

Hiçbir şey yapamıyordu Tamerlan. Sokakta koşuyordu. Sanki bir şeyden kaçıyor gibiydi. Etraftaki insanlar ise onu hayretle izliyorlardı ve içlerinden türlü türlü şeyler geçiriyorlardı. Ne olmuştu acaba? En fazla yirmi beş yaşında olan genç bir adam neden koşuyordu sokaklarda? Acaba votkayı mı fazla kaçırmıştı?
Hayır, votkayı fazla kaçırsa koşmayı bırak, hareket bile edemez, olduğu yere yığılır kalırdı. Rusya’daki özerk cumhuriyetlerden biri olan Tataristan’da alkol sadece belirli kişiler tarafından tüketilse bile halkın büyük çoğunluğu, alkolün etkilerinden haberdardı. O yüzden görenler, bunun votka veya başka bir alkollü içkiden dolayı olamayacağını anlamışlardı.
Tamerlan acı çekiyordu. Kimsenin onu anlaması mümkün değildi. Dışarıdan nasıl göründüğü ise umrunda bile değildi Tamerlan’ın. Onun şu an dünyası yanıyordu ve söndüren de yoktu. Söndürebilecek tek kişi ise, yangını başlatan kişiydi.
Yolda çiçek satan Ukraynalı bir yaşlı kadın onu durdurdu, “Oğlum, kedinin başına bir şey mi geldi ("Karadeniz'de gemilerin mi battı?" deyiminin Rus kültüründeki versiyonu)?” Tamerlan, konuşamadı. Konuşmak için kendini zorladı, ağzını açtığı anda yaşlar boşaldı gözlerinden. Ağlamaya başladı. Ona hep erkeklerin ağlamayacağını söylemişlerdi ama o, artık dayanamamıştı. Kimsenin ne düşüneceği umrunda değildi, onun için kıyametler kopuyordu.
Kadın onun bu hâline çok üzüldü. Yine de belli etmemeye çalışıyordu. Onların kültüründe bu çok yaygındı çünkü. Yanlış anlaşılabilirdi.
“Gitmem lazım,” dedi Tamerlan, zorlukla. “Buralardan gitmem lazım.” Kadın daha da şaşırarak sordu, “Ama neden?” Sonra şüpheyle baktı Tamerlan’a, “Elin yüzün de düzgün. Ayartıya kapılıp ("Şeytana uymak" deyiminin Rus kültüründeki versiyonu") bir suç mu işledin yoksa?” Tamerlan’ın ela gözleri açıldı, “Hayır, asla,” dedi. “İşte, ayartıya kapılmamak için buralardan gitmem lazım.”
Sevgilisi Kristina ile yolları ayrılmıştı Tamerlan’ın. Tabii ki bu, olabilecek bir şeydi fakat olabilecek en kötü şekilde yollar ayrılmıştı. Tamerlan, hayatında kimseden işitmediği berbat lafları işitmişti sevdiği kadından. İstenmediği yüzüne açık açık söylenmiş, evdeki artık istenmeyen bir eşya gibi kapının önüne konulmuştu resmen. Kendisini savunmasına bile izin verilmemişti. Normalde ona korona aşısını bulmuş gibi bakan insan, virüsü bulmuş gibi bakmaya başlamıştı, onu kendinden aşağı görür olmuştu. Bunu da her fırsatta gösteriyordu. Ne var ki bu durum doğal olarak Tamerlan’ı çok kötü etkilemişti. Kendisine olan saygısını yitirmiş, aynalara bile bakamaz olmuştu.
Acaba ne için yollar ayrılmıştı? Yerini bir başkası mı almıştı? Eğer yerini başkası aldıysa, neden yetersizdi? Bu, daha farklı bir şekilde olamaz mıydı?
Sorular, sorular, cevabı gelmeyen sorular...
Ne olursa olsun, bunu hak etmediğini biliyordu. Şimdi ise oturdukları apartmana gidiyordu. Bu şekilde bir hareketten sonra onunla komşu olamazdı. Ayrıca biliyordu ki, bu olaydan sonra artık ülkede duramazdı. Dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip olan ülke, ona dar geliyordu. Yapabilse, gezegen bile değiştirirdi ama tabii ki bu mümkün değildi.
Tamerlan, olanları kadına üstü kapalı bir şekilde anlattı. Kristina’dan farklı olarak o, sevdiği kadını başkalarına karşı rezil etmek düşüncesinde değildi. “Bana çok büyük saygısızlık edildi,” dedi Tamerlan, sesi düşük bir şekilde. “Tamam, insanız, istemeyebiliriz, yine de daha düzgün konuşamaz mıydı sizce de?” İsmi Olesya olan kadın, çok üzülmüştü. Onların zamanında böyle saygısızlıklar çok fazla olmuyordu. Çoğu yaşlı insan gibi Olesya da yeni nesli anlamakta bazen güçlük çekiyordu. Ne ara bu değerler kaybedilmişti? Kalp kırmaktan kimse korkmuyor muydu?
“Gençleri anlayamıyorum,” diye iç geçirdi Olesya. “Biz kocamla tartışmaz mıydık, elbette tartışırdık ama birbirimize karşı saygısızlığımız olmazdı hiç. Yeni nesil kalp kırmaktan da korkmuyor artık. Ölüm denilen bir şey var, Tanrı bize ne kadar ömür biçti bilmiyoruz.” Sonra duygusallığı bir kenara bıraktı, Tamerlan’ı teselli etmeye çalıştı. “Oğlum, ne üzülüyorsun,” dedi. “Bu kız seni bir daha görmemeli. Kendi kaybetmiş. Bir yerden aceleyle gönderiliyorsan, başka bir yere acilen gitmen gerektiği içindir.” Bunu dedikten sonra gülümsedi. Ne var ki bu durum bile Tamerlan'ı sevindirmeye yetmemişti. Slav kültürü böyleydi aslında, ilişkiler konusunda umursamaz olabiliyordu insanlar. Bu, kötü bir niyetten değildi. Karşısındaki kadın yaşlıydı, üstelik Ukraynalıydı. İkisi de Slav kültüründendi fakat Ukrayna kültürü, Rus kültürüyle karşılaştırıldığında Ukraynalıların daha sıcakkanlı olduklarını söylemek mümkündü. Üstelik Tamerlan’ın karşısındaki kadın yaşlıydı. Dünyanın her yerinde insanların yaşlandığı zaman daha da nahifleştiği, özellikle yaşlı kadınların anaçlık hislerinin kuvvetlendiği düşünüldüğünde bu durum normaldi.
“Ben başkasına gitmek istemiyorum,” dedi Tamerlan. “Yaşadığım bu olaydan sonra hele, hiç istemiyorum. Sadece yargılanmadığım, ezilmediğim, kötü hissettirilmediğim bir hayat istiyorum. Bu kadar.” Olesya başını salladı, onu anlıyordu. “O zaman şöyle yap,” dedi. “Bu kızla bütün bağını kopar. Ne varsa. Sana asla ulaşamasın.” Tamerlan başıyla onayladı, “Evet, zaten onu yapacağım.” Olesya Tamerlan’ın ellerinden tuttu, “Kurtarılacak bir tarafı kalmamış zaten, bazen bir yeri güzelleştiremiyorsan oradan gitmelisin.”
Tamerlan gülümsedi, Olesya ile vedalaştı ve Bauman Caddesi’nde yürümeye devam etti. Nihayet oturdukları apartmana gelmişti. Derin bir nefes aldı, neyle karşılaşacağını bilmiyordu çünkü. Aslında Kristina ile karşılaşmamak için dua ediyordu çünkü saçma bir hareket yapmaktan korkuyordu.
Tamerlan biraz duygusal birisiydi ve bazen duygularını çok açık yaşıyordu. Kristina ise bundan rahatsız oluyor ve ona cüzzamlı gibi davranıyordu. En sonunda Tamerlan ona karşı nötr olacağına söz vermişti, hatta yakın zamanda yaşadığı panik atak krizinde hastaneye kaldırıldığında Kristina’ya haber bile vermemişti. Kristina’nın sonradan haberi olmuştu fakat habersiz kaldığı için sitem bile etmemiş, sanki normal bir şeymiş gibi karşılamıştı bu haberi.
Tamerlan, bir şeylerin bittiğini o gün anlamıştı.
Evinin kapısını açarken apartmanın içinde topuklu ayakkabı sesi yankılandı. Tamerlan’ın hafızası güçlüydü, bu onun sesiydi. Kristina okuldan gelmiş olmalıydı. Yukarı çıkarken Tamerlan’ı gördü ve onu gördüğüne hiç mutlu olduğu söylenemezdi ama sanki mutsuz olmuş değil de bıkmış gibiydi. Tamerlan’a yaklaştı ve memnuniyetsizlikle sordu, “Burada oturmaya devam mı edeceksin?” Tamerlan ise çok şaşırmıştı çünkü bu soruyu beklemiyordu. “Ayrıldık diye apartmandan mı gitmem gerekiyordu,” dedi. “Senin kalbinden sürülmüş olmam yetmiyor mu, bir de evsiz kalmamı mı istiyorsun?” Kristina tepki vermedi, “Böyle süslü sözlere gerek yok,” dedi. “Ben sana dediğim gibi seni hayatımda istemediğim için görmek de istemiyorum.” İşler çirkinleşiyordu. “Sen ciddi misin ya, evimden mi kovuyorsun beni? Bu ev benim, hatırlatırım.”
Kristina güldü, hiçbir şey demedi. “Senin derdin ne,” dedi Tamerlan. “Güzel güzel anlaşıyorduk, neden böyle davranıyorsun? Başka birisi mi var?” Kristina başını salladı, “Yok, ayrıca olsa bile seni ilgilendiren bir durum da yok.” Tamerlan atıldı, “İlgilendiriyor Kristina Hanım, bitmemizin sebebi bir başkasıysa ilgilendiriyor.” Kristina yarım ağızla güldü, “Sen önce bir kılığına bakar mısın lütfen her yerin un olmuş. Benim yanıma yakışıyor musun acaba? Önce bir kendine gel, sonra konuşuruz.”
Şimdi her şey daha da iyi anlaşılmıştı. Kristina Tamerlan’ı küçük görüyor ve yanına yakıştırmıyordu. Bu yüzden bitmişti her şey. Bir yerde üzücüydü çünkü kimse kimseden büyük değildi, dünyada herkes insandı ve bu sebepten bitmesi çok acı vericiydi. Öte yandan, Tamerlan kendisinin bir suçu olmadığını anlamıştı. “Yazık,” dedi Tamerlan sadece. “Bir de edebiyat öğrencisi olacaksın, insan önce üslubunu düzeltir. Ne biçim davranışlar bunlar? Zannedersin aldattım ve bunu öğrendin.” Tamerlan hem çalışkan hem de yakışıklı bir Tatar erkeği olduğu için çalıştığı fırına gelen kızların çoğu ondan hoşlanırdı ve hatta tanışmaya çalışırlardı ama onun aklı Kristina’da olduğu için kimseye bakmazdı. Onun için dünya bir yana, Kristina bir yanaydı.
Etraftaki insanlar bile bu durumu garipserlerdi, bir insana bağlı kalma kavramını kaybetmiş gibilerdi. Yine de Tamerlan, ilişkisini bu şekilde yaşamayı tercih ediyordu. Nitekim bütün bu olaylardan sonra kendini sorguluyordu. Ağzından tek bir cümle çıktı, “Sen, iyi bir Tamerlan’a verdiğim son şanstın.” Kristina hiçbir tepki vermedi, sadece sordu, “Bitti mi?” Tamerlan hiçbir şey diyemeden ona baktı. Kristina kendi sorusunu cevapladı, “Ben de böyle düşünmüştüm zaten. Haydi, git artık. Mümkünse de seni bir daha görmeyeyim. İstemiyorum seni, çık git işte.”
Tamerlan hiç konuşmadı. Sadece başını salladı ve evine girdi. Kararını vermişti. Tek ihtiyacı olan, biraz cesaretti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
