6. Bölüm
Zeynep Koç / Hasretin Haritası / Gerçeklerle Yüzleşmek

Gerçeklerle Yüzleşmek

Zeynep Koç
jeijeijeinepp

Nihayet polisin odasından çıktılar. Sardaana sordu, “Nerede kalacaksın peki?” Tamerlan konuşamadı. Sardaana anlamıştı. Anne babasından rica etti, “Biz biraz yalnız konuşabilir miyiz?” Nurgusun ve Kutay başlarını salladılar ve Sardaana, Tamerlan’a uzaktaki köşeye gitmelerini başıyla işaret etti. Gittiklerinde Sardaana hafif merakla, hafif de korkuyla sordu, “Sen neyin peşindesin?” Tamerlan anlamamıştı. “O nasıl soru,” dedi Sardaana’ya şaşkın bir şekilde.

Sardaana hiç istifini bozmadı, “Kalacak yerin yok, kimin kimsen yok, senin ne işin var burada?” Sonra bir sessizlik oldu. Sardaana aslında bu yaptığına pişman olmuştu. Kimsenin hayat hikayesini bilmek mümkün değildi. Aslında Sardaana, onun bir suça karıştığından korkmuştu. “Üzüldüm,” dedi Tamerlan, çaresizce. “Kalbim kırıldı, gitmek zorunda kaldım.”

Sardaana bu cevabın üzerine şaşırdı, “Nasıl yani?” Bir sessizlik oldu. “Ciddi ciddi sadece kalbin kırıldı diye ülkeyi mi terk ettin?” Tamerlan başını salladı, “O kadar kolay değil,” dedi. “Senin hiç bir anda umutların yıkıldı mı?” Sardaana’nın gözleri doldu. “Merak etme, benim de yıkıldı. Benim de nişanlım Yakutistan’a çalışmaya gitti, bir anda değişti. Sonra öğrendim ki orada birisiyle tanışmış.” Sonra kendini toparladı, “Yine de ben kalkıp ülke değiştirmedim.”

Kızlarının bu yabancıyla uzun bir süre konuşmasından şüphe duyan Nurgusun ve Kutay, onların yanına geldiler. Sardaana heyecanla, “Karşımızda çok cesur biri var,” dedi. “Sadece kalbi kırıldı diye ülke değiştirmiş. İnanabiliyor musunuz?” Nurgusun şaşırdı, “Nasıl yani, sadece kalbi kırıldı diye, yani ortada başka hiçbir sebep yokken?” Kutay araya girdi ve babacan bir tavırla, “Olabilir,” dedi. “Kalp kırıklığı her insanda farklı işler. Kimi insan kabuğuna çekilirken kimisi böyle radikal kararlar verebilir. Bu süreci yaşamak önemli.”

Kendisine hayretle bakan Tamerlan’a gülümsedi, “Ben Rusya’da psikologtum, Türkiye’de mesleğimi yapamadım. Oradan biliyorum bu süreçleri. Şu anda bir yas ve kabullenme süreci yaşıyorsun.” Sonra düşündü, “Biz de yeğenimi karşılamak üzere buradaydık ama uçağı gecikti. Onu beklerken bir şeyler yiyelim mi?”

Tamerlan istemeyerek kabul etti ve kendilerini İstanbul Havalimanı’nın gelişinde bulunan ufak bir pastaneye doğru yönlendirdiler. Kutay işaret etti, “Siz oturun, ben geliyorum. Ne istiyorsunuz?” Tamerlan kabul etmedi. Hayatı boyunca kimseden tek bir şey istememişti ve şimdi de istemeye niyeti yoktu. “Olmaz,” dedi Tamerlan, Kutay’a. “Size yeterince yük oldum zaten, bunu kabul edemem.” Kutay, Tamerlan’ın kart uzatan elini yavaşça itti, “Senin paran burada geçmez,” dedi. “Zor bir gün geçirdin, seni biraz neşelendirelim.” Kutay ise Tamerlan’ın ne kadar yorulduğunu ve korktuğunu biliyordu. Hem Kutay’a göre, yenilecek bu tatlı ve içilecek çay onlar için bir fırsattı. Tamerlan’ın geleceğini şekillendirmek için izlenebilecek en iyi yoldu.

Tamerlan’ın mahcup bakışları altında Kutay, hesabı ödedi ve çıkacak siparişleri beklemeye başladılar. “Saçmalama,” dedi Kutay. “Sana hesap ödeteceğimi düşünmedin herhâlde?” Tamerlan mahcup bir şekilde gülümsedi.

Siparişler çıkınca beraber masaya döndüler ve Kutay, kendilerini bekleyen iki Yakut kadınına gülümsedi, “Ona hesap ödeteceğimi sandı,” dedi ve kahkaha attı. Sardaana araya girdi, “Baba, yapma,” dedi. Sonra Tamerlan’a bakıp babasına tekrar döndü, “Zor bir gün geçirdi zaten, onu daha fazla utandırmayalım.” Nurgusun da Kutay’a Yakut Türkçesinde bir şeyler söyledi. Bunun anlaşılmasını istemiyordu Tamerlan tarafından ama konu o değildi, Kutay’ın bazen patavatsız oluşuyla ilgiliydi.

“Şimdi,” diye söze başladı Kutay. “Buraya geldin ama kalacak yerin yok. Ne yapacaksın?” Tamerlan başını salladı, “Ben bir yolunu bulacağım. Tataristan’dayken kimseye muhtaç değildim, burada da olmayacağım.” Nurgusun başını gururla salladı, “İşte bunlar gençlerde görmek istediğim hareketler.” Sardaana da gülümsedi, “Ben yirmi üç yaşındayım, burada bizim yaşımızdakiler hiç böyle yapmıyor. Herkes birbirinden geçiniyor.”

Biraz daha havadan sudan konuştular. Kutay sordu, “Peki, sen bize anlat bakayım başına gelen olayları.” Tamerlan anlattı. “Çok sevdiğim bir kız vardı. Onu el üstünde tuttum. Dünya bir yana, o bir yanaydı benim için. Sonra birden, değişti. Ortada hiçbir şey yokken değişti. Ne olduğunu ben de anlayamadım. Bana çok kötü davrandı. Ben, tabiri caizse, ekmeğimi taştan çıkartıyordum. Evet, belki ona istediği hayatı veremedim ama karşılığı böyle kovulmak olmamalıydı.”

Kutay anlamıştı, “Haklısın oğlum,” dedi. “Kolay bir şey değil. Yine de ülke değiştirmeye yetecek bir şey mi, bilemiyorum. Tabii herkesin acısını yaşama şekli farklı…” Derken telefonu çaldı ve Yakut Türkçesi ile konuşmaya başladı. Gülümseyerek telefonu kapattı. “Yeğenim, Erdenay. Gelmiş. Valizini de almış, geliyor.”

Nurgusun da gülümsedi, gözleri ışıl ışıldı. “E, ne duruyorsun? Gitsene almaya.” Kutay başını salladı ve gelenleri bekleyen insanların arasına karıştı. Nurgusun Tamerlan’a döndü. “Yeğenimiz, çok tatlı bir insandır. Eminim seninle tanışınca siz de çok iyi anlaşacaksınız.” Ne var ki Tamerlan, başına gelecek olan şeyi bilmiyordu.

Yaklaşık on dakika sonra Kutay yanında kısa boylu, kumral saçlı ve mavi gözlü bir genç olan Erdenay ile geldi. En fazla yirmi yaşındaydı bu genç. Tamerlan, hayranlıkla onu izliyordu. Ne yakışıklı birisiydi böyle. Belki kalbi de aynı gözleri kadar güzeldi. Ne var ki hisler karşılıklı değildi çünkü Erdenay, Tamerlan’ı gördüğüne pek mutlu olmamıştı. Merakla sordu, “Bu arkadaş kim?”

Kutay ona durumu biraz anlattı. Erdenay Tamerlan’a şüpheyle baktı. “Amca, biraz yalnız konuşabilir miyiz?” Dedi ve uzaklaştılar. Giderlerken Erdenay, Tamerlan’a hâlen şüpheyle bakıyordu. Tamerlan, bunun olacağını hiç tahmin etmemişti. “Kalbi Yakutistan kadar soğuk,” diye düşündü. Tamerlan İstanbul’u bilmediği için, burada kimsenin kimseye güvenemeyeceğini bilmiyordu. Gerçi, bunu çok ağır bir şekilde öğrenmişti ama o bazen geç kavrıyordu.

Erdenay nihayet kimsenin onları görmediğine emin olduktan sonra amcasına sinirle sordu, “Ata, en has da nehilikter?” (Saha dilinde “Amca, sen ne halt ediyorsun?”) Kutay’ın gözleri büyüdü, “Ne yapmışım ki oğlum?” Erdenay güldü fakat bu ortada eğlenceli bir şey olduğu anlamına gelmiyordu, “Elin oğlu, tanımazsın etmezsin,” dedi. “Belki kötü niyetli. Siz nasıl tanıştınız bununla?” Kutay her ne kadar Tamerlan’ı çok iyi tanımasa da, Erdenay’ın bu hareketine sinirlenmişti. “Biraz saygılı ol önce,” dedi. “Amcanla konuştuğunu unutma. Babandan çok beni gördün, benim yanımda büyüdün. Saygısızlık etme.” Sonra sakinleşti, “Bu çocuk burada kapkaça uğradı. Rusya’dan kalkıp gelmiş buralara. Zor şeyler de yaşamış. Bize hayat hikâyesini anlattı.” Erdenay önce saygısızlık ettiğine pişman oldu. Babasını üç yaşındayken kaybetmiş, annesi de onu terk edince amcasıyla büyümüştü. Sardaana onun ablası gibiydi. Aslında o, Sardaana için endişeleniyordu. Sardaana tam bir Yakut prensesiydi. Beline kadar uzun sarı saçlar, bembeyaz bir ten, safir mavisi gözler… Sırf güzelliği için ona yaklaşan insanların çok olacağını bildiği için kendince ablasını korumaya çalışıyordu. Tamerlan’ı da böyle biri sanmıştı. Keşke Tamerlan’ın yüreğinin içini bir saniyeliğine de olsa görebilseydi.

Kendini topladı, “Bige kördös tüber, ata,” (Saha dilinde, “Gerçekten özür dilerim amca.”) dedi. “Sadece biliyorsun, İstanbul. İnsanlar çok kötü.” Sonra işaret etti, “Haydi, gidelim. Bizden şüphelenmesinler.” Erdenay’ın içi hâlen rahat değildi ama hiçbir şey belli etmeden masaya döndüler.

Tamerlan durumu anlamıştı, “Rahatsız olduysanız ben kalkayım,” dedi. “Ben zaten gidecektim…” Nurgusun Tamerlan’a oturmasını işaret etti. “Saçmalama,” dedi. “Erdenay biraz şüphecidir.” Erdenay Tamerlan’a imalı bir bakış attı, “Eh, burası İstanbul,” dedi. “Burada neler neler görüyoruz, duyuyoruz. Çok normal bence böyle hissetmem.” Tamerlan mahcup olmuştu, “Yok, yok,” dedi. “Ben kalkayım. Zaten yolum var. Gidip Türk numarası alacağım.” Sardaana atıldı, “Ben sana yardım edeyim…” Tamerlan nazik bir şekilde, “Yok, sağ olun,” dedi. Nurgusun üzgün bir sesle, “Tamam, numaranı al gel, bize de ver. Bizde kalsın.” Yeğeninin yaptığı patavatsızlığa üzülmüştü.

Tamerlan başını salladı ve beklemelerini işaret ederek oradaki bir operatör mağazasına gitti. Onun gözden kaybolduğunu gören Sardaana, Erdenay’a döndü, “Aferin yani,” dedi. “Çocuğun yüzüne bir sana güvenmiyorum demediğin kaldı.” Erdenay hiç istifini bozmadı, “Ama haksız mıyım,” dedi. “Nedir, ne değildir, belli değil. Hemen masanıza oturtmuşsunuz. İstanbul’da yaşıyoruz. Haberleri hiç mi okumuyorsunuz?”

Nurgusun kararlı bir sesle, “Haklısın, ama haklı değilsin,” dedi. “Yani ikisi de. Çocuk zor şeyler yaşamış, buraya gelmiş. Üstelik havaalanında telefonu çalındı, biz yardım ettik ona. Sardaana ablan tercümanlık yaptı. Şimdi böyle davranmak olur mu?” Erdenay alaycı bir sesle, “Allah bilir evinize de davet etmişsinizdir onu.”

Sardaana başını olumsuz anlamda salladı, “Zaten çok gururlu biri, babam poğaça alırken ona ödetmemeye çalışmış da babam kızınca kabul etmek zorunda kalmış.” Erdenay’ın o alaycı bakışı gitmedi, “Eh gerçekten o kadar gururlu olsaydı size ödetmezdi.” Nurgusun ve Sardaana birbirlerine baktılar, başlarını olumsuz anlamda salladılar. Kutay kararlı bir sesle, “Ne yaparsanız yapın hanımlar, Erdenay bu çocuğu tanıyana kadar ikna olmayacak. On yedi senedir bizimle yaşıyor, bilmiyor musunuz?”

Erdenay gerçekten inat bir gençti. Bir şeye ikna olması için isterse bin kişi dil döksün, ona bir şey ifade etmezdi. Kendisinin görmesi gerekiyordu. Bu durumda da bu şekilde yürüyecekti. Tamerlan’ı zaman geçtikçe tanıyacaktı. Acaba sonu iyi olacak mıydı? Bu da şüpheliydi.

O sırada Tamerlan, operatör mağazasında zorluk yaşıyordu. İngilizce bilmiyordu, operatör mağazasındakiler de Rusça bilmiyorlardı. Kırık Türkçesiyle konuştu. Operatör mağazasındaki genç kadın alaycı bir gülüşle arkadaşına döndü, “Yolunacak kaz bulduk.”

Kaz.

Ne demekti bu? Kasiyer kadın, Tamerlan’a salak mı demişti? Tamerlan buna çok içerlemişti. Ne var ki bunu söylerken ses tonunu kontrol etmesi gerektiğini unutmuştu, mağazadaki gençlerden biri bunu duydu, “Yolunacak kaz ha,” dedi kasiyere gidip. “Ne biçim konuşuyorsunuz? İki kuruş kazanacağım diye yaptığınız hoş mu? Böyle mi tanıtacağız İstanbul’u, Türkiye’yi yabancılara?” Kasiyer kadın Ceren hiç istifini bozmadı, “Bunlarda para bol ama,” dedi. “Gezerken iyi, biraz da bize gelsin, ülkeye döviz girsin.” Duyarlı genç Volkan başını salladı, “Tamam, döviz girsin ama bu şekilde değil. Helal yolla girsin. Sizde helal haram kavramı yok mu? Bir de Müslümanım diye geçinirsiniz,” dedi Ceren’in boynundaki ayet kolyesini işaret ederek. Ceren sinirlendi, “Sen bana baksana,” dedi. Tam sesini yükseltecekti ki Nurgusun’un sesi duyuldu, “Durun!”

Döndüler. Nurgusun çok telaşlı görünüyordu. “Ne yapıyorsunuz?” Volkan durumu kibarca açıklamaya başladı, “Ablacığım, bu arkadaşımız kendine hat bakıyordu ama kasiyer onunla dalga geçti, yolunacak kaz bulduğunu söyledi, ben de kendimi tutamadım. Olay bu.” Nurgusun Ceren’i şöyle bir süzdü. Aslında temiz yüzlü bir kıza benziyordu Ceren ama bu olaydan sonra Nurgusun’un tek görebildiği, onun yaptıklarının çirkinliğiydi. Cıkladı, “Ne kadar ayıp,” dedi. “Bu kadar temiz yüzlü bir hanıma bu hareketler oldu mu şimdi?” Ceren cevap veremedi. “Özür dileyeceksin beyefendiden.” Ceren ısrarla, “Ama Türkçe bilmiyor…” Nurgusun kaşlarını çattı ve o mavi gözleri bir safir taşı gibi açıldı, “Türkçe bilmemesi ve yabancı olması bütün bunları mübah kılmıyor ama.” Sonra sordu, “Özür diliyor musun, yoksa polisi çağırayım mı?” Ceren başını eğdi, “Özür dilerim kardeşim.” Arkasını döndü ve gitti.

Tamerlan hiçbir şey anlamamıştı. Nurgusun’a sordu, “Ne oldu böyle?” Nurgusun ona üstü kapalı bir şekilde anlattı. Tamerlan çok şaşırmıştı. Hayal ettiği İstanbul ile bir saat içinde gördüğü İstanbul kesinlikle aynı değildi. Hayal kırıklığına uğramıştı. O İstanbul’un tarih kokusuna, temiz gülüşlü insanlarına, misafirperverliğine ve sıcak çay yakınlığına inanıp gelmişti. Ülkeye gireli daha bir saat olmuştu, hem hırsızlığa hem dolandırıcılığa uğramıştı. Üzülmüştü. Yalnız kalmıştı. Yine de dönmeyi düşünmedi. Bir karar aldığında ve onu uyguladığında genellikle dönmezdi. Sonucunu alana kadar uğraşırdı. Bunda da öyle yapacaktı.

Nurgusun, “Böyle yerlerde genelde yabancıları dolandırmaya çalışabilirler,” dedi. “İzin ver, numaranı sana ben alayım.” Tamerlan mahcup bir şekilde gülümsedi, “Hayır, kabul edemem, zaten yanlış anlaşıldım…” Nurgusun yine kaşlarını çattı, “Saçmalama, Erdenay sadece biraz tedbirli biri. Zamanında üniversitede birine yardım etti, ondan bir ihanet gördü. Kimseye güvenmiyor o yüzden. Senin ne kadar iyi biri olduğunu ve zararsız olduğunu anladığında düzelecektir, hatta ben inanıyorum ki bugünkü olayları gülerek hatırlayacaksınız.” Numarayı aldıklarında Nurgusun numarayı not aldı ve kendi numarasını da Tamerlan’ın telefonundan çaldırdı, “Kalacak yerini bulduğunda bizi arıyorsun. Ne olursa olsun ulaşıyorsun. Tamam mı?” Tamerlan gülümseyerek başını salladı.

Mağazadan çıktılar, “Tamam, şimdi seni metroya götürelim,” dedi Nurgusun. “İşlek yerlerde güzel oteller var. Buradan çıkıp Gayrettepe durağında inersin, M2 metrosuna aktarma yaparsın. Oradan Taksim’e geçebilirsin. Yer bulursun illa. Merak etme.” Tamerlan, “Ben herkesle vedalaşayım o zaman,” dedi. Nurgusun başıyla onayladı ve dışarıda onları bekleyen Sardaana, Kutay ve Erdenay’ın yanına döndüler. “Bu çocuğun da başına gelmeyen kalmadı,” dedi Nurgusun, üzgün bir şekilde. “Dolandırılıyordu.” Kimse bir şey söylemedi. Tamerlan kapıya yöneldi, “Ben artık gideyim,” dedi. “Nasılsa çok vaktinizi aldım.” Kutay başını salladı, “Tamam oğlum,” dedi. Sardaana’nın aklı ise onda kalacaktı ama bunu belli edemedi. İç çekti. “Dikkat et,” dedi. “Sana nasıl ulaşacağız?” Nurgusun sıcak bir sesle, "Merak etmeyin,” dedi. “Numarası bende. Bizi bir yer bulur bulmaz arayacak. Değil mi?” Tamerlan başını salladı.

Böylece Tamerlan yeni hayatının ona getireceklerini görmek üzere bu temiz bakışlı Yakut ailesini arkasında bırakarak kalabalığa karıştı.

Bekleyeni yoktu, bu durum onun biraz içini acıttı ama sonra bir gerçeği anladı; onun bekleyeni İstanbul’un ta kendisiydi.

Bölüm : 21.02.2025 04:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...