@jenniferroyce
|
Bu kitabın ilk sayfasını açan ve okumaya niyetlenen herekese merhaba...
Zorba Aşık benim ilk kitaplarımdan biri ve basılmış durumda hatta ikinci baskısı bitti. Yayınevimle yollarımızı ayırdığım için sizlerle tanışma hikayesi olarak burada yayınlamaya karar verdim. Umarım severek okursunuz.
Kategoriye gelince, yazdığım türün Türkye'de bir karşılığı yok. Diğer ülkelerde Historical Fiction Romance olarak geçiyor. Yani Romantik Tarihi Kurgu. Daha önce bu türü okumayanlar için bilgilendireyim olaylar, kişiler ve zaman çok çok geçimişte kalıyor. Bu türün öncüleri Judith McNaught. Elizabeth Hoyt, Julie Garwood, Julia Quin, Sabrina Jefries, Monica McCarty...
Eğer modern dünyanın teknolojisinden kaçmak, lordlar, kontlar, dükler, düşeslerle tanışmak siterseniz, eskinin romantik aşklarına özlem duyuyorsanız, masallarda kaybolmak istiyorsanız tam da doğru yerdesiniz.
Şimdi bu açıklamaları yazarken bir zamanlar wattpad'e yazdığım günlere döndüm ve heyecanlandım.
Sizlerle tekrar bu sayfalarda buluşunca belki de o eski heyecana kavuşurum.
Kurgumuz 1700'lü yıllarda İskoçya'da geçiyor. Hikayenin siyasi ayağı gerçek olaylara dayanıyor. Ben bu gerçekliğin üzerine tatlı bir aşk hikayesi giydirdim. Umarım severek okurusnuz. Diğer bölümleri yayınlama hızını hikayenin okunma oranı belirleyecektir. Hepinize çok teşekkür ederim.
Eski okuyucularım için yeni kurgular yakında yayınlanmaya başlayacak.
BÖLÜM 1 Yatağına uzanan Sheena aklında binbir düşünce, içi sonlandıramadığı huzursuzluklarla dolu, uykusunun gelmesini bekliyordu.Odada titreşen iki mum, ortamı aydınlatmaya yetmiyordu. Elbiselerini koyduğu dolabı ve hemen yanındaki ceviz ağacından masası, karanlıkta duvarı tırmalayan birer canavara dönüşmek üzereydi. Bakışlarını kaçıran Sheena bu defa da şöminenin bir canavarın kocaman ağzına benzeyen karanlığına takıldı. Önündeki koltukları yutmaya hazırlanıyormuş gibi ürperdi. Aptallığına gülerek söylendi. Canavar kalenin içinde bir yerlerdeyken, şu an odasına Mahşerin Yedi Atlısı girse bu denli korkutucu olmazdı.Onun ne istediğini bilmiyordu, sadece babasını zorladığını tehdit ettiğini öğrenebilmişti. Neyle tehdit ettiği açıktı.Genç kızı elinde koz olarak kullanıyordu Babası ketum bir sessizlikle adamın öğrenmeye çalıştığı her neyse söylememişti. Hiçbir şey Sheena’nın babasının hayatından daha önemli değildi, söylemesi için babasına baskı yapabilir, daha sonra Fergus’tan kurtulabilirdi. Adam babasının iyileşebilmesi için şifacı çağırmalarına bile izin vermiyordu. Örenmek istediğini alırsa babasını iyileştirecek birini bulabilirdi. kahretsin, bu kadar önemli olan sır neydi? Fergus’un gözünü döndürecek ve babasının ölümüne sebep olabilecek kadar önemli miydi? Kapı aniden tıklatılıp açılınca, gerçeğe dönen hayaletlerinin korkusuyla, yataktan sıçradı. İçeri giren tombul kadın silueti, kızı “Leydi Sheena!” diyerek rahatlatmaya çalıştı. “Brenna, ne oldu?” Orta yaşlı kadın korkuttuğu kızın yatağına yaklaştı. Kısık sesle, “Leydim, babanızın kapısındaki nöbetçiyi kısa bir süreliğine Catlien oyalayacak.Bir an önce gidip babanızı görmelisiniz,” derken bir taraftan da yatağın ayakucuna atılmış elbisesini aldı. Hâlâ yatakta şaşkın bir şekilde oturandoğru telaşla yürüdü. “Giyinmelisiniz.” Sheena kadının söylediklerini idrak ettiğinde sevinçle yataktan fırladı. Geceliğini telaşlı parmaklarla çıkardı. Brenna’nın yardımıyla elbisesini aceleyle üzerine geçirdi. “Nöbetçinin kapıda olmayacağından emin misin?” “Catlien onu aşağıya mutfağa götürdü. Çok fazla zamanınız yok. Gidin ve babanızın nasıl olduğunu gözlerinizle görün.” Sheena kadının boynuna sarıldı. “Şimdi git, seni burada bulmasınlar,” diyerek odadan çıktı.Ne olacağı umurunda değildi. Vakit çok geç olmamasına rağmen kale halkı işlerini erkenden bitirmiş ve evlerine çekilmişti. Sabahın erken saatlerinde başlayan gün bu saatlerde bitiyordu.Telaşla koridoru geçip merdivenleri indi. Babasının katına geldiğinde yine de temkinle koridora bir göz attı. Brenna’nın dediği gibi nöbetçi ortalarda görünmüyordu. Gürültü yapmamaya çalışarak hedefine koştu.Arkasındaki koridoru son bir kez inceledikten sonra içeriye girdi.Oda loştu ve şömine yanıyordu. Usulca yürüyerek yataktaki yaşlı adama yaklaştı.Diz çöküp cansız bir şekilde duran yaşlı eli avucuna aldı.Başını eğerek önce öptü sonra yanağını dayadı. Gözlerinden akan yaşlar buruşuk ele damladı. Omuzları sessiz hıçkırıklarla sarsılırken sesinin çıkmaması için elini ağzına bastırdı.“Babacığım, beni bırakma, lütfen…” diyerek gözyaşları arasında fısıldadı.Avuçlarında duran hissiz parmaklar kıpırdayınca umutla başını kaldırıp babasının yüzüne baktı. Yaşlı adamın kirpikleri kıpırdadı.Aralanan göz kapaklarının altından yorgun ve ölüme yaklaşmış bir adamın bakışları ortaya çıktı. Titreyen mumun ışığı altında ne kadar zayıfve beyaz görünüyordu. Onu böyle yaşamdan vazgeçmiş görmek ne kadar acı vericiydi. “Sheena, ben... Beni...”Sesi, zayıf bir nefes gibi duyuluyordu. Dudakları neredeyse hiç kıpırdamamıştı. Sheena duyabilmek için üzerine eğildi. “Babacığım, lütfen konuşarak kendini yorma. Dinlenmen lazım.” Yaşlı adam parmaklarında kalan son güçle avucundaki narin parmakları sıkarak, “Be… Beni dinle-me-lisin…” diyerek içine zorlukla çekebildiği kesik bir nefes aldı. Sheena, “Baba lütfen!” derken yanaklarından damlayan yaşlara aldırmadı. Lord, vaktin tamam olduğunu hisseden birinin canlılığıyla onu susturdu. “Dinle… Beni… Sana… Anlatacaklarımı…Asla kimseye söylemeyeceksin! Söz ver bana!” Sheena boğazına takılan yumruyu atamadı, sadece başını sallayabildi. “Söz ver…” Genç kız çaresiz bir sesle, “Söz veriyorum,” diye fısıldadı. Yaşlı adam biraz daha yaklaşmasını işaret etti. Çok yorulmuştu, artık sonsuz mekânında dinlenmek istiyordu. Gözü arkada kalacaktı. Sevgili kızını kim koruyacaktı? Sheena babasının dudaklarına başını eğdi. Fısıltıyla çıkan sesi dinlerken yaşlı adamın söylediklerini aklına not etmeye çalışıyordu.Sonra adam ona yatağın döşeğini kaldırmasını işaret etti. Genç kız söylediğini yaparak altında duran katlanmış kâğıdı aldı. Babası avucunu üzerine koyarak kapattı.“Bunu sakla… Asla kimseye verme… Bedeli… Ne… Olursa olsun… Ve…Oraya gittiğinde… Asla ama asla… Benim kızım…Olduğunu söyleme… Duydun mu beni?” “Evet, babacığım duydum.” “Bu kâğıt ve sana anlattıklarım...” Durdu ve nefes almaya çalıştı. “Asla Fergus’un eline geçmemeli.” Sheena elindeki kâğıdı katlayıp elbisesinin gizli cebine koyarken, “Söz veriyorum babacığım ama buradan nasıl çıkacağımıbilmiyorum,” diye fısıldadı. “Yaşlı seyis Arnold’u bul… Seni dışarı çıkaracaktır,” dedi halsiz bir sesle. “Kale kapısından neden geçemeyeceğimi anlamıyorum.” “Kapıdan girmen mümkün değil. Geçidi kullan.” Yaşlı adam artık iyice yorulmuş ve güçten düşmüştü. Son görevini de başarıyla tamamlamış birinin huzuruyla gözlerini kapattı. “Artık dinlen ve beni merak etme, babacığım.” Daha sözünü bitiremeden kapı hızla açılarak arkasındaki duvara şiddetle çarptı. Genç kız beklese de korkuyla irkilmekten kendini alamadı. Kapıdan giren adam mum ve şöminenin zayıf ışığında daha korkutucu görünüyordu. Yüzü öfkeden sertleşmiş,gözleri kızgınlıktan çakmak çakmak, iki adımda kızın yanında belirdi.Çekerek kaldırdığı kızın kolunu bırakmamış ve daha da sıkmıştı.“Sana bu odaya girmeyeceksin, demedim mi? Madem girdin, işe yarar bir şeyler öğrenmişsindir umarım! Söyle, sana ne anlattı?”Çirkinleşmiş yüzünü görmek için başını kaldırıp bakmasına gerek yoktu.Bu öfkeli yaygaradan korkup sinmekten yorulmuştu Sheena.Sırtını dikleştirip çenesini kaldırarak, “Hiçbir şey anlatmadı. Anlatacak gücü mü var?Tedavi olmasına izin verseydin ne istiyorsan öğrenebilirdin!”diye dişi bir kedi gibi tısladı. Suçlayan bakışlarıyla adamı öldürmek, parçalara ayırmak ve kalenin dört burcundan fırlatmak istiyordu. Fakat lanet olsun ki ne o kadar güçlüydü, ne de babasını riske atabilirdi. Fergus kulaklarını tırmalayan ve tehditvari bir sesle konuşan kızı, sinek kadar bile, önemsemediğini belirten umursamazlıkla yataktaki yaşlı adama baktı. “Pazarlığımız; o bildiklerini anlatacaktı, ben de onu tedavi ettirecektim. Ama o anlaşmamızın kendine düşen bölümünü yapmadı." Sesi kademe kademe donuklaştıkça şömineye rağmen, odanın havasını emerek buz zerrecikleriyle kaplıyordu. Sheena dizginleyemediği çaresiz bir öfkeyle, “Görmüyor musun? O senin istediğin bilgilere sahip değil!Yoksa neden bile bile ölümü seçsin? Senin hiç vicdanın yok mu? Bu kadar mı gözün gerçeklere karşı kör? Bırak da şifacı çağırayım, sonra ne istersen yaparsın!” diye bağırırken son cümlelerinde sesi yalvaran bir tona bürünmüştü. Fergus’un hızla kalkan eli Sheena’nın yanağında patladı. Savrulup yere düşen kızın üzerine eğildi. Kanayan dudağına, acıyla kasılan yüzüne dikkatli bir ifadeyle baktı. “İstediğim bilgileri o vermezse senden alırım. Beni aptal mı sanıyorsun? Bir şekilde istediklerimin sende olduğunu düşünüyorum. Nasıl olsa seni elde ederken onlara da ulaşacağım.” Parmaklarını onun yüzünde gezdirdi.Genç kız tiksintiyle gözlerini kapatarak başını geri çekmeye çalıştı. “Ah güzelim, böyle direnmenin beni ne kadar tahrik ettiğini bilemezsin.Yakında yatağımı paylaştığın zaman,ne kadar yaratıcı bir adam olduğumu göreceksin. Ve o bilgileri isteyerek vereceksin, inan bana.” Doğrulurken boğuk bir sesle kıkırdadı. “Çok zevkli olacak. İkimiz de çok eğleneceğiz.” Gizli bir tatminle dudaklarını yayarak attığı kahkahalar, odadan çıkışından çok sonra bile genç kıza kadar ulaşıyordu. Adamın ardından odaya iki muhafız girdi. Kollarından tutarak dışarı çıkardıkları genç kızı yarı sürükleyerek,yarı iterek odasına getirip içeri fırlattılar. Düştüğü noktada omuzları umutsuzlukla çökerken hıçkırdı, sonra sarsıla sarsılaağlamaya başladı. “Lanet olsun, lanet olsun baba! Nasıl onun gibi zalim bir adama güvenebildin?”diye haykırdı çaresizce. Başka şansı yoktu, babasının söylediklerini yapmak zorundaydı. Korkunç kelimesine yeni bir anlam kazandıran adamdan uzaklaşması gerekiyordu. Fakat babası… Onu nasıl ölüm döşeğinde bırakıp gidebilirdi ki? Annesini kaybettikten sonra babasına olan düşkünlüğü artmıştı. Adam da küçük kızının bu sevgisine cömertçe karşılık vermiş, asla onu incitmemişti. Sheena’nın annesine olan özlemini bir baba olarak karşılamaya çalışmıştı.Şimdi sarıldığı tek dalın elinden kayıp gidiyor oluşu, paniğe kapılmasına ve yalnız hissetmesine neden oluyordu. Eğer buradan kurtulursa yardım alıp dönebilirdi. O zamana kadar babası yaşama tutunabilir miydi? Dehşete düşüren bir diğer düşünce de babası asla onun geri dönmesini istemezdi. Genç kıza verdiği bilgiler gerçekten de pek çok yaşamı ilgilendiriyor olmasa, yaşlı adamın bu kadar titizleneceğini sanmıyordu. Bu sırrın ucunda başkalarının hayatı da vardı.
Yuvasına giren yılan bir anda nasıl da her şeyini alıp geriye esaret dolu günler bırakmıştı. değil, bizzat esirdi. Hem de kendi evinde…Odasında dolanıyor, pencereden dışarıda akıp giden günü, hevesle doğan ve yeniden batan güneşi izliyordu.Babasının odasına gizlice girip Fergus tarafından yakalanmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Geçen günlerde yaşlı adamın daha da kötüye gittiğinden emindi. Şu an babasının baş ucunda olmayı ve halsiz parmaklarını tutarak ona destek çıkabilmeyi öyle isterdi ki… Sık sık aklına babasının verdiği kâğıt geliyor, yaşlı adamı iyileştirebilmek için elindekini Fergus’a verip vermemesi gerektiğini düşünüyordu. Fakat sonra babasının söyledikleri aklına gelince vazgeçiyordu . “Bu kâğıt ve sana anlattıklarım… Asla Fergus’un eline geçmemeli.” "Hanımım kendinizi perişan ediyorsunuz.” Genç kız, oda hizmetçisi Brenna’ya döndü. “Daha fazla dayanamayacağım. Gidip babamı görmek ve iyi olduğunu bilmek istiyorum,” dedi koltukta oturan ve yama yapan kadına. “Lord Fergus’la karşılaşmak istemediğinizi sanıyordum.” Evet, Fergus kalenin içinde dolaşmasına izin veriyordu ancak Sheena onunla karşılaşmak ve tacizine boyun eğmektense odasında kalmayı tercih ediyordu. “Ah Tanrım, babamı son bir defa görebilmek için şu an şeytanla bile karşılaşmaya razıyım. Lord Fergus’un da şeytandan farkı yok.”“Rany, babanızın durumunda bir değişiklik olmadığını söyledi.” Sheena duyduklarını sindirmeye çalışarak kadına yaklaştı. “Rany onu görmüş mü?Neden bana hiçbir şey söylemedi?” Brenna, aacıyan bakışlarla, yüzü endişeden değişmiş genç kıza bakarak , “Sizi üzmek istememiştir,” diye mırıldandı. Sheena mutfakta çalışan Rany’nin arada babasının odasına girip bilmiyordu.Belki yemek, sıcak su taşıyor olabilirdi. “Gidip onunla konuşabilirim.” Brenna kapıya yönelen kızın telaşlı küçük adımlarını, “Çakallarda merhamet olmaz, Leydim, avlarının çaresizliğinden zevk alırlar,”durdurdu. Kalbi zalimlikle dolu adamın her fırsatta genç kızı ve nişanlı olduklarını iddia ettiğini biliyordu.Leydi Sheena istemese bile kaledekilere kabul ettirmişti. Şimdi bir sonraki adım olarak genç kızı yatağına almaya çalışıyordu. Geleneklere göre; nişanlı çift, bir yıl boyunca birlikte yaşayabilir ve süre sona erdiğinde eğer iki taraf da kabul ederse nikâh kıyılırdı. Klanlar arasında anlaşmazlıklara çözüm olabilir düşüncesiyle özellikle; klan beylerinin kızları veya lordları bu şekilde uzun süreli nişanlılıklar yaşıyordu. Brenna bu şekilde zorbalıkla, genç kıza dayatılan nişan olayından nefret etse de kalenin asıl sahibi Lord hasta olduğu için ses çıkartamıyordu. Elinde büyümüş olan Sheena’ın hayatını karartan Lord Fergus’a lanetler yağdırıyordu. “Lord Fergus şu anda kalede, Leydi Sheena. Onunla karşılaşmak istediğinizden emin misiniz?” Brenna’nın sözleriyle duraksayan Sheena gözlerinde yanan kinle omzunun üzerinden baktı. “Onunla baş edebilirim,” diye fısıldadı.
Söylediğine ne kadar inandığı şüpheliydi. Adamın kötü niyetli arsız bakışları tüylerini ürpertiyordu. Pervasızca evini ele geçirmişti,şimdi de onu istiyordu. Babası sağlıklı olsaydı eğer, asla buna cüret edemezdi. Yaşlı adam hastalanmış, kalbinde zerre kadar merhamet olmayan adam da işleri idare etme amacıyla yavaş yavaş bütün kaleyi eline geçirmişti. Bu olaylara daha fazla seyirci kalması imkânsızdı. Kapıyı hışımla açıp arkasından seslenen Brenna’ya aldırmadan koridora adımını attı. Ortalık oldukça sakindi. Hizmetçiler sadece temizlik ve genç kıza yemek getirme amaçlı bu kata gelirlerdi. Fergus’tan uzak olduğu sürece cehennemde bile yaşayabilirdi. Düşüncelerine rağmen sırtını duvara dayayıp tedirgin gözlerle koridoru inceledi. Sonra uçuk sarı eteğini tutup sessiz adımlarlayürümeye başladı. Aşağıya inen taş merdivenlere geldiğinde derin bir nefes alıp sesleri dinledi. Dönerek inen merdivenlerdenbir hayalet gibi fark edilmeden inebilmeyi umuyordu. Babası bir alt katta yatıyordu ve kapısında bir nöbetçi vardı. Ona görünmeden mutfağa inebilirse Rany’den babasının nasıl olduğunu ve daha kötüye gidip gitmediğini öğrenebilirdi.Ya hastalığı daha da ilerlemişse? Bunu öğrenmenin genç kıza ne gibi yararı olacaktı ki? Daha fazla endişelenecek ve dahafazla telaşlanacaktı. Olsun, yine de istiyordu. Arkasından eteğini uçuşturarak merdivenlerden bir solukta indi. En son basamakta duraksayarak koridoru kontrol etti. Düşündüğü gibi kapıda Fergus’un adamlarından biri vardı. Babasına bu kadar yakın olup ulaşamamak içini acıttı. Aşağıdan gelen uğultu, kalenin günlük rutinine başladığını gösteriyordu. Zalim Lord ya salondaysa?Bu tehlikeyi göze almak zorundaydı.
Bakışlarını nöbetçiden ayırmadan, parmak uçlarında yürüyerek merdivenlere atıldı. Birkaç basamağı sorunsuz indi ancak spiral şeklindeki merdivenlerde köşeyi döneceği anda, görmekten tiksindiği adamla burun buruna geldi. Korkulu nefesinin sesinden adamın ayak seslerini duymamıştı. Eli kalbine giderken geriye doğru sıçrayarak duvara yapıştı. Fergus, kedi sinsiliğiyle merdivenleri inen kızı gördüğü anda yüzünde o iğrenç sırıtışı belirdi. Zavallı, güzel Sheena…Ondan izinsiz adım atabileceğini mi sanıyordu? “Sevgilim, beni görmeye gelmen ne büyük incelik.”Sesinden bayağılık akıyordu. Genç kız korkuyla atan yüreğini sakinleştirmek için bir basamak yukarıya çıktı. “Yüzünüzü cehennemde bile görmek istemiyorum, Lord Fergus. Kendi kalemde ise parçalara ayrıldığınızı izlemekten büyük bir memnuniyet duyarım.” “Ama sevgilim, kalbimi kırıyorsun. Genç bir Leydi nişanlısı için böyle sözler söylememeli.” Sizin sevgiliniz değilim, nişanlınız hiç değilim. Babam ayağa kalktığı anda yaptıklarınıza ve söylediklerinize pişman olmanız için elimden geleni yapacağım.” Adam kızın söylediklerinin imkânı yokmuş gibi bir kahkaha attı. “Tabii iyileşir ve ayağa kalkarsa…” “Nasıl bu kadar kötü olabiliyorsun? Emrinde olduğun lorda nasıl ihanet edebilirsin?” Nefretle söylenmiş cümleler sanki adam için gaydadan dökülen eşsiz nağmelermiş gibi huzurla içini çekti. “Babanın sakladığı sırrı bilseydin pek çok kralın birbirine düşeceğini de bilirdin. Benim gibi akıllı ve hırslı bir adamın da yapabileceği tek şey o gizemin peşine düşmek. Baban bu kadar inatçı olmasaydı çoktan o güce sahip olacaktım. Ama ne yazık ki ihtiyar bunak oldukça iyi dayandı. Sen elimde olduğun sürece yapabileceği bir şey yok. Tabii istediğimi söylemekten başka…” “Beni ona karşı kullanıyorsun, onu da bana karşı.” “Ne kadar ince bir zekânın ürünü değil mi? Birbirinizi bu kadar çok sevmeniz benim açımdan muhteşem. Böylece istediğimeulaşmanın önünde hiçbir engel yok.” Elini uzatıp kızın pürüzsüz yanağına dokundu. Sheena onun temasından kurtulabilmek için tiksintiyle başını çevirdi. “Dokunma bana!” Adam bir basamak daha çıkarak kıza yaklaştı. Bedeninin sıcaklığı ve yüzüne çarpan sarımsak kokulu nefesikusmasına neden olacaktı.“Sana dokunacağım sevgilim, sadece bu kovalamacadan hoşlandığım için peşinden koşuyorum.Sonunda yatağımı ısıtacaksın. Düşünsene, zengin ve güçlü bir lordun kadını olarak eminim sen de fazlasıyla memnun kalacaksın..” Sheena sırtını duvardan ayırmadan iki basamak çıkarak ondan uzaklaştı. “Asla bana dokunmana izin vermeyeceğim! O kadar çaresiz kalırsam kendimi kaleden aşağıya atmayı tercih ederim!” Düşündüğünü yapacak kadar tiksinti doluydu. Adam iğrenç bir sürüngenin çıkardığı ıslık gibi bir sesle, “Acı çekmeyi seviyorsan onu da büyük bir zevkle karşılayabilirim. Yatakta kadınlarımın sesli olmasından hoşlanırım. İnlemeleri yanında, biraz acıyla atılan çığlık beni daha da ateşler,” dedigözlerini hayal ettiklerinin zevkiyle kapatarak. Adam bir sapıktı. Gözünün önüne gelen görüntüler midesindeki safranın gırtlağınakadar yükselmesine ve yakmasına neden oldu. Fergus’un kıza uzanan eli daha bedenine ulaşmadan Sheena merdivenleri şeytan kovalıyormuş gibi çıktı.
Kendisini odasına attığında hâlâ bıraktığı yerde oturan Brenna ayağa fırladı. Kadının gözü, odaya dalacak olan Fergus’u görecekmiş gibi kapıya odaklanmıştı. “Peşinden mi geliyor?” Kapattığı kapıya sırtını yaslayan Sheena başını olumsuz anlamında sallayarak, “Bilmiyorum, yani sanmıyorum.Henüz bu kovalamacadan bıkmadığını söyledi,” dedi. “Tanrım, Brenna ben ne yapacağım? Ondan nasıl kurtulacağım? Ya babam… Nasıl iyileşip ayağa kalkacak?” Brenna uysal adımlarla yaklaştı. Lakin yüzündeki ifade aynı uysallıkla olayları kabullenmiş birinin ifadesi değildi. Sheena’yı kucaklarken, “Bir yol düşüneceğiz, tatlım. O canavardan kurtulmanın bir yolu elbette vardır,” diyerek kızı teselli etmeye çalıştı. ***
Barış zamanı da olsa geleceği gören bir klan beyi, her şeye hazırlıklı olmalıydı. Ancak bu gördüğü çaylak askerler, yaptıklarının yetersiz olduğunu düşündürüyordu. Elindeki kılıca bile sahip olamayan beceriksiz aptallarla uğraştığına inanamıyordu. Çevre klanlardan gelen, yaşı on beş ila on sekiz arası, çocuklar işi ciddiye almıyorlardı. Oyun oynamaya gelmiş havasındaydılar. Onlara ayırabileceği yılları olduğunu mu sanıyordu bu aptallar? Elindeki kılıcı başının üstünde döndüren Troy, karşısında sırıtan çocuksu yüze baktı. Bu ahmak, hâlâ olayın ciddiyetini çözememişti. Yaklaşan çocuğa gülümsedi. Daha çok zorlama ve kendini kontrol etme amaçlı yapılan bir eylemdi. “Oyun oynuyoruz ha Bron?” diyerek çocuğu afallattı. Delikanlı, yaklaşan adamın terle parlayan güçlü kaslarından ve uzun boyundan etkilenmişlikle kızardı. Yüzünde bir gün öyle olabilme umudu taşıyan hevesli bir ifade vardı . Ama istemek yetmiyor diye düşündü genç adam. Çok çalışmak,eksikliklerinin üzerine gitmek ve sabır savaşçı olmanın kurallarındandı. Öğrenmesi gerekenleri ciddiye almıyorsa savaşçı olmasının bir anlamı yoktu. Troy, kendisine yaklaşan çocuğun yüzündeki hevesi kıran bir ciddiyet ve sertlikle kılıcını kaldırdı. Bron, havaya kalkan metalin güneşte parlayan ışıltısıyla harekete geçmesi gerektiğini kavrayıp kılıcını öne uzattı. Yıldırım hızıyla inen kılıcın kendi kılıcıyla çarpışmasından doğan kıvılcımı, kolundan yukarıya doğru tırmanan yakıcı acının şiddeti körelttiği için göremedi. Kılıcı parmaklarının arasından kayıp yere düşerken, yüzü yaşadığı acı ve şokla karışmıştı. Lordu’nun ona gerçekten şiddetle vurduğuna inanamamış gözleri, genç adamın kılıç tutan bronzlaşmış ellerinden kendi hislerini kaybetmiş parmaklarına döndü. Kolu yerinde değilmiş gibi hissizdi. Kıpırdatmaya çalıştı fakat parmakları bu konuda delikanlıya itaat etmiyordu.“Buraya neden geldin, Bron?” Soruyu soran sert ve keskin ses, bakışlarını ona döndürmesi gerektiğini ikaz ediyordu .“Savaşçı olacağım, Lordum,” diye kekeledi. “Sana göre; savaş bir oyun mu Bron?” “Hayır, efendim.” “Neden o zaman ciddiye almıyorsun, seni aptal? Düşmanlarına, yüzünde genç kızları gören bir oyun çocuğunun sırıtışıyla mı yaklaşacaksın? Kan gövdeyi götürürken, elinde duran kılıcın nasıl kaybolduğunu mu izleyeceksin? Kollar, bacaklar koparken ve hâlâ atınınüzerinde duran adamın başının yerde yuvarlandığını gördüğünde,arkana bakmadan kaçacak mısın?” Kapıldığı öfkeyle kılıcınkabzasını çocuğun yüzüne geçirmemek için kendini tuttu.
Duyduklarıyla yüzü allak bullak olan Bron yalnız değildi. Talim alanını doldurmuş ve çarpışmayı izleyen diğer çocukların da yüzünde aynı ifade vardı. Troy hepsine hitaben, “Savaşın zararsız bir eğlence olduğunu mu sanıyorsunuz?” diye gürledi.
Rhona, Lord Troy’un kükremesiyle bir adım geri giden gençlerin yüz ifadesini eğlenerek izliyordu. Bu çocukların aklını başına getirecek biri varsa o da Hawkslot Lordu’ydu. “Savaşta değiliz ki? Neden kendimizi bu kadar yorduğumuzu anlamıyorum. Bundan böyle barış olacağı söylentisi yalan mı?” Troy ve Rhona itiraz eden sese döndüler. Genç adam çevrelerini saran çemberin karşısında duran, bedeni irileşmiş fakat beyni bu gelişmeye uyum sağlayamamış delikanlıya baktı. Dişlerini sıkınca çenesinde hareket eden kas açık bir hâle geldi. “Barışa inanıyorsan neden buradasın Samy?”Delikanlı umursamazca omzunu silkti. “Babamın, her İskoç erkeğinin savaşçı olması gerektiğiyle ilgili saplantıları var.” “Ama sen buna inanmıyorsun?” “Evet, barış olacaksa neden kılıç kullanmayı öğreneyim ki?”
Troy çocuğun başını arkasındaki direğe çarpmamak için gayret gösterirken, “Hangi klandansın Samy?” diye sordu. “McKenzie…” Genç adam delikanlıya doğru yürüyüp burnunun dibinde durdu. Varlığı, her an üzerine yıkılacak sarp bir kaya kadar korkutucuydu. Samy hiç bu kadar yakın olmadığı lordun gücünden çekinerek, kendisinden bile uzun olan adama bakışlarını kaldırdı. “Peki, Samy, McKenzie klanı bütün klanlarla dost mu?” Yumuşakça sorulmuş sorunun ardındaki öğretici irade fazlasıyla sabırlıolduğunu vurguluyordu. “Hiç sınır kavgası ettiğiniz klan yok mu?” “Elbette var,” derken delikanlının sesi arkasından ne gelecek şüphesiyle kısılmıştı. “Klanının çevresinde anlaşamadığınız pek çok klan olduğunu söylüyorsun. Öyleyse onlarla her işi konuşarakhallediyorsunuz, öyle mi?” “Tabii ki hayır! Çoğunlukla iş kılıçla biter.” “Pekâlâ, sen kaç tane saldırıya karıştın?” Sorusuyla çocuğun yanaklarından başlayan kırmızılık şakaklarına ulaştı. “Hiçbirine efendim,” diye mırıldandı mahcup bir şekilde. Genç adamın ne söylemeye çalıştığını anlamıştı. Gözleri kınayan yüz ifadesiyle onları izleyen aynı yaştaki arkadaşlarına kaydı. Hawkslot Lordu’nun ve savaşçı bir kadın olan Rhona’nınönünde bütün arkadaşlarına rezil olmuştu.
Troy delikanlıya bu dersin yeterli olduğunu düşünüp geri çekilerek, “Dağılabilirsiniz,” dedi. Peşinde Rhona’yla birlikte talim alanından ayrıldı.
***
Gece yarısını çoktan geçmişti. Neredeyse tan yeri ağarmaya başlayacaktı. Sheena hâlâ şöminenin önündeki koltukta oturuyordu. Eline geçen bilgiyi nasıl saklayacağı, babasını o zalimden nasıl kurtaracağı ve Fergus’un tecavüzünden kendini nasıl koruyacağıyla ilgili onlarca düşüncenin arasında sıkışıp kalmıştı. Zalim adamın yeni bir emriyle odasına hapsedilmişti. Kapısına bir nöbetçi dikildiği için artık Brenna’yı bile göremiyordu. Seyis Arnold’a haber gönderebilmek için Brenna’ya ihtiyacı vardı. Bunu daha önce yapmadığı için kendine öfkelendi. Babasından ayrılmamak için oyalanmış ve zaman kaybetmişti. Bedenini sarsan hafif ürpertiyle kollarını ovuşturdu. Pencerenin dışında erkenci kuşlar cıvıldamaya başlamıştı. Çok geçmeden gün ışığı Highland’ın sarp kayalıklarını ve uçsuz bucaksız yeşilliklerini aydınlatacaktı. Yeni güne yeni umutlarla başlayan insanların yaşam telaşının habercisiolan sesler duyulmaya başlayacaktı.
Bir zamanlar çok değil iki ay önce, genç kız da her sabah aynı telaşla uyanır bu kalenin Leydisi olarak koştururdu. Babası, ev işlerini yapabileceği yaşa geldiğinde bütün sorumluluğu kızının üstlenmesine izin vermişti. Becerikli ve olgun düşünen bir kız olan Sheena babasını hiç yanıltmamıştı. Tıpkı yetişkin bir leydi gibi, bu evin hanımı olmaya layık olduğunu herkese göstermişti. Şimdi düştüğü duruma bakınca, kaleyi iyi yönetmenin ne anlamı vardı ki? Çalışanları korkuyla sinmiş, evi Fergus’un adamları istila etmiş ve bir daha eski günlere dönemeyeceklerinin ipucunu veren adamın zorba davranışlarından sonra babası iyileşse bile buradakalamayacaklarını anlamıştı. Daldığı düşüncelerden kapıda duyduğu tıkırtıyla sıyrıldı. Ayağa fırlayarak sırtını duvara yaslayıp beklemeye başladı. Eğer gelen Fergus ise kendini savunacak bir şeyler bulmalıydı. Eğilip şöminenin içinde duran uzun odunlardan birini aldı. Kapı ses çıkarmadan yavaşça açıldı. İçeriye ufak tefek bir gölge düştü. Ardından gölgenin sahibi göründü.“Leydim! Leydim!”
Fısıldayarak seslenen adam seyis Arnold’du. Tanrı’ya şükür, adam ona ulaşmanın bir yolunu bulmuştu. Nasıl ve neden diyerek sorgulamaya hiç niyeti olmayan Sheena karanlık köşeden ay ışığının yansıdığı pencere önüne geldi. Onu gören Arnold rahatlayarak derin bir nefes aldı.“Leydim hemen gitmeliyiz, oyalanacak zamanımız yok.” Sheena kalp atışlarının güçlü vuruşları arasında başını sallayarak seyisin peşinden yürüdü. Kapısındaki muhafızın gürültülü horlayışı koridora yayılıyordu. Adamın uyanmasından tedirgin olarak üzerinden atladı. Arnold başını hayır uyanmaz anlamında salladıktan sonra sadece dudaklarını oynatarak kedi otu diye fısıldadı. Aldığı bilgiyle rahatlayan genç kız, seyisle beraber merdivenlerden sessizce indi. Her üç adımda bir duvara yaslanarak gelecek tehlikelere karşı tedirgin bir bekleyişe giriyorlardı. Köşeyi dönerken duydukları bir ayak sesi üzerine karanlığa çekilerek duvara yapıştılar. Yaşadığı heyecan kalbinin durmasına neden olacaktı. Değerdi! Fergus denen hastalıklı canavardan kurtulmaya çalışırken ölmek onurlu bir ölüm olurdu genç kız için. Kale; uzun koridorları, dönen taş merdivenleri ve farklı yönlere açılan kapılarıyla karmaşık bir yapıya sahipti. Bu sebeple her an birileriyle burun buruna gelmeniz kaçınılmazdı. Arnold da Sheena gibi temkinli ve aceleciydi. Bir an önce genç kızı kaleden dışarı çıkarabilmek için elinden geleni yapıyordu. Ayak sesleri uzaklaştıktan sonra duvar dibinden ve gizlenerek şatonun arka kısmına doğru yürüdüler. Karanlık olmasına rağmen arada sıradabulutlardan sıyrılan ay ışığı ortalığı aydınlatıyordu. Sheena, her köşesini çok iyi bildiği bu eski fakat sağlam kaleden ayrılıyor olmaktan dolayı hüzünlüydü . Kim bilir bir daha ne zaman dönebilecekti? Babasının penceresine bakarak, “Hoşça kal babacığım, lütfen dayan, bir gün geri döneceğim,” diye fısıldarken yanağından kayan gözyaşını aceleyle sildi. Yüreğinin derinliklerinde onun çok fazla yaşayamayacağını bilen sese kulaklarını tıkayıp yürümeye devam etti. Şatonun duvarını bırakıp sur duvarlarının karanlığına kendisini atan Arnold’u taklit ederek yerinden fırladı. Yaşlı seyis eliyle gidecekleri yönü işaret etti. İkisi de konuşmadan anlaşmaya çalışıyorlardı. Burada doğup büyümüş biri olarak neden şatonun arka tarafına gittiklerini bilmiyordu. En yüksek ve sağlam surlar o yöndeydi, tek bir açıklığı bile yoktu. Yine de onun peşine takılırken bir bildiği olduğunu düşünerek sesini çıkarmadı. Surların dibinden takip edilip edilmediklerini anlamaya çalışarak ilerlemeleri yaşlı seyisin durmasıyla sona erdi. Ne yaptığını bilen davranışlarla hareket eden seyis duvarı yoklamaya başladı. Her taşın girintisini çıkıntısına dokunuyor, eliyle aradığı her neyse bulamadıkça sinirle soluyordu. Yaşlı adamı tedirgin edenin yakalanmakorkusu olduğunu biliyordu. Sheena, onun gözlerini kapatıp sessizce Tanrı’ya şükrettiğini görünce aradığını bulduğunu anladı. Elini uzatıp adamın omzuna minnettar bir ifadeyle dokundu. Seyis gözlerini açıp mavi ay ışığında daha değil, henüz kurtulmadın der gibi baktı. Sonra işine odaklanıp elini koyduğu taşı bütün gücüyle çekti. Bir süre direnen taş nihayet kayarak yere düştü. Diğer taşlar da peş peşe yere düşerek surda küçük bir gedik açıldı.Arnold ona dönerek üzüntüyle gülümsedi. “Leydim, burayı babanızla birlikte hazırladık, birgün ihtiyacımız olacağını biliyordu. Ağır taşların yerine samanla balçığı karıştırdığımız taşlarla ördük. Arasına yapıştırıcı toprak koymadık ki kolayca sökülebilsin.” Burada durmuş kıza saçma açıklamalar yaptığını fark edince aceleyle devam etti. Buradan çıkınca kuzeye doğru koşun. Ormanın çıkışına atınızı bağladım. Gerekli her şey heybede var. Ondan sonrası size kalmış, Leydim. Kendinize iyi bakın ve dikkatli olun.” Sheena gözlerinde yaşlarla gülümsedi. Seyisin elini tutup sıktı. "Babama iyi bak olur mu? Çok yaşamayacağını biliyorum ama yine de…” Söyleyecekleri boğazında kocaman bir yumru oluşturmuştu. Düşünmek ayrı, bu düşünceleri söze dökmek daha farklıydı. Fazlasıyla canını yakıyordu. Seyis anlamıştı. “Siz babanızı düşünmeyin Leydim, ben onunla ilgilenirim,” dedi. Sesindeki boğukluk yaşlı adamın da duygusallaştığını gösteriyordu. Genç kız son defa ona baktıktan sonra karanlık delikte kayboldu.
Karanlığın içinde yönünü saptamaya çalışarak koşan Sheena, ormandan gelen yabancı seslerden ürküyordu. Avuçları korkudan terlemiş, aldığı her nefes ormanda yankılanıp onu takip eden hayaletlere dönmüştü. Gökyüzünün karanlığına uzanan ağaç gölgeleri onu tutmaya çalışan iğrenç birer hortlak gibi görünüyordu. Gecenin sesi kulaklarında, “Yakalanırsan bu korkunun yüzlerce katını yaşayacaksın!” diyordu. Ayaklaırna takılan ağaç kökleri onu geri almaya gelmiş Fergus’un tırnaklarına dönüşüyor, canını yakıyordu. Korkularına ayıracak zamanı yoktu. Bir iki saat içinde kaçtığı anlaşılacak ve peşine düşeceklerdi. Sırtından boşalan terler iç etekliğini sırılsıklam yapmıştı. Sonunda ormanın çıkışına geldiğinde karaltısını gördüğü ata doğru koştu ve yuları çözerek aceleyle sırtına atladı. Kuzeye gitmesi gerekiyordu, Sürekli kuzey demişti seyis. Yıldızlar henüz kaybolmamıştı. Yönünü belirledikten sonra atı mahmuzladı.
|
0% |