zamanlarda aramızdaki soğukluğun nedenini sorduğunda ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Düşüncelerimin derinliğinde kaybolmuşken, aniden Vikram yanımda belirdi. Sessizce yanıma yaklaşmıştı, varlığını hissetmemiştim bile.

"Ah, Vikram, sen miydin?"

Vikram, omzunu kitaplığa yasladı, kollarını göğsünde kavuşturdu ve bana bakarken yüzündeki dikkatli ifade fark ediliyordu.

"Seni korkuttum mu yoksa? Seslendim, fakat duymamış olmalısın."

"Bir şeyler düşünüyordum, o yüzden geldiğini fark etmemişim."

"Dün gece yaşananlardan sonra, Meena, aklından neler geçtiğini daha çok merak eder oldum."

Vikram'ın yüzündeki dikkat, sözlerinin bende yarattığı huzursuzluğu fark ettiğinde yerini hafif bir endişeye bıraktı. Sanki yanlışlıkla bir yaraya dokunmuş gibi, sözlerinin etkisini geri almak istercesine bir an durakladı.

"Neyse, oldukça uykusuz ve yorgun görünüyorsun. Umarım senin için her şey yolundadır."

"Pek sayılmaz."

Bu sözlerimle Vikram'ın yüzünde anında bir değişiklik oldu. Kaşlarından biri hafifçe kalkarken, gözlerinde beliren merak ifadesiyle hemen bir soru sormaya hazırlanıyordu. Ancak, ondan önce davranarak, hafif bir gülümsemeyle sözlerime devam ettim.

"Daha fazla benden bahsetmeyelim. Önceliğimiz projeye odaklanmak olmalı."

Sessiz ofiste yankılanan hafif fısıldaşmalarımız, Neha ve Arjun'un masadan başlarını kaldırıp bize doğru bakmalarına neden oldu. İkisi de meraklı bakışlarla bizi izliyor, konuşmalarımızın detaylarını anlamaya çalışıyorlardı. Onları daha fazla rahatsız etmemek için Vikram, omzundaki yükü hafifletircesine bir nefes aldı ve önerisini dile getirdi.

"Belki de biraz temiz hava iyi gelir. Ofisin dışına çıkıp bir kahve almaya ne dersin? Böylece hem projeye farklı bir perspektiften bakabiliriz hem de biraz rahatlarız."

Kafe, dışarıdaki serin esintiye karşı sıcak bir sığınak gibiydi. İçeri adım attığımızda, kahve çekirdeklerinin yoğun ve hoş kokusu bizi karşıladı. Vikram, her zamanki gibi, siparişleri vermek üzere tezgaha doğru yöneldi. Ben ise, yanımızdaki masaya oturdum ve projeyle ilgili hazırladığım taslakları düzenlemeye başladım.

Not defterim, grafik kağıtlarım ve renkli kalemlerim masanın dört bir yanına yayılmıştı. Her şeyin düzenli ve hazır olduğundan emin olmak istiyordum. Ancak, bir türlü içimdeki eksiklik hissinden kurtulamıyordum; sanki gereken önemli bir parça hala yerini bulamamış gibi.

"Ah, yine mi? Her zamanki gibi en gerekli olan şey, en olmadık zamanda kayboluyor."

Garson siparişlerimizi masaya bırakıp uzaklaştıktan sonra Vikram, sessizce yanıma döndü. Onun bakışları, telaşla bir şeyler aradığımı fark etti ve dosyayı nazikçe benden alıp masaya bıraktı. Ardından, boşta kalan elimi kendi avucunun içine alarak sımsıkı tuttu.

"Vikram... Ne yapıyorsun?"

"Asıl sen, Meena, sen ne yapıyorsun?"

Zaman, sanki o ellerin birleşiminde durmuş gibiydi; kafenin hafif uğultusu, kahve makinelerinin buhar sesleri ve etrafımızdaki insanların konuşmaları, bir arka plan senfonisi gibi uzaklaşmıştı. Sadece ellerimiz vardı; birbirine kenetlenmiş, sıcak ve samimi. Gözlerim Vikram'ın eline, sonra da onun gözlerine kaydı.

"Meena, gerçekten iyi olduğuna emin misin?"

Bu soru, beklenmedik bir misafir gibi düşüncelerimi işgal ettiğinde, içimde sakladığım duygular birer birer yüzeye çıkmaya başladı. Kendimi, güçlü görünme çabalarımın prangalarından kurtararak, güvenilir bir dostun sıcaklığında huzur bulmak istedim. Yavaşça masaya doğru eğildim, başımı kollarımın arasına saklayarak. Sessiz bir hıçkırık içime doğru yankılandı.

"İyi değilim, ancak kendimi iyi hissetmek için neye ihtiyacım var... Ya da kime, hangi yürekle? Bilmiyorum, Vikram. Artık hiçbir şeyden emin değilim, her şey bir sis perdesi ardında kaybolmuş gibi."

Bu sırada Vikram, sessiz bir bekleyiş içinde yanımda duruyordu. Müdahale etmiyor, ama varlığıyla bana güven veriyordu. Ağlamam nihayet sona erdiğinde, başımı kaldırdım, ancak mahcubiyetimin ağırlığı altında ezilerek Vikram'ın yüzüne bakamadım. Gözlerim, masanın üzerinde kenetlenmiş ellerime takılı kaldı. Vikram, sessizliğin dilini bilen bir dost gibi, anlayışlı bir tavırla bana bir peçete uzattı. İçimi çekerek peçeteyi aldım ve gözyaşlarımı kuruladım.

Bir süre daha bu sessizliği paylaştık, duyguların ağır ve yoğun havasında. Sonunda Vikram derin bir nefes aldı ve o malum soruyu sordu, sesi yumuşak ama kararlıydı.

"Bunu sormak belki de bana düşmez, fakat... Salman Bey'i bu kadar çok mu seviyorsun?"

Sakin bir suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi içimde yankılandı Vikram'ın sorusu. Avucumda sıkıca tuttuğum peçete, sanki duygularımın bir yansımasıymış gibi buruştu. Ardından hüzünle karışık bir gülümseme yerleşti dudaklarıma; bu, hem bir itirafın ağırlığını hem de kalbimdeki sevginin zarafetini taşıyan bir gülümsemeydi.

"E-vet..."

Gözlerimi Vikram'ın yüzüne kaldırdığımda, bakışlarımda korkusuz bir açıklık vardı. Bu kez kaçınmadım; gerçeği olduğu gibi kabul ettim.

"...Belki de düşündüğümden daha fazla."

"Bu durumda, sana yol göstermek ya da ne yapman gerektiğini söylemek, ona karşı bir haksızlık olur, Meena."

Vikram'ın sözleri, kalbimde ince bir sızı bıraktı. Onun bana karşı olan hislerini o an derinlemesine kavradım; ancak bunu anlamazdan gelmenin ikimiz için de daha doğru olduğuna karar verdim. Çünkü biliyordum ki, bu hisler bir kez açığa çıkarsa, Vikram bana karşı mahcup hissedecek ve karşılık bulamadığı aşkının yükünü daha da ağır bir şekilde taşıyacaktı.

"Haydi, bir yudum al."

Gözlerindeki nemli parıltıyı saklamak istercesine, kahve fincanını önüme itip içinde bulunduğumuz anı hafifletmeye çalıştı. Sesi, yüzüne yerleştirdiği neşeli ifadenin ardındaki derinliği gizlemeye çalışıyordu, fakat gözlerindeki kırılganlık her şeyi ele veriyordu.

 Sesi, yüzüne yerleştirdiği neşeli ifadenin ardındaki derinliği gizlemeye çalışıyordu, fakat gözlerindeki kırılganlık her şeyi ele veriyordu

"Aşk acısının üstesinden gelmek için ondan daha acı bir kahve gibisi yoktur."

Yatağımın üzerinde, omzumu ve başımı duvara yaslayarak oturuyordum. Açık pencereden esen serin rüzgar, perdenin narin kumaşını havalandırarak odanın içinde dans ettiriyordu. Dalgın gözlerle bu sessiz gösteriyi izlerken, düşüncelerim kendi iç dünyama doğru sürükleniyordu.

Uzun bir süredir geleceğim hakkında böylesine derin bir kaygı duymamıştım. O konuk evini ardımda bırakalı epey zaman geçmişti ve artık yıkık dökük evler ya da kaldırımda yatan insanlar günümün manzarası değildi. Geçmişe duyduğum özlem de zamanla solmuştu, tıpkı eski bir fotoğrafın renklerinin yavaş yavaş kaybolması gibi.

Yine de içimde bir yol ayrımına geldiğimi hissetmenin huzursuzluğu vardı. Burada, bu şehirde yaşamak ya da o ajansta çalışmak artık ruhumu beslemiyordu. Ancak Ahmedabad'a da geri dönemezdim; orası artık bir zamanlar olduğu gibi bir sığınak değil, geçmişin gölgeleriyle dolu bir hatıra kutusuydu benim için. Salman ise kafamda çözülemeyen bir bilmeceydi. Onunla mutlu olmak belki de tek hayalimdi, fakat kaderin laneti, bu hayalin önünde aşılmaz bir engel gibi duruyordu. Kalbimde bir yerlerde, ona olan sevgimin bu engeli aşamayacağını biliyordum.

Rüzgarın getirdiği o serin hava, bir an için içimdeki karmaşayı dindirdi. Fakat sadece bir an için; hemen ardından, kalbimdeki ağır taşların yeniden yerleştiğini hissettim. Çünkü biliyordum ki, bu yol ayrımında hangi yönü seçersem seçeyim, arkamda bıraktığım her şey bir parçamı alıp götürecekti.

Ve ben, bu parçaları toplamayı daha ne kadar sürdürebilirdim ki...

"Artık yoruldum, küçük bir parçanın peşinden koşarken koca bir bütünü feda etmekten. Bu kez buna izin vermeyeceğim."

Bir karara varmanın verdiği o eşsiz sakinlikle, yatağın üzerinde duran telefonu elime aldım. Parmaklarım, daha önceki tereddütlerimin aksine, bu sefer kesin bir kararlılıkla hareket ediyordu. Salman'ın mesajını açtım ve kalbimde biriken tüm duyguların ifadesi olarak, kısa ama anlam yüklü bir cevap yazdım.

Ben: Yarım kalan konuşmamızı tamamlamak için ben de sabırsızlanıyorum. Daha fazla zaman kaybetmeden terasta buluşalım.

Mesajın iletilmesiyle birlikte, ruhumda huzur dolu bir meltem esmeye başladı; fakat bu meltemin içinde, hüzünlü bir sonbaharın uçuşan yaprakları gibi bir iç burukluğu gizliydi. Bu an, uzun zamandır kapımı çalan bir ziyaretçinin nihayet içeri girmesi kadar kaçınılmazdı. Zamanın sabırsız akışına karşı direnemeyerek, sonunda yaşanacaktı.

Telefonu yavaşça yerine bıraktım, sanki bu anın ağırlığını da onunla birlikte bırakıyormuşum gibi. Salman'ın bana hediye ettiği dupattayı nazik bir hareketle omzuma attım. Bu ipeksi kumaş, tenime değdiğinde, onun sıcak dokunuşunu hatırlatıyordu; belki de bugünden sonra bu hissi yaşamaya daha çok ihtiyacım olacaktı.

Odamın kapısını arkamdan çekerken, içeriye son bir kez göz gezdirdim. Anıların ve hayallerin sessiz tanığı olan bu dört duvar, şimdi beni yeni bir başlangıca uğurluyordu. Adımlarım, beni yeni bir hikayeye taşıyacak olan terasın yolunu tutarken, kalbimde belirsizliğin ayak sesleri yankılanıyordu.

Terasın ağır kapısını araladığımda, hafif bir gıcırdama sesiyle birlikte içeriye serin bir rüzgar doldu. Bu terk edilmiş, unutulmuş teras, yılların izlerini taşıyan bir huzur vahası gibiydi. Hasır koltuklar, üzerlerindeki toz tabakası ve güneşten solmuş yastıklarıyla, bir zamanlar burada geçirilen neşeli sohbetlerin ve kahkahaların yankısını saklıyordu. Kenarda, eski kil saksılarda kurumuş çiçekler, zamanın acımasızlığını gözler önüne seriyordu; bir zamanlar canlı ve renkli olan bu yaşam noktaları, şimdi sadece kahverengi birer hatıraya dönüşmüştü.

Ağır ve temkinli adımlarla terasın kenarına yaklaşırken, ellerimi soğuk ve pürüzlü korkuluklara yerleştirdim. Gün batımı, gökyüzünü pembenin en sıcak tonlarına boyamıştı; o rengin içinde, kaybolmuş zamanların izlerini bulmak mümkündü. Ufukta yükselen gökdelenler, bu renk cümbüşüyle birer siluet haline gelmişti; limanın sakin sularında demirlemiş gemiler, akşamın huzurunu tamamlarcasına kıpırtısız duruyordu.

Rüzgar, denizden gelen serinliğiyle yüzümü nazikçe okşarken, saçlarımı usulca geriye doğru savurdu. Gözlerim ufka dalmışken, arkamda hafif bir hareketlilik hissettim.

"Meena, buradasın..."

Adımı seslendiğinde, sesinin rüzgarın uğultusuyla yarıştığını hissettim; sanki uzaklardan gelen bir yankı gibi zar zor ulaştı kulaklarıma.

"...Buldum seni."

Dünya yavaşlamış, zaman durmuş gibiydi; yalnızca nefes alışverişim ve kalbimin ritmi vardı hissettiğim. Ancak, ansızın belimde hissettiğim sıcak dokunuş, bu rüyadan uyanmamı sağladı. Salman'ın eli, beni gerçekliğe geri çekmiş, o sessiz büyüyü bozmuştu.

Ürpererek kendime geldim ve yavaşça bedenimi ona doğru çevirdim. Göz göze geldiğimizde, onun bakışlarında, aramızda paylaşılan tüm anlara rağmen hala söylenmemiş kelimelerin ağırlığını hissettim. İşte, bu yüzden bu terasta, rüzgarın ve sessizliğin ortasında, sadece o ve ben vardık; biz olmayı bir türlü başaramayan iki ayrı dünya gibi.

"Bir bakayım, ateşin hâlâ yüksek mi?"

Elini nazikçe alnıma doğru uzattı, ancak ben başımı hafifçe yana çevirerek, o dokunaklı temasın bana ulaşmasına engel oldum, aramızdaki mesafeyi sessizce korudum.

"Salman Bey, gönlünüzü ferah tutun. Artık benimle ilgili endişelenmenizi gerektirecek hiçbir sebep kalmadı."

Sesim, duygulardan soyutlanmış, soğuk ve mesafeliydi. Salman'ın elini havada bırakmış olmama rağmen, o, bunu umursamıyor gibi görünen bir gülümsemeyle karşılık verdi. Belki de henüz olayın derinliğini ve ciddiyetini tam anlamıyla idrak edememişti.

"Haklısın, seninle ilgili her şeye gereğinden fazla tepki vermeye başladım. Bu durum seni huzursuz ediyor mu?"

"Hayır, fakat ben-"

"Öyleyse, beni bağışla, Meena. İşten erken ayrıldığını duyduğumdan beri, hasta olabileceğin düşüncesi zihnimi meşgul ediyordu."

"Beni görmek için ajansa mı gelmiştiniz? Peki, bu bilgiyi kimden edindiniz?"

"O adam... Seni beklediğimi fark etmiş olmalı. İnanabiliyor musun, yanıma kadar sokulup senin adını dile getirme cüretini gösterdi?"

Salman, sesine hafif bir tiksinti tonu ekleyerek konuştuğunda, sözlerinin Vikram'a yönelik olduğunu hemen anladım.

"Salman Bey, unutmayın ki onun da bir adı var: Vikram."

Vikram'ın adının her anılışında olduğu gibi, yüzü sıkıntının gölgesiyle karardı ve bu yüzden konuyu bir an önce kapatma isteğiyle hemen müdahale etti.

"Her neyse, onun ismi değil, senin nasıl olduğun benim için asıl mühim olan."

"Lütfen, bana bu şekilde davranmayın."

Sözlerim, sükunetle örülmüş bir kararlılıkla doluydu; her biri dikkatle seçilmiş, yerli yerinde birer taş gibi. Ancak Salman, bu ardı ardına gelen ters cevapların yarattığı gerilimle sabrının sınırlarına doğru sürükleniyordu.

"Meena, bu ne anlama geliyor?"

"İlginiz beni adeta boğuyor, Salman Bey. Sürekli üzerimde hissettiğim bakışlarınız altında nefes almakta güçlük çekiyorum."

Rüzgar, denizden gelen tuzlu esintiyi yanaklarına taşıyordu, saç telleri hafifçe uçuşuyor, akşamın alacakaranlığına karışıyordu. Sözlerim, ince bir kılıç gibi, onun kalbine saplandı. Kaşları, şaşkınlığın izlerini taşıyan bir hareketle yukarı kalktı ve göz kapakları, bir kelebeğin kanat çırpışı kadar hızlı ve zarif bir şekilde, arka arkaya kırpıştı.

Yüzünü, ufukta yavaşça batan güneşe çevirdi; altın rengi ışık, gözlerinin derinliklerinde kaybolurken, düşünceleri uzaklara sürükleniyordu. Yumruk yaptığı elini, korkuluğun pürüzlü yüzeyinde yavaşça hareket ettirdi. Dudaklarında, acı bir tebessüm belirdi; alaycı ve bir o kadar da hüzün dolu.

"Bir kez daha aynı oyun... Beni kendinden uzak tutmak için yüreğimi acıyla sınamaktan geri durmuyorsun."

"Nasıl hissettiğimi merak etmiştiniz ve nihayetinde gerçeği öğrendiniz. Gelgelelim, bu gerçek, özlemini duyduğunuz hayallerden ne kadar da uzak, öyle değil mi, Salman Bey?"

Kelimeler, titrek dudaklarının kıyısında, düşmeye hazır bir sır gibi asılı duruyordu. Gözlerine dolan yaşlar ise, içinde kopan fırtınanın yüzeye vuran ilk dalgaları gibi, sessiz ve kararlı bir şekilde kendini gösteriyordu. Bu duygusal açıklığı, kendi içinde kabul edemediği bir zayıflık olarak gören Salman, utançla karışık bir aceleyle ellerini yüzüne götürdü. Parmakları, bu anı silmek istercesine yüzünde gezindi; sanki, içindeki o derin kırılganlığı örtmek için son bir çaba sarf ediyordu.

"Hayır, Meena, asla. Paylaştığımız bunca değerli anın ve kurduğumuz bu derin bağın ışığında, böylesine basit ve yüzeysel bir şakaya inanacağımı nasıl düşünürsün?"

"Sizce ben duygularınızı hiçe sayıp, onları alay konusu edebilecek kadar kalpsiz birine mi benziyorum?"

"Sen... Sadece sana benziyorsun."

"Sen de her daim sana benzeyeceksin, sadece sana."

Bu sözler, ona layık bir şekilde veda edebilmek için katıldığım akşam yemeğinde, onun tarafından dile getirilmiş ve o zamanlar yüreğime yalnızca mutluluk serpmişti. Fakat şimdi, bu anın ağırlığı altında yeniden işittiğimde, içime hüzünle dolan bir yankı misali beni derin bir sessizliğe sürükledi.

"Ben de zannetmiştim ki... Yanılmışım."

Salman, derinlerden gelen bir iç çekişin ardından, kelimeleri adeta rüzgarın kulağına fısıldadı. O an, onun hayal kırıklığına uğradığını ve buna sebebiyet verenin ben olduğumu bilmek, içimde tarifsiz bir kederin dalgalarını yükseltti. Ruhumun ağırlaştığını, bedenimin bu yükün altında eğilmeye yüz tuttuğunu hissettim. Fakat, böylesine derin bir güçsüzlüğe yenik düştüğümü ona aksettirmemeliydim. Bu nedenle, elimi göğsüme bastırarak, son bir gayretle kendimi ayakta tutmaya çalıştım; sanki bu basınç, içimdeki çalkantıyı dizginleyecekti.

Zaman, sessizliğin koynunda ağır adımlarla ilerlerken, Salman'ın yüzüne düşünceli bir ifade yerleşti. Kendi içsel dünyasının derinliklerinde, sanki bir kararın eşiğinde duruyor gibiydi. Başını onaylarcasına salladı; bu hareket, adeta kendi kendine verdiği bir sözün mühürlenişiydi.

"Sen nasıl arzu edersen, Meena. Gerçek hislerini benimle paylaşmaktan çekinmediğin için teşekkür ederim; böyle bir samimiyet her zaman beklenmez, değil mi?"

Bakışlarını üzerimde hissetmenin bile cesaret istediği bir tedirginlikle Salman'a baktığımda, gözlerinde beliren yaşların ışıltısı beni kararlarımdan döndürecek kadar güçlüydü. Kalbimi avuçlarımda taşır gibi bir hisle, elimi ona doğru uzattım, sanki bu hareketle aramıza ördüğüm görünmez duvarı kaldırabileceğimi umarcasına bir adım attım.

"S-Salman Bey..."

Sesim, çıkmaya çalışan ama boğazımda düğümlenen bir fısıltıdan ibaretti; ona ulaşamayacak kadar cılızdı. Bunun üzerine Salman, artık ateşin etrafında dönmekten yorulmuş bir pervane gibi, adımlarını yavaşça geri çekti. Ardından yüzüme bakmaktan imtina ederek yüzünü yeniden manzaraya çevirdi. Belki de böylece, gözlerimde biriken yaşları ve içimde akıp giden duyguları da görmemeyi tercih etti.

"Endişelenme, bu konuda sana asla kızgın değilim. Beni en başından uyarmış olman, her şeyin daha iyi anlaşılmasını sağladı. Seni kendi haline bırakacağımdan zerre kadar şüphen olmasın; bu, sana yüreğimin en samimi vaadidir."

Yüzüme bakmaktan imtina ederek sırtını döndüğünde; ona uzanan elim havada asılı kaldı, Salman, benim için ulaşılamayacak kadar uzaktı artık. Kapıyı ardında açık bırakarak terastan sessizce ayrıldı, ancak rüzgarın aniden yükselen şiddetiyle kapı, ruhumda bir sarsıntı yaratan yankısıyla çarparak kapandı. O an içimde bir şey kırıldı; bir şey sona erdi, ama adını koymak imkansızdı.

Hıçkırıklarla dolu bir nefes alırken, ellerim korkuluğun kaba ve soğuk yüzeyine sıkıca tutundu. O an, güneşin alacakaranlığa karışan son ışıklarında parıldayan bir kamelya gözüme ilişti.

Salman'ın, bana olan hislerini ifade etme niyetinin sessiz tanığıydı bu çiçek, benim kör duvarlarım arasında bu zarafete izin vermeyişimin sessiz bir itirafı...

Belki de kalbinin derinliklerinden kopup gelen bir cesaretle çıkmıştı bu terasa; hislerini, kelimelerin ötesinde bir kamelyanın diliyle anlatmak için. Fakat şimdi, umutlarının kırılgan gölgesinde, merdivenlerden yavaşça iniyordu; belki de kalbinde, gerçekleşmemiş bir aşkın melankolisini taşıyarak.

Düşünceler zihnimi bir örümcek ağı gibi sardıkça, başım dönmeye ve kulaklarımda uğuldayan bir sessizlik yankılanmaya başladı. Artık dizlerimin beni taşıyacak gücü kalmamıştı; korkuluğa sarılarak yere çöktüm ve sesim gökyüzüne yükselirken, acıyla yoğrulmuş bir ağıda dönüştüm.

Zamanın akışını yitirdiğim o anlarda, güneşin ufukta kaybolup giderken ve karanlık gökyüzünün üzerime bir örtü gibi serilirken, aldığım karardan dönmeyeceğimi iliklerime kadar hissettim ve bunu Salman'ın adı üzerine yemin ederek mühürledim.

"Salman..."

Adını son kez anmanın hüznüyle, içimde bir boşluk açıldı; sanki evrenin tüm yıldızları birer birer sönüyordu.

"Eğer seni hayatımdan çıkarıyorsam, kendimi de senin hayatından çekip almalıyım. O halde, başlamadan biten aşk maceram için geriye yapılacak tek bir şey kalıyor."

Gitmek, sessiz bir vedanın en asil haliyle...

 

BÖLÜM SONU

 

Bölüm : 17.12.2024 14:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...