Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm

@jeonsexual97

Yeni bölümle hepinize merhabalarrr

Satır arası yorumlarınızı bekliyorummmm

Yıldızı doldurup öyle başlasak bölüme=)

O zaman ne yapıyoruz? Sağ ayakla bölüme başlıyoruz👌👌👌👌

Keyifli Okumalarrr ❤️

2 hafta sonra..

Elimle dudaklarımın üstünde gezdirdiğim kalemi hobi olarak dişlerimin arasına alırken ezberimin üzerinden birkez daha geçmeye başladım.


O korkulu hafta, sınva haftam artık kapıdaydı.


Ve 5 finalimin 3'ü sözeldi. O nedenle ezber yapmak zorundaydım ancak, yan evde olan inşaattan gelen sesle bininci kez ofladıktan sonra gözlerimi devirdim. Evde daha odalar arası yalıtım sıfırken ve Minsu'nun az önceki hapşurmasını bile duymuşken, bu inşaat sesi odaklanmamı imkansız hale geitrmişti bile.


Gözüm kenardaki diğer ezber yapmam gereken diğer kitaplara kaydı.


Onlara daha başlayamamıştım bile! Ve böyle giderse bir paragrafı bile ezberleyemeyecektim.


Bu içime hızlı bir korku sardığında beynim anında parlak bir fikirle gelmiş ve üniversitenin kütüphanesine gidebeileceğimi bana hatırlatmıştı. Bu dahiyane fikrile daha fazla vakit kaybetmeden ayaklandım ve kitaplarımı çantama doldurmaya başladım.


Üniversitem uluslararası olduğundan, çok fazla yabancı öğrenci vardı ve yurtta kalıyorlardı, eh bu nedenle de 7/24 kütüphane kısmını açık bırakıyordu. Aynı zamanda kütüphanelerde farklı 3 bölüm vardı.


Biri yemek yiyerek proje vs hazırlayan mimarlar-mühendis-iç mimar öğrencilerinin çoğunlukla kullandığı alan, diğeri sözel ve sayısal bilgisayar ağırlıklı çalışan ama cart curt karton kesme veya yemek yeme gibi bir sesin gelmesini istemeyen ana sessiz alan, ve son olarak, kişisel odalara sahip, tamamıyla sessizlik ve yalnızlıktan ibaret olan alan.


Benim üçüncü bölüme gitmeye ihtiyacım vardı çünkü ezber yapacağım zaman etrafımdan çıkan her bir ses bende dikkat bozukluğuna sebep oluyordu. Ve bildiğim bir şey varsa, ilk sözlümü vereceğim hoca bir takılmayla bile notunu kırıyordu.


Yaklaşık 15 dakika içinde hazır olduğumda dış kapıya koşuşturdum. Bu akşam aynı zamanda yemek yapma nöbeti bendeydi. O nedenle max 6 saat dışarıda kalabilirdim. Sonra koşa koşa gelip yemek yapacaktım.


Minsu sınav haftamız ortak olduğundan ayrı yemek yiyebileceğimizi, birde bunu düşünmememiz gerektiğini söylemişti ama onun dediğini yaptığımızda normal okul haytaı zamanında ipin ucunu ka.ırıyor temizlik görevlerimize kadar aksatıyorduk. İkimizde aşırı temiz ev takıntılı değildik ama pis bir evin ikimizi de özellikle kadın olduğumuzdan ötürü rahatsız ettiği net bir şekilde belliydi. Ben de bu yüzünden ramen yapsak dahi bu görevlere devam etmemiz gerektiğini söylemiştim.


Diğer türlüsüyle bu sefer sınav haftam dışında da stresleniyordum.

(bunu eğer 2 kişiden fazla kalıyorsanız arkadaşlarınızla, öğrenci evi tutunca, Minsu'nun dediği gibi yapın, tecrübe konuşuyor:') )

"Minsu ben ders çalışmaya kütüphaneye gidiyorum! Akşama doğru gelirim!"

"Tamaaamm!" 

İçeriden uzata uzata bağırdığında güldüm ve dışarı çıktım.


Neyse ki otobüs durağı evimizin önündeydi ve okulum o kadar da uzak değildi.

...

Kampüsüme vardığımda karşılaştığım bir kaç sınıf arkadaşlarımla, sınavda çıkacak konuların nasıl sorulabileceği hakkında konuşmaya başlamıştık. Açıkçası tek başıma çalışmayı sevsem de böyle toplu konuşup bildiğimiz şeyleri aktarmamız bana aşırı yardımcı oluyordu.

Zaten en hızlı öğrenme ve ezberleme yöntemi, bunu bir başka birine anlatarak başarmaktı. O nedenle aşırı yakın olmasak dahi sınıf arkdaşlarımla bu kısa diyalogları yaşamakta sorun görmüyordum.


Onların yanından ayrıldıktan sonra da Hoseok ile karşılamıştım. O çoktan ders çalışmasını bitirdiğini, sabah 6'dan beri okulda olduğundan eve hızlıca gidip uyuyacağını söylediğinde muhabbeti onunla çok uzatmadım. Kendisinin en düşük notu 10 üzerinden 7 olduğu için deli gibi zekasını özendiğim biriydi. Ama anlamadığım şey kendisi yürüyen bir yıldız gibiyken nasıl böyle karanlık girdap olan mesleği seçmişti.


Yani ben zaten koyu bir dünyaya sahip olduğumdan, artık gözümü bile kısmadan zifiri karanlık yolumda ilerliyordum ama Hoseok benim gibi değildi.


Bir cinayet mahaline gittiğinde yıldızı söner diye insanın birde buna üzülesi geliyordu.


Ancak bu beni ilgilendiren bir şey değildi çünkü onun kendi kararıydı savcı olmak. Aynı zamanda cidden bu işlerden anlıyordu ve dedektiflik olaylarını sınıfta en hızlı çözen oydu. Temiz vakalarda çalışırdı belki de.


Ben de kadın hakları bölümünde karşılaşabileceğim en korkunç olabilecek vakalara karşı nasıl tepki veririm diye geleceğim hakkında her zaman ki gibi düşüncelere daldığımda kütüphaneye varmıştım.


İçeri girdiğimde gözlerim hızlıca üçüncü alana gitti. 30 oda vardı orada ve dolu/boş yazısı dijital şekilde kapının üstüne yazardı.


30 odanın 30'unun da dolu yazdığını görünce ne kadar geç geldiğimi fark etmem omuzlarımı o an beni gören herkesin anlayacağı şekilde düşürdüm. Oraya bir giren, gece yarısından önce çıkmıyordu ve herkesin benim gibi sınav haftasında olduğunu düşünürsek...bana ana sessiz alanın yolu gözükmüştü.


Ayaklarımı sürte sürte büyük yere vardığımda gözlerim etrafta isteksizce gezindi. Kafamda kendimi o sessiz alana gireceğime o kadar ikna etmiştim ki şimdi burası bana kimsenin doğru düzgün konuşmuyor olmasına rağmen aşırı sesli gelmişti.


En sessiz köşe olduğunu düşündüğüm, çok ışık almayan ve kütüphanenin kitaplarına daha yakın olan yeri hatırladığımda ayaklarım oraya yöneldi. En azından bugün ilk finalimin ezberini bitirmem gerektiği için daha fazla vakit kaybedemezdim.

Oraya doğru ilerlediğim şaşırtıcı şekilde sadece bir kişi vardı ve o da kulaklığıyla önünde ki kitabı okuyor gibiydi. Sırtı bana dönük olduğundan sadece erkek olduğunu anlamıştım.

Çocuğa doğru biraz daha yaklaştığımda sıfır kol tişörtü tüm kol dövmesini yakından daha net görmemi sağladığında, bu tanıdık dövmelerle birlikte kaşlarım kalktı ve hızlandım.


Saniyeler içinde yanına vardığım kişinin önüne geçip eğilmem ardından bu kişinin gerçekten Jungkook olduğuna emin olduğum gibi ona seslenmiştim.

"Jungkook?"

Başını kaldırdığı gibi beni gördü ve gözleri şaşkınca büyüdü. Kulaklığını hızlıca çıkartıp o da bana karşı, "Hye su? Ne yapıyorsun burada?" demişti şaşkınlıkla.

Pekala..ben bu adamlarla gerçekten kaderin işi sayesinde karşılaştığıma tamamen ikna olmuştum. İçimde ki %95 inanç, %100'e ulaşmıştı.

Gülümsedim. "Ben de sana aynı şeyi soracaktım. Sen..burada mı okuyorsun?"


Kafasını salladı. "Evet, ekonomi bölümünü okuyorum. Senin de burada okuduğundan haberim yoktu. Büyük tesadüf oldu.."

"Katılıyorum."

Yerinde biraz daha düzeldikten sonra önünde ki sandalyeyi gösterdi. "Otursana, ayakta kaldın."

Onu onayladım ve sırt çantamı çıkartıp oturacağım sandalyenin yanına koyduktan sonra kendi oturacağım yere yerleştim hızlıca.


"Sen de mi ders çalışıyordun? Sınav haftası diye?" dediğimde kitaplarımı çıkartmaya başlamıştım.


"Evet, bu dönem, geçen kaldığım iki dersin de finalini de vereceğim için erken saatlerden beri buraya gelip çalışıyorum 1 haftadır. Sen de aynı dertten müzdaripsin sanırım."


Kıkırdadım. "Aynen öyle."


"Üniversite hayatında daha acı verici bir derdin çok olmuyor zaten."

Aslında bu dediği benim hayatım için geçerli değildi ama buna açıklık getirmedim. Zaten şaşırtıcı şekilde onunla kaynaşmayı sevdiğimden, ortamı bu karanlık tarafımla bozmak istememiştim.

Şu an aklımı kurcalayan başka bir şey oluştuğundan, bu konu kafamda hızlı kapanmıştı. "Ben sizi iş adamı sanıyordum, ama sen okuyorsun?" Çok meraklı olmamaya çalışarak mırıldandığımda rahatça omuz silkti.

"Namjoon 2 yıllık bir üniversite okudu ve mezun oldu, Suga ve Jimin okumamayı tercih ettiler." Lafına devam etmeden kendini, yerinde diklenerek gösterdi. "Bense hem çalışıp hem de okuyan tayfadanım. Ekmek paramı kazanırken eğitim hayatında da olmak istemedim." Kaşları kalktı ve şakacı bir halde sırıttı. "Nasıl? Harikayım değil mi?"


Bu sahte kendini beğenmiş tavırları komiğime gittiğinde elimi dudaklarıma götürüp sessiz kalmaya çalışarak güldüm. "Evet evet öylesin." Kahakaha atarken dediğimle şeyle o da benimle güldü. Dişlerinin yapısından dolayı minik bir tavşana benzemişti gülerken. Tabi dişleri gözükmeden devasa boyu ve geniş bedeninden dolayı ona tavşan demek çok absürt kaçardı.


"Kusura bakma," dedi düşüncemi bölerek. "benim abim var. Adı Jin. Tamamen ondan geçti bana da bu tavırlar. İşte kan bağı, birlikte büyüme derken sende kapıyorsun bir şeyler. Suga bu yüzden benimle fena dalga geçerdi."

Suga'nın adını ikinci kez, bu sefer sadece onunla alakalı spesifik bir konuda duyduğumda dudaklarımda ki kahkahanın kırıntıları, sakin bir tebessüme döndü. Demiyim demiyim diyordum ama ben Suga'yı bay baya merak ediyordum. Ve bunu kendisi de dahil diğerlerine fark ettirmeden nasıl atlatırım.. emin değildim.

Birinden hoşlanma olayında çekingen bir insandım, bu kesindi. Ki ondan şu an hoşlanıp hoşlanmadığımı da bilmiyordum. Etkilendiğim doğruydu ama bu yaşadığımız şeylerden dolayıydı muhtemelen. Hemen sonuca atlamak olmazdı.

Ama ben kimdim, o kimdi, evresine girmeme izin bile vermeden, aurasında kaldığım şeyler söylemiş ve benimle hiç bir farkımız yokmuş gibi konuşmuştu.

Zaten adam da öyle bir hava vardı ki, kendisi hem senden çok uzak bir hayatı yaşıyor gibiydi, hem de senin ondan hiç bir farkında olmadığını -maddi/manevi- kısa bir davranışıyla belli etmekten kendini geri çekmeyecek kadar kibirsizdi.

İkilem arasında kalmıştım bende..

"Neden geçmiş zaman kullandın?" Muhabbeti değiştirmek istemediğimi anlamasın diye böyle bir strateji kullanmıştım. Umarım anlamazdı.

Kaşları biraz düştü. Gözleri kısa süreliğine masaya gitmişti.

Strateji diye yanlışlıkla çocuğun damarına falan mı basmıştım? Ya da yarasına tuz mu olmuştum?

Ya da bu adamlar böyle sorular sorunca dertli dertli uzağa dalması bana mı özeldi?-

"Abimden uzaktayım, onu özlediğim aklıma geldi. O yanımızdayken geçerdi dalgasını, şimdi yapmıyor."

Bunlar da hep birilerini özlüyor.

İç ses sus ya!

Aman ne be!

"Yurtdışında mı yaşıyor?"

Akıma o an ilk gelen şeyi söylediğimde kafasını salladı. Nokta atışı yapmıştım.

"Okuyor mu? Yoksa çalışıyor mu yurtdışında?"

"2.5 yıl önce bir..." Cümleye nasıl devam edeceğini bilemiyor gibi duraksadı ve gözlerime baktı. Özel hayatını çok paylaşmak istemiyor olabilirdi, bu nedenle onu konuşmaya zorlamamak için hazır durmuşken başka bir muhabbet açayım diye düşünmüştüm ki, derin bir nefes vererek konuşmasına devam etti.

"Bir dönüm noktası yaşadı, çok sevdiği bir hastasını kaybetti. Bunu atlatamadı. O nedenle biraz psikolojik tedavi gördükten sonra Amerika'ya yerleşip hayatını orada sürdürmeye karar verdi."


Ne diyeceğimi bilemediğimden sessizce ona bakakaldım. Acısı nasıl büyükse, dünyanın öbür ucuna gitmeyi tercih etmişti. Ülkesine gelemeyecek kadar yıpranmış olmalıydı.


Ve fark etmiştim de; Bu 4 adam sanki bana Tanrı tarafından bilerek gönderilmişti. Ben o kadar zenginlerden nefret ederken, 4 zengin insanı bana yollayıp, onların da çözemedikleri sorunları olduğundan ve tek acı çekenin benim gibi insanlar olmadığını gösteriyor gibi hissetmiştim.


İşe de yaramıştı açıkçası. Kendi derdimden dolayı yıllardır sadece anneme odaklıydım, bu nedenle kimseyi hayatıma almıyor, empati beslemiyor ve ilişki yaşamıyordum.


Şimdiyse Jungkook'un dedikleri, aynı Jimin'in ablası ve Suga'nın bilekliği sahibine vermek için buluşmayı beklemesi...beni büyük bir empati cümbüşüne atıyordu.


Bundan ilk başta rahatsızlık duyduğum kaçınılmaz bir gerçek olsa dahi, şimdi başkasının dertlerini bilmenin kendi dertlerimi küçültmeme ve kafamın daha rahat olmasını sağlıyordu.


Annemin hasta olması elbette küçülecek bir sorun değildi ama bu sorunu çözmeye çalışırken kafamda bulunan kara bulutlar bu insanlarla dağılıyordu.


"Çok üzüldüm Jungkook," dedim samimi ve güçlü bir sesle. Onu teselli etmeme muhtaç değildi belki ama ben yapacaktım. "ama abin Tanrı değil, yani kimin ölüp kimin kurtulacağına o karar veremezdi. Vakti geldiği için öldü hasta. Elbette yakını olduğu için üzülmüş olması kaçınılmaz ama onun bir suçu yok. Sen de onu ziyaret ettiğinde bunu ona hatırlatırsan ikinizde daha rahat edersiniz bence. Çünkü anladığım kadarıyla o kurtaramadığı insan, senin de yakınındı."

Son dediğim cümleyle acılı gülümsemesini bana daha net gösterdi. Aynı zamanda şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. "Okuduğun kariyerin hakkını gerçekten veriyorsun Hye Su. Doğru, ölen hastası benim de çok yakınımdı. Atlatmam uzun sürdü. Ama hayat dediğin gibi devam ediyor, biz Tanrı değiliz, ölenle ölünmemeli değil mi?"

Kafamla onu onayladım. "Elbette."

Dediğim şeyle dolan gözlerine bir pusu indi. "O zaman neden-"

Lafını hızlıca kesti. Sanki 5 saniyelik bir hipnozdan çıkmışçasına kafasını sağ sola salladı hızlıca. Ben ona cümlesine devam etmesini bekler gibi bakarken o da bunu fark etmiş olacak ki boğazını temizledi ve dövmeli elini havaya salladı.

"Önemli bir şey değil ya, bu arada sen ders çalışmaya geldin, ben seni tutuyor gibi oldum. Ders çalışmaya geri dönelim istersen?"

Lafı jet hızıyla değiştirdiğinde gözüm saate kaydı. 30 dakikadır konuşuyorduk ve ders çalışma olayını Jungkook ile konuşmaktan feci ertelemeştim. Sadece 4.5 saatim kalmıştı için. 20 dakika da otobüs yolculuğu desek, buradan çıkmam gereken saat akşamüstü 5'ti.


"Haklısın. Asıl seni tutan benmişim gibi oldu hatta. Hemen derse dönelim."


"Yok hayır, muhabbet sardı diye konuştuk, o kadar. Hemen çalışırsak sorun olmaz. Bu arada.." Eliyle arkamı gösterdi. "Kişisel çalışma alanından biri boşaldı şu an, burada çalışman beni asla rahatsız etmez ama ezber yapmaya gelmiş gibisin, orada daha rahat edebilirsin."


Gözlerim heyecanla büyüdü ve arkama baktım. Gerçekten Boş yazısı dijital tabelada gözüküyordu. Hızlıca çıkarttığım kitaplarımı kucağıma, sandalyede ki çantamı da koluma taktım.


"Teşekkür ederim haber verdiğin için, asıl amacım en başta oraya gitmekti! Sonra görüşürüz Jungkook!"


Gülümseyip koşturan benim arkamdan, "Akşam üstüne kadar buradayım, eğer istersen seni de eve bırakırım." dediğinde, "5'te çıkmam gerek, sana uygunsa gelirim!" demiştim. Şu an hiç daha tanışalı çok olmadı düşüncelerine giremeyecektim, otobüste doluysa ayakta bekleme derdi çekmek istemiyordum hiç, o nedenle hızlıca kabul etmiştim.


Kafasını salladı. "Olur. 5'te buluşalım burada o zaman. Güle güle!"

"Tamam!"

Kimse kapmadan boş odaya girdiğim hemen kapıyı kapatıp dolu butonuna bastım ve masama eşyalarımı koydum. Burası normalde asla boşalmazdı ama resmen bir mucize olmuştu!

Bunun mutluluğuyla alarmımı çıkmam gereken saate kurdum ve kitabımı araladım.

Jungkook ile konuşmak güzeldi ve keyif almıştım ancak ana alan ciddi anlamda sessiz bir yer değildi bana göre, o nedenle şu an nihayet huzurlu ve tamemen sessiz bir alanda ezberimi yapabileceğim için rahatlamıştım.

"Hadi bakalım, başlayalım."

BÖLÜM SONU

Jungkook'un abisi Jin'e yakalım bu gecede..

Abi üni final sınavlarında sözel olunca ezber yapma stresi gerçekten çok kötü, hani yazılı da zor ama sözlüde yazılı gibi kafanda ayarladığın süre yok ve çok takılırsan hocanın önünde, yüksek notlara veda edersin. Ben iç mimarlık okuduğumdan hayatım sunum üstüne kurulu olacak ama o sınav zamanı cidden işkencelerden beter stres yüklüyor

Neyse sizi korkutamayayım üni hakkında djwkhfsd arkadaş ortamı iyi olursa her şey çok daha smooth like butter olarak ilerliyor o nedenle iyi arkadaş bulun sınıfınızdan ve hatta üst sınıflardan da arkadaş bulun. ikisinin de benfiti çok yüksek kıpıs;)

Not: Siz yeni tanıştığınız kimsenin arabasına yalnız, tanıdığınız olmadan binmeyin, bu üniversiteden olsa bile, özellikle erkek olanların. bu bir kurgu sadece, aklınızda bulunsun dünya çok pis bir yer!!!

Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir

Vote❤️👀


Loading...
0%